Rüya

  In Hoc Signo Vinces! - Zeynep Akture

 

Tiber Nehri kiyisinda puslu bir gece. Gokte dolunay. Roma ordusu pusuda -Roma ordusu Roma'yi kusatmis; Roma, Roma'ya karsi. Kim bilebilirdi ki?...

 

Iki Ates Arasinda Roma

Buyuk Roma Imparatorlugu'nun I.S. 2. yuzyilda yasadigi yonetsel ve ekonomik sikintilarin belki de en buyuk nedeni, Osmanli Imparatorlugu'nun duraklama doneminde oldugu gibi, Dogu ve Bati cephelerinde ayri ayri surdurulen savaslardi: Dogu'da kacarken attiklari, hedeften sasmaz oklarla unlenen Partlar; Bati'da Tuna'nin otesinden surekli Roma topraklarina akin eden istilaci boylar. Ustelik, yillar suren savaslardan sonra Dogu'da kazanilacak zaferin bedeli de agir odenecekti: Roma ordusu Dogu seferinden beraberinde vebayi getirdi. Vebayi aclik izledi ve sonra da nufusta ciddi bir azalma. 160'li yillarda ekonomi iyice zayiflamisti; para pula donmus, bir avuc azinligin asiri tuketimi kitlelerin bos mideleriyle ve ozerk eyaletlere bindirilen vergilerle dengelenmis, tum bunlarin ustune de yeni pazarlara acilamama, teknik gerileme ve artan burokrasi tuz biber ekmisti. Imparatorluk hâlâ gucluydu gerci, ama ilk uyari isaretleri gelmeye baslamisti...

...ve, 284 yilinda Diocletian'in tahta gecmesine ve unlu reformlarini gerceklestirmesine kadar, bir yuzyil daha gelmeyi surdurdu. Diocletian'in belki de en onemli girisimi, tum yaptirimini yitirmis Roma yonetimini yeniden duzenlemek oldu. Dogu ve Bati cephelerini ayri ayri denetlemeyi ve savunmayi kolaylastiracak askeri bir duzenleme olarak, yonetimin en tepesinin, tumu de askeri liderler olan iki augustus ve iki caesar arasinda bir dortlu yonetime donusturulmesi, bu yondeki en koktenci adimdi. Bir onceki yuzyil boyunca Imparatorlugu temelinden sarsan ic savaslarin onlenmesi icin, augustuslarin yerini, kendi ardillarini atayacak olan caesarlarin almasi ongorulmustu. Her ne kadar Diocletian yonetim ortaklarindan daha guclu konumda ise de, karargâhi denetimi altindaki bolgedeki buyuk bir sehre kurulu dort ana askeri ve yonetsel bolum vardi. Izmit gec antik donemde edindigi onemi, Diocletian tarafindan bu dort bolumden kendi yonetimi altindaki icin karargâh merkezi olarak secilmis olmaya borclu olsa gerek. Bu donemde Roma kenti Imparatorlugun resmi baskenti olmayi surdurduyse de, iki cepheye de es uzakliktaki Nicomedia (bugunku adiyla Izmit) Roma'yi yalnizca yilda bir kez ziyaret eden Diocletian'in daimi ikametgahi oldu. Yeni duzenleme ile birlikte, merkezi yonetimin dort basi, artik princeps, yani esitler arasinda ilkler olmaktan ciktilar ve dominus oldular, yani efendi ve sahip. Cok onemli torenler disinda, artik halktan tumuyle yalitilmis olarak, yasa-ustu bir konumda yasiyorlardi: canlari her ne isterse, o istek yasa gucundeydi.

...ve Diocletian, Hiristiyanligi dunya yuzunden silmek istedi. Geleneksel Roma paganligini guclendirmek ve kendi rejimini dinsel erk ile desteklemek icin, Hiristiyanlar'in daha once benzerini yasamadiklari bir eza donemi baslatti. 4. Yuzyilin baslarinda Hiristiyanlar Roma Imparatorlugu icindeki, bugun yapilan tahminlere gore toplam nufusun bazilarina gore onda birini bazilarina gore ise altida birini kapsayan, onemli azinlik gruplarindan biri haline gelmislerdi. 303 Yilindan baslayarak yayimlanan dort buyrukla, Diocletian Hiristiyan kiliselerinin yikilip, dinsel metinlerinin yokedilmesini, din adamlarinin hapsedilmesini emretti ve devlet tanrilarina kurban sunmayi yerine getirilmemesi olumle cezalandirilacak bir zorunluluk haline getirdi. Diocletian 305 yilinda bunu yapan ilk ve tek Roma imparatoru olarak kendi istegiyle tahttan cekildiginde, bu baskici izlence tam gucuyle yururlukteydi.

Kurdugu dort basli yonetim istedigi gibi basarili olamamis olmali ki, Diocletian'in tahttan cekilmesini izleyen sekiz yil buyuk bir karmasa ve politik kargasa icinde gecti. Bu karisikliktan iki onder cikacakti: Constantine ve Licinius.

 

Roma Dustu! Yasasin Roma!

312 Sonbahari'nda Tiber Nehri kiyisi. Puslu bir gece. Constantine'in ordusu Roma'yi kusatmis. Diocletian'in dort basli 'Dogu Despotizmi' son demlerini yasiyor; Jupiter'in goksel kralligi da oyle. Kim bilebilirdi ki?..

Aslinda Constantine de, Licinius da dortlu yonetimin ortagi olarak taninmislardi. Constantine, Maxentius'la birlikte Bati'da, Licinius Maximin ile birlikte Dogu'da, ordularinin basindalardi. 306 Yilindan 311 yilina kadar Maxentius ve Maximin saldirilar ve karsi-saldirilarla bogusurken, Constantine ve Licinius onlari altetme zeminini hazirliyordu. 310 Yilinda Constantine soyunun eski bir imparator hanedanina uzandigini coktan yaymisti bile; bir yil sonra da ortak yonetimin hassas uzlasmasini bozarak, Alpler'i gecti ve Italya'yi istilaya basladi. 312 Yilinda, kirk yasinda ve yonetim merkezi Roma'da bulunan Maxentius'a saldiriya hazirdi.

Ayni yilin sonbaharinda Constantine'in ordulari Tiber Nehri kiyilarina ulasmis, Roma'yi kusatmisti bile. Puslu bir geceydi; gecenin ve sonmeye yuz tutan ateslerin belli belirsiz isigi, tedirgin gezinen askerlerin kalkanlarindaki tuhaf sembolu aydinlatiyordu. Buyuk Roma ordusunun bu ceyreginin Constantine tarafindan tasarlanan ve labarum olarak adlandirilan sancagi ile ayisigindaki siluetini bir film karesinde gorsek, belki de 'sinemaskopik' bir yanilgiya duserek onlari Hacli Ordulari sanabilirdik: Her ne kadar adi Kelt veya Avrupa dillerinin birini kaynak olarak ima ediyorsa da, bu yeni sancak dupeduz bir hacti, Hiristiyan yazarlarin ucuncu yuzyil pagan ordusunun askeri amblemi olarak betimledigi ahsap haclar gibi bir hac. Constantine'in ordusu, Roma onlerinde, haclarin altinda, tedirgindi. Daha bes yil once bir baska ordu Maxentius'a Roma'da saldirmis ama kentin guclu savunma duvarlarindan geri donmustu. Kim bilebilirdi ki?...

312 Sonbaharinda, Maxentius'un, birlikleri ile birlikte, Constantine'in ordularinin kusatmasi altindaki Roma'nin o guclu sur duvarlarinin disina cikarak, Milvian Koprusu'nde acik carpisma onerecegi kimin aklina gelirdi? Ama, oyle oldu ve Constantine kisa sure icinde carpismadan galip cikti! Constantine'in iki biyografi Lactantius ve Eusebius'un kendi agzindan isittiklerinden aktardiklarina gore, Constantine bu kolay yengiyi, Tanri'nin goksel isareti altinda buldugu tanrisal himayeye yordu; hem de, Diocletian'a inat gibi, Hiristiyanlar'in Tanrisi'nin himayesine.

Bu durum, bizlere oldugu kadar, Constantine'in cagdaslarina da sasirtici ve beklenmedik gelmis olmali. Oyle ya, Constantine genclik yillarinda Hiristiyanligi, Apollo kâhinleri ve rahiplerinin tanrilarini kizdirdigina inandiklari guclu bir seytansi guc olarak bilmisti. Diocletian'in baslattigi Buyuk Eza doneminin olaylari sirasinda kamptaydi ve Hiristiyanligin nefret uyandiran bir 'dinsizlik' oldugunu duymustu. 293-305 Yillari arasinda Diocletian'a Roma'dan Dogu cephesine yolculuklarinda ve askeri seferlerinde eslik etti. Nicomedia'da Hiristiyanligin dusunsel dusmanlariyla birlikte yasadi ve 305 yazinda Ingiltere'ye hareket ettiginde, Hiristiyan inancina iliskin kapsamli bilgisi olduguna dair herhangi bir ipucu veya bu yonde bir olasilik soz konusu bile degildi. Bati'ya hanedanlik duzeninde egemenlik paylasiminda duskirikligina ugrayan taraf olarak gitmisti; babasi Constantius'un varis ilan ettigi kisi, nedendir bilinmez, Constantine degildi. Ama, 306 yili Haziran ayinda, Bati'nin imparatoru olan Constantius York'da oldu ve Constantine kendisini onun ardili ilan etti. Sasirtici bir sekilde, Bati'nin yeni hukumdari olarak ilk icraatlarindan biri, Diocletian'in Hiristiyanliga karsi dort buyrugunun ilki ile mal varligini kaybeden Hiristiyanlar'in kayiplarinin telafi edilmesi oldu.

Ote yandan, Lactantius ve Eusebius'un yazdiklarina bakarsaniz, her ikisi de pagan olarak bilinen Gallienus ve Dogu'nun imparatoru Licinius'un da ayni donemde Hiristiyanliga karsi benzeri bir hosgoru icinde davranmasi, Constantine'in izledigi politikanin kisisel inancindan kaynaklandigini gonul rahatligiyla iddia etmeyi guclestiriyor. Constantine'in Hiristiyanliga dondugunun asil kaniti, devletin basi -ya da bir sure oldugu gibi dort basindan biri- oldugu donemde izledigi politikalarda degil, kendi anlattiklarinda aranmali.

 

Tarihin Akisina Yon Veren Dus

312 Sonbahari'nda Tiber Nehri kiyisi. Roma ordusu pusuda, Roma ordusu Roma'yi kusatmis; Roma, Roma'ya karsi. Savas arifesinde parlak bir ogle vakti, gunesin uzerinde 'hac isareti'ni gordu, Constantine; ve bir gece dusunde, hacini tasiyan Isa ona gorundu ve askerlerinin kalkanlarinin uzerine 'Tanri'nin goksel isaretini' hakketmesini emretti: 'IN HOC SIGNO VINCES', yani 'Bu isaret icin yeneceksin!' 200lerde papiruse yazilan Incil'lerde stauros yani hac sozcugunu temsil eden sembole benzer bir isaretti bu, tepesi kulplu, dik bir hac -yani labarumun ta kendisi! Ne tuhaf, degil mi? Binlerce yil boyunca insanlar hep duslerinde kutsanmis kisiler, ak sakalli dedeler gorurken, Constantine ise soyut bir sembol gorerek baslasin. Peki ya guneste gordugu haca ne demeli? Gerci cagdas gunes gozlemcilerinin de zaman zaman gunesin icinde hac seklinde haleler gorduklerini anlattiklari soyleniyor ama bir de siz deneyin isterseniz; kisin gozlerinizi, bakin gunese, bakalim ne goruyorsunuz? Gokteki bulutlarin bicimlerini ya bulut bicimleri olarak algilariz, ya da onlari onceden tanidigimiz bicimlere benzetiriz. Bulutlarin bicimini onceden tanimadigi ama bulut olmayan bir seye benzeten kimseye rastlamadim daha. Belli ki Constantine de gunese baktiginda veya dusunde Isa'nin elinde gordugunde tanimaya hazirdi hac sembolunu; demek ki Hiristiyan inanciyla sanildigindan daha yakindi iliskisi.

Belki bu yakinligin babasi ile basladigini dusunmek olanakli. Eusebius'un aktardigina gore, Maxentius'a karsi kazandigi zaferin yani sira, Constantine'in Hiristiyanliga donmesinin bir baska nedeni de diger eski tanrilara inanan imparatorlarin sonlari hep acili olmus iken, babasi Constantius'un dogal nedenlerden olmesi idi. Constantius'un, kendisine destegini acikladigindan ve bunun isaretlerini verdiginden ama kendisinin kim oldugunu bilmediginden soz ettigi 'tek Ulu tanri'ya inandigini biliyordu. Gercekten de, her ne kadar pagan kaldiysa da, baba Constantius'un gunes ile simgeledigi tek bir tanriyi onurlandirdigi biliniyor ve bunun izleri ordusunda gozleniyor, tipki Constantine'in dusunun izlerinin oldugu gibi. Constantius'un tahta cikmasindan sonra, bir lejyona solenses adi verildi, yani 'Gunes'in halki' ve bir baskasi da 'Mars'in halki' olarak adlandirildi. Constantine de ogle gunesinde 'Tanri'nin goksel isareti'ni ilk gordugunde belki onu babasinin Gunes tanriyi kavradigi gibi kavramisti, yani kehanetlerde belirtildigi gibi, tum digerlerinin melekleri ve birer parcasi olduklari tek bir Ulu tanri olarak. Belki imparatorun Hiristiyanliga donusunun bir sure kamuya yansimamasinin nedeni de bu Platocu tanri kavrayisinin daha agir basmasiydi.

Labarumun Hiristiyan bir simge oldugunun ilk resmi kaniti, ancak 315 yilinda, bahar aylarinda basilan gumus bir madalyonda, Imparator'un migferinin uzerinde bir nisan olarak goruldu. Bundan uc yil once Constantine Maxentius'u yendiginde ise, Roma Senatosu, Constantine'in zaferinin kendisine adanacak zafer takinda nasil gosterilecegi gibi ciddi bir sorunla karsi karsiya bulmustu kendisini. 315/316 Yilinda tamamlanan kemer, Constantine'in yakin korumalarini gosteriyordu ama, alisildik sekilde, gokten gelen pagan yardimcilar olarak. Tiber kiyisindaki askerlerin kalkanlarinin uzerindeki yeni isarete ise gorsel bir simge olarak henuz bu kemerde yer verilmemisti. Kemere hakkedilen yazit da Constantine'in, zorba ve yandaslarinin defedilerek Cumhuriyet'in kurtarilmasini saglayan zaferini, hangi tanrisal gucun kastedildigini belirsiz birakarak, 'tanrisal gucun destegi ile' gerceklesmis olarak duyuruyordu.

Ama, gariptir ki, labarumun, eski Yunan alfabesinin iki harfinin, 'hi' olarak okunan 'c' ile 'ro' olarak okunan 'r' harfinin bilesimi bu karma isaretin Constantine'in dusunu gormesinden once Hiristiyan baglaminda guncel bir simge olmadigi biliniyor; isaretin Constantine-oncesi donemden kalma herhangi bir Hiristiyan ornegine bugune kadar rastlanmamis. Ancak, bir baska baglamda, isaretin guclu cagrisimlari var: Pagan papiruslerinde hattatlarin veya okuyucularin 'iyi' veya 'faydali' kisimlari isaretlemek icin bu simgenin ta kendisini yaygin olarak kullanmalari ne tuhaf, degil mi? Sanki Imparator'un gizli Hiristiyan danismanlari akillica davranip, Chrestos'u yani Hiristos'u yani Isa'yi simgelemek icin, tesadufen isminin ilk iki harfini bir araya getiren bu isareti kullanmayi onermisler gibi. Her nasil oldu ise, kesin olan bir sey varsa, o da Roma'nin Hirsitiyanliga dondugu bu yasamsal onem tasiyan yillarda kullanilmaya baslanan tum diger isaretler gibi, labarumun da, paganlar icin ayri Hiristiyanlar icin ayri, cift anlam tasidigiydi. Benzer sekilde, Constantine'in Roma Imparatoru olarak yasami da, hep iki dunya arasinda gecti, pagan ve Hirsitiyan, Dogu ve Bati...

 

Iki Ates Arasinda: Dogu ve Bati

Biyograflari Constantine'e gelen 'goksel isaret' hakkinda yazarlarken, Dogu'da Hiristiyanlik, Bati'dakine benzer bir sekilde, resmi erke tarafindan taninmaktan ve kamuda kendine yer edinmekten uzak, belirsiz bir politik ortamda gelisiyordu. Dogu'da da Constantine ile ayni donemlerde augustus olan Licinius pagan caesar Maximin'i yenmisti. Licinius'un Hiristiyan ve pagan askerlerin bir karmasindan olusan ordusu, savas arifesinde her iki inanc sistemine de dogrudan gondermede bulunmayan sozlerle, Ulu tanriya yakarislarla kutsanmisti. Licinius gerektigi her zaman Hiristiyanlara hosgoru gosterdi; ama onun bir Hiristiyan sempatizani oldugunu soylemek guctu. Yine de, zorba yonetimi altinda 311 yilindan 313 yilina kadar Hiristiyanlarin eza gormesine izin veren Maximin'in yenilmesinden kazancli cikan grup, Hiristiyanlar oldu. Maximin'in Hiristiyan-karsiti izlencesinde ona en gonulden arka cikanlar, o donemlerde Iskenderiye, Kudus ve Efes'le birlikte Roma Imparatorlugu'nun en buyuk dort kentinden biri olan Antakya'nin pagan nufusuydu. Maximin'i yendikten sonra, Licinius, Dogu'nun tek hukumrani olarak, Antakya'yi bu pagan zorba yonetimin elinden kurtardi ve, Constantine ile birlikte yayimladiklari bir buyrukla, Hiristiyanlara eza donemine son verdi.

Ancak, Licinius'un kendi sonu da yakindi. Bir dizi askeri carpisma -kaybedilen buyuk bir deniz savasi ve karada iki buyuk yenilgi-18 Eylul 324 yilinda Constantine karsisinda aldigi nihayi yenilgiyi hazirladi. Bu tarihten sonra, Constantine Roma Imparatorlugu'nun tek -ve iddialara bakarsaniz kisisel inancina gore Hiristiyan- yoneticisiydi artik. Ama isi hic kolay degildi. Bundan sonra olanlari biliyorsunuz zaten. 'Tek adam' Constantine'in ilk icraatlarindan biri olarak Yunan kenti Byzantium'un Imparatorluk baskenti olarak yeniden insaasi. Devlet isleyisinin yeniden duzenlenmesi, burokrasinin artisi, egitimin yeniden orgutlenmesi, egitimin ve devletin resmi dilinin Yunanca'ya donusturulmesi.

Artik Hiristiyanlik dininin ic cekismeleri de imparatora yansir olmustu. Constantine'e yansiyan ilk ciddi kriz, Roma topraklari genelinde izlenen Hiristiyanliga karsi hosgoru politikasinin bir sonucu olarak, Kuzey Afrika'da Kartaca'da patlak verdi. Diocletian'in baslattigi Buyuk Eza'nin sona ermesiyle birlikte, Hiristiyanlar kendi iclerinde bir hesaplasmaya giristiler. Konu olan, iskence altinda dinden donenlerin ve kutsal metinleri teslim eden din adamlarinin durumlarinin ne olacagiydi. Bir grubun goruslerine gore, 'siradan inananlar'in affi ve dine yeniden kabulu soz konusu olabilse bile, din adamlari kesin olarak bu hosgorunun disinda birakilmaliydi. Peki, bu durumda, bilmeden bu 'sapmislar'in vaftiz ettiklerinin, yani Hiristiyanliga dondurduklerinin hali ne olacakti? Constantine'in diger bolgelerle birlikte Kuzey Afrika valisine de bir mektup gondererek Hiristiyanlarin el konulan mal varliklarinin iadesinin saglanmasini emretmesinin hemen ertesinde kimin 'en Hiristiyan' oldugu uzerine, ama olasilikla daha buyuk parsayi kapmak amacli bu bunalima, kesinlikle sapmadiklarini iddia eden ve her turlu affa karsi olan Katolikler'e karsi, en koktenci cozum onerisi Donatus adli bir papaz ve cevresinden geldi. Tarihte Donatistler olarak bilinen bu grubun gelistirdigi ogretiye gore, iskence altinda dini reddedenlerin yeniden vaftiz olmasi gerekiyordu. Bilmeden 'sapmis' bir din adami tarafindan vaftiz edilerek Hiristiyan olanlarin dine donusleri gecerli sayilmayacak, yeniden vaftiz olmalari gerekecekti. Boylece 'en hakiki Hiristiyan' Kuzey Afrika Katolikleri ile Donatus'un yandaslari karsi karsiya geldiler ve yerel olcekte cozemedikleri sorunda hakemlik etmesi icin 313 yilinda Constantine'e basvurdular. Donatus yandaslarinin Constantine'in hakemligine duyduklari guvenin nedeni, Constantine'in henuz rengi belli olmayan inancindan cok, babasi ve kendisinin yaygin 'adillik' unu olmali. Ancak Constantine, ilk basvuruyu aldiginda, bir yargiya ulasma yetkisini kendisinde gormedi ve karari bir dinsel meclis toplantisina birakti. Ancak, yaziktir ki kesin cozum, isi bir karsi-kilise kurmaya kadar vardiran Donatus yanlilarinin, 347 yilinda Constantine'in ikinci varisi Constantine II'nin emriyle tumden katledilmesi ile gelecekti.

Hiristiyanlik acisindan belki de en ciddi kriz ise, Donatus ve destekleyicilerinden on yil kadar sonra, Iskenderiye merkezli olarak patlak verdi ve hizla Dogu'da yayildi. Ozellikle o donemde Yeni-Platocu ogretileriyle taninan Antakya, bu krizde etkin bir rol oynadi cunku krizin kilit ismi Arius adli, Yeni-Platocu Iskenderiye Felsefe Okulu'ndan yetisme, saygin bir dusunce adamiydi; tartisilan konu ise -inanilir gibi degil!- Kutsal Teslis'in ta kendisi! Baba-Ogul-Kutsal Ruh uclemesini sorguluyordu, Arius; temel iddiasi, Ogul Isa'nin Baba ile homoousios yani ayni maddeden olmadigi ve Isa'yi asil onemli kilanin da zaten, bir olumlu oldugu halde, yasami ve basarilari ile tanrisallik derecesine ulasmasi olduguydu. Boylece, Kutsal Teslis yerini yeniden, Constantius'a ve Constantine'e belki de hic yabanci gelmeyecek, daha soyut Platocu bir tanrisallik dusuncesine birakiyordu. Kilise'nin genellikle kabul edildigi gibi, 1054 yilinda Dogu-Ortodoks ve Bati-Katolik Kiliseleri'ne resmen bolunmesi ile sonuclanacak ayriliklarin ilk ve en koktenci yuze vurusuydu, Arius'un 'felsefesi'. Sonradan hem Dogu hem Bati Kilisesi'nin taniyacagi Kilise Konsil Toplantilari'nin ilki de bu kriz vesilesiyle, Constantine'in herhangi bir dinsel yetkili sifatiyla degil ama Imparator sifatiyla kisisel daveti sonucu, 325 yilinda Nicea'da (yani bugunku Iznik'de) toplandi ancak kutsal metinlerde, bu metinleri cok buyuk dikkat ve emekle calisarak yeniden yorumlayan ve dusuncelerini bu yorumlar uzerine kuran Arius ve yandaslarinin yorumuna acik nokta birakmayacak sekilde duzeltmeler yapan bu toplanti, Arianizm olarak bilinen bu ayrilikci akimi silmeye yetmedi.

Oldukca iyi belgelenmis ve uzerinde hayli arastirma bulunan 325 Nicea Konsili'nden bugune kalan belki de en somut ileti ise, bu sefer disarida kalmayi secmeyerek toplantiya zaman zaman mudahale eden ve uzun bir kapanis konusmasi yapan Constantine'in birlik cagrisi oldu; Hiristiyanlar'in yasadigi tum topraklar uzerinde bir birlik. Kendi yakin cevresinde annesi, Constantine'in emri ile oldurulene kadar Licinius'la evli olan kizkardesi, hatta biyografi Eusebius bile Arius taraftari olan Constantine, Katolik din adamlarinin acikca 'ayrilikci akim' olarak niteledikleri bu daha felsefi yaklasima hosgoru gosterilmesi taraftariydi. Bazi dusunce ayriliklarina ragmen, hedeflenmesi gereken, birlikti. 324 Yilinda Licinius'un Constantine tarafindan yenilmesi ile Roma Imparatorlugu'nun politik butunlugu yeniden saglanmisti. Simdi sira, Hiristiyan-Roma Imparatorlugu ulkusunu gerceklestirmekti.

 

Augustus Caesar ve Isa

Belki Constantine'in zamaninda ve cevresinde gelistirilmis, belki de sonradan ona atfedilmis bu ulku, Roma'nin birligini saglayan Augustus Caesar (hani su Ankara'da, sonradan Haci Bayram Camii'nin bir duvarina dayanarak insa edilecegi, kendi adina yapilan tapinagin duvarinda basarilari iki dilde bir yazitta olumsuzlestirilmis olan Augustus) ile Isa'nin cagdas olmalarinin bir raslanti olmadigi gorusu uzerine kuruluydu. Augustus imparatorluga birlik ve baris getirmisti. Isa ise goksel duzeni yeryuzune uyarlamak uzere gonderilmisti. Goksel duzen, tek bir efendisi, bir yonetim hiyerarsisi ve lejyonlara bolunmus bir melekler ordusu olan tek bir imparatorluktu ve, Isa'nin soyledigine gore, Baba bu gecici dunyanin da ayni sekilde, yani Roma'nin yonetimi altinda duzenlenmesini istemisti. iste bu nedenle, birbirini izleyen Roma imparatorlari, Kadir-i Mutlak'in bizzat kendisi tarafindan, yaratilmis dunyanin yonetimi ve denetimi icin secilmis olarak kabul edilirlerdi. O halde, Hiristiyan Romalilar, insanlarin yerlesik oldugu tum topraklarin tek hakimi olmaliydi. Constantine'den baslayarak Hiristiyan Kilisesi'ne yapilan tum o servet ve mulk bagislarinin nedeni, iste bunu saglayacak maddi kosullari olusturmakti. Constantine bu ulkuye inaniyor gozuken, ya da eylemleriyle, once aldigi goksel isaretin isiginda Maxentius'u yenip Roma'yi alarak, sonra Licinius'u yenilgiye ugratip Dogu ve Bati'yi yeniden birlestirerek, Byzantium'da yeni ve farkli bir anlayisla bir imparatorluk baskenti insa ettirerek, tum yonetsel yapiyi yenileyerek, Kilise'yi hep devlet kasasindan destekleyerek, Incil oykulerinin gectigi yerlerde arastirmalar yaptirip dinsel yapilar insa ettirerek ve, belki de en onemlisi, Kilise'nin bolunme egilimi gosterdigi kriz donemlerinde hep birlikten yana agirligini (ve gerekirse ayrilikci Hiristiyanlari olduren askeri gucunu ortaya) koyarak, bu ulkuye dogru en hizli adimlari atan en kilit isim oldu. Ama tum bunlari yaparken, Hiristiyan nufusun hâlâ azinlik oldugu topraklarin imparatoru oldugunu unutmadi; kisisel dinsel inancini one cikarip yonetsel kararlarini belirlemede etkin hale getirmedi ve paganlar icin Diocletian'in Hiristiyanlar'a yaptiklari benzeri bir eza donemi baslatmadi.

Constantine'in olumunden yaklasik sekiz yuzyil sonra zorlu mucadelelerle birlestirdigi Roma Imparatorlugu yikildi, bolunmesini engelleme yonunde caba harcadigi kilise ikiye bolundu; Arius'un Yeni-Platocu felsefesinin karistirdigi topraklari (belki de Islam'a cok da aykiri olmayabilecek bu saglam dinsel gorusun de sayesinde) kolayca fetheden Islam Devleti Iskenderiye'de kalan antik Yunan metinleri uzerinde arastirmalara girismek uzereydi. Bir sekiz yuzyilin daha gectigi gunumuzde Hiristiyan dunyasinda hâlâ dinsel ayriliklar kokenli savaslar yapiliyor. Bunlardan bir 'sonuc' cikarmak istesek, cikarabilir miyiz, ne dersiniz?

 

Dus ya da 'Gercek'

'Kim bilebilirdi ki?...', diyorsunuz, oyle degil mi? Kim bilebilirdi ki, dunya nufuslari ve politik cografyasinin gelecegi -bugunu!- kirk yasinda, kendi imparatorlugunun resmi baskentini yine kendi imparatorlugunun ordularinin dortte biriyle kusatan bir Romali tarafindan, dolunayli puslu bir gecenin ertesinde, dusunde gordugu iki harfin bilesimi o kucuk sembolle yazilmisti? Ve, tabi, Diocletian'dan daha despot, saltci bir imparator olarak kendi gelecegi de oyle. Constantine icin inancinin dogrulugunun en buyuk kaniti, her zaman kendi basarilari oldu. Yine de, icinde hep bir kusku kalmis olmali ki, olum dosegine kadar vaftiz olup tam Hiristiyan olmadi. Yazili kaynaklarin bize aktardigina gore, bunun icin son ana kadar bekledi ve olmek uzere iken -ise bakin!- Arian oldugundan kuskulanilan Iznikli Eusebius tarafindan vaftiz edildi.

Gercekten boyle mi oldu dersiniz? Kim bilir? 'En son anda, yasam -yuzey ustune yuzey- yasantilarla kabuk bagladigi zaman, insanin her seyi, gizi, gucu, gonenci, nicin dogdugunu, nicin olmekte oldugunu, herseyin nasil bambaska olmus olabilecegini ogrendigini nerede okumustum? Bilge olmussundur. Ama asil bilgelik, o anda, ogrenmekte cok gec kaldigini bilmektir. Artik anlayacak hicbir sey kalmadigi zaman her seyi anlar insan.' (Eco, 1997: 599)

Belki de Constantine icin Firsat, o dustu, o puslu gecede gordugu dus -veya o dus anlatisinin simgeledigi an. O an 'Gercek'in gozlerinin icine bakmisti. Ona bagislanacak biricik gercegin; cunku ogrenmekte oldugu gercek, gercegin cok kisa surdugudur (sonrasi yorumdur yalnizca).' (Eco, 1997: 593) Ya da, belki de, tum bunlar, bu dusler, iki harfli semboller, ahsap hac sancaklar, bu vaftiz oykuleri, Constantine'in, Diocletian'in Hiristiyanlar'a karsi yuruttugu kati baskici izlenceden kendilerine sasirtici ve beklenmedik gelecek sekilde aniden donusumune bir anlam vermek isteyen cagdaslari ve ardillarinin bir yorumundan baska bir sey degildir. Bu yorumlar daha mi gercektir bir dusten? Kim bilebilir ki? Belki bir tek Constantine'in kendisi bilebilirdi. Bizlerse daha bastan hep baska anlamlar aramaya mahkumduk, bize aktarilan tum bu duslerde ve gerceklerde. Oyle degil mi?

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1