Parça/Bütün

  Gol Tutulmasi - Mehmet Acar

 

Sonbahar Baskent'e kuzeyden esen serin ruzgarlar ve her gecen gun daha da guzellesen gunbatimlariyla gelir... O gunbatimlarinda kent sakinleri her aksam sehrin terkedilmis, viraneye donmus mahallerinin ustune batan kizil gunesi seyrederler. Akademinin batiya bakan tepeleri de, vakit ikindiyi gectikten hemen sonra yuzleri kiremit rengi bir isikla aydinlanan insanlarla dolar, herkes bir zamanlar milyonlarca insanin birarada cilginca bir kalabalik halinde yasadigi issiz sehrin dingin manzarasina birakmistir kendini. Gri renkli beton ormani, yasadigi buyuk yenilgiye ragmen hala orada, gokyuzune cikan karalti yiginlar halinde dimdik ayaktadir.

Artik Baskent'te yasayanlarin buyuk cogunlugu, bir zamanlar zenginlerin yasadigi bahceli, yesil arazilerde kurulmus luks sitelerde, villalarda oturuyor. Eskiden insanlarin sikis tikis oturdugu mahalleler ise -her gun ilaclama icin giden kamyonlar disinda- hayat belirtisinin olmadigi bir hayaletler sehri gibi zamana direnmeye devam ediyor. Bunca isin arasinda Kuzeybati Federasyonu'nun bu viraneler icin hicbir ozel plani yok, fareler ve boceklerin bu bolgeleri buyuk bir imparatorluk haline getirmemesi icin uygulanan temizlik calismalari disinda...

Bir haftadir getirdigim butun raporlari tek tek okuyan, sik sik da odasina cagirip Hicran ustune bana sorular soran Bayan R. hemen yanibasimda cimlerin ustunde beton ormaninin ustune coken kizil gunesi seyrediyor. Bir suredir ikimiz de konusmuyor, termosta getirdigimiz caylari yudumluyor ve uzaklara bakiyoruz. Bayan R. dizlerinin ustunde birlestirdigi kollari, ellerinin ustune yasladigi cenesi ve kisilmis gozleriyle her zamankinden daha da guzel gorunuyor.

Kampuste herkesin dikkatini ceken yanik kahverengi bir tenle dolastigim, Akademi'deki gundelik hayata yeniden alismaya calistigim ve Hicran'da gecirdigim aylarin ustumde yarattigi etkiyi tam olarak cozemedigim gunler... Gelir gelmez izin alip ailemin yanina gitmis, butun vaktimi annem ve babamla gecirmeye calismis, arasira da kuzey varoslarinin melankolik tenha caddelerinde dolasmis, cocukluk ve ilkgenclik yillarimi dusunmustum. Hicran, belki de butun hayatimi yeniden dusunmeme neden olmustu. Ama dusunup de buldugum cok fazla bir sey yoktu ki... Huzunlu bir dunyada yuzune erkenden istirabin izleri coken bir kusaktandim ben. Dunyanin yeni duzeni, gencligi kisaltmis; herkesi yirmili yaslarinin baslarinda yogun bir calisma hayatiyla yuzyuze birakmaya baslamisti. Yeryuzu'nun yasadigi onca aci ve sikintiyi, yokolup giden milyarlarca insani unutamiyorduk bir turlu. Tuketim en aza indirgenmis, insanlar birbirlerine ne kadar muhtac olduklarini kavramisti. Buyuk Salginlar Devri'nden yuz yil sonra bile insanlar hala korkuyla viruslerin bir gun yeniden geri donebilecegini dusunuyordu. Haksiz da sayilmazlardi. Insanoglu virusleri yenememisti; virusler kendi kendilerine geri cekilmisler, bilinmez bir nedenle ortadan kaybolmuslardi. Bu kadar kisitli kaynaklarla uzayi kesfetmeye, baska gezegenlerde yeni yerlesim birimleri bulmaya calismak huzunlu bir hayalden baska bir sey degildi aslinda. Ama insanlara sirtini donmus bir gezegende baska ne yapilabilirdi ki? Uygarligi ayakta tutmak, insanlari ortak bir hayalde birlestirmek gerekiyordu. Federasyonlar, bu buyuk amac etrafinda kenetlenmeyi biraktiklari zaman insanlar, bu corak dunyada dahi "diger insanlardan daha iyi yasama" amacina sarilacak ve dunya bir kez daha acimasiz ticaretin egemenligi altina girecekti. Dogal kaynaklarin bu kadar kisitli oldugu bir dunyada ticaretin yeniden alevlenmesi hic suphesiz savaslari da beraberinde getirebilirdi. Buyuk bir cikissizlik, huzunlu bir kisir donguydu bu.

Ama insanlar birbirlerini ortak bir ideal etrafinda kenetleyen bu idealin bir hayalden ibaret oldugunu anlamaya basliyorlardi artik. Guney Atlantik Federasyonu'nda, uzay calismalarina ayrilan paranin azaltilmasini ve ulusal servetin toplumsal refah icin kullanilmasini talep eden ilk siyasi gruplar tesekkul etmeye baslamisti bile. Birlesik Federasyonlar Parlamentosu simdilik gucluydu ama ya yarin? Buyuk Salginlar Devri'nin sokundan kurtulan insanlar yeniden "Neden daha iyi yasamiyoruz?", "Neden serbest ticarete izin verilmiyor?", "Neden yari komunal devletci sistemi uyguluyoruz?" gibi sorulari sormaya coktan baslamisti. Kimileri Federasyon yonetimlerinin guclu ordular ve uzay calismalari disinda yonetimden cekilmesini, butun sehirlerin eski site devletleri gibi ozerklik kazanmasini savunuyorlardi. Bu iyimser liberaller, dunyanin asla eskisi gibi kotu olmayacagini, pazar ekonomisinin dunyaya yeni bir umut getirecegini, herseyin daha da iyiye gidecegini iddia ediyorlardi. Onlara gore silahlanma kesinlikle yasaklanir ve ordu besleme ayricaligi da sadece Federasyon'lara birakilirsa hicbir sorun cikmaz, dogal kaynaklar eskisi gibi kardesce paylasilmaya devam edilebilirdi. Tutucu karamsarlar ise, butun bunlarin kisa vadede degil ama uzun vadede insanoglunu kokten degistirecegine inaniyorlar ve direniyorlardi. Ama butun omurlerini calisarak gecirmekten bikan insanlar, uzayda anlamsizca dolasan uydulardan, gemilerden her gecen gun biraz daha rahatsiz olmaya basliyordu. Birlesik Federasyonlar Parlamentosu'nun sertlige basvuramayacagi dusunulurse 10 yil icinde isteyen sehirlere siyasi ve ekonomik ozgurluk verilecegine kesin gozuyle bakiliyordu. Yeryuzu'nun nereye dogru gittiginden artik kimse emin degildi. Emin olunan tek sey suydu: Insanlar butun dunyanin uzay calismalari icin bir toplama kampi gibi kullanilmasindan giderek daha cok rahatsiz oluyorlardi.

Butun bunlari Hicran'daki o son gecemde Bekci'ye anlattigimda ve uzay calismalarinin aslinda insanligi birbirine baglayan etik bir degerler sistemi oldugunu soyledigimde basini sallamis, "Haklisin" demisti. "Ama bir yandan da ozgurlugu kisitlayan bir sistem bu.".

"Ama ozgurluk sizin yasadiginiz gibi bir sey olmali. Daha iyi yasamak adina dunyayi yeniden bir kaosa suruklemenin neresi ozgurluk ki? Bu insanlar sizin gibi dogayla uyum icinde bir yasami da arzulamiyorlar? Tek amaclari yeniden pazar ekonomisini kurmak; ozgurlukten anladiklari, daha dogrusu anlayabildikleri sey bu... Bunun kurulmasina benim de itirazim yok, hatta biraz daha keyifli, rahat bir hayat surdurebilmek icin istiyorum da... Ama sonu urkutuyor beni. Gecmis yuzyillarda pazar ekonomisi tek tek ulkelere, insanlara mutluluk getirdi ama dunyanin geneline buyuk bunalimlardan baska bir sey getirmedi." dedim.

Bekci, "Sorun ekonominin sekli degil" diye cevap verdi, "tum dunyayi ve yasayan insanlari bir kardeslik duygusu etrafinda tutabilmek. Bu becerilebilirse, ekonomik ve siyasi ozgurluklerin kimseye bir zarari olmaz." Cok hakliydi ama insanogluna ve onun doymak bilmeyen bencil tabiatina kim guvenebilirdi ki?

Butun bu dusuncelere dalip gitmisken Bayan R. birden aramizdaki sessizligi bozdu. "Hicran'a ilk gidenlerin raporlarini senden neden sakladigimizi hic merak ettin mi?"

Dogrusunu soylemek gerekirse, merak etmistim. Ama Hicran'a gittigimde sanki onlardan geride hicbir iz kalmamisti. Kutuphane Bekcisi, Hicran'a alisamayip erkenden gittiklerini soylerdi. Koyluler ise ya cevap vermezler ya da sorularimi gecistirirlerdi. Bunlari Bayan R.'ye kisaca anlattim.

"Hicranlilar guvenilir insanlar. Sozlerini cok iyi tutmuslar. Onlardan sana hicbir sey anlatmamalarini istemistik." dedi. Hic beklemedigim bir konusma konusuydu bu. Ikindiustu beni odasina cagiran Bayan R. "Hadi cayimizi alip gunbatimini seyretmeye gidelim" dediginde onemli bir sey konusacagimizi hissetmistim ama dogrusu eski Hicran ziyaretcileriyle, onlarin deneyimleriyle ilgili bir sey beklemiyordum...

"Gecen gun tibbi bir kontrolden gectin." diye yine konuyu degistirdi. "Evet" dedim. Butun gun boyunca cok sikilmistim. Insanin kendini cok saglikli hissederken butun o tahlilleri yaptirtmasi, rontgen filmleri cektirmesi hos bir sey degildi.

Gozlerimin icine bakarak gulumsedi. "Eskiye oranla cok daha iyi oldugunun farkinda misin? Daha once yapilan tibbi kontrollarda bobreklerinde cikan o kucuk kistler simdi artik yok. Iki boyun omurundaki kireclenme de ortadan kalkmis. Doktorlara gore, bu gelismeler bir mucize. Cunku tibben geri donussuz sorunlarmis bunlar. Ayrica dislerindeki birkac kucuk curuk de kendi kendine iyilesmis."

Hic dusunmemistim ama dogruydu. Boynum aylardir hic agrimiyor, dislerim ise hicbir rahatsizlik vermiyordu. Bobreklerimdeki o kucuk kistlerin ise farkinda bile degildim zaten.

Bayan R. soze girme firsati vermeden devam etti: "Orada manyetik bir alan olduguna inaniyoruz. Bu manyetik alanin herkes ustunde farkli bir etkisi var."

"Ne zaman kesfettiniz bunu?"

"Oraya ilk giden ekiplerden biri golde sandalla bir yolculuga cikmis ama bir sure sonra ekipteki herkes aniden uykuya dalmisti. Daha sonra daha donanimli gidildi ama cihazlar calismadi ve butun ekipler yerini bir turlu tam olarak tespit edemedigimiz bir siniri gecer gecmez aniden uyumaya basladilar. Tahmin edecegin gibi herseyi denedik ama gol izin vermedi. Her seferinde ekiplerimizi Hicranli balikcilar geri getirdi."

Yuz ifademdeki saskinligi goren Bayan R. bana bir sey soylemeye firsat vermeden, sakinlestirici bir ses tonuyla konusmasini surdurdu. "Evet, butun bunlardan sana hic sozetmedik. Hatta senden baska seyleri de sakladik."

"Asil gorevimi Hicran'in sirrini kesfetmek olarak belirlediginizi hatirliyorum. Bu sirri ben gitmeden once cozdugunuze gore beni oraya nicin gonderdiniz?"

"Tabii ki bir elci olarak. Sana herseyi anlatsaydik belki gorevi kabul etmeyecek ya da digerleri gibi erkenden kacip gelecektin. onune ciddi bir hedef koyup, senin orada uzun sure vakit gecirmeni istedik. Tek amacimiz buydu..."

"Bir denektim yani" dedim.

"Elci denmesini tercih ederim. Ayrica kendini aldatilmis bir denek olarak gormek istesen bile ortada kotu bir sonuc yok. Hicran seni tedavi etti ama daha once gidenler bir hafta bile dayanamayip geri donmuslerdi. Depresyon, paranoya belirtileri, uzun uyku nobetleri, halusinasyonlar ve korku... ustelik Hicran'a giden butun ekiplerin en gec uc dort gun icinde geri donmek zorunda kalmalari, arastirma yapmayi da imkansiz hale getiriyordu. Toplanan verilerin ne kadar saglikli oldugunu da anlayamiyorduk. Bunun uzerine Hicran'dan 100 kilometre oteye bir kamp kurup ekipleri helikopterlerle gunubirlik getirip goturmeye basladik. Ama yine degisen bir sey olmadi. Ikinci gunden baslayarak ekibin yarisinda ayni belirtiler gozleniyordu. Cok sukur her ekipte senin gibi olumsuz etkiye maruz kalmayanlar oluyordu ama onlar da arkadaslarinin halinden rahatsiz oluyor, islerini gerektigi gibi yapamiyorlardi. Akademi Yonetim Kurulu, butun olaylari aciklanmasi zor bir manyetik alana baglayip Hicran calismalarinin durdurulmasini istedi. Yani oradan elimizi etegimizi cekmeye karar vermek uzereydik. Ama rektor son bir ekip gondermeyi onerdi. Bu ekip Hicran'a gidecek, tek bir gun kalacak ve o gun icinde Hicran'in ileri gelenleriyle surekli bir iletisim kurmanin yontemlerini kararlastiracakti. Bu ekipte ben de vardim. Gider gitmez hemen yaptigimiz toplantida Kutuphane Bekcisi, 'Buraya bilimsel arastirma yapmaya degil, bizim aramizda bizden biri gibi yasayacak birini gonderin' demisti. Donusumuzde bu fikri, rektor de onayladi. Cozemedigimiz bir muamma karsisinda tumuyle teslim olmaktansa aradaki bagi zayif da olsa korumaktan yanaydi. Bunun uzerine Hicran'a Akademi'nin en tecrubeli, en parlak ogretim gorevlisini gonderdik. Ikinci gunun sonunda helikopterin acil olarak gonderilmesini istedi. Cipe bile razi olmadi. oyle ki gonderdigimiz helikopter onu Hicran'dan cok uzaklarda bulabildi. Dondugunde gunlerce kendine gelemedi. Korkunc halusinasyonlar gormustu. Diger uc denememiz de basarili olmadi. Artik tumuyle vazgecmek uzereyken ben yonetim kuruluna yeni bir oneri sundum. Gonderecegimiz kisiye, onyargilardan ve pesin korkulardan arinmasi icin Hicran calismalarinin tumunu, ozellikle de olumsuz ozelliklerini kesinlikle anlatmamaliydik. Hicbir seyden haberi olmayacakti yeni ziyaretcinin. Aslinda bu, hic de zor degildi. Hicran'i degil dunyadan, Baskent'ten hatta Akademi'den bile saklamistik o gune kadar. Toplam 30 kisilik bir ekip ve yonetim kurulu disinda Hicran calismalarindan kimsenin haberi yoktu. Sen de bilirsin, Baskentliler icin sadece uzaklarda ilginc bir Guney koyudur Hicran. Hala da oyle. Ayrica bu yeni ziyaretci, genc bir ogrenci olmaliydi. Baskent'te cok ozleyecegi birileri kalmamaliydi, ne bir es ne bir sevgili... Akademik kariyerine onem vermeli, isini ciddiye almaliydi. Son bir ozellik olarak da, Hicranlilarin dunyasina girebilecek kadar mistisizmle ilgilenmis olmasi gerekiyordu. Yonetim Kurulu, bu fikri cocukca bulduysa da rektor ilgilendi ve bana kimi dusundugumu sordu. Hemen seni onerdim. Zaten ilk basindan beri aklimdaydin."

Bir an sustu. Gozlerimin icine bakip ona hala kizgin olup olmadigimi anlamaya calisiyordu. Oysa kizgin degildim, benimkisi sadece bir saskinlikti. Her ne amacla gonderilmis olursam olayim Hicran'da gecirdigim yazdan cok memnundum. Ayrica Bayan R. ile boylesine onemli ve cok gizli bir seyi paylasmak, onun planladigi bir gorevde yeralmak hosuma gitmisti. ustelik ne yalan soylemeli, benden once gidenlerin basina gelenlerin benim icin cok buyuk bir onemi de yoktu. Tam tersine butun bunlari bilmeden oraya gittigim icin cok sansli hissediyordum kendimi. Hicran'daki ikinci ve ucuncu gunumde anlasilmasi guc bir huzursuzluk yasadigimi, hatta ilk haftayi yogun bir ic sikintisiyla gecirdigimi de hatirliyordum. Belki ben de korkacak ve hemen geri donmek isteyecektim.

"Ilk bir hafta boyunca en yakin yerlesim merkezinde bir ekip surekli seni bekledi." dedi, "Ben de oradaydim. Ama senin digerleri gibi olmadigin hemen ortaya cikti." Bir an, Hicran'a en yakin yerlesim merkezinde benden gelecek haberleri bekleyen tedirgin ve dusunceli bir Bayan R. goruntusu geldi gozumun onune. O ilk bir hafta boyunca onu ne kadar da sik dusundugumu hatirladim. Ayni hafta icinde onun birkac saat uzaklikta bir yerde beni dusundugunu ogrenmek gercekten guzeldi. "Peki ama raporlarim sizce bir ise yarayacak mi?" dedim, gunbatiminin kizil isigi soldukca Bayan R.'nin daha da belirginlesen mavi gozlerine bakarak.

"Alcakgonullu olmanin bir anlami yok. Daha once hic kimsenin bir hafta bile kalamadigi bir yerde uc ayi askin bir sure boyunca yasadin ve gelirken yaninda sayfalarca rapor getirdin. Oraya ayak bastigin gunden beri Hicran'a daha yakiniz artik. Bu da tahmin ettiginden daha onemli bir sey. En azindan ben boyle dusunuyorum. Aslinda Akademi'deki bircok kisi icin Hicran ve orada olup biten tuhafliklarin hicbir onemi yok. "

"Peki bundan sonra ne olacak? Raporlarimda da belirttim, bilimsel calismalarda isbirligi yapmamiz icin daha yillar gecmesi gerekiyor."

"Soyle dusun istersen" dedi Bayan R. beton ormaninin ustunde tumuyle kaybolmus gunesin ufuk cizgisinde biraktigi koyu kizil halelere bakarak, "Uzun vadede isbirligi yapmak istedigimiz yabanci bir uygarligin dilini konusmayi ogrenen ilk insansin sen. Bundan sonra ne yapmamiz gerektigini biraz da sen soyleyeceksin bize..."

"Akademi'nin daimi Hicran elcisi olmak gibi bir seyden mi bahsediyorsunuz?"

Sakinlestirmeye calisan bir gulumsemeyle basini benden yana dondu: "Ayrintilari yarin rektore cikmadan once konusuruz; ama korkma, sana 'Git Hicran'da yasa' diyen olacagini sanmiyorum. Belki duzenli ziyaretler yaparsin. Eminim bu hosuna bile gidecektir." Hakliydi. Hicran'la aramda kurulan o daimi ruhsal bagin resmi bir nitelik kazanmasi gercekten de hosuma giderdi. Hatta ayrildigim gun orayi cok cabuk ozleyecegimi ama geri donmenin o kadar da kolay olmayacagini dusunmustum. Simdi, o zahmetli yolculugu, parayi ve baska seyleri dusunmeden Hicran'i defalarca ziyaret etme sansi cikiyordu karsima.

Gokyuzu duru bir laciverde kesmis, yildizlar parlamaya baslamisti. Ayaga kalktik ve kampuse dogru yuruduk. Butun isiklar yanmisti ve tatli bir ruzgar esiyordu. Soyleyecek, konusacak cok sey vardi belki ama benim icimden susmak, Bayan R. ile yanyana yurumenin keyfini cikarmak geliyordu. Suskunlugu yine o bozdu. "Bu is icin neden seni onerdigimi merak etmiyor musun?". Isin asli, bunun acik ve somut bir nedeni olmasini hic de istemiyordum. olene kadar Bayan R.nin de bana ilgisi oldugu dusuncesiyle avunmayi tercih ederdim. Ama bu dusuncemi kendime sakladim. "Az once sozunu ettiginiz butun kosullara uygun birisiyim, herhalde ondandir" dedim. "Aslinda bu kosullara uygun en az alti yedi tane daha ogrenci vardi. Ama Hicran'a gorevli gittigim gun boyunca nedense aklima hep sen geldin."

Daha cok aciklama isteyen daha kibar bir cumle bulamadigim icin "Anlayamadim" dedim... Kollarini goguslerinin onunde kavusturmus, agir agir yuruyordu. "Itiraf edebilirim, benim icin cok ozel bir ogrencisin. Ama bu, Hicran'da gecirdigim o tek gun boyunca surekli seni dusunmem icin yeterli bir neden olamaz. Orada seni dusunmemi isteyen bir sey vardi adeta. Bizim golun dibindeki manyetik alan diye tanimladigimiz o sey seni cagiriyordu belki de."

Birden sustu. "Sacmaliyorum galiba. Sen en iyisi bu son soyledigimi unut." diyip mahcup bir genc kiz gibi gulumsedi. Ertesi gunun ikimiz icin de onemli bir gun olacagini, rektorun karsisina cikmadan once Hicran'la ilgili olarak bundan sonra neler yapacagimizi konusmamiz gerektigini hatirlatarak yanimdan kibarca ayrildi.

Yalniz kaldigimda dusunecek o kadar cok seyim vardi ki... Kafeteryada aksam yemegimi yerken, kantinde cayimi icerken mumkun oldugunca yalniz kalmaya ve herseyi yeni bastan dusunmeye calistim. Dusuncelerimin gelip kilitlendigi nokta Akademi'nin "manyetik alan" tanimlamasi ve Hicran'da gecirdigim o son geceydi. Raporlarimda hic yer vermedigim halde Bayan R., Hicran'in bendeki kisisel ve ruhsal etkileri ustunde bir suru soru sormus ve bunlarin tumunu teybe kaydetmisti. Ama o son geceye dair tek bir kelime bile etmemistim. Bekci, "Anlatip anlatmamak sana kalan bir sey" demisti, ama ikimiz de o gece basima gelenleri kimseye anlatmamam gerektigini biliyorduk... Anlatsam bile ellerinde bir "manyetik alan" aciklamasi olan insanlar yasadiklarimi anlayamazlardi.

O son gece Bekci'yle Kutuphane'nin bahcesinde uzun uzun sohbet ettikten sonra erkenden odama cekilmis ve her gece oldugu gibi tatli uykunun gelip beni usul usul sarmasini beklemistim. Aradan ne kadar sure gecti hatirlamiyorum ama bir sure sonra beni urkuten bir sey oldu. Daha dogrusu anlayamadigim, cozemedigim bir sey... Gozlerimi kapatir kapatmaz bedenimin giderek kuculdugunu, etrafimdaki herseyin buyudugunu hissediyordum. Gozlerimi actigimda ise hersey olagan gorunuyordu ama sanki tek bir hareketimle yattigim oda tuzla buz olacak bir goruntu haline gelecekti... Suurumun olanca berrakligiyla acik olmasina ragmen bu his beni urpertiyordu. Birkac dakika boyunca bana neler oldugunu anlamaya calismis, neden sonra bedenimi bir turlu hareket ettiremedigimi farketmistim. Butun dikkatimi sag elime verip onu hareket ettirmeye calistim ama beceremedim. Sanki bedenim uyuyor ve zihnim de disari cikmaya calisiyordu. "Bu bir ruya" diye dusunmeye calisirken gozlerimi kapattim ve kapatir kapatmaz bedenimin havalandigini hissettim. Korku icinde hemen gozlerimi actim. Odadaydim.

Olagan ruh halime geri donemeyecegime, yapilacak en iyi seyin kendimi birakmak olacagina karar verip, tekrar gozlerimi kapattim ve bir anda zihnimin bedenimden ayrildigini hissettim. Pencereden cikmis, acik havada bir tuy gibi gole dogru suzuluyordum. O kadar hafiftim ki artik, ucmuyor sadece ruzgarda savruluyor; bir gucun etkisi altina girmis, agir agir gumusden alevlerin icinde yanan gole dogru cekiliyordum...

Sudan fiskiran alevlerin icine daldim ve gozlerimi actim. Bedenim kaybolmustu. Sadece algilarim vardi. Golun icinin disarisindan cok daha aydinlik oldugunu gordum. isik yukaridan yildizlardan geliyordu. Sanki suyun yuzeyinde yildizlarin isiklarini buyuten bir mercek vardi. Dibe dogru cekilirken aklima birden o gun zihnimde surekli dolasan tuhaf dusunce geldi. Belki de cocukken uyuyup kaldigim bir ogleden sonra gordugum bir dusten ibaretti butun hayatim ve artik dusten uyaniyordum. Biraz sonra yatagimda dogrulacak ve herseyi unutup kuzey varoslarindaki evimizde annem ve babamla beraber olacaktim. Varolus ne tuhaf bir seydi. Butun diger canlilar gibi ne evrenin ne uykunun ne de zihnin sirlarina vakif olamadan olup gidiyordum belki de... Asil aci olan bu degil miydi? Belki, hayata tumuyle yabanci oldugumuz o cocukluk gunlerinden kalan birkac tuhaf teferruatta yatiyordu herseyin sirri. O yaslarda hayat, cozumlerine ulasacagini sandigin bir sirlar aleminden ibaret degil midir zaten? Babamin uzak sehirlerden getirdigi porselen cay tepsisinin ustundeki o buyuk cicekli balkon resmi ilk gordugumde beni buyulemisti. Bir yaz gunuydu, acik mavi bir gokyuzu, dingin bir deniz, birkac gemi, denizi seyreden kirmizi elbiseli bir kadin, karsida yesil agaclarla dolu tepeler, balkonun her yaninda buyuk yaprakli cicekler, bir masa ve masanin ustunde cay fincanlari... Bu resim beni o kadar cok etkilerdi ki tepsiyi her gordugumde butun ayrintilari tek tek inceler, orada o kadinin yaninda olmayi isterdim. "Mutlaka bir an olmali" diye dusunurdum, "ve ben eger o dogru ani bulabilirsem kendimi birden o cicekli terasta bulabilir, orada akip giden zamana karisabilir, orada cok mutlu olabilirim" Butun resimlerin icine girebilecegimi ve alemden aleme yolculuklar yapabilecegime inanirdim. Sanki bu mumkundu de, sadece nasil olacagini bilmiyordum.

Sahi, ne tuhaf bir cocuktum... Gordugum butun resimler baska alemlere acilan kapilardi. Zaman, patlamaya hazir bir bomba gibi dinlenirdi o hareketsizlikte, sanki bir noktaya hapsedilmis, kilitlenmisti. Bir anahtar ya da bir yol bulabilseydim, kilitlenmis zamani cozebilecegime ve o resmin icindeki sakli zamanin bir oluktan fiskiran su misali beni de icine alacagina inanirdim. Butun cocuklarin buyuklere anlasilmaz gelen boyle tuhaf dusunceleri vardir. Lisede okurken bir keresinde annemi ziyarete gelmis komsu kadinin 3 yasindaki kizi dilinin dondugu kadariyla yataginin hemen ustunde baska insanlar yasadigini, onlarin yanina nasil gidebilecegini sormustu bana.

Dil... Ona hakim oldukca cocukluk hayallerini bilincimizin coplugune atip, gercekligi de insan aklinin sinirlarina gore yeniden kurmaya basliyoruz belki. Ya da zihnimizin icinde ucusan dusunceleri kelimelerle sekillendirmeye calistikca, dilde karsiligi olmayanlari da suratle unutuyoruz. Ama ruhum yildizlarin aydinlattigi Hicran golunun dibinde yuzerken, akan zamanin icinde dil yoktu ve daha da asagilara dogru suruklenirken cocuklugumun tuhaf dusuncelerinin cografyasinda ozgurce dolasabiliyordum.

Yillar sonra Baskent'teki resim muzesinde gezerken klasik resimden neden o kadar cok hoslandigimi, modern resime karsi ise neden kayitsiz oldugumu soran bir arkadasima bir suru sey anlatmistim da, zamanin tek bir anin icinde kilitlenmesiyle sonsuz bir boyuta kavusmasi arasinda hicbir fark olmadigini, klasik figuratif resmin de bunu cok iyi becerdigini soyleyememistim. O da beni resimden anlamamakla suclamisti. Kimbilir belki de hakliydi... Benim resimden anladigim sey, cocukluktan kalma tuhaf bir zaman takintisiydi. Ama ben bunlara aldirmiyor ve adi resim tarihinde pek fazla gecmeyen Hollandali ustalarin gercegin bire bir kopyasini cikartmaya calistigi resimlerine olan hayranligimi surduruyordum. Cunku onlarin resimleri bana cocuklugumdaki o kilitlenmis zaman dusuncesini hatirlatiyordu. Aslinda butun hayatimizi da hafizamizda her gun yeniden cizilen resimler halinde saklamiyor muyuz ve her gece uykumuzda o resimlerden olusan bir buyuk imge denizinde yuzmuyor muyuz? Nereden gelip nereye gittigimizi hic bilmeden...

Birden gozlerimi actim. Hicran Kutuphanesi'ndeki odamda kaskati yatiyordum. Kalktim, pencereyi acip golden gelen temiz havayi cektim icime... Bekci'nin hala uyumadigini, asagida bahcede oturdugunu gorunce asagi inip bir sigara yaktim ve ona az once yasadiklarimi anlattim.

"Hicran golu bazen insani, aklinin icinde dolastirmayi sever. Arasira uykumuzda bir anne gibi bizi icine alir, sefkat gosterir, vaftiz edermiscesine yikar, arindirir. Kimilerine buyuk yetenekler kazandirir, kimilerine huzur verir, kimilerine ise kotu hayaller gosterip koyden kovar. Bence o da bizle birlikte ogreniyor, buyuyor. Bu gece bana anlattiklarindan cikardigim tek bir sey var: Hicran seni taniyip sevdikten sonra icine aldi ve seni zihninin icinde bir yolculuga cikardi. Dun gece gordugun ruya sana gonderdigi bir isaret gibi gelmisti bana. Hakli ciktim."

"Golden bir kisi gibi bahsediyorsunuz?" Cevap vermedi.

"Peki ama o kim sizce? Ne zaman geldi buraya? Ve amaci ne?" diye usteledim.

"Bu gece uykuyla uyaniklik arasinda gercek, yanilsama ve zaman ustune dusunmus olabilirsin. Atesli gecelerde beynimizin gercegi algilama bicimi de surekli degisebilir. Kimbilir belki de burada olagandisi olan hicbir sey yok... Olagandisi olan Hicran degil, dunyanin geri kalani belki... Hicran'da bir sey oldugunu kabul etsek bile onun ne oldugunu anlama sansina henuz sahip degiliz. Biz bu issiz evrenin bir kosesindeki su kucuk gezegende ne aradigimizi bile tam olarak bilemiyoruz." Hakliydi. Birer sigara daha yakip sabahin ilk isiklarina kadar orada oyle sessizce oturduk.

Hicran'in Akademi'nin uzay calismalarina bir katkisi olabilir miydi? Simdilik Hicran golunun etrafinda nese icinde oynayan o harika cocuklar insanoglunu uzaya tasiyabilir miydi? Yeryuzu nasil bir gelecege dogru gidiyordu? Son birkac yildaki muhalif akimlar dunyayi yeniden o eski vahset caglarina dondurebilir miydi? Birlesik Federasyonlar Parlamentosu insanlari daha ne kadar sure tek bir ortak ideal cevresinde tutabilirdi? Buyuk Salginlar Devri'ne kadar obur bir istahla saldirip yokettigimiz Yeryuzu'nun dogal kaynaklari insanligi daha ne kadar idare edebilirdi?

Butun bu sorulara benim siradan bir Uzay Akademisi ogrencisi olarak verebilecegim hicbir cevap yoktu. Ben, orada kendimi Hicran golunun nemli serinligine birakmis, yildizlarin altinda evren ve varolus uzerine dusunuyor, sigarami tutturuyor, az once gordugum Hicran ruyasini dusunuyordum. Cocuklugumdaki, o porselen cay tepsisinde kilitlenmis zaman hayali, gelecekte herseyin daha da guzel olacagina inanmis kucuk bir cocugun, hayatin buyuk mutluluklara gebe oldugunu sanmasindan; anne ve babasinin yaninda gecirdigi o tatli gunlerin harikalar diyarina dogru giden bir ara zaman oldugunu dusunmesinden baska bir sey degildi aslinda. O da hafizanin bir yerlerinde israrla saklanan bir mutluluk dusuydu, tipki kuzey varoslarindaki o bahar ikindisi gibi...

Kantinden cikip yurt binasina dogru yurudum. Hava serindi. Baskent'te yaz bitmisti.

Orada olmayi dusledim... Dalgin yagmurlar mevsiminde, Hicran'in ilk ve son yilinda...

 

Hosted by www.Geocities.ws

1