Parça/Bütün

  Abrusak - Balku

 

"Oku efsunun feramus eylegil efsaneyi

Namusî

 

I.

Meridyenlerin paralellerle cakistigi her noktada carmiha gerildim. Basit, aptalca bir kac harita ustunde, onlar yuzunden. Birinci haritanin tam ortasinda bir damla ter izi var. Cizerken dusmus olmali. ustunde "Kuh-i Ruhban" yazdigina gore ter damlasinin kagidin ustunde yesil bir akinti yaratmasi basuna degil: Zordu yazin ortasinda tepeden tirnaga tere batmis bir halde Kuh-i Ruhban'da bir sonbahari, sisli bir gunu, o sisin icindeki camliklarin icinden Abrusak'a bakan bir kesisi; kesisin duslediklerini duslemek. Dagin neresinden baksam seddadi bir manastirin ardinda bir perspektif hatasi gibi duruyordu sehir. Manastirla Abrusak arasindaki bayirlari kaplayan erguvani ortu olsa olsa sorumsuz bir dus olmaliydi: Sis iyice bastirip dag ve Abrusak birbirine karistiginda erguvan, ihtimal ki sadece sisin rengi oluyordu. Sonsuz, agir, hayali sisin. Baslangicin.

Baslangic dedigim, aylakligin keyifli ezberinin basimi dondurdugu puslu bir sonbahar gunuydu. O gun girmistim ahsap binalarin ancak birbirine yaslanarak zamana direnebildikleri dar sokaga. Maziden kalma utanilasi bir miras: Dar yolun iki yaninda zamanin zulmunden yilmis ahsap binalar; bir terzihane, bir kundura tamircisi, yola dogru firlamis bir pencere kafesinin ardinda evin eski moda tevazusunu yuzunde tasiyan bir cocuk ve ortalikta tirim tirim dolasan tekir bir kedi. Kunduraci ile terzihane arasina sikismis bir dukkan oldugunu anlamasi acikca istemeyen kirli camlarin gerisinde. Dokuk mavi boyali tahta kapisi kimsenin iceri girmesini istemiyor gibiydi, ama girdim. Antika yazi takimlari, kohne gemici fenerleri ve gaz lambalari, pasli dikis makinalari ve tozlu kitaplar arasinda tum bu ivir zivirdan bir parcaymis gibi orada duran kara kuru bir adam vardi dukkanda. Izin verirse biraz bakinmak istedigimi soyledim. Adamin cikardigi miriltiyla homurdanma arasindaki ses benim genc arsizligim icin yeterliydi. Bir kac asir oncesinin akilalmaz sabrini yansitan sedef kakmali bir yazi takimini inceledim sabirsizca; sonra, binsekizyuzlu yillarda yazilmis, eski yazinin efsunuyla allanip pullanmis, ustelik de eski yaziyla bes kurusa, cinsi sorunlara baharatli cozumler vadeden bir kitaba baktim, adam yanlis anlar diye almadim. Birbirleriyle eskilikleri disinda ortak yani olmayan onlarca nesneye baktim, bazilarini lutfedip elledim; dedemden bile yasli yuzeylerine zamane ellerimi surdum. Yarim saat kadar sonra adamin sabrinin tasmak uzere oldugu ve ellerimin yapiskan, pis bir toza bulandigi ve ayni toz yuzunden hapsirmak isteyip bir turlu hapsirmadigim bir anda kendimi elimde tuhaf rulolarla buluverdim. Tuhaf olan rulolar degildi, bu tur kagitlari daha once de gormustum: Agir, kaliteli, isiga tutunca icinde "R.A.F" harfleri okunan, ferman yazmada ve haritacilikta kullanilan kagitlardi bunlar. Tuhaf olan kagitlarin ustundeki haritalardi. Kuruboyayla renklendirildiklerini dusundurtecek kadar soluk renkli, yer adlarinin anlasilmasi imkansiz bir elyazisiyla yazildigi haritalardi bunlar. Adama donup haritalari kaca verdigini sordum, cok istekli oldugumu gizlemeye calisarak. oyle bir fiyat soyledi ki, benim gibi orta halli birinin iki aylik harcamasindan bile fazlaydi. Cebimde o kadar para yoktu. Adama haritalari lutfen satmamasini, gereken parayi ertesi gune kadar mutlaka temin edecegimi soyleyerek dukkandan ciktim caresiz.

Izbe sokaklardan gectim. Sokak aralarinda yetim bir cocuk gibi basibos dolasan yoksulluga tanik oldum. Bir sure sonra kendimi bildik bir mekanda, Tahtakale'nin sehrin merkezine dogru akan, insani hop diye ana caddeye dusuren dar yollarinda buldugumda degil ama birdenbire burun buruna geldigim gorkemli binalarin yukardaki manzara ile tezatligini kesfedince sasirdim. Arkamdan omzuma yapisip beni silkeleyen elle kendimi hatirladigimda cok gecti, Hilmi'ye benimle dalga gecmesi icin yeterince koz vermistim: Ne olmustu Karadeniz'de gemilerim mi batmisti? Hayir, yani evet; Tahtakale'nin ust taraflarinda bir yerlerde bir antikacida bir kac harita bulmus ama param yetmedigi icin alamamistim. Onda para vardi, istersem beraberce cikar alirdik, ben sonra ona oderdim. Ciktik. Tum yokuslari gerisin geri ciktik tarihi tersinden okurcasina. Hilmi dukkanda duran adami taniyormus: Bursa'nin yerlilerinden bir gayrimuslimmis, biraz da bunakmis, soyledigi fiyatin yarisina bile alabilirmisiz haritalari.

Ama daha dukkandan iceri girerken adamin yuzundeki nemrut ifadeden anladim haritalari alamayacagimizi. Yasli adam Hilmi ile el sikisti, yuzundeki ifadeyi biraz olsun yumusatamadan. Hos bes fasli ve nihayet bizim harita meselesi: Maalesef bes on dakika kadar once haritalari Ruhsar Hanim'a satmisti ama bugunlerde benzer haritalar filan duserse Hilmi ile haber gonderirdi. Hilmi de rahatlatmaya calisti beni. Ruhsar Hanim'i iyi tanirmis, telefon acip rica ederse haritalari edinmem mumkun olabilirmis vs.

 

II.

Antikacinin benim icin benzer haritalar bulacagina inanmiyordum. Hatirladigim kadariyla kendim cizmeye calistigim haritalari. Ilk cizmeye basladigim haritada bir fetih havasi vardi. Fetih olduguna gore kan da vardi. Kustah bir koylu gibi kasketini devirip sehrin kapisina dayanmis dis mahalleler: Asla bitmeyecek bir fethin surekli hazirliliklari. Tipki o eski zaman gunlerindeki gibi cami avlularinda koyun bogazlaniyor, kanin kokusu camiden cikan ihtiyarlarin sonmus istahlarini yeniden kabartiyor. Dar, yilankavi sokakaralarinda pamukhelvacilar, dusup kanattigi dizini tukrukle temizlemeye calisan sumuklu cocuklar; herkes, uzun surecek bir kusatmanin sabirli hazirligi icinde.

Ruhsar hanim'in boyle bir semtte oturmasinin sebebini anlamak mumkun degildi. Kapiyi actiginda yuzume carpan agir parfum kokusu bunu daha da imkansiz hale getirdi. Hosgelmistim, seref vermistim, orta sekerli bir kahve alirdim herhalde. Kahveyi beklerken duvarlara asili haritalara, camekanli raflarda sergiledigi harita defterlerine ve haritacilik uzerine yazilmis Osmanlica kitaplara goz attim kiskanclikla. Kahveler geldi. Evet Hilmi Bey durumu telefonla anlatmisti, kendisi de yardimci olmayi ziyadesiyle istiyordu fakat, bu bes harita ile ilgili hikayeyi biliyordum herhalde. ozellikle besincinin orjinalliginden kimsenin kuskusu yoktu? Dolayisiyla benim icin yapabilecegi sey ancak besinci haritanin fotokopisini vermek olabilirdi ki, onu da Hilmi'nin verdigi adrese gondereli yirmidort saatten fazla olmustu.

Ruhsar Hanim konusurken bir an icin sarisinligini bana bulastirmasindan korktum. Agzinin icinden pembe bir yilan gibi danseden dilinin altinda daha neler sakladigini merak ettim. Konusurken dili ve disleri gozukmeyen insanlardan daima korkmusumdur.

Yine de ona cizmeye ugrastigim haritayi anlattim. Onun karsilik olarak soyledikleri ise kafami karistirmaktan baska ise yaramadi.

Binbir bahane ile kendimi evden disari attigimda genzime dolan taze kan kokusu midemi bulandirdi. Cami dagiliyordu. Camiden cikan ihtiyarlarin ve cami onunde ayakkabi boyaciligi yapan, simit satan ergen delikanlilarin gozunden okudugum ofke ve hinc bana Abrusak'in Bursa olacagi zamana kadar Kesil Dagi'ndaki kesisleri kiliselerinden kovmaya kararli musluman dervislerin gozlerinde olduguna inandigim iman dolu ofkeyi anlasilir kildi. Ruhsar Hanim'in son soylediklerini de: O cizmeye calistigim harita bir kusatma haritasiydi, surun disindakilerin hikayesiydi. Bu yuzden de gosterdigi sey gercekte ne sehirin kendisiydi ne de giderek daga dogru tirmanan derme catma binalar. Harita, muhtemel bir saldirida kullanilmak uzere surlardaki gedikleri, zayif noktalari gosteriyordu. Ben de oyle bir ustalikla cizmeliydim ki surlarin ardina gonul ve iman gozuyle bakanlarin disinda hic kimse gormemeliydi onlari.

 

III.

Eski bir sarki cizirdiyordu antikacidaki eski radyolardan birinde. Bu radyolarin yuz yil onceki istasyonlarin yayinlarini aldigina dair ciddi bir suphe uyandi icimde. Ne zaman acsaniz emperyal melodiler...

Yasli adam beni gordugune sasirmamis gibiydi. Ama yuzundeki ifade eskisinden bile nemruttu. Duymus muyum, Ruhsar Hanim dun ogleden sonra evinde olu bulunmustu, ustelik evindeki tum haritalar da calinmisti. oyle mi? Ama ben asil su bes haritayla ilgili hikayeyi sormaya gelmistim. Niye, hikayeyi bilmiyor muydum? Sehrin yerlisi degil miyim? Herkes bilir: Zamanin tekfurlarindan biri dagdaki sarayindan Abrusak'a ve onun ustune gundelik bir kader gibi coken sise bakip huzunlenirken aklina bir sey geldi. Hemen adamlarina dagdaki yuz kilisede yasayan tum kesisleri cagirmalarini buyurdu. Gelen kesislerden elele verip Abrusak'i sisler alindayken bile kendisine ayan edecek bir harita cizmelerini istedi. Bu haritada herseyin; yollarin, derelerin, koprulerin, binalarin, yarin oburgun torunlarimizin da gormesi gereken tum ayrintilarin yer almasini istiyordu.

Kesisler, tum okumus yazmis adamlar gibi sehre inme zahmetine bile katlanmadan, sehri tepeden goren kiliselerine kapanip bir taraftan sehrin ustune coreklenmis sise, ote taraftan sehri gezmis seyyahlarin yazdiklari kitaplara baka baka bir harita cizmisler. Rivayet odur ki, haritaya sadece kiliseleri ve dinleri acisindan gelecege iletilmesi sart olan ayrintilari isledikleri icin huzurdan kovulmuslar ve bir daha asla tekfurun iltifatina mazhar olamamislardir.

Tekfur hatasini anlamis ve bu kez farkli bir yol denemis: Sehrin degisik yerlerinde ikamet eden, dort ayri mesrepten dort yetkin temsilciyi cagirtmis huzuruna ve istedigini tekrarlamis. Bir kesis, bir devris, hic bir inanci umursamayacak kadar yoldan cikmis bir mezar soyguncusu ve insanlar arasinda ayrim gozetmeyecek kadar dogustan orospu bir kadin. Tekfur bu dort kisinin harita cizemeyeceklerinin farkindaymis elbette. Onlara, her gun yurudukleri yollari, bildikleri tum binalari, gittikleri ve gitmek istedikleri her yeri cizmelerini soylemis. Yine rivayete gore, aylar sonra tekfurun huzuruna cikan temsilcinin de kesislerden daha tarafsiz haritalar getirmemeleri uzerine cilgina donen tekfur, her temsilcinin dilinin altina bir digerinin cizdigi haritayi kazitmistir. ustelik ne onlarin cocuklarindan ne de cocuklarinin cocuklarindan silinmeyecek bir sihirle, orospunun diline dervisin cizdigi haritayi; dervisin diline orospunun cizdigi haritayi; mezar soyguncusunun diline kesisin cizdigi ve kesisin diline mezar soyguncusunun cizdigi haritayi kazitmistir. Abartili bir rivayettir ki, bu insanlarin ve soylarinin cekimi dillerinin altindaki haritalara dogrudur.

Antikaciya, Ruhsar Hanim'i oldurenin kadincagizin dilini kesip kesmedigini sordum. Bilmiyormus. Eger, dedi, sen de bir harita cizmeye calisiyorsan, unutma ki bu harita bir mudafa, bir cekilme hikayesidir. Bu sehirde yasayan ermenilerin, yahudilerin ve rumlarin geride sadece yikik kiliseler, havralar ve gecmis gorkemli gunleri hatirlayip sussunlar diye bir kac temsilci birakarak cekip gitmelerinin, sisin icinde kaybolmalarinin hikayesi.

Yokustan asagi inerken ince, kararsiz bir sisin icindeki siluetine bir kez de antikacinin anlatiklarinin saskiligiyla bakmayi denedim: Sanki meridyenlerle paralellerin cakistiklari yerleri isaretlemek icin yapilmis kavsaklar, dortyol agizlari; sehrin dogal haclari.

 

IV.

Meridyenlerin paralellerle kesistigi bir noktada carmiha gerildim. Basit, aptalca bir kac harita ustunde, onlar yuzunden, yillar boyu emin adimlarla yurudugum bu sehirde kayboldum; daha da beteri sehri kaybettim. isiltili caddeler hizla geceleri duvarlarina sarholarin isedigi cikmaz sokaklara ve cikmaz sokaklar ucu sonsuza degin kapanmayan bulvarlara donusuyor. Daha dun ustunde yurudugum, iki yanindaki elektrik direkleri ile yeryuzune civilendiginden emin oldugum sokak; yerini arnavut kaldirimli, neon isiklarina garkolmus bir meydan birakiyor. Yolda yuruyen, oradan oraya kosusturan insanlara sormak istiyorum o vakit: ustune bastiginiz yolun sizi nereye kadar goturecegini biliyor musunuz? Ya varmak istediginiz yere kadar ayaklarinizin altinda olup olmayacagini?

Toprak ayagimin altindayken, Tophane'ye cikan merdivenler henuz yerindeyken, sehir tum bu olanlardan; her gun karninin desildiginden, onlarca evinin yokoldugundan, kenar mahallelerdeki kusatmanin her gun biraz daha berkitildiginden habersiz isiklarini cirkinligini orten geceye selam diye kirpistirirken yurumek istedim, yurudum, Hasim Iscan parkinda ucuz sarap kokulari sacarak dolasan sarhoslarin ve ekmek arasi yaprak sarmalarini yanlarinda getirmis basortulu kadinlarin yaninda dusmancil bakislarla dikilen erkeklerin arasinda, yari karanlikta omzuma yapisip beni silkeleyen elin Hilmi'nin olmasina niye sasirdigimi bilmiyorum. Hos bes faslindan sonra orada ne aradigim sorusunu duymazdan gelerek orada ne aradigini sordum. Ne mi ariyordu? Parkin altinin Bitinia yapisi odalar ve dehlizlerle dolu oldugunu bilmiyor muydum? Bilmiyordum.

Bir banka oturduk. Cig bir isikla aydinlatilmis tarihi binalardan yayilan tevazu ve huzurun kah bir motosikletin gorgusuz bogurtusu kah havaalanina dogru alcalan ucaklarin derin ugultusu ile dagildigina, parcalandigina tanik olduk. Hilmi'nin elinde peydahlanan sarap sisesini paylasarak, sehrin ustune cokmus gecenin karanliginda alimli sozcukler caldik. Hilmi, alkolun ve karanligin icinden bir yerden sordu: Antikacinin ortadan kayboldugunu, dukkaninin da yandigini biliyor muydun? Onu da bilmiyordum. Cizdigi haritalardan cani yanan biri yakmistir dukkani, dedi, Hilmi. Nasil yani, diye sormadan o anlatti. Antikacinin asil isi sahte define haritalari cizip meraklilarina okutmakmis. Onun cizdigi harita ellerinde, Uludag'da ve Bursa ovasinda topragi eseleyenlerden biri gercegi anlayip intikam almak istemis olabilir. Ama, dedim Hilmi'ye sahte haritalardan birinin gercek bir definenin yerini gostermesi ihtimali de var degil mi? Sakami anlamadi. Bilmem dedi, bildigim bu sehrin yeralti hazinelerine sahip olmak isteyenin son haritaya da sahip olmasi gerektigi. Ne yani bu sehre gomulu define falan mi vardi? Vardi elbette. Buranin bir Bitinia sehri oldugu donemlerde sehrin barbar kavimler tarafindan ele gecirilme tehlikesi karsisinda tum Bitinia hazinesi sehrin cesitli yerlerine gomulmus ve gomuler namli uc buyucu tarafindan tilsimlanmistir. Ne, bir de define tilsimi hikayesi mi vardi, bu sehrin tilsiminin su uzerine yapildigi ve kiyametinin de suyla olacagi masalindan sonra? Evet dedi, o efsane de dogrudur, defineleri bulmak o yuzden bunca zor ya. Durdu, uzun bir sure sadece soluk alip verisini duydum. Antikaci, dedi, sana haritalarin hikayesini anlatmis miydi? Anlatmisti. Herkese anlatir, dedi, ama kasitli olarak yanlis anlatir. Haritalar, o uyduruk hikayenin tersine, ayri zamanlarda cizilmistir. Birisi Bitinia doneminde, ikisi Bizans devrinde ve dorduncusu Osmanli zamaninda. Efsaneye gore yeraltindaki hazineleri gosterecek olan besinci harita, bu dort haritanin ustuste konulup isiga tutulmasi ile olusacaktir. O bunak antikaci dorduncu haritayi gordugunu soyluyorsa da inanmiyorum. Dorduncu haritayi o uydurmustur; hatta belki cizip birilerine okutmustur bile...

Bir sehri kagit uzerinde yeniden canlandirmanin, ona bir kurgu ve ruh kazandirmanin bir olcek ya da legend meselesi olmadigini dusundum. Sehrin otantik ruhaniyetini yeniden yaratmak icin en once o sehre dair kronolojiyi ayaklar altina almak; her gun gozumun onunde en cirkin, mustehcen ve asil haliyle dikilen sehri yegane sehir olarak kabulenmek ama bu haline katlanabilmek icin de ona yeni hayali gecmisler uydurmak gerekiyordu. En azindan baskalarinin uydurduklarina cani gonulden inanmak gerekiyordu. Iste Hilmi, kuf tutmus bir kilicin, dilsiz mezartaslarinin ve ulkenin dort bir yaninda topraga gomulu hazineleri sirdaslarina anlatip alelacele bir dedektor alirlarsa hayatlarinin kurtulacagini soyleyen karanlik adamlarin sesiyle anlatiyordu. Anlatmiyor, soruyordu: Osman Gazi'nin neden bir hristiyan manastirina gomuldugunu dusunmus muydun? Peki bir zamanlar Gorukle'nin yerli halki olan rumlarin her yaz Gorukle'ye gelme sebeplerinin ozlem olmadigini? Bir zamanlar burada yasadiklarina gore beraber gezip cocukluk anilarini tazelemesi gereken bu insanlarin tek tek ve bir hirsiz huzursuzluguyla cevrede dolasmalari ile eski sehir haritalari uydurup gecinen bir grup insanin birdenbire turemesi arasinda bir iliski yok muydu acaba?

Gecenin sehrin ustunde yekpare, sutrengi bir tule donustugu saatlere kadar birbirleriyle ilgili ilgisiz onlarca sey anlatti Hilmi. Merdivenleri mahmur adimlarla inerken, belki de gunun ilk isiklarinin verdigi ilhamla, aniden onumde acilan algi kapisindan iceri atladim: Ruhsar Hanim'i ve antikaciyi olduren Hilmi'ydi. Aklimdan gecenlerin dehsetini atlatmadan Hilmi bana dondu ve "Son harita karanlik bir haritadir ve bence siyaha boyali bir sayfa onu taklit etmek icin yeterlidir. Cizmek icin bosuna yorulma." dedi.

 

V.

Tum bunlari dusleyen Kuh-i Ruhban'in etegindeki kiliseden sisin altindaki Abrusak'a bakan kesis mi yoksa pencereden disari bakma zahmetine bile katlanmadan zihnindeki pusun icinde Bursa'yi arayan ben miyim? Aylar boyunca bir kesisin, bir orospunun, bir dervisin ve bir mezar soyguncusunun gozunden Abrusak denilen kente baktim, onu kagit uzerinde yeniden kurmaya calistim. Elimde kendi cizdigim uc haritadan baska, iki gun once postadan cikan besinci harita, alkol dolu uc kavanozda sonsuz bir sozsuzluge mahkum uc dil ve antikaci dukkanindan artakalan ivir zivir var. Bunlara kayip dorduncu dili de eklesem bile haritayi butunleyebilecegimden emin degilim. Zaten dillerin altinda, Uludag'dan Bursa'ya inen derelere benzeyen mavimsi damarlardan baska bir sey goremedim henuz.

Kavanozlarin icindeki alkolde yuzen uc dil bir cok insanin beni suclamasina neden olabilir ama onlarin kaatili ben degilim. En azindan hepsinin kaatili degilim. Dorduncu haritanin sirrini biliyor suphesiyle Hilmi'yi oldurdugumde icinde antikacinin ve Ruhsar Hanim'in dilleri yuzen iki kavanoz kutuphanesinin raflarindan birini zarif bir cift biblo gibi susluyordu. Benim bu suca katkim bir tek kavanozdan ibarettir.

Ruhsar Hanim'in postayla gonderdigi besinci harita da sehrin kadim ruhunu canlandirmama yardimci olmadi. Gercegi gormemi saglasin diye mi yoksa dalga gecmek icin mi gonderdiginden emin olamadigim harita, herkesin, hatta asla bu sehrin olamayacak saskin turistlerin bile her kirtasiyeden, her otelden temin edebilecegi bir Bursa sehir haritasiydi.

Aksamustleri hakim bir noktadan sehre bakiyorum ve dilim benden habersiz sayikliyor: Ey Bursa! Yaslandikca estetik cerrahlarina kosan, makyajini kalinlastiran zamane cengileri gibi yeni yuzler, yeni isimler, yeni haritalar edindin. Ama belki de dogrusu buydu; degil mi ki senin tilsimin suyladir, su ustune cizilmis haritalarin her esintide dagilmasi, her dalgada yeniden cizilmesi de kacinilmazdir... Belki kiyametin bile suya garkolmakla degil, yuzeyinin binyillar boyunca ayni haritayi muhafaza edecek kadar dingin ve kipirtisiz kalmasi ile olacaktir.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1