Þifre

  MKC - Balku

 

Out, out brief candle

Life is but a walking shadow, a poor player

That struts and frets his hour upon the stage

And then is heard no more; it's a tale

Told by an idiot, full of sound and fury

Signifiying nothing*.

Macbeth/ W. Shakespeare

 

Su sipirdadi, anladik ki bir tosbaga yurduna donmustur. Bir yerdeydik; bir nehrin kiyisindaydik: Yarpuz kokulari, urkek kurbaga sesleri ve Tigris'e dair tum soylenceler bunu hatirlatti bize. Ak sacli, ak sakalli bir adam gecenin sihrini ve karanligin urkuntusunu koyulastiran bir sesle kendini hikaye ediyordu: Ben Mervan, M.K.C'nin ondorduncu baskaniyim. Ismimi vermekle isimsiz bir ozan gibi gorulmekten kurtuldugumu sanmiyorum; cunku belki de goruntum haklidir: siir sadece kagit uzerine yazilmaz.

Yasimi ve ulusumu sorma, unutali cok zaman oldu. Kiligim yurduma, ak sacim, sakalim yasima iliskin degildir. Tum gorduklerin tipki su katirin sirtindakiler gibi ayri iklimlerden, ayri zamanlardan artakalma. Sakalimin saygin beyazligi ve derbederligi ile katirin sirtindaki kitaplar arasinda bir iliski kurdugun hayranlikdolu ifadeden belli. Yanlis: Sakalimin akliginda feylesofluk degil, derin bir aci ve korkunc bir caba gizli.

Anlamiyorsun elbette. Yuzlerce cilt kitap ve tavirlarimdaki gorup gecirmislik cok daha olumlu seyler cagristiriyor olmali. Madde dunyasinin kirine bulasmis serefli ve bilincli bir gecmis, ancak bir kutuphanenin los koridorlarinda ya da colun ortasindaki bir manastirda duyumsanabilecek turden bir arinmislik, yasami siirin inceligi ve duyarligi ile kavrayan yuksek bir ruh, iyinin ve kotunun sinirlarini bilen bir yurek...

Bilgi ve erdem bir zamanlar benim icin bile ulasilmaz degerler degildi aslina bakarsan. Bilgili ve erdemli bile sayilabilirdim, simdiyse erdemsiz bir bilgiyle fokurduyor yasli yuregim. Sebep; her insanin karsilasabilecegi turden bir yasam surcmesi. Anlamadigini soylemene gerek yok. Hikayenin tamamini anlatsam bile anlayacagindan kuskuluyum ama anlatacagim. Anlatmak ve mutsuz olmak istiyorum cunku.

Geceydi; ince, korkuc sesler vardi dort bir yanimizda. ustune Mervan' in ipe sapa gelmez sozleri eklenince iyicene tedirgin oldum. Mervan ayaga kalkip bir kac adim yurudukten sora oturdu ve uzun uzun dusunup tane tane ama asla sakin olmayan bir sesle devam etti:

Yerin ve zamanin onemi yok. Onbes yasima kadar gecen surenin de. cocukluguma dair tek hatirlayabildigim ayrinti, kaplumbaga ve kirpiden nefret ettigim. Bilmem kac yasinda, adi bile olmayan bir hastaligin pencesine dusunce, buyucu ya da tabip, esrarengiz bir adam, bu hastaligi etse etse kaplumbaga kani ve kirpi etinin iyi edecegini soylemis, bu yuzden de iki yil boyunca, gunasiri olarak, kizartilmis bir kirpi yemek ve ezilmis bir kaplumbagadan ne kadar kan cikarsa o kadar kani icmek zorunda kalmistim. Iyilesmeme o kahrolasi adam bile sasirmisti.

Neyse, onbes yasindayken sohreti yasini asmis yari deli bir bilgin bilmedigim nedenlerle yanina aldi beni; mantik, felsefe ve astrolojinin gizemli camuruna bulastirmaya calisti. Basarili olmus olmali ki, bir kac yil sonra kendimi iyiden iyiye feylosof gibi hissetmeye basladim. cok sey ogrendim, ogrendikce, heveslendim: Iyi ve kotu, dogru ve yanlis, gercek ve yanilsama, logos ve eros... Okudugum kitaplar tum bu sirlarin anahtarini, akilsiz bir koylu olmamanin yolunu bahsetti bana. O yasimda bana muhtesem gorunen ozentili siirler, yaratilisin sirlarini cozmeye calisan bir risale ve ruhun insanin beyninde mi, kalbinde mi, yoksa bazi kafir feylesoflarin iddia ettigi gibi apisarasinda mi ikamet ettigine dair bir makale yazdim. (Hangisinde karar kildigimi hatirlayamayacak kadar yasliyim simdi.) Gelecek artik sakalimin sana cagristirdigi seyler gibiydi: Dogru, bilgi ile aydinlanmis ve erdemli. Yani kitaplarin, siirin, sarabin ve tanrisal olanin sozunu gecirecegi bir gelecek olmamasi icin hic bir neden yoktu.

Belki, hocamla bir gul bahcesinde siir sanatinin siradan bir cicegi nasil kendi imge evrenin kutsal gulu haline getirdigini tartisirken goruverdigim, gul yanakli, gul dudakli kadin da bu ovguye deger gelecek tasarimina aykiri degildi. Hocamin anlattiklari beni fazlasiyla etkilediginden ya da kadin gercekten siir konusu edilerek kutsallasmis bir gul kadar guzel ve zarif oldugundan, her niyeyse, carpildim sanki. Hocamin yanindayken hic etkilenmemis gibi davrandim; cunku o etkilenmemise benziyordu. Ama, gul bahcesinden ayrilir ayrilmaz biraz rahatsiz oldugumu bahane edip ayrildim ondan. Geri donup kirilgan hareketlerle gul deren kadini buldum. O gun aksama kadar ve ondan sonraki dokuz gun geceleri siirini yazmaya ugrastigim yuce bir duyguyla onu izledim. Onuncu gun, onunde diz cokup kizara bozara askimi anlattim: Uyuyamadigim geceleri, gozlerinin kavuran isiltisini, cenesindeki gayya cukurunu, dudaklarinin tutusan kirmizisini... Ona iliskin ne varsa hepsini onceden yazdigim beyitler halinde ezberimden dile getirdim. O gun degil ama tam bir yil sonra guller bir kez daha acmisken askima karsilik verdi.

Dugunumuz bir binbirgece masalinin mutlu sonu gibiydi. Ama bizim masalimizin anlaticisinin henuz yorulmadigi cok gecmeden ortaya cikacakti: Sen yoktun hikayemizde. Kitaplari terkedip, siire ve felsefeye ihtiyaci olmayan askin huzunlu hazzina kapildigimin bilmem kacinci yilinda, artik cok seyrek gorustugum hocamla kirici bir tartismaya tutustuk. Hocam her seyi ve kendisini bir kenara atip anlamsiz bir askla vakit harcamakla sucladi beni. Askin bir yanilsama oldugunu, en buyuk askin bile "ask" sozcugu kadar sadakatli olamayacagini soyledi. Sinirlendim; ofkeyle, sevdigim kadinin sevgisini ve sadakatini hatta sacinin tek bir telini tum felsefe tarihine degismeyecegimi soyledim. Muthis sinirlendi ve ofkeden kipkirmizi kesilerek, soylentilere bakilirsa komsumuz marangozun bu konuda soyleyebilecekleri oldugunu haykirdi ve cekip gitti.

Sonraki iki hafta, alcalmamaya calismak gibi onurlu sayilabilecek bir cabayla gecti. Fakat bir insan icin onur nedir ki? Herhangi bir insanca duygunun kolayca eritebilecegi bir kirec dagi.

Ancak bir asigin digeri uzerinde yurutebilecegi ayrintili ama kesinlikle anlamsiz uslamlama bana yetmedi. Hem bana yukledigi aciyi odetmek, hem de daha fazla bilgi almak icin, bana ogrettiklerini hocama karsi kullandim. Yapabilecek durumda olsaydi takdir edecegini bildigim bir ustalikla ona Mecriti'nin 'Gayetu'l- Hakim Fi's- Sihr'de sozunu ettigi metodu uyguladim: Bayilttiktan sonra cirilciplak soyup susam yagiyla dolu dev bir kupun icine soktum, kirk gun sadece incir ve ceviz yedirerek beklettim orada, kirk gunun sonunda etleri eriyip susam yagina karistirdiginda ve yanlizca kemikleri, damarlari ve sinirleri kaldiginda cikardim, beni kahreden ihanetin oykusunu ve her ustanin ciragina aktarmaktan kacindigi o son sirlari anlattirdim.

Karima gelince, bir Nisan sabahi uyurken kulaginin arkasina caktigim bir karislik tahta civi sekiz saat can cekistirdikten sonra oldurdu onu. Sekiz saat icinde bir an bile ayrilmadim yanindan. Agzina dolan kanla yavas yavas bogulurken saatler boyunca, gul bahcesinde ilk gordugum gunku kadar sevgi ve sevkatle baktim ona. Ama olunce bir an bile beklemeden ciktim evden.

Geceydi. Gecenin suskunluguna cok uzaklardaki iki olu beden de katildi. Korktum, urperdim. Mervan uzun uzun sustu, konustugumda sesimin titremesine sasirmadim. Bir oykuyu bitirmek icin olumden daha kesin sebep yoktur sanirdim. Ama oyku bitmedi. Karimi oldurdukten sonra, sayisini sasirdigim yillar boyunca herhangi bir pismanligin agina dusmemeye calistim. Uzunca bir sure basardim da bunu. Ama pismanlik beni olmasi gereken en son yerde, derbeder yasamimin acilarini eritmeye, ya da dogrusu bu ya, islak ve karanlik bir dehlizde yokolmaya calistigim terli ve bikkin bir ask yataginda yakaladi. Siradan bir huzun, yersiz bir huzursuzluk sandim ilkin. Adini koydugumdaysa cok gecti: Pismanliga kapilmamak icin verdigim ugrasin yerini pismanligimi unutma cabasi almisti.

Zordur unutmak. Unutmus olmak her an yeni oykuler, yeni yanilsamalar, fantaziler uydurmaktir; eskilerinin yerine koymak icin. Buysa cetin bir is. Benim cozumum en kolayina kacmak oldu: Gecmise sigindim. Kitaplara, bilgiye ve siire bulastigim yillarda bunlarin verdigi tanimsiz sarhosluktan yeryuzunde baska seyler de oldugunun farkina bile varmazdim. oyleyse, unutmaya ve gormezden gelmeye en cok ihtiyacim oldugu donemde de onlar yardima kosacaklardi.

Yeniden eski gunlere dondum. Artik eskisinden cok kitap okuyor, daha cok siir yaziyor, daha cok sarap iciyordum. Ama ne yaptiysam kendimi o eski aldanmisligin kollarina atamadim. Eksik olan, eskiden farkli olan birsey vardi ki, bu sey duygularimi ve vicdanimi uyanik tutmaya, en unuttum sandigim anda beni ignelemeye bayiliyordu. cok gecmedi kesfettim: Okudugum tum kitaplar baristan, sevgiden, iyiden ve insan yasaminin ah ne kadar da degerli oldugundan sozediyorlar ve sirf bu yuzden vicdanimin kanamasini ve pismanligimi durmaksizin korukluyorlardi. Hakliligimi kabullenen tek bir kitap hatta tek bir satir bile yoktu. Ya da ben okudugum kitaplari daima iyiye yoran bir ahmaktim.

Farkina varinca dayanilmaz bir sey oldu bu. Buhranima bir cozum ararken yuzlerce kitap okuduysam da okudugum her kitap acimi arttirmaktan baska ise yaramadi. Umutsuzca, unutmak icin buldugum cozumden vazgecmeyi dusunurken, bir sey, kucuk bir cumle, umuda benzer duygular yesertti icimde. Bir sahafta buldugum sayfalari lime lime olmus Ingilizce bir kitaptaki 'oldurmenin kotulugu ve ahlak disiligi' uzerine bir makalede 'Guzel Sanatlarin Bir Dali Olan Cinayet uzerine' diye bir kitaptan sozediliyor ve kitabin yazari olan Thomas De Quincey agir sekilde yeriliyordu. Kitabin adi beni umutlandirdi, ruhumu orseleyen yuzlerce kitaptan sonra bu kitap kurtulusum olabilirmis gibi geldi. Gencken kitaplara olan inancim sonsuzdu ama o zamanlar bile tek bir kitabin insanin yasamini degistirebilecegine inanmazdim. Makaleyi okuduktan tam bes yil sonra -ki bu bes yilin tek bir gunu bile o kitabi aramadan gecmedi- Quincey'in kitabini bulunca yurekten inandim buna. Tam bir baseserdi 'Guzel Sanatlarin Bir Dali Olan Cinayet uzerine'. Quincey kitabin her satirinda cinayetten, bir beste yapmaktan ya da siir yazmaktan sozedercesine ovgu ve rahatlikla sozediyor; zekice planlanmis cinayetlerin adi cinayetlerle mukayese edilemeyecegini iddia ediyordu.

Bir yil icinde kitabi tam on bir kez okuduktan sonra arka kapagin iyice yipranmis deri yuzeyinde yaldizi sonmus harflerle, 'Society of intellectuel Murderers' damgasini gorunceye degin tek basina kitabin icindekiler bile benim icin yeterliydi . Ama bir kere bu damgayi gorunce kafamdaki sorularin cevabina cok yaklastigimi anladim. Nacizane tercumem (Munevver Kaatiller Cemiyeti) bende, bunun kitabi bastiran dernegin ya da teskilatin adi oldugu gibi bir izlenim biraktigindan arastirmalarimi bu yonde surdurdum.

On sekiz yilboyunca dunyanin dort bir yanindaki kutuphanelerden, batakhanelerden ve gizli tarikatlerin gizli merkezlerinden sordum; gittigim her yerde cins bir av kopegi gibi iz surdum. En sonunda ogrenmem gerektigi kadarini ogrendim: Munevver Katiller Cemiyeti (M.K.C) ile De Quincey arasinda oldukca basit bir iliski vardi. Quincey cemiyetin onuncu baskaniymis. Kitabi da cemiyetin bas eserlerinden biri. Cemiyet, Quincey'den tam 302 yil once adlari cemiyet tarihine altin harflerle yazilan iki filozof tarafindan kurulmus. Efsaneye gore onbesyasindaki kiz ogrencilerine beraberce tecavuz eden bu iki buyuk adam, olaydan sonra kizi kucuk parcalara ayirip kopeklere yedirmisler. Yirmi yil kadar sonra onlar da benim gibi kitaplarin rahatsiz edici taraflarini farketmisler. Uzun sure kafa patlattiktan sonra Munevver Katiller Cemiyeti'ni kurmaya karar vermisler. Isledikleri cinayetin hakliligina yurekten inanan iki kafadarin kurdugu cemiyet, insanlik tarihine yon veren, erdemden ve iyiden yana olan buyuk dusun adamlarinin eserlerini daha basilmadan ele gecirip oldurmeyi hakli cikaran bir mantiga kavusturduktan -genellikle de yaziri oldurdukten sonra- yaymayi amac edinmis.

Baslangicta cilginca, hatta aptalca gorunen bu dusunce yirmi yil gibi kisa bir surede oylesine yayginlasmis ki dunyanin bir cok yerinde cemiyete bagli alt-teskilatlar olusmus. Onyillarca suren teskilatlanma cabalari sonucunda M.K.C.'nin tum dunyaya yayilmis kollari ilk kitaplari ele gecirmeye ve gerekli duzeltmelerin yapilmasi icin genel merkeze gondermeye baslamislar.

Cemiyet kisa surede oylesine ustalasmis ki, Britanyali bir filozofun uc ciltlik eseri daha yayinlanmadan calinip gerekli duzeltmeler yapildiktan sonra bir dalginlik sonucu filozof oldurulmeden cogaltilip dagitildiginda filzofun kendisi bile farkina varamamis durumun. Hos, kendi adina iyi de olmus. Bu sayede sag kalmis. Ilk yillarda sorunlar cikmamis degil. Degistirilecek kitaplarin insanligin kaderi uzerinde etkili olacak kitaplar olmasi geregi, bu secimi yapacak insanlarin iyi yetismis olmalarini gerektiriyormus, dogal olarak. Cemiyet, bunu goz onune alarak "Zoxen Kurulu"nu olusturmus. Zoxen Kurulu, dunyanini dort bir yanindan ozenle secilmis dortyuz elli seckin insandan olusan bir kurulmus, hala da onceki baskanin dahiyane fikri ile degistiyse de cemiyetin tarihine ve geleneklerine olan saygimiz asla degismedi.

Cemiyet buyuyup gelistikce bazi prensiplerini yumusatmis. Eserinde degisiklik yapilan feylesofun oldurulmesi yerine bazi ozel usullerle susturulmasinin daha iyi olacagi kanisina varan yeni nesiller hazirladiklari taslagi Zoxen Kurulu'na Kurulu'na onaylatarak kanunlastirmislar. Dediginde direnen veya eseri degistirildi diye ortaligi velveleye veren yazarlar icin eski prensibin uygulanmasi gerektigi de kanuna eklenmis.

Ben cemiyetin varligini ogrendigimde baskani posbiyik bir Almandi. Gosterdigi yararliklar ovule ovule bitirilemeyen bu adam ozellikle yazarlarin usluplarini mukemmel bicimde taklid etmesiyle unluydu. Bir cagdasinin her nasilsa basilmis bir eserini hic usanmadan tek tek toplayip uslubunu taklid ederek tekrar yazmasi ve yayinlamasi cemiyet icindeki kidemliler tarafindan yeni gelenlere bir efsane gibi anlatilip durur. oyleki, ondan sonra ki baskan bu feylesoftan fazlaca etkilenmis bir baska feylesofun eserini degistirmeye gerek bile duymamisti.

Cemiyet uye sayisini sayilamayacak denli artirinca ulke ulke feylesof avina cikmaya da pek gerek kalmamis. uyeler arasindan buyuk eserler veren feylesoflar, yazarlar ve sairler cikmaya baslamis. ornegin, daha once andigimiz Quincey'in kitaplari bu turden cemiyet ici bir kitap.

Benim Munevver Katiller Cemiyeti ile olan bagima gelince; cemiyetin ondorduncu baskani oldugumu soylemistim daha once. Cemiyete nasil girdigimin ne yararliklar gosterdigimin ya da gercekte kim oldugumun hic onemi yok. onemli olan su anda son gorevimi yapiyor olmam... Katirin sirtindaki kitaplar cemiyetin yuzyillardir degistirip cogalttigi kitaplarin asillari. Son gorevim bu kitaplari gozden irak bir yerde yakmak ve cemiyete yeni bir uye kazandirdiktan sonra olmek. Baskanlik edemeyecek kadar yaslandim artik. Benden onceki baskan, baskanlik secimini Zoxen Kurulu'nun yapmasi gelenegini sona erdirdi. Ona gore bu yontem esitsizlik doguruyordu. Cinayetten zevk almak, yahut oldurme yeteneginde olmak icin kurulun sectigi kisiler gibi yasli ve munevver olmaya gerek yoktu; birazcik murekkep yalamis herkes hatta en siradan insanlar bile cani olmak istidadini dogal olarak tasirdi. Boylece rassal secin yontemi uygulamaya baslandi. Ben rassal olarak secilmis bir baskanim. Sen de oyle olacaksin. olumumle cemiyet bir sey yitirmeyecek, aksine daha genc daha devingen bir beyne kavusacak.... Sana!

Hala geceydi. Kafam karisikti. once suskundu hersey, sonra su sipirdadi, anladik ki bir tosbaga yurduna donmustur. Mervan kalkti, kitaplari katirin sirtindan indirip yakmak icin hazirlamaya basladi. Kitaplara dogru egildiginde aglamak, haykirmak, topragi isirmak istedim. Hic birini yapamadim. Bicagimi cekip Mervan'in bogrune sapladim. oylece dustu. Duserken guldu gibi: Hiriltiyla gulme arasi bir ses... Sonra yine sessizlik. Kacip gitmek uzaklasmak istedim. Ama olu bir adam, yuzlerce kitap ve olunun son sozleri sabaha kadar oraya civiledi beni. Sabaha kadar dusunur gibi yaptim ama dusunemedim. Yine de gunes tepemdeyken bir karara varabildim. Kitaplari yaktim, cesedi nehre attim ve uzaklastim oradan.

Artik gunduzdu.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1