Parēa/Bütün

  Laleli'den Dunyaya Giden Bir Tramvayda - Cemal Ener

 

Ne elestirmenin adini, ne metnin butununu, ne de okudugum donemi hatirliyorum, ama Turk siirinde Ikinci Yeni olarak nitelenen donemin baslangicini, deyim yerindeyse "sifir noktasini" tek bir kitaba, hatta tek bir dizeye indirgeyen, alabildigine iddiali o sav aklima kazinmis sanki: Sozu edilen kitap, Cemal Sureya'nin uvercinka'siydi (Istanbul 1966), soz konusu dizeyse, kitapla ayni basligi tasiyan siirde yer aliyordu:

Lāleli'den dunyaya dogru giden bir tramvaydayiz

Okudugum o elestiri ya da da degerlendirmenin baglami ve muellifine iliskin her seyi unuturken, one surulen iddianin ("Ikinci Yeni'yi baslatan dize") bellegimde boylesine kalici bir iz birakmis olmasini kendime aciklamakta gucluk cekmiyorum. Cemal Sureya'nin kitabini ve yukaridaki dizeyi (ozellikle de o dizeyi), adini hatirlamadigim elestirmenin degerlendirmesinden cok once "kesfetmis" ve deyimin tam anlamiyla buyulenmistim. Yoksa o kitap ve o dize tarafindan kesfedilmistim, demem daha mi dogru olur? Cunku kendi oznelligimi bulmama ya da kurmama yardimci olan kose taslarindan biri oldu uvercinka. Yetmisli yillarin ikinci yarisinda (1975 ya da 76 yili olmali) Karakoy iskelesindeki bir tezgāhtan bu kitabi aldigimda ne Cemal Sureya'nin Turk siirindeki yerine iliskin bir bilgiye, ne de "Lāleli'den dunyaya dogru giden tramvayin" uzerimde yarattigi etkiyi aciklayabilecek araclara sahiptim. Bir siiri etkili ya da basarili kilan dilbilgisel ve siirsel mudahaleler, kisacasi poetika konusunda dupeduz cahildim yani. Bu tur bilgileri simdi de cok onemsedigim sanilmasin: Birincisi, ister siyasi ya da toplumsal, ister kulturel olsun, herhangi bir donemden ve onu baslatan olaylardan soz acan soylemleri supheyle karsiliyorum artik. Tikel olaylari ve olgulari, az ya da cok homojen kumeler halinde derlemeye ve bu kumeleri bir nedensellik bagi icinde siralamaya dayali donemsellestirmeler, bana aciklayici olmaktan cok indirgeyici gibi geliyor. Ikincisi, bir siiri "anlamak" icin, onu dilbilgisel, siirsel, toplum- ya da ruhbilimsel, vb. gondermeler iceren, elestirel ve analitik bir soyleme "yedirmek" gerekmiyor. Ama bu sonuncusu, tikel bir okumayi paylasmak icin (bu ne denli mumkunse artik) elimizdeki tek arac. Bir kitabi, bir siiri ya da hatta bir dizeyi anlamak icin degil, ama ondan ne anlamis oldugumu anlatmak icin baska bir care goremiyorum.

"Lāleli'den dunyaya dogru giden bir tramvaydayiz", dizesi neden oylesine buyulemisti beni? Sorum ve sorunum, bu iste. Bunu, Roland Barthes'in sozunu ettigi o cocuk gibi anlatmayi deneyebilirdim: "Gercekligi belirtmek icin Budizm, sunya, yani bosluk sozcugunu kullanir, ama daha da iyisi tathata, yani bu olma, bu yolla olma , boyle olmadir; tat, Sanskritcede o demektir ve parmagini bir seye uzatip "o, bak!" diyen, baska da bir sey soylemeyen kucuk bir cocugun hareketini anlatir." (R. Barthes Camera Lucida, cev.: Reha Akcakaya, Istanbul 1992) Tekrarlamak istedigim, temelde bu cocukca hareket; ama biraz daha yetiskin bir edayla.

Okul kitaplarinin, lirik ve epik edebiyat arasinda kesin bir sinir cektigini soyluyor, Roman Jakopson. Oysa bu sinir cizgisinin nereden gectigini gostermek ya da temellendirmek o denli kolay degil. Sorunu bir olcude acikliga kavusturmak isteyen Jakopson'un getirdigi oneri, dilbilgisel bir indirgemeye basvurmak: "() cikis noktasinin ve basat izlegin, lirik metinlerde simdiki zamanin birinci tekil sahsi, epik metinlerdeyse gecmis zamanin ucuncu tekil sahsi tarafindan kuruldugunu soyleyebiliriz." (R. Jakopson, Poetik, Frankfurt a. M. 1979) Buna gore lirik metnin nesnesi ne olursa olsun, bu birinci tekil sahsin bir uzantisi; bir yan unsur olmaktan oteye gidemez. Ve lirik metinde gecmis zamandan soz edebilmek icin, hatirlayan bir ozneye gerek duyulur. Buna karsilik epik metinlerde simdiki zaman, daima gecmise gonderir ve anlaticinin "ben"i yalnizca eyleyen oznelerden biri olarak nesnellesir; olayin parcasi haline gelir. Cemal Sureya'nin siirini -en azindan uvercinka'yi- lirik bir siir olarak siniflandirmakta ve onu ornegin Nazim Hikmet'in Insan Manzaralari'ndan -bu yonuyle de- ayirmakta duraksamayiz. Ama yine bir "Ikinci Yeni sairi" oldugu soylenen Edip Cansever'in -sozgelimi Cagrilmayan Yakup, Bezik Oynayan Kadinlar, ya da Ben Ruhi Bey Nasilim'da- uvercinka'yla benzerlikler tasiyan siirselligine karsi, yukaridaki ayrim acisindan Nazim Hikmet'e daha yakin durdugunu gormek sasirticidir. Cansever, bu kitaplarda birinci tekil sahsi, dunyayi algilayan sairin oznelligini vurgulamak uzere degil, o dunyada yer alan "kahramanlarini" canlandirmak uzere kullanarak, epik bir anlatimi dener daha cok. (Burada oznellik/nesnellik ayrimini varolussal degil, dilbilgisel-metinsel bir baglamda kullandigimi belirtmeliyim.) Oysa Sureya'nin siirlerinde konusan "ben" -yazarin kimligiyle ortusse de ortusmese de- sairin ben'idir.

Ama sorun uvercinka'nin lirik bir siir ve bu siire giren dis gercekligin (dunyanin), saire tabi oldugunu, lirik ben'in bir uzantisini olusturdugunu saptamakla cozulmez. O sair "ben"in, kendini nasil gosterdigini saptamak daha da cetrefil bir istir. Yine Jakopson'un gelistirdigi metafor (egretileme) ve metonimi (duzdegismece) ayrimi iste bu noktada onem kazanir. Metafor, benzerlik (ya da benzemezlik, yani karsitlik) temeli uzerinde kurulur. Jakopson'un ifadesiyle:

"Metaforun yolu, benzerlik ve karsitliga uzanan yaratici cagrisimdan gecer." (R. Jakopson, Poetik, Frankfurt a. M. 1979) Siire imgeler yoluyla giren dunya, metaforik anlatimda lirik ben'in butunselligini parcalamaz, tersine kurar. Metafor kapsayici butunlestirici bir nitelik tasir. Lirik ben'le iliskisi metaforlar uzerinden kurulan dunyanin yalnizca iki boyutu vardir: Olumlayan (bana benzeyen) ya da yadsiyan (benim karsitim). Bu anlamda metaforik iliski, iki butunun karsilasmasidir ve karsilasan ogelerden biri digerinin yerine gectiginde bile, gerceklesen bir kirilma, parcalanma degil, yinelenmedir. Buna karsilik metonimi, kabaca, parca ile butunun yer degistirmesi olarak tanimlanabilir: Parca butunun yerini alir ya da butun bir parcaya indirgenir, kendini bir parcasinda gosterir. Sozgelimi bir filmde, uygun adim yuruyen bir grup postalli ayak gostererek yaklasan bir orduyu cagristirdigim ya da 'Tum sehir bana kustu" gibi bir dize kurdugum zaman, metonimik bir anlatima basvurmus olurum.

Cemal Sureya'nin dizesine metafor/metonimi ayrimi ekseninde yaklasmayi denerken, basta yanilmis oldugumu itiraf etmeliyim. Bu dizede metonimik bir anlatimla karsi karsiya oldugumu dusunmustum: Dunya, bir parcasiyla, sozgelimi Lāleli gibi bir semtle ayni duzlemde ele aliniyordu. Bunun gercekten de metonimik bir islem oldugu soylenebilir, ama metonimik bir anlatim, metonimik bir imgeden soz etmek icin bu kadarinin yeterli oldugu soylenemez. Boyle bir anlatimdan soz edebilmek icin, lirik oznenin, imgelemindeki nesneyle (dunyaya giden tramvayla) yer degistirmis olmasi; kendi ozneligini ona yuklemesi gerekirdi. Soylediklerimi daha iyi anlatabilmek icin Sureya'nin dizesine -haddim olmayarak- mudahale edecegim: Metonimik bir imgenin olusmasi icin, dizenin -diyelim ki-, "Lāleli'den dunyaya dogru gidiyor bir tramvay" bicimde kurulmus olmasi gerekirdi. Oysa lirik ozne (bu durumda "biz") bu dizedeki yerini almis ve tramvayi olmasi gerektigi gibi, bir nesne, bir tasit olarak kullaniyor. Boylece sozdiziminde bir kayma ya da yer degistirme gerceklesmiyor ve Lāleli'den dunyaya dogru giden bir tramvayda olmak (tramvay olmak degil) bir metafor, metaforik bir yolculuk olarak kaliyor. Boyle olmasi da iyi, cunku bu durumun benim uzerimdeki etkisiyle dogrudan iliskisi var. (Bu noktaya birazdan donecegim.)

Kisa bir sure once, Roland Barthes'in "Camera Lucida"sini yeniden okumaya baslamistim. Yazar, onuncu bolumde fotograflara yonelik ilgisini harekete geciren iki farkli ogeyi (yine bir ikilik!) adlandirmayi dener. Birinci oge, yani Barthes'in terimiyle studium, daima belirli bir bilgi ve kultur birikimine gonderme yapar. Bakan kisi, o fotograf uzerinde calisir; onu "okur" ve anlamlandirir, ancak bu tur fotograflara iliskin duygulari "ortalamadir". Oysa "ikinci oge studium'u kirar (ya da deler). Bu kez onu arayip bulan (studium alanini egemen bilincimle inceledigim gibi) ben degilimdir. Bu oge sahneden yukselir, bir ok gibi disari firlar ve bana saplanir. Bu yarayi, bu diken batmasini, sivri uclu bir aletle yapilan bu izi anlatan Latince bir sozcuk var: () bu ikinci ogeye punctum demeliyim." (R Barthes, Camera Lucida, cev. Reha Akcakaya, Istanbul, 1992)

Bu satirlari okurken, durmadan Cemal Sureya'nin dizesini dusundugumu farkettim; bu da siirsel imgeyle fotograf arasinda bir kosutluk, deyim yerindeyse bir akrabalik kurmama neden oldu. Gercekten de fotograf, sinemanin aksine bir akisi, bir olusu anlatmaya, kisacasi epik bir anlatima elverisli degildir. Olusun, akisin icerisinden koparilarak, sonsuza dek dondurulmus bir andir fotograf. Onun kendine ait bir zamani yoktur ve harekete gecmek, Roland Barthes'in deyimiyle, "gelivermek" icin, bakan, yani simdiki zamandan fotografin "o anina" donen bir ozneye ihtiyaci vardir. Fotografi canlandiran kisi, bir anlamda, oradaki sahneyi kendi oznelliginin uzantisi olarak yeniden kuran bir lirik "ben"dir. Iste bu kosutluk, Cemal Sureya'nin dizesiyle aramda kurulan punctum iliskisini merak etmeme yol acti. Ilk okuyusumdan bu yana gecen yirmi yil icinde, bu dizenin beni durmadan kapip goturdugu "o anin" uzerimde nasil bir etkisi vardi?

Bu soruyu cevaplamak icin, yetmisli yillara kisaca donmem gerekecek. Yetmisle seksen yillari arasindaki o donem, ergenligini yasamakta olan bir yeniyetme icin ozellikle zor ve talihsiz bir donemdi. (Sonrasinin oyle olmadigini vurgulamak amaciyla soylemiyorum bunu.) Altmissekiz hareketi geride kalmis; tek tek bireylere insanligin kaderi uzerinde etkin olduklari duygusunu yasatan o "epik" cosku sonmustu. ustelik Turkiye'deki geleneksel kulturun zaten ozerk bir kimlik, kendinde bir gerceklik olarak tanimadigi gencligin yavas yavas uyanmaya baslayan ozguveni ve bilinci, askeri darbe tarafindan zorbalikla ezilmisti. Darbe sonucunda uluslararasi topluluktan dislanan Turkiye, daha da cok ice kapanarak karsilik verdi buna. Yasanan ekonomik bunalim da bu ice kapanma ve dunyadan kopma egilimini guclendiriyordu. (Hatirladigim kadariyla, o donemde "sakincasiz" yurttaslar bile yurtdisina ancak iki yilda bir cikma hakkina sahiplerdi ve yanlarinda komik denebilecek kadar az miktarda doviz goturebiliyorlardi.) Okunabilecek kitap, dinlenebilecek plak bulmak neredeyse olanaksizdi. Siradan tuketim mallarinda bile inanilmaz bir darlik yasaniyordu. Yetmisli yillarin ortalarina dogru yeniden canlanan sol hareketse, bu kapanmaya bir acilmayla; yasaklara ozgurluklerle karsilik vermek yerine, (ciliz bazi istisnalar disinda) baska kapali toplumlari ornek alma yolunu secti. (Arnavutluk'un bile "takipcileri" vardi.) ustelik belki de tarihinin en canli doneminde, anlasilmaz bir bolunme ve parcalanma surecine girdi. Zaten parcalanma, o doneme damgasini vuran en temel dinamikti. Ulusal, sinifsal, etnik, siyasal ve cinsel aidiyetleri kendine gore harmanlayan kucuk birimler, parcaciklar arasindaki baglar koparken, her parca bir butunluk talebiyle cikiyordu ortaya. Turkiye dunyanin; tek tek mahalleleriyse Istanbul'un yerine geciyordu. (Boyle bir surecin tum buyuk kentlerimize hakim oldugunu saniyorum.) Derrida'nin deyimiyle, "zincirlerinden bosanmis bir metonimi" yasaniyordu yani. uvercinka'yla (ve o dizeyle) iste boyle bir ortamda karsilastim.

Simdi geriye donup baktigimda, erotik gondermelerle dolu o kitabin, bir "butun" olarak da onalti-onyedi yaslarinda, cinselligiyle yeni yeni tanismaya baslamis bir yeniyetme olan beni buyulemis olmasi gerektigini dusunuyorum. Ne de olsa iktidarin, muhalefetin ve geleneksel kulturun yasaklar alanina kapatmak konusunda uzlastiklari bir deneyimdi cinsellik. Ama o dizenin uzerimde yarattigi etki, boylesi gondermelerle ilgili degildi.

Hayatinin bir doneminde, her insan gurbet hasretine benzer bir ozlem duyar; nasil olursa olsun, bir uzaklasma, yolculuga cikma arzusuna kapilir. Bu onun yeniden yuvaya donebilmesi, kendiyle yeniden bulusabilmesi icin -olmazsa olmaz- bir on kosuldur cunku. O halde genc insanlarin bu ozlem ve arzuyu cok daha yakici bir bicimde yasamalari da dogaldir.

Cemal Sureya o dizeyi ne dusunerek yazmis olursa olsun: Yetmisli yillarda yasanilan kapanma, daha dogrusu kapatilmislik duygusu, insanlari karamsarlastiriyordu. Kendimi govdeden koparilmis bir kol gibi hissediyor; butune donmek, yeniden buyuk dunyanin bir parcasi olmak icin dayanilmaz bir istek duyuyordum. Parcalanmis bir gercekligin, butunu karartir ya da gozlerden saklar gibi gorundugu bir donemde, Lāleli'yi dunyaya baglayan bir hat bulundugunu; Lāleli'den dunyaya bir tramvay kalktigini duymak, benim icin (ve saniyorum, benim gibi pek cok insan icin) ciliz da olsa bir umuttu. O tramvayda olmaksa mutluluk verici bir dus.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1