Þifre

  Mahserin Otuzbes Dakikasi - Murat Gulsoy

 

-- Daha once okumamis miydin?
-- Kerelerce okudum ama, her okuyusumda degisiyor sonu.
-- Guldurme beni.
-- Adam olecek. Bu kesin. Son degisse bile adam oluyor. Hep oluyor adam.
-- Olabilir. oykulerde olum coktur. Hadi cikalim.

Faruk Ulay, "Sonsuzlugun Kivilcimi, Gercekte Her Yerde", Kopuk Baglantilar

 
"Bana kalirsa filim biraz karisikti," dedi genc adam. "Bazi yerini anlamadim." "Canim," dedi kiz, "Sonunda cocuk oluyor iste." "Aptal," dedi delikanli, "O kadarini biz de anladik."

Oguz Atay, Tehlikeli Oyunlar

 

Yeryuzunu gokyuzune baglayan, ancak kutsanmislari gokyuzunun meleklerine ulastiran o ilahi merdivenle bir iliskisi oldugunu dusundugun hastanenin gri merdivenlerinden kendini kaybetmis gibi cikiyorsun. Aklinda hep ayni masal: Yillardir iyilesmeyen bir hastaliga sahip uc genc kizin tedavi olma umidiyle, bir boynuzu yerde bir boynuzu gokte bir kocun yeryuzunden, tedavinin tum sirlarina hakim Gunes'in Anasi'nin yasadigi gokyuzune kurdugu yoldan yukariya cikislari... Acaba yorulmuslar midir diye dusunuyorsun. Masallarda gereksiz ayrintilara girilmemesini nasil aciklayacagini dusunuyorsun sonra da. Gerekli mesajin hizla alicisina ulasmasi icin oldukca simgesel bir uslupla anlatildiklarina karar veriyorsun. Eve dondugunde bunun uzerine dusuneceksin belki de. calisma odasini ozluyorsun. Yillardir biriktirmis oldugun kitaplarin golgesinde kendini cok onemli gorevi olan bir arastirmaci gibi hissediyorsun. uzuntuyle su merdivenleri tirmanmaya calisan hasta insanlardan biri olarak kendin ile o odanin icindeki sinirsizligin aydinlattigi o meleksi insan arasinda korkunc bir ucurum oldugunu anliyorsun. Kendini silmek istiyorsun romaninin bu bolumunden.

Sanki bir tanidikla karsilacakmissin gibi tedirginsin. Orada kimseyle karsilasmak istemiyorsun. Senin sen oldugunu bilen hic kimseye tahammulun olmayacak. Bunu biliyorsun. Ben demek bile gelmiyor icinden. Hastanenin daha kapisindan iceri adimini atarken, kimbilir nerede okudugun bir metnin sayfalarindan alelacele asiriverdigin bir uslupla ikinci tekil sahisla dusunuyorsun. Okuduklarini da hatirlamak istemiyorsun, cunku onlar da sana seni hatirlatiyor. Kendini tum boyutlariyla tartismayi kaldiramayacak kadar kirilgansin ama hic belli etmiyorsun. Dikkatli, olaylarin akisina hakim ve kontrolu elden birakmayan bir edayla basamaklari teker teker cikiyorsun. Her yerde insanlar var.

Ve cikman gereken kattasin. Terden, gomlegin atletinle birlikte sirtina yapismis. Doktor hemen muayene etmesin istiyorsun. Bedenini iyice temizlemis ve tertemiz giysiler gecirmistin uzerine. Topraga karismaya hazirlanan bir olu gibiydin aynanin karsisinda. Beyaz gomlegin dugmelerini iliklerken coktan bir kefene sarmistin artik guvenini kaybetmis hastalikli bedenini. Evde kimsenin olmamasi isini kolaylastirmisti. Zaten yaninda kimse olsun da istememistin buraya gelirken. Ve simdi nefes nefese, ter icindesin. Ne yapacagini kestiremiyorsun. Bir turlu kirismaktan koruyamadigin utulu gomleginin icinde henuz yakalanmis bir av hayvani gibi soluyorsun. Yalnizsin. Mahser gunundeki kadar yalnizsin.

Sekreter biraz beklemeni soyluyor. Daha sonra cayini iciyor. Seni pek de umursamiyor. Ve bunu gizleme geregi duymaksizin kibarca seni unutuyor. Sen bir hemsire bekliyordun. Ama hastaneler de, doktorlar da, hastaliklar da degisiyor; sen bu degisimi yine bir yerlerinden kacirdigini anlayip bozuluyorsun. Sanki hizla yaslaniyorsun. Berbat tum cagrisimlariyla yaslanmak kelimesi buyumek kelimesi ile yer degistiriyor zihninde. Zaten hastaligin ciglik cigliga mujdeledigi tum felaketler gunlerdir gundeminin bas kosesini isgal ediyor. Panige kapilir gibi oluyorsun. Sekreterin soyledigini uysal bir bicimde yapmak uzere diger hastalarin yanina donuyorsun. Ben de onlardan biri miyim diye soruyorsun kendi kendine. Sanki o insanlar dunyaya, senin dunyana, hastane-kapisinda-bekleme isini yapmak icin gelmisler saniyordun. Eskiden... Onlara katilmadan once.

Aklin oylesine dolu ki, herhangi bir seye odaklanip, yogunlasamiyorsun. Saatine bakiyorsun. 12:55. Henuz randevuna bes dakika var. Erken gelmissin. Gururlaniyorsun. Her yere erken gittigin icin kutluyorsun kendini. Guzel bir ozelligim diye mutebessim, kendini hatirliyorsun. Bu noktada, durduk yere zihninde, dusuncelerinin arasinda iki atom bombasi patliyor. Ilkin, kendini hatirliyorsun ve ben demekten kacinarak o calisma odasinda birakip, esirgedigini zannettigin kendini hastanede buluveriyorsun. Ikincisi ise daha siddetli bir dusunce. Asilsiz ve desteksiz bir paranoya. Fakat kotu dusuncenin bastirildigi yerden fiskirmasi bu iste. O dusunceyle hesaplasmazsan bir yere varamayacagini anliyorsun: aceleciligin sana ait en onemli ozellik oldugu dusuncesinden, aile bireylerinde cok daha gec belirme egilimi gostermesine karsin sende genlerinin aceleciligi yuzunden erken basladigi dusuncesi doguyor, gucleniyor ve tum benligini olum korkusunun katran karasina boyayarak serpiliyor. Bu dusunceyle basetmek icin bir yol ariyorsun ve hizla babanin da sana benzedigini, senin gibi aceleci oldugunu hatirlayip rahatliyorsun. Gozunun onunden babanin cesitli zamanlarda aceleciligini ovdugu sahneler birer birer gecerken sen sevdigin bir filmi yeniden izler gibi mutlulukla gevsiyorsun. Gerci bu rahatlik cok da uzun surmuyor. Icindeki hain ses, o seytanin avukati, kendini toparlamis karsi saldiriya geciyor. Er veya gec sonun kacinilmaz oldugunu hatirlatiyor. Genlere boyle yazilmis bir kere deyip gulumsuyor. Genlerini dusunuyorsun. Daha dogrusu her birinin cekirdeginde ayni hastaligi tasyan genlere sahip tum hucrelerinle dusunuyorsun. Kendi cekirdeklerinde ne yazdigini dusunen hucreler. Gozunun onune kitaplarda gormus oldugun DNA sarmali geliyor. Sana tam olarak kavrayamadigin bir cok seyi cagristiran bu sarmalin hayatin temeli olduguna bilmis bilmis inandigin cocukluk gunlerin dusuyor zihin perdene. Bu bilgiye sahip olmaktan muthis bir zevk alirdin gizlice. seklini ezbere cizdigin her hucreyle varligin bilgisine bir kez daha somut bir sekilde sahip oldugunu hissederdin. Oysa simdi o sarmallarin her birinde, istisnasiz her birinde, ayni hatali sifrenin yazili oldugu milyarlarca hucrenin toplami oldugunu biliyorsun. Hangi organini kesip atarsan at geri kalan her yerinde varolan bir bilgi bu. A-T A-T G-S A-T G-S A-T G-S G-S... Acaba nerede olusmustu bu hata? Hatali parcayi bulup onarmanin bir yolu var miydi? Olmadigini cok iyi bilmene ragmen icindeki sesi, seytan'in Avukati'nin alayci sesini bastirmak icin var gucunle bagirarak tekrarliyorsun: Bir yolu bulunacak! Belki de su anda dunyanin baska bir yerinde cozumu bulundu bile! Belki ilk sicanlar, ilk maymunlar, ilk kobaylar iyilesip kafeslerinde huzur icinde yemleniyorlardir bile!

Yoruluyorsun. Ikinci tekil sahista dusunmekten yoruluyorsun ama ben demenin yolacacagi duygusal tepkimeleri de kaldiramayacagini cok iyi biliyorsun. Acaba bir kac benlik daha yaratabilir misin? Bunun hesaplarini yapiyorsun. Ama bu durum ne yazik ki hikaye yazmaya benzemiyor. Bir kac kelime ile yaratilan hayatlarin tumunun, aslinda kendi kopyalarin oldugunu anliyorsun. Bunu neden daha once fark etmedigine sasiriyorsun. Bir anda, bir melegi andiran, bir ermisi, bir azizi andiran masum imgesinin yerini, kendi kendine -uzeri toplumsal onay goren bir estetik ile ortulmus- terapi yapan ve bu yaptigini da yazmak ya da yaratmak zanneden bir hasta imgesi aliyor. ustelik bu dusunceyi dogrulayacak bir suru kanit, seytan'in Avukati tarafindan zihin mahkemesine sunuluyor. "Iste" diyor Avukat, "burada rakamlarda da acikca goruluyor, sanik normal insanlar gibi bir yasam suremedigi icin bu yolu secmistir. Normal insanlar yani cogunluk, yapmasi gerekenleri hizla kavrayip bunlari gerceklestirirken sanik kendini bilgisayarin basina zincirleyip bu sorumluluklardan kaciyor ve yuzyuze halledemedigi ne varsa hikayelerinde bunlarla ugrasiyor. ustelik bu yaptiginin bir korkaklik degil de saygideger bir caba oldugunu dusunuyor. Oysa yazdiklarina bir goz atmak yeterli... " Avukat birbiri ardina hikayelerinden ornekler veriyor. Hangi olayin hayatinda nasil bir soruna tekabul ettigini anlatiyor usta bir dedektif havasiyla. Mahkeme salonunu hizla terk etmek icin bir cikis dusuncesi ariyorsun. Dinleyicilerin yuzlerinden medet umuyorsun.

Insanlara bakiyorsun. Seninle ilgili gozukmuyorlar. Herkes kendini, kendi hucrelerini, kendi organlarini, dokularini dusunuyor. Gozler bile sanki icerilerde bir yerlere cevrilmis oldugu icin kimse gozgoze gelemiyor. Bu durum acili bir bilgelik veriyor yuzlere. Ama insanlar bunu farkedemeyecek kadar dalgin, kendisi ile mesgul. Onlari teker teker incelemek istemiyorsun. Hic bir zaman da insanlari gozlemekten hoslanmamissindir zaten. Onlara uzaktan bakip tahminlerde bulunmakta ahlakdisi bir seyler oldugunu savunmussundur icinden. Doktorlarin kapisinda bekleyen dusunceli uzgun insanlar iste diyorsun. Benim gibi.

Ben sozcugu heyecanlandiriyor seni. Telaslaniyorsun. Sonra yine insanlarin yuzlerine bakiyorsun. Oturdugun yerde rahatsiz kimildanislarini farkettiler mi diye bir isaret ariyorsun. Oysa herkes kendisiyle mesgul.

12:59. Saniyeleri sayiyorsun ve iste sure doluyor, yarismacilar yazdiklari cevaplari kaldirip gosteriyorlar. Kimsede bir hareket olmuyor. Kendi kendine espri yapma yetenegini engelleyen bir manyetik alana kapilmis gibisin. Buradan bir disari ciksan... Sekretere gidip randevunun 13:00'de oldugunu hatirlatmak istiyorsun. Bekledigini, orada oylece bekledigini hatirlatmak istiyorsun; kendini hatirlatmak istiyorsun. Sekreterin sabirla seni savusturacagini hesaplayip beklemeye devam ediyorsun. O sirada ortayasli bir hasta giriyor koridora. Fazla umutlanmadan cevrede oturacak bir yer bakinip her yerin dolu oldugunu gorunce sekretere dogru yoneliyor. Sen otobuste oldugu gibi olmasin diye hic ilgisi yokmus, sadece canin sikilmis, biraz turlamak istemisin gibi, tuy gibi hafif, ayaga kalkip ters bir yone dogru yuruyorsun. Bir yandan da kulaklarini sekreterin oldugu yone kilitliyorsun. Asansorlerin oldugu yere kadar yuruyorsun. Asansorun kapisi onunde genc doktorlarin lafladiklarini goruyorsun. Tuhafina gidiyor. Burasi, onlarin isyeri diye geciriyorsun icinden. Sabahtan beri tuhaf, gizemli anlamlar yukledigin bu yerin onlarin hergun gelip islerini yapip, kahve molasi verip oradan buradan lafladiklari, sikildiklari, paydos edip kapisindan cikip gittikleri bir isyeri oldugunu dusunuyorsun. "Saat ikide seminer var" lafini duyar duymaz saatine goz atiyorsun. 13:06. Hizla sekreter mahalline donuyorsun. Sekreterin onundeki formlari doldurdugunu, arada sirada bazi hastalarin isimlerini bagirdigini duyuyorsun. Kendini hatirlatmak icin rahatca gorebilecegi bir yerde dikilmeye basliyorsun. Sekreter birazdan anlamina gelecek bir jest yapinca utaniyorsun. Sanki orada bu iletisim icin dikilmemissin gibi daha-o-kadar-cok-beklemedim-ki anlaminda bir jestle karsilik veriyorsun.

Bu aptalca davranislarin mahkemede aleyhine delil olarak kullaniliyor. seytan'in Avukati suslu cumlelerle bu sahit oldugumuz kisa olayin aslinda senin tum hayat tarzinin bir ozeti oldugunu iddia ediyor ve sozu tabii ki su anda dusunmek bile istemedigin hazin ve sarsak ask hikayene getiriyor. "Sayin hakim, sanik bundan yillar once yine bu sekilde davranmis ve herseyini yitirmekle kalmamis o insani da mutsuz etmistir. Korkulari yuzunden orada oylece beklemis ve olacak olan herseyi ama herseyi ta basindan beri bilip de parmagini kimildatmamistir. Lali'nin..." Onun adini agzina alma diye haykirarak Avukati susturuyorsun. Zihninin icinde kurdugun bu mahkemede herkes bir anda sana bakiyor. Yasli ve bilge yuzunle hakim olarak, kurnaz ve sinik tarzinla savci ya da seytan'in Avukati olarak, ve cesitli zamanlardaki hallerinle seyirciler olarak susuyorsunuz. Sanik olarak soyleyeceklerine siradan bir mahkemede olandan cok daha fazla dikkat gosteriliyor. Ne de olsa her sey senin icin...

Oysa sen ne diyecegini bilemiyorsun. Avukatin soylediklerinin dogru oldugunu biliyorsun. Az bile soylemis oldugunu dusunuyorsun. Evet beklemistin. Orada oylece durup beklemistin. Tastan bir duvar gibi kimiltisiz beklemistin. Yanina gelinmesi, sana dayanilmasi, golgene siginilmasi icin delice bir istekle yanip tutusurken yine de kimildayamayan bir duvar olarak oylece beklemistin. Aci, tastan katiligini yikmak yerine guclendirmisti hep. Ama ya geceleri... Karanlik ve soguk bir yalnizlikla sarilmis bir sekilde, zavalli tastan bir duvar olarak elinden geldigince buzulmustun kendine. Buzuldukce catlamis kopmustu parcalarin. Kendinden bir seyler yitirdikce cirkinlesmistin: Kanatlarini acip cennete giden yolu gunahkarlara kapali tutan bir cehennem yaratigi gibi urkutucu bir hareketsizlikle duran cirkin bir duvar...

Saatin 13:13'u gosterirken iyice bekletildigine kanaat getiriyorsun. Onuc onuc diyorsun. Yirmi alti. Iki alti. Ve sekiz. Bu rakamlari bir isaret olarak degerlendirmek istiyorsun. Fellini gibi olsam keske diye geciriyorsun icinden. Hayatin sundugu isaretleri birer mesaj, birer sifre olarak algilayabilmek ve ona gore davranmak istiyorsun. Onuc, onuc diye tekrarliyorsun. Onuc yasinda basindan gecmis iki olayin yirmialti yasinda olmus olan bir olayla bagi oldugunu dusunuyorsun. Iki ile altinin toplamindan elde ettigin sekiz ise dikey bir sonsuzluk isareti olarak gozlerinin onunde beliriveriyor. Demek ki sonsuzluga, kaderine, yirmialti yasinda hatta ya iki Haziran'da ya da alti subat'ta cok yaklasmistin. Eve gider gitmez gunluklerini ve bilgisayar dosyalarini taramaya karar veriyorsun. Bu kadar kolay olacagini daha once hissetmedigin icin kendini sucluyorsun.

13:14. Bir dakikanin icinde olup bitenleri, daha dogrusu dusunduklerini, hayretle gozden geciriyorsun. Dusuncenin hizini merak ediyorsun. Hayal etmenin, gozunun onune getirmenin hizini merak ediyorsun. Hepsi ayni hizda mi oluyor, herkes ayni hizda mi dusunuyor, bu hiz nasil olculur diye bir suru soru ususuyor zihnine. Her bir soru, bal yapmak icin acele eden arilar gibi vizildayip dururken, sen bosuna ceplerinde bir kucuk defter ve kalem araniyorsun. Onuc, onuc ve dusuncenin hizi meselelerini not edemeyecegini ve tamamiyle unutacagini dusunuyorsun. Diger isaretleri, hayatin onune sundugu sifreleri cozmeye firsat bulamadan unuttugunu ya da, belki de unuttugun icin hic bir zaman cozemedigini anliyorsun.

Sifreler. Gozunun onune bisikletin geliyor. Sifreli bir kilit ile onu kendi zihninin bir parcasi yaptigin bisikletin. Dogum tarihinin rakamlarindan olusmus dort haneli sifreyi kurarken bunun insanlarin zekalarina bir meydan okuma oldugunu dusunurdun. Hatta oylesine guvenirdin ki kendi rakamlarina, sifreyi birisi cozebilmeyi basarsa, artik bisiklete sahip olma hakkini yitirecegini zanneder, urperirdin. sifreli kilidin zarifligi, kaba kuvvetten uzak, sadece zekayla veya ilhamla ya da sadece tesaduf eseri acilabilecek bir kapi olusu cekiyordu seni. Yasadigin yaz tatillerinin mistik dokusunun bir ilmegini bu sekilde olusturmus oldugunu, cok sonralari, otuz yasinda hasta bir adam olarak anlayacagini tabii ki o zamanlar tahayyul edemezdin. O zamanlar...

Her biri masalsi bir persfektife ait yaz aylarinin adasinda, hayatta sahip olabilecegin en onemli sey zannettigin bisikletin ve sen. Onunla tumlesip, tek bir beden gibi adanin hafif topraginin uzerinden kayarak gecen bir cocukluk. Pedallari hizla cevirerek ruzgara dogru, adanin bitimsiz ruhuyla opuserek aktigin anlar gelip buluyor seni. Adanin kalbine geldigini dusundugun yere geliyorsun. Aslinda kucuk bir agacliktan ibaret olan o buyuk ve mukemmel vahanin icine girdiginde bisikletinden inip topraga uzandigin anlar... Mavi gokyuzunu agac dallarinin arasindan gordugun o ilahi anlarda kimbilir kimin hayalini canlandiriyorsun belleginde. Lali... Vazgecilmez olan, kader olan, ilahi olan, tum kotuluklerin ve iyiliklerin fiskirdigi kaynagin kendisi olan... Onu dusunuyorsun. Sonra Tanri'yi... Yaratici'nin buyuklugunu. Bir sure sonra aci bir sekilde kaybedecegin tum mistik duyarliliginla, farkinda olmaksizin ibadet ediyorsun. Kelimelerin disinda, insanlarin ve onlarin yarattigi dunyanin disinda garip bir hal yasiyorsun. Soyunuyorsun. Gunes bedeninin her yerine degsin, seni sarmalasin istiyorsun. Yari-cocuk-yari-adam bedenini saskinlikla inceliyorsun. Hafif, gevsek ve nemli topragin uzerinde agir agir yuvarlaniyorsun. Topragin karnindan cikmis bir ogul gibisin.

Sekreter, bir baska hastanin ismini duyurdugunda guzel bir ruyadan uyanarak, koridorun hirpalayici geometrisi icinde buzuluyorsun. Ruyadan geriye kalan ciplak bedeninin birazdan bir baskasi tarafindan incelenecegini biliyorsun. Doktora yapacagin aciklamalari dusunuyorsun. Lafi uzatmadan bildigin her seyi ayrintilariyla anlatmayi istiyorsun.

13:17. Yirmi gece sekreter ile konusmaya karar veriyorsun. Terslenmekten, huysuz bir insan zannedilmekten cekiniyorsun. Turlu cekincelerle ugrasmaktansa beklemeyi tercih ediyorsun. Kaderine razi olmaya karar veriyorsun. O anda seytan'in Avukati'nin alayci ve yaralayici sesiyle cinliyor mahkeme: "Sayin hakim, bir kum zerresinde nasil colun butun hikmetleri ve ozellikleri gizliyse, onemsenmeden yapilmis bir hareketin, hayati kolaylastirmak amaciyla dusunulmeden atilmis bir adimin icinde de tum hayatin kendisi vardir. Yasanan her parca butunun ozelliklerini, cekirdeginde tasir. Herhangi bir davranisin, dusuncenin ya da niyetin icerdiklerini dikkatli bir goz ve hunerli bir zekayla ayristirabilirsek, hayatin anlami denilen sir gorunur hale gelir. Gordukleriniz sayin hakim sanigin hayat macerasinin kucuk bir modelidir aslinda. Kaderine razi olmayi secen sanik bu tavrini her kritik olayda gostermistir. Adini anmamiza duygusal ve dizginlenemez bir tepki gosterdigi icin kim oldugunu ima etmekle yetindigimiz hanimefendi giderken, sanik, onun bir daha donmeyecegini, donse bile dondugunde baska birine donusmus olacagini cok iyi biliyordu. Yolculuga cikan kisinin yolculuk sonunda vardigi yerin aslinda kisinin baska bir hali oldugunu cok iyi biliyordu. Yola cikan kisinin ardindan gidilmesi gerektigini, arzunun siddetini bekleyerek uyusturmak yerine onu canli kilacak her tur maceraya gogus gerilmesi gerektigini cok iyi bilyordu. Kendini evcillestirmek yerine yabanil arzularini kamcilamasi gerektigini cok iyi biliyordu... Fakat o ne yapti? Bir ev kedisinin sahte, bencil ve tembel hayatini secti. Sicak bir kosede tuylerini yalayip parlatan ve yapmacik kaprisleri ile cevresindekileri eglendiren, bes para etmez bir ev kedisi..." Cevap veremiyorsun. Hakimin durusmayi belirsiz bir tarihe ertelemesini istiyorsun icin icin. Icinden sartlarin oyle gerektirdigini dusunuyorsun. Fakat icinden fisildadigin her sozcuk mahkemenin duvarlarinda yankilanmisti bile. Savci kilikli seytan'in Avukati icin bulunmaz bir firsat dogmustu sanki: "Tam da bunu kastediyorum sayin hakim. sartlara uyum saglamak demek, o sartlari olusturan parcalardan birine donusmek demektir. Kendisine kurmus oldugu hayatin organik bir parcasina donusmus ve hayatin onun onune sundugu tum simgesel mesajlari anlamazliktan gelmistir. Bu zavalli durumdan kurtarilabilmesi icin tum hayatinin ameliyat masasina yatirilip, uzun ve acili bir operasyonla bazi parcalarin kesilip atilmasini; sanigin kendine korkularindan ormus oldugu kabugun kirilmasini talep ediyorum. Tek cozumun ciddi bir ameliyat oldugunda israr ediyorum!"

Ameliyat mi? Ya doktor da ayni seyi soylerse diye telaslaniyorsun. Her seyi itiraf etmeye, herseyden vazgecmeye, herseyi yapmaya hazir hale geliyorsun. Alelacele saatine goz atiyorsun. 13:19. Zamanin akisinin iyice agirlastigina, orada unutulmus olduguna inaniyorsun. Sayisal saatinin saniyelerine gozunu dikiyorsun: 32 33 34 35 36 37 38... Hic bir seyden etkilenmezmis gibi ayni hizda gecen zamana bakiyorsun. Gecmis ve gelecegin bileginde kesistigini hissediyorsun. "Ne icindeyim zamanin / ne de busbutun disinda..." Ahmet Hamdi'nin mezar tasinda yazili olan misralari okuyan delikanli gozlerinin ardinda neler oldugunu hatirlamaya calisiyorsun. Icerdigi tum gizli anlamlariyla bir mezar tasinin uzerine kazinmis bu kelimeler ile hayatinda iliskiler kurmaya calisiyorsun. Bir ruzgar esiyor eski zamanlarindan. Seni tekrar delikanliliginin baslangicina, Seytan'in Avukati'nin ima ettigi dogru zamanlara goturuyor:

Butun gucunle onu dusunurdun. Goruntusu belleginin en ayrintili bilgisiydi. Her kivrimi, yuzundeki her iz senin kilavuzundu. Onu cozmeye calistikca kendini ona sundugunu bilirdin. O da bilirdi tum bunlari. Senin anladigin ne varsa o da anlardi. oylesine iyi anlardi ki, kendinle ilgili takildigin yerleri, ogretmenine hayran bir ogrenci gibi ona sorardin. Onun sabirla, sefkatle sana seni anlatmasini dinlerdin bir masal dinler gibi. Yasadiginizin buyuklugu urkuturdu seni. Aska musamaha ile gulumserdin. Yasadiklarinizin yaninda ask kotu bir taklit gibi dururdu cunku. Sonra?

Sonra Seytan'in Avukati'nin, sayin hakimin ve sahitlerin de cok iyi bildigi gibi tum sirrini yitirdin. Nasil yitirdigini dusunemeyecek kadar yorgunsun simdi. Sadece biliyorsun. Kolayca acilan bir kasa gibi sifrenin cozuldugunu, sirrin sir olmaktan cikip siradan bir gerceklige donustugunu biliyorsun artik. cocukluk filmlerinde, bir doktor ciddiyeti ve sabriyla kasanin kalbini dinleyerek sifreyi cozen hirsizlar gibi cozmuslerdi seni. once kalbinin uzerine koyup guzel baslarini, merakla, heyecanla dinlemislerdi icinden yukselen ilahi ezginin notalarindaki sifreleri. Sonra arzuyla, sehvetle, hirsla cevirmislerdi kolu. Sonra tum sirlari dokulmus bir ayna gibi gozden dusmustun. Sonra ici bosaltilmis bir kasa gibi soygun yerinde terkedilmistin. ustelik ta basindan beri olacaklari bilmene ragmen, birazdan yanina gidecegin doktorun soguk steteskobu kalbinin uzerinde gezinirken hissedecegin ciplakliktan daha yogun bir utancla orada oylece durup cozulmeyi beklemistin hep. Bir kez daha, bir kez daha... cozenlerden olmaktansa, cozulenlerden olmayi tercih edisin belki bir korkaklikti ama korkakligin sana yakistigini dusunuyordun. Oylece durup dusunmenin, hayaller icinde kaybolmanin, Lali'yi yeniden yeniden zihninde tasarlayarak, onun imgesinden mukemmel bir heykel yaratmanin, onun gercekligini cozmekten daha guzel oldugunu dusunuyordun.

"O halde neden suclaniyorum ki bu mahkemede! Bir turlu ben diyemedigim icin mi? O yuzden mi hayatin bir kosesinde unutuldum? O yuzden mi bekliyorum burada, bu noktada, bir duvar gibi kimildamadan! O yuzden mi tum hucrelerimle, iclerinde hatali genlerle dolu tum hucrelerimle hesabini vermeyi istiyorum hayatimin!" Bir sure, derin bir sessizlik oldu. Daha sonra sekreterin adini soyledigini duydu. Bileginde kesisen gecmis ve gelecek 13:30'u gosteriyordu. Birazdan doktor hastaligin onemsiz genetik bir miras oldugunu soyleyip onu rahatlatacak. Ve bir ucuncu sahis umursamazligi ile kapisindan cikacak hastanenin.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1