Parça/Bütün

  Körün Anilari - Zeynep Direk

 

Korluk nasil gozumu acti?

Dun, lens kullanma konusundaki lakaytligim sonucunda her iki gozumde de meydana gelen kornea takabasi yirtilmasi yuzunden evin icinde bir gun boyunca gecici bir korluk yaamaya mahkum edilmisken, bir aydir ev odevim haline gelmis olan ìparca-butunî iliskisine yeni bir giris yapma firsatini yakaladim. Nesneyi dusunmemizin bir tur anahtari olan bu iliski par excellence felsefi bir konu oldugundan, uzun bir suredir acaba nereden baslasam girdabinda kendi akademik egilimlerimle bogusmaktaydim. Kimdi ilk kez 'butun parcalarinin toplamindan daha fazla bir seydir' diyen, simdi kesin bir cevap veremeyecegim ama, bu unutulmaz cumle, beni her zaman tedirgin etmis, dikkatli olmaya cagirmistir. Suphesiz, ilkin madde ile form arasindaki iliskinin dusunulmesi surecine aittir. Nesneyi kurmak ya da anlamak icin parcalari gelisi guzel biraraya getirmek yetmez, parcalarin ne turden yapisal iliskilerle birbirlerine eklemlendiklerini de bulmak gerekir. Belki de bir yap-boz oyununun butun parcalari birbirine kenetlendiginde ortaya cikan manzaranin sasirticiligi ima edilmek istenmistir. Buraya kadar, gozle gorunur, yapay bir nesneyi model olarak aldigimiz acik. Ama ornegin bir hareketin- tarihin, hayatin ya da tinin hareketinin parcalarindan da sozetmek mumkun degil midir? Varis noktasindan geriye bakilarak surec ereksel bir bicimde yorumlandiginda, surecin parcalari artik kendi kendilerini aciklamaya yetmezler. Baska bir deyisle, butun, ta basindan beri parcalarda saklidir. Butun-parca meselesine dair bu klasik soru mudur bizi sasirtan? Parcalar midir butune anlam kazandiran yoksa butun mudur tek tek parcalara anlam veren? Butun mu once gelir parca mi? Bir sureci anlamak icin parcadan mi butune gidecegiz yoksa butunden mi parcaya? Yoksa parca ile butun arasinda bir salinimdan mi sozedecegiz? ÷rnegin, bir metin yorumunu dusunelim, bu surecte, butunu tamamlayan son parcadan sozedebilecek miyiz? Soz konusu surecteki salinim butunle parca arasinda sonsuz bir spiral midir? Anlarken ya da yaratirken butun ile parca arasinda kurdugumuz iliskiler butunuyle akilci bir bicimde aciklanabilirler mi? Butunu cozumlemek icin parcalarina ayirma islemi pek bir akildisilik icermez gorunuyor, parcalara ayirmanin sonu olabilirse tabii. Nereye kadar bolecegiz, eger sonsuz bolunme varsa parca-butun iliskisini bir toz bulutu icinde nasil olup da kaybetmeyecegiz? Parcalari bir araya getirmek ve mukemmel isleyen bir yapi kurmak sureci de bir yontemi hatasiz olarak izlemenin otesine giden yasantilari dislamaz. ornegin, matematikci ya da ressama "eksik parca" bir ruya ya da beklenmedik bir ilhamla ifsa ediliverir. Herseyin "bir" ya da "ayni" oldugunu ilan etmek herseyi cozmus ya da birlestirmis olmak midir yoksa bir kacis mi? Bir huzur arzusu mudur yoksa durumu toptanlastirip ona hakim olmak isteyen bir megalomani mir? Herseyin toptanlasmasi, farkin fark olarak reddi son kertede rahatsiz edici bir hal almaz mi? O zaman, sormak gerekir: Nereye kadar butunlestirmeliyiz? Bazilarina gore, bu "soyut" felsefe sorulari baglama pragmatik olarak yaklasmadiklari icin birbirleriyle carpilarak uzayip giderler ve kesin olarak yanitlanamazliga mahkumdurlar.

Aslinda, ben bu yazida bu meselelerle ilgilenmiyorum. Kismen bir gunluk korlugumun yasantisiyla kismen Merleau-Ponty'e dayanan cozumlemelerle ilgilenecegim. Neden? Baslarken itiraf edeyim, buna karar vermeseydim ornegin atomistler benim icin iyi bir secim olurdu. Bu ilk cag dusunurlerinin parca ile butun arasinda nasil bir iliski kurduklarini anlatir ve anlattikca buyulu bir saskinligin icine duserek okuru da ilgilendirecegimi umabilirdim. Ama korlugum gozumu acti galiba ve bana gercekleri kendi disiplinine gomulmus ve hatta onu sonuna kadar onermek isteyen bir akademisyenin icine sindirerek kabul edemeyecegi kadar sasmaz bir sekilde gosteriyor. Oysa arkadaslarimin soyledikleri ustumde pek etkili olmamisti. Aslinda kesfetmemis degildim: Bir tarihi yazarken ve hep beraber bir saskinligin icinde yol alirken bile ongorulmus bir yer, daha once oraya gitmis, o haritayi kaba taslak cizmis birileri cikar ortaya. Oraliligin, onlarla akrabaligin dusunulmesi, sorgulanmasi gerekir. Tarihin -yalnizca resmi tarihin degil- her tarihin gerisinde ideolojik bir mucadele, kansiz ama vahsi, kurgusal bir mucadele vardir. Felsefe tarihini, bu tarihi, hem bilgilendirici hem de eglenceli bir hikaye anlatmak icin yapmak, bunu yaparken o tarihi gizlice butunlestirmis, kurgulamis olmayi da icerir. En tehlikeli durum, varlik nedeni hicbir zaman sorgulanmayan o garip 'uygarlik tarihi' derslerinden birini vermek naifligi icine dusmektir. Iniversitelerimizde, bu derslere mezun olmak icin asilmasi gereken bir engel olmaktan daha ote bir anlam atfeden herkes, onlari 'daha kulturlu' ya da 'daha bilgili' olmak icin okudugumuz kanaatine varmistir. Ama bu sifatlarin genetigi ve tarihi bir sorunsal haline getirilmez. Herneyse, benim niyetim 'uygarlik tarihi' ya da 'fikirler tarihi' gibi bir sey yapmak olmadigi halde, bazen akademik egilimlerime kapilarak buna ne de olsa benzeyen bir seyi yapmis olabilecegimi teslim ederim. Oysa yapmayi arzuladigim sey, tarihle iliskiyi deneyimle baglamaktir; tarihi, bir deneyimin ustunu ve yolunu acmaya yonelik olarak okumaktir.

 

Korun hatirladiklari ve durumunu ele alisi

Bir gun boyunca goremeyen birinin dunyadaki varolusu ne kadar degisebilirse elbette benimki de iste o kadar degismisti. isin sigarami yakmak ve tuvalete gitmek gibi tehlikeli ve can sikici yanlarinin yanisira, ic acici bir yani da vardi. Daha sakin dusunebiliyor ve hayal kurabiliyordum. Hayal gucum bazen beklenmedik bir bicimde mekan sanrilari bile yaratiyordu. itiraf ediyorum, birdenbire 'mutlu' bir insan oldum, cunku yapmam gereken seyleri yapamayacagim asikar oldugundan sucluluk duygum sona erdi ve hayat oldukca gerilimsiz bir hal aldi. Gercek dinlenme buydu iste! Vucudumun bir parcasini kolelestirmis, hayatimi tamamen gozlerimin somurusu ustune kurmustum. Mekanla iliskiyi dokunarak ve hayal gucu vasitasiyla kurmak, gunes altinda sikir sikir renkleri ve bicimleri gormekten daha zengin bir sonuc vermiyor. insan, disarinin vahsi canliligina kendisini birakamadigindan gorsel duyum bombardimani ortadan kalkiyor ve ice donmek kolaylasiyor. Karanlikta 'ben' duygusu pekisiyor. "Ben", karanligi mesken tutmus bir ic konusmanin yan-etkisi bile olabilir. Ya da belki ben, sikilmayayim diye yuksek sesle kitap okuyan bir dost sesin bana yonelisi sirasinda varolabilirim sadece. Konusan sesin derinligini tekrar kesfedebiliyorum. Ve sanki karanlik, kendi icindeki bu sesle arasina bir mesafe koyarken benim kendi kendimle aramdaki mesafeyi de telafi ediyor. Benden yukselip bukulen bir seyin kendisine dondugu hissi beni sariyor, hatta boguyor. Soyut oznenin kokleri, karanlikta 'olmak' arttigindan mi karanlikta kalir? Boguldukca ses beni rahatlatmaya yetmiyor, artik birseylere dokunmak istiyorum. Parca ile butun iliskisini dokunarak kurabilirim.

Gormek, gorulen ile gorulmeyen arasindaki iliskiyi ogrenmis olmaktir. Belki de dogustan kor olan birisinin gozleri acilsa ogrenmekte en cok zorlanacagi seylerden birisi budur. Gorulen ile gorulmeyen arasinda bir oyun gibidir gormek. 'Bir seyi o sey gibi gormek' yok olan parcalarla nasil oynanacagini iyi bilir. Gorulen sey aslinda hicbir zaman her acidan bilince verilmemistir. Nesnenin profilleri vardir. Tam karsimdaki nesnenin arka tarafini gormem, ancak o nesnenin arkasindan dolasirsam, goremedigimi gorebilecegimi bilirim. Bu bilgi gormeye ickindir, nesneler dunyasinda yasamak en azindan bu tur yokluklarla dolu bir dunyada yasamayi ogrenmis olmaktir. Buna karsin, gormek, dunyanin butunsel bir manzarasi karsisindaymisiz gibi bir kendinden eminlik icinde tutar bizi. Gordugum dunya beni kavrar, icine alir, beni, bana kendimi unutturan bir 'olmak' icine firlartir. Merleau-Ponty, dunyada olmayi bir 'algi' meselesi olarak gormustu. Ona gore, tum bilim ve dusunce evreni dunyanin yasanan deneyimi ustune kurulmustur. Dunyada olmak, ya da algi, dunyayla bilissel iliskiyi oncelerken, baskalariyla birlikteligi, nesnelerle girdigimiz aliskanlik iliskileri icinde eylemeyi, islemeyi ve oyunu varsayar. Dunyanin yasanmasinin kosulu, vucudun dunyayla kurdugu devingen iliski ve algidir. Algi, butun reflektif deneyimlerimizin dogal ortamidir. Gorenin dunyasinda, parca ile butun arasindaki iliski, oncelikle mekansal bir iliskidir, aslinda korun de oyle, ama onemli bir fark var. Bu fark, ilk bakista gormek ile dokunmak arasindaki farka benziyor. Gorenin icinde renkli bicimler, mesafeler ve buyuklukler bulunan, birbirine acilan ve es zamanli olarak varolabilen gorsel alanlardan olusan mekansal dunyasina kiyasla korun dunyasi cok daha ayriksi bir bicimde ardisikliga dayali ve zamansaldir. Bu farka ragmen, Merleau-Ponty'nin dusuncesinin ortaya koydugu gibi, kisi gorse de gormese de parca ile butun arasindaki iliskiyi oncelikle akliyla degil, vucudu ile kurar. Goz, bir mesafeden, dokunma duygusu devreye girmeksizin, bir anda gorsel alanin hakimi olabiliyorsa, bu hakimiyet, devingen vucudun vaktiyle acilip icice gectigi, dokundugu bir dunyanin anisini saklamasindandir.

Alginin Fenomenolojisi, alginin itki (stimulus) ile tepki (response) arasinda bir tekabuliyet iliskisi oldugunu varsayan modern sabitlik tezini gestalt psikolojisine dayanarak elestirir. Bakilan sey degismedigi halde gorulen seyin yani nesnenin degistigi gestalt ornekleriyle hepimiz karsilasmisizdir (ben kendi hesabima, guzel prensesin cadiya donustugu resmi hic unutamam). Gorsel alanda ortaya cikan seylerin parca-butun iliskileri, oncelikle arkaplanla one cikan arasindaki iliskiye gorecelidir. Algida baglama angaje olmusluk vardir ama baglamlar mutlak terimlerle tasvir edilemezler. Baglam, icinde yalnizca iliskiler olan fenomenal bir alandir. Bu iliskiler gorulen seklin arka planla iliskisinin kurulusuna gore, algilananin ne oldugunun degistigi orneklerle gosterilmistir. Gestalt psiklojisine gore ilkel alginin yapisi 'anlam'la yukludur ve algi bir 'olus' olarak incelenmelidir. Bir yandan, alginin 'bir seyi bir sey gibi' algilamak oldugu dogrudur, ama ote yandan, algi, dunyanin baslattigi ileri geri bir salinima aciktir. Bu salinim, butunun durmadan donusumu, parcalarin dagilan ve tekrar bir araya gelen mucizevi dansina benzer. Bu dans, algilanan dunyayi zengin ve cokanlamli kilarken, alginin oznesini (eger onu teorik ozne olarak dusunursek), korkunc bir terreddut buhrani icine sokacaktir. Ama, burada sozkonusu olan, dunyayi seyreden bilinc degil, Merleau-Ponty'e gore, aliskanliklari zemininde guvenle hareket eden vucuttur. Algilanan tamamlanmis bir anlami ya da yonu olmayan acik bir durumdur. Bu muglak aciklik, nesnellige geciste, bilincin batakligi degil, vucudun devingenliginin oyun alanidir. Gestalt psikolojisi, gormenin ve gorsel alanin daha incelikli bir kuramsal betimlemesinin yolunu acar. Gorsel alan, bilincin izlenimlerini sentetik bir bicimde birbirlerine eklemesi ve bicimlendirmesiyle insa edilmis gibi aciklanamaz. insa modeli, en basta vucudu aciklamaya dahil etmedigi icin alginin sirrina yaklasamaz. Algiyi noktasal izlenimlerden yola cikarak aciklayan ampirisistler de, 'nesneligin' zihnin bu izlenimlere bir katkisi oldugunu savunan entellektuelistler de algiyi teorik bir bicimde ele almis ve vucudu dunyadaki nesneler arasinda bir nesne gibi dusunmuslerdir. Vucudun parcalarinin partes extra partes (birbirine dissal ama bitisik parcalarla) koordine oldugunu soylemek, vucudu herhangi bir nesne gibi dusunmektir. Oysa vucudun parcalari arasindaki iliski bir zarflanma iliskisidir.

Bir yasantidan yola cikip govdenin derinligine dogru, daha fazla ilerleyemeyecegimiz yere kadar gittik. Vucudun, parcalari ile butununun arasindaki iliskinin hicbir parca-butun iliskisine benzemezligi. Tenin tuhafligi belki, govdenin dunyanin tenine yabanil dokunusunun parcasiz butunlugu. Hep soylemsel kalmaya mahkum olan felsefe ancak yasantiya dogru kendi sinirlarini gectigi zaman bunlardan bahsedebiliyor. Bu alan, 'pre-Oidipal annenin alani', 'yalnizca yitirilme aninda hatirlanan bir varolus alani' olabilir.(1) Siire acilir:

'Simdi herseyi yeniden animsa, isiklar, renkler vardi. Karanlik gercekte ne kadarsa o kadar. Yasam piriltilari, devinim filan. Simdi bilmeyebilirsin ama sende var onlar. Sevin. Kaygilanmana neden yok.'(2)

 

(1) Iskender Savasir, 'Modernlesme ve Modernizm', Defter, (Sayi 23, Bahar 1995) s.12.

(2) Emel Sakinkaya Gunsur, 'Gunluk', Beyaz (Sayi 6, Yaz 1984), s.39.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1