Parça/Bütün

  "Parca"yla "Butun"u Kesfederken - Hakan Aytekin

 

Rodin, Honoré de Balzac heykelini tamamlar tamamlamaz, sabahin dordu olmasina karsin bir ogrencisine kosar, mutlulugunu paylasmak istegiyle onu uyandirir. ogrenci heykeli suzdukten kisa bir sure sonra, bakislarini heykelin elleri uzerine odaklar. ogrencinin dudaklarindan "Ne eller!... ustadim, boylesine sasilasi elleri yasamimda ilk kez goruyorum!" sozleri dokuldugunde Rodin'in yuzu kararir... Hemen bir baska ogrencisine kosar; onun da tepkisi ayni olur... Sonra bir baska ogrenci; tepki yine ayni tepki. Ve Rodin atolyedeki baltayi kaptigi gibi Honoré de Balzac heykelinin ellerini parcalar...

"Aptallar! Ben bu elleri, kendi baslarina yasamaya kalktiklari icin parcaladim. Bu halleriyle butunun yapisina uygun dusmuyorlardi. Sunu hic aklinizdan cikarmayin: hic bir parca, butunden daha onemli degildir!" (*)

Basini gomdugu kitaptan kaldirarak bos gozlerle cevresine bakindi. Balik istifi bir otobusun icindeydi. Gidiyorlardi. Ayakta durabilmek icin son guclerini harcayan bunca insan icin, yorgun ellerini gecirdikleri yagdan kararmis elliklerin, Rodin ya da Honoré de Balzac'tan daha onemli oldugunu dusunurken, kendisini kuru kalabaliktan daha sansli hissetti. Aslinda sansli demek dogru degil, "ayaktakiler" kuyrugunu es gecip, "oturacaklar" kuyrugunda beklemis, bu ugurda iki otobusun dolup uzaklasmasina goz yumarak sansini kendisi yaratmisti. Teorik olarak "malul gazilere ve hamile bayanlara" birakilmasi gereken koltugun caprazindaydi. Her sayfasinda ayri bir guzide spor kulubunun goklere cikartildigi spor gazetelerini okumak isteyen yolcular da oturuyorlardi. Goz ucuyla gazeteden tedavi olanlar ise ayaktaydi.

Bir zamanlar vatandasin "demokratik" katilimini saglamak amaciyla duzenlenen anket sonucunda -ki o anket sadece iki secenekliydi- kavunici uzerine lacivert seritli olmasina karar verilen otobusler artik rengarenkti. Bezelyeler, cilekler, domatesler, sucuklar, deterjan kutulari ve hatta otomobil lastikleriyle kusatilmislardi.

Kaportayi asip camin uzerine tasan bezelyelerin arkasindan sokaklar bir nebze olsun yesil gorunuyordu. Davul-zurna esliginde halkin kendi gecekondularini yikmasindan sonra, kentte kalan son yesilliklerden biri olan mezarligin onunden gecerken, kimilerinin dudaklari uckulfubirelhamla hafifce kimildadi. Kitap okuyan gencin dudaklari ise, otobustekilerin cogunun yasamak icin bu kenti secmesine, ama olunce mutlaka koylerine gomulmek istemesine mustehzice gulumsedi.

"Gor, gorul ve hayatta kal" sloganiyla farlari gun boyu acik duran ama plaka yerine "96-118" gibi rakamlarla kodlanan ruhsatsiz otobusler, caktirmadan trafige; akilli biletlerle de caga ayak uyduruyorlardi. Gunun her saati dolup-tasan otobuslerde akilli bilet uygulamasina en cok bozulanlar ise, arka kapidan binip de, ondeki biletyiyenkutuya biletlerini elden ele yollayanlardi. Cok zordu akilli biletin elden ele one gidip, geri donmesi. Bu kentte her sey kapanin elinde kaliyordu.

Her kose basinda yeni is olanaklari acan kent olduren bir cazibeye sahipti. Cam siliciler, "selpak"cilar, karinca duacilari, kendilerine nimet sunan kirmizi isiklari seviyorlardi en cok. Sari isik daha yesile donmeden kornalarina abanan, ara gaziyla araclarini sahlandiran suruculerden ise nefret ediyorlardi. Koca kutukleri kaldirimla yol arasina koyup kaldiran seyyar park hamallari ise, yasli ve cocuklarin, hatta "ic savas ruh haliyle" "yuruyen birer kale" olan seroke ciplerin bile inip cikamadigi bu kaldirimlara park edecek bilcumle araca kolayliklar sagliyordu.

Kitap okuyan genc camdaki bezelyelerin arasindan kaldirimlari izlerken, ilkokul yillarinda Tatil Kitabi'nda okudugu bir yaziyi hatirladi. Sanki otobus duruyor, camin disindaki her sey gecip gidiyordu... Gecip gidenler arasindaki saksi ve sirim boylu kizlarin, bilekbuken kabasabolar; ortaboylu kizlarin ise analarindan gordukleri gibi giyindikleri; sepetkalcalarin kalcalarini hem gostermek hem de saklamak icin agustos sicaginda bile kazaklarina yeni islevler katarak kalcakazagi kullandiklari kentin kaldirimlarinda, kaldirimorospulari kadar kaldirimpezevenkleri de cirit atiyorlar; atilan her cirit, umutla-sehvet arasinda yapis yapis bir kunk olusturuyordu. Gecmiste gemilerin mermer ve altin bosalttigi limanlara artik frengi, gonore ve aids bosaliyordu.

Kitap okuyan genc, pek onemli bulmasa da bir baska seyi daha farketti; cantalarin beden uzerindeki konumunu... Kadinlar ve kizlar nedense cantalarini cogunlukla sag omuzlarinda tasiyorlardi. Omuz cantasini "out" bulanlar, cantalarla sirtlarini saglama almaya baslamislardi. Erkekler artik cantasizdilar. Portfoy ve bond cantalarin yerini alan "free-bag"ler de daha az gorunuyorlardi. onlukleri artik siyah olmasa da, yine de tektiplestirilen ogrenciler ise sirtlarinda tasiyorlardi okul cantalarini; okul egitimi ile hamallik egitimi at basi gidiyordu. Plastik beslenme cantalari ve mataralari ise iki elleri arasinda beynamazdilar...

Kaldirim taslarinin en gec uc ayda bir degistirildigi sokaklar en az otobusun ici kadar kalabalikti. Ve kaldirimdakilerin cogu garip bir kosusturma icindeydi. Varoslarda kendilerine yasama alani bulan yeni kentliler, is icin iki-uc vasita degistirdiklerinden kosusturmak zorundaydilar. Dahasi, degistirilen vasita sayisi yillar gectikce artiyordu. Varoslardaki evler kisa surede, kanser gibi buyuyen kentin ortasinda kaliyor; rantin keyfine erisip kok salmayi becerenler kentin yeni efendileri olurken, rantin altinda ezilenler "yeni" varoslara dogru kayiyorlardi.

Her secim doneminde parayi denk getirenlerin bir kat daha yukselttikleri, sivasiz, badanasiz ve en ust katlarinda yeni bir kat icin "bekleyen" ciplak demir frizli, sokaksiz evlerin onunde uzanan otobanin kenarindaki yesilliklere oturanlar, yanibaslarinda yayilan sigir sipaya aldirmaksizin cekirdek citleyip, tig durterken, otobandan homurdanarak gecen kamyonlara bakiyorlardi; ama en cok da, gecip giden melmeket otobuslerine... Icten ice ic cekiyorlardi.

"ilerleyelim beyler" diyerek, "toplumsal" bir rol ustlenen sol kulagi kupeli delikanli kalabaligi yararak arka kapiya dogru ilerliyor; mini etekli bir kizin hemen yani basinda cember sakalli bir ihtiyar tespih cekiyor; biyiklari yeni terlemis bir delikanlinin gozleri, onunde oturan kepek sorunlu kizin gogus dekoltesine dalip cikiyor; esnaftan orta yasli iki adam "biz adam olmayiz" muhabbetini, "ben zaten demistim" "bilgeligi"ne tasiyorlardi. Kent adeta otobusun icindeydi. Kesif bir ter kokusu, ucuz parfumlerin, haciyaglarinin kokusuna karisip genizlerde yakici bir iz birakiyordu.

Aslinda tek dertleri yolu bitirmek olan esnaf kiliklilarin muhabbetinden sikilan kitap okuyan genc, bakislarini pencereden disariya kaydirdi. Renkten renge giren kaldirimlar ve yollar, her zamanki gibi delik desikti. Gelisi guzel acilan bu cukurlara, dukkan onu supruntulerinin, yoldan gecenlerin kutu kolakutularinin, cop kutularinin tuketim yorgunu artiklarinin kusulacagini ve bu cukurlarin cok kisa surede cop fiskiran kraterlere donusecegini dusundu.

Islek caddelerdeki bazi dukkanlarin onu ise piril pirildi. Bal dok yala!. Adlarini dev fiber panolarla ifsa eden bu ayakustu dukkanlarinin icinde "adam" olmak yerine "ayin elemani" olmak icin birbirlerini cignercesine birbirleriyle yarisan gencler, tektip giysileri ve amerikan kasketleriyle sanki bu kaldirimlari cignemeden, bu otobuslere binmeden ulasiyorlardi "sweet-shop"larina. Zaten dukkanlar "shop"lara, is yerleri "ofis"lere, meydanlar "plaza"lara, kuleler de "tower"lara donuseli cok olmustu. Her seyin ici bosaltilip nitelikleri yok edilirken, "super", "ultra", "mega" nicelikler tapilacak birer "kult"e donusturuluyordu.

Kitap okuyan genc, "Aptallar!" dedi kendi kendine; niye ve kime dedigini dusunmeden... Otobustekilerin gozucuyla kendisini izlediklerini hissetti. Bakislarini tekrar kitabin sayfalarina dogru yonlendirdi. Basyapit sayilan heykelini parcalama ozgurlugunu ve icraatini gosterebilen ve "parca"yi "hic"e sayan Rodin, az once Balzac'in ellerini parcaladigi atolyeden cikmis, insanlardan kacmak yerine onlarin arasina katilarak ofkesini cilalamak istemisti. Kitap okuyan gencle ayni otobusteydi. Gun gormus elleriyle otobusun tavanindaki elliklere asilmis, gozlerini bos bakislarla sakalli ihtiyara dikmisti. Sakalli ihtiyar "Melmeket nere, hemserim" diye soruyordu Rodin'e. Rodin'de tik yoktu ama sakalli israr ediyordu; "Sana diyom hemserim, melmeket nere?"

Kitap okuyan genc, sanki soruyu soran kendisiymiscesine urperdi... "Ah Rodin," dedi, "Ne yapardin acaba, su anda burada olsan? Otobusu mu, yoksa otobusun icinde arz-i endam ettigi kenti mi daha onemli sayardin? Ya da, baltayi kaptigin gibi, bu otobusten mi baslardin kenti parcalamaya, yoksa otobusun gectigi yollardan mi?"

(*) Lajos Egri, Piyes Yazma Sanati, Cev. Suat Taser, Yazko Yayinlari: 99-100, Istanbul, 1982, s.49.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1