Kötü

  Giz Dolu Çürüme Ayi - Balku

 

Astsubay Mehmet, memleketine yazdigi mektuptan basini kaldirdiginda, birden, simdi oldugu gibi karanlik ve sicak bir temmuz gecesinde orada; evinde olmak istedigini farketti. Dogdugu yerin temmuzlarini özledigini hissetti. Karadeniz'de temmuz, sicak ve nemin insanin hücrelerine isledigi ; Karakol'un kimbilir ne zamandir çalismayan buzdolabina konan yiyecekler gibi her seyin sessizce ama havsala almaz bir hizla çürüdügü bir aydir. Denizi ve ormani ayiran tek seyin renk oldugu bu köyde, yüzünüze çarpan,denizden kopmus billûrsu tanecikler midir yoksa farkinda olmadan bir çam agacinin igne yapraklariyla mi öpüstünüz; asla bilemezsiniz. Her sey teninize ve ruhunuza esit hizda nüfuz eder. Mehmet sikintiyla masasinin çekmecesinden tiras olurken kullandigi oval aynayi çikararak uzun uzun kendini izledi. Esmer çehresindeki yorgunluk ve yaslanma belirtilerini hüzünle ama kararlilikla tespit etti. Yüzündeki gizil kavrukluktan çocukluk anilarina dogru süratli bir yolculuga çikiverince görev yerini terketmenin vicdan agrisina kapilmaktansa kendini koyuvermeyi tercih etti: Hasretle, yeni yetme gençligini ve çocuklugunu geçirdigi Orta Anadolu kasabasinin kuru havalarini, ayli gecelerini ve insana güven bahseden uçsuz bucaksiz bozkiri hatirladi.

Çalan telefonun sesiyle düsüncelerinden siyrildi. Ama sikintisi devam ediyordu. Biliyordu: Telefonu açtiginda alacagi haber, falanca köyde birinin ya da birilerinin kan davalisi hasmini öldürdügü ya da bir kiz kaçirma olayi olacakti.Bes yildir olan buydu. Belki bu bölgeden sikilmasinin sebebi de. Kan davasi ve kiz kaçirmadan baska suç yoktu sanki. Üstelik kiz kaçirma olaylarinda taraflar daha ikinci gün, ilk günkü celalli halleri bininci kez sahne alan bir oyundaki siradan ve yabancilasmis bir replikmis gibi davranir; sarilip öpüserek dügün hazirliklarina baslarlardi. Kan davalarinda adam vuran tarafin evin en genç erkegini silahiyla birlikte karakola teslim edecegini herkes bilirdi. Uzun, sonsuz bir tekrar. Boncuk bir kolyenin taneleri gibi ardarda dizilen günler.

Ancak siradanligi ve tekrari sadece sasirtmak amaciyla tercih eden hayat, Mehmet Astsubaya da bir sürpriz hazirlamisti: Telefondaki ses, Sirtka köyünün muhtarina aitti. Korku dolu bir sesle köye bir seyin saldirdigini söyledi ve Mehmet'in kafasina bir anda dolusan onlarca sorudan birini bile beklemeden kapatti. Belki o kapatmadi da, nem ve tuzdan çürümüs bir telefon diregi daha direnmekten vazgeçti. Sirtka köyü karakola sadece iki kilometre uzakta oldugu için Mehmet yanina iki asker alarak köye dogru kosmaya basladi. Köy, denize dogru inen bir bayirda ormanin içine kuruluydu. Denize bakan tarafinda otuz- kirk metrelik bir uçurum vardi. Köye saldiran, ya ormanin içinde kaybolmayi deneyecekti ya da onu oraya kadar getiren tekneye ulasmak için köylülerin kurdugu merdivenden denize inmeye çalisacakti. Iki jandarmaya orman tarafindan dolanmalarini söyledi. Kendisi de karanlikta yüzünü gözünü siyrik içinde birakan agaç dallarini umursamadan uçuruma dogru kosmaya basladi.Uçurumun hemen üstündeki küçük düzlüge geldiginde kalin gövdeli bir agaci siper alip etrafi dinledi. Birdenbire denizin sipirtisindan ve yapraklarin hisirtisindan dogan gizli cümbüsün korkulacak bir sey oldugunu sezdi ve sigindigi agacin arkasinda biraz daha büzüldü. Sigindigi agacin arkasinda çömelip etrafi dinlemeye çalisti. Ama rüzgârla oynasan yapraklardan ve kiyiyi döven dalgalardan çikan sesten baska bir sey duymanin imkânsizligini anlayinca ümitsizlige kapildi. Bu arada baska bir seyin, tuhaf bir kokunun da dikkatini dagittigini farketti. Ne oldugunu anlamak için tekrar tekrar havayi kokladi: Islak keçe, yagli deri ve çürümüs et kokusu karisimi bir koku. Bu kadar kötü kokabilecek seyin ne oldugunu düsünürken, iki adim ötesinde bir seyin hareket ettigini, hayir, kostugunu hissetti. Karanlikta önünden geçip uçuruma dogru kosan seyi arkadan yarim yamalak görüp onun basbayagi bir insan oldugunu anladiginda, saldirgani bulduguna bir an için sevindi; ama dosdogru uçuruma dogru kosan adamin durdurmak için seslendiginde bekledigi duraksama yerine saldirgan bir homurtu duyunca, karanligin tasidigi israrli ürküntüye daha fazla direnemedi: Tabancasini çekip pesinden kostugu adamin bacaklarinin olmasi gereken yere körlemesine ates etti. Daha saldirgan bir homurtu, muhtemelen uçurumdan düsme süresince bir sessizlik ve sonra adamin yere çarpmasindan kaynaklanan müthis bir gürültü. Uçurum en az 40 metre yüksekligindeydi. Oraya ulasmak için asagiya inen merdiveni kullanmasi gerekirdi ki, bu da yarim saat demekti. Uçurumun kiyisinda durup dalgalarin köpükleri ve geceden daha karanlik kumun üstünde bir hareketlilik görmeye çalisti. Ama bosuna, gün isimadan bir sey görmenin imkâni yoktu. Çaresiz, köye dogru yürümeye basladi.

Köye vardiginda insanlarin ellerinde gemici fenerleriyle oradan oraya kosusturdugunu, fenerlerin titrek isiginda devlesen gölgelerin evlerin kapilarini gürültüyle açip kapadigini ve tüm bu curcunadan ürken hayvanlarin bögürtüleriyle ortaligi kiyamet yerine çevirdigini gördü. Bu müthis kargasa içinde çocuklarini ellerinden gelse avurdunda saklayacak kadar korkmus kadinlar rastlastikça kendi dillerinde tek bir sözcügü olup bitenin sebebi ,sonucu,özetiymis gibi haykiriyorlardi: Germakoçi! Germakoçi! Erkekler daha sessiz, adeta fisildarcasina ve malûm bir sirri ve kaderi paylasiyormusçasina yine bu sözcükle anlasiyorlardi: Germakoçi! Germakoçi!

Astsubay, diger köylülerden farkli olarak elinde bir tabancayla kosusturup duran muhtari kolundan yakalayip ne oldugunu sordu. Muhtar dehset içinde, Germakoçi, kumandan, dedi, Germakoçi! Muhtara bagirip saçmalamamasini, olanlari anlatmasini söyledi. Bu arada diger köylüler de çevrelerine toplandilar. Köylülerden birkaçinin muhtara kas-göz isaretleri yaptigini gördü ama o kargasada üzerinde durmadi. Tekrar neler oldugunu sordugunda muhtar, hiç, dedi, ayi herhalde, bizim ihtiyar degirmenci sayikliyor iste. Mehmet, bu agiz kalabaligindan sadece olup bitenin kaynaginin degirmenci oldugunu ögrenebildi.Hep birlikte köyün biraz disindaki degirmene yöneldiler.

Birkaç kadin degirmendeki sedirin üstünde yatan yasli degirmenciye sogan koklatip sakaklarini ovusturuyorlardi Adamin yirtik pirtik elbiseleri bastan asagi islakti. Kesif bir gazyagi kokusu insanin midesini bulandiriyordu.Hafifçe inliyordu adam.Sayikladigi sözcüklerden biri Mehmet'le esanli olarak muhtarinda dikkatini çekti: Germakoçi! Saçmalama, diye, bagirdi muhtar, seni ödlek ihtiyar! Bir ayi gördün diye kadinlar gibi ayilip bayiliyorsun. Ihtiyar degirmenci basini önüne egerek sustu ve ancak yarim saat sonra nefes alisi normale dönünce konusmaya basladi. Anlattigina göre gecenin bir yarisinda kapi çalmis. Kapiyi açtiginda karsisinda devasa yapili bir ayi görmüs ve oracikta düsüp bayilmisti. Kendine geldiginde o tuhaf ayinin kendisini izledigini görünce tekrar bayilmisti. Yeniden ayildiginda ise bayilip durmanin kendini kurtarmayacagini anlayip ayinin davranislarini izlemeye baslamis. Öyle uzanmis yatarken ayinin da yere uzandigini, sonra kalkip oturunca onun da oturdugunu ; hatta imdat demek için agzini açtiginda korku yüzünden çikardigi anlasilmaz bagirislari bile taklit ettigini görünce, dedesinden dinledigi bir hikâyedeki taklit meselesi aklina gelmis. Kendisi ne yapiyorsa ayi da aynisini yaptigindan degirmenci söyle düsünmüs: Ben ne yapsam ayi da aynisini yapiyor. Surada gazyagi var, ben onunla kendimi yaglarsam ayi da kendini yaglayacak. Sonra ben bir kibrit çakar gibi yaparim. O da bir kibrit çakacaktir. Belki bu arada tutusur da kurtulurum. Üstelik kendi kendini yaktigi için günaha da girmem.

Böylece ocagin yanindaki gazyagini alip basindan asagi boca etmis. Ayi da hemen gaza uzanmis ve aynisini yapmis. Sonra kalkip masanin üstünden bir kibrit alinca ayinin da bir kibrit aldigini görünce yasli bedeni bu heyecana daha fazla dayanamamis ve canhiras bir çiglik atarak yeniden bayilmis. Ayildiginda çevresinde köylülerinden baska kimse yokmus.

Mehmet, degirmencinin anlattiklarinda bir sahtelik sezinledi. "Peki Germakoçi dedigin ne? " diye sordu. Yasli degirmenci allak bullak olan yüzünü uzun bir süre toparlayamadan, " Hiç" dedi, "kâbus gördüm herhalde." Adamin dogruyu söylemedigini, en azindan çarpittigini biliyordu Mehmet. Ama nedense sikistirmak içinden gelmedi. Karakola döndükten iki saat sonra Muhtar telefonla degirmencinin öldügünü söyleyince bunu yapmadigi için sevinç duydu.

 

II.

Astsubay Mehmet, içindeki tanimlayamadigi duygularin bu tuhaf iklimden ve kavgaci cografyadan dolayi bir tanim bulamadigini için için hissederek uçurumun dibine dogru uzayan merdivenleri iniyordu. . Bir an durdu, merdivenin demir tirabzanina tutunarak , denizden ve yerden yirmi bes metre yüksekte, ezeli bir hirçinlikla kayalari döven denize ve tarihöncesi inadiyla denizin darbelerine direnen kayalara, daglara bakti. Kayalara çarpan dalgalarin yetim billûrsu zerreciklerinin yüzüne çarptigini , tuzun derisine usulca nüfuz ettigini hissetti. Gördükleriyle ve rüzgârin tasidigi deniz kokusuyla mest olmusken, denizin alisilagelmis kokularinin arasinda baska ve yaban bir koku alinca, bir anda daldigi alemden siyrildi; bir parçasi oldugu görüntünün disina çikti. Aldigi koku, köye saldiri oldugu gece aldigiyla ayniydi. Zaten kendisini uçuruma getiren seyin de saldirganin burada ortadan yok olmasi oldugunu da biliyordu. Tehlike buralarda bir yerde , canli ve hücuma hazir, onu gözlüyordu.Uçurumun dibindeki dar kumsala indiginde, kuma oturup o gece olup bitenleri kafasinda yeniden canlandirdi.

Karakola döndügünde, emir erinin elinde bir notla telas içinde kendini karsilamasindan yine bir seyler oldugunu anladi. Sirtka köyüne yeni bir saldiri olmustu, hem de güpegündüz. Ölen ya da yaralanan yoktu ama bir kaç kadinin korkudan bayildigi ve bir kadinin da çocugunu düsürdügü haberi gelmisti.Çavus, haberi alir almaz sekiz erle birlikte köye gitmisti.

Vakit geçirmeden köye ulastiginda , etrafini saran köylü kalabaligindan anladigi kadariyla, saldiri yine merhum degirmencinin sözünü ettigi kisi ya da hayvan tarafindan ve yine degirmen civarinda yapilmisti.Etrafini diger köylü kadinlarin sardigi ve üzerlerinde agizdan çikan her tedavinin uygulandigi iki kadin , degirmenin arkasinda bögürtlen toplarken ,çiplak ve çok killi bir adamin degirmenden çiktiktan sonra kendilerine dogru geldigini; her ne kadar tas atarak uzaklastirmaya çalissalar da onun da kendilerine tas attigini, sonra adamin korkunç görünüsüne daha fazla dayanamayarak bayildiklarini söylüyorlardi, kesik kesik cümlelerle. Astsubay Mehmet, böyle insanlarin arasinda verilmis ifadelerin gerçekten çok beklentileri ve yasaklari temel aldigini bildigi için magdurlarin ifadelerini tek tek almak istedigini söyledi muhtara. Hazirlik yapildi; muhtarin evinde bir oda bu is için tahsis edildi. Içeri alinan ilk kadina sorgudan çok dertlesme tinisinda sorular sordu. Onun anlattigina göre "orman insani" hiç ummadiklari bir anda ortaya çikmis ve kendilerine çok tuhaf bir biçimde bakmisti.Yüzünün neye benzedigini pek hatirlamiyordu, ama tüm vücudu killarla kapliydi ve, dünya ahret kardesim ol, kocaman bir seyi vardi. Neyi, diye sormadi Mehmet, kadinin bu kadarini anlattigina bile inanamiyordu. Zaten kadin samimi itiraflarina devam ediyordu: Orman adamina tas filan atmamislardi,yalandi. Zaten ona kötü davranmak kimin haddiydi. Temmuz neredeyse bitmek üzereydi. Temmuz'u kendi dilinde söylemisti kadin. Mehmet bunu da, hangi ayda olduklarinin bu olayla ne ilgisinin oldugunu da anlayamadi. Kadin son cümleden sonra kipkirmizi kesilmis, bakislariyla yeri delercesine yere bakiyordu. Mehmet, sonucu bile bile temmuzun bu meseleyle ne ilgisinin oldugunu sordu. Kadin tek kelime etmedi.Sustu. Ikinci kadin, korkudan çocugunu düsürdügü için Mehmet onu daha fazla yormak istemedi. Ama Mehmet konuyu aydinlatmaya yetecek bilgiyi bu köyden alamayacagini kesin olarak anlamisti. Simdilik bu olay da kayitlara "ayi saldirisi" olarak geçmek zorundaydi.

Ihtiyaci olan bilgiyi kimden alacagini biliyordu: Köy muhtarini makamina çagirtip, karsisina oturttu. Köylüleriyle birlikteyken tirnagini söksen agzindan laf alinamayacak bu yasli adamin, yalnizken devletin azameti karsisinda direnemedigini defalarca tecrübe etmisti. Genis makam koltuguna oturup karsisinda eski ,tahta bir iskemlede ezilip büzülerek oturan muhtara , "artik bitti. Simdi gerçekleri konusma zamani" dercesine bakiyordu. Muhtar da yillarin verdigi tecrübeyle niye çagrildigini ve kendisine sorulacaklari iyi biliyordu.Sorulari zaten Mehmet'in gözünden okuyordu: Hiç bir soruyu beklemeden ,bak kumandan dedi, sen bu ise karisma, bu ise bulasman kötü olur, dedi. Mehmet, bir an kulaklarina inanamadi. Baskasindan duysa düpedüz tehdit addedecegi sözlerin sekiz yildir tanidigi ve halim selim bir adam olan muhtarin agzindan çiktigina inanamadi. Kendini tuttu ve dinlemeye karar verdi. Bu kadim bir hikâyedir kumandan, dedi muhtar, yöreye özgü sivesiyle. Dedelerimiz bize aktardi, onlara da dedeleri. Hos anlatmasaydilar da biz görecek ve yasayacaktik. Yasayan, capcanli, hatta dokuz canli bir sey bu. Temmuz bize onu hatirlatir, çürüme ve ölüm ve kitlik onu; bolluk yine onu hatirlatir. Germakoçi görünüste degirmencinin ve o gevsek agizli kadinlarin size anlattigi gibidir: Bir insandan biraz iri, çirilçiplak ve vücudu bastan asagi killarla kapli bir yaratik.Lakin, kutlu bir yaratik .Rivayet ve gerçek odur ki, Germakoçi, temmuz ayinin basinda denizden çikar ve ormana siginir. Bu arada, her seyin akil almaz biçimde çürüdügü bu ayda onun vücudu da çürümeye ve kokusmaya baslar. Hem bu koku yüzünden hem de ürkütücü görüntüsünden dolayi en büyük arzusu insanlarla konusmak oldugu halde, kime yanassa duydugu ve duyacagi sey sanki insan hançeresinden degil de, insandan daha evvel bir canlinin bogazindan kopma bir çiglik olur.Daha çok harabeleri ve bir harabe sandigi için degirmenleri tercih eder bu yüzden.Bu yil ilk kez degirmende görülmesi bu yüzden.

Yasli kadinlar onun canli canli denize atilmis bir günah çocugundan, Allah'in inayetiyle neset ettigini söylerler. Belki de bir çocuk gibi davranmasi bu yüzdendir. Ne yapsaniz tekrarlar, elinizi kaldirsaniz o da elini kaldirir. Ona tas atarsaniz o da size atar. Konusmaya çalisirsaniz o da kendince ürkütücü seslerle eslik eder. Degirmenci Riza'nin anlattigi hikâyedeki ayinin yerine Germakoçi'yi koyarsan bunu daha iyi anlarsin.

Ama, kumandan, dedi muhtar. Bizi onunla ilgili her seyi saklamaya, olup biten her seyi zavalli ayilara yikmaya iten sey ondaki insana benzer yönler degil. Rivayet der ki; Germakoçi, Temmuz'da denizden çiktiktan sonra bir ay süreyle ormanda, misir tarlalarinda, findik agaçlarinin gevrek dallari arasinda dolanir, bu arada her seyle birlikte ve her seyle esit hizda çürür, kokusur. Temmuz'un ve çürümenin ardindan her seye dokunduguna , geçtigi her yerde aylarca kalan kokusunu yeterince yaydigina kanaat getirince, tuhaf çigliklar atarak uçuruma kosarak denize atlar ve bir sonraki Temmuz'a kadar ortalikta gözükmez. Vücudundaki çürümeyi durduracak olan tuzlu suda yasar. Germakoçi, vaktinde denize dönemezse ya da vaktinden evvel dönmek zorunda kalirsa kumandan, sonrasi kitliktir. Misirlar görünmez kargalar tarafindan talan edilir; findik taneleri içi bos kabuga döner, fasulyeler siriklara tirmanmayi reddeder ve balikçilarin aglarinda sadece Karadeniz'in karanlik izi kalir. Bizim ve dedelerimizin tecrübeleri böyle söylüyor kumandan: Iki yüz sene evvel izani kit bir Vali bir Germakoçi'yi öldürttügünde, elli sene evvel Germakoçi genç bir kiza asik olup Eylül'e kadar denize dönmediginde ve on sekiz sene evvel ben bu kirilasi ellerimle gece karanliginda bir Germakoçi'yi ayi sanip yaraladigimda olan buydu kumandan.Kitlik. Zalim ve sebepsiz kitlik. Bu defa öyle olmasin kumandan. Sen bu ise karisma kumandan. Sabret, Kzalapa bitsin, sonra yürüt hükmünü.

Mehmet, kafasi karmakarisik bir durumda, muhtara tesekkür etti ve gidebilecegini söyledi, sesine tecrübeli bir resmiyet katarak. Muhtar kapidan çikarken , etme kumandan, sabret Kzalapa bitsin, dedi tekrar.Mehmet ses çikarmadi. Muhtar gittikten sonra makam odasinin balkonuna çikti; gözlerini Karadeniz'in özel karanligina dikti. Kzalapa bitsinmis, diye söylendi için için. O zavalli kadinin düsürdügü çocugun , korkudan ölen zavalli degirmencinin hesabini kim verecek o zaman? Sorumluyu ya da kayitlara geçen o ayiyi bulmak konusunda kararliydi ama muhtarin anlattiklariyla da kafasinin iyiden iyiye karistiginin da farkindaydi. Öyle bos gözlerle denize bakip dururken birdenbire, Kzalapa 'nin yöre dilinde Temmuz'a karsilik gelen ay oldugunu ama asil "Giz dolu çürüme ayi " anlamina geldigini hatirladi. Bunu hatirlayinca bazen Temmuz'a bozuk bir Türkçe ile "Çurugi" denmesinin sebebini de anladi. Vücudunun kendinden uzaklastigini, teninden kopup düsen ölü deri parçalarini ve hatta içindeki tüm ölü hücreleri ,onlarin ölüsündeki çürütücü süreci algiladigini ; bedeninin kokusundan hayatinda ilk defa rahatsiz oldugunu ; bir an önce banyo yapmak istedigini, hatta en iyisi gidip denizde saatlerce yüzmek istedigini hissetti . Huzursuzca odasina dönüp duvardaki Saatli Maarif Takvimi'ne bakti: 27 Temmuz.

 

III.

Mehmet bu meseleye çözüm bulmasi gereken kisinin kendisi oldugunu biliyordu. Ama çözüm konusunda hayatinda ilk defa kararsizdi. Köylüler, muhtarin agzindan herhangi bir sey yapilmasina karsi olduklarini bildirmislerdi. Öte yandan, kayitlara " ayi saldirisi " olarak geçen olaylar arttikça Mehmet'in durumu amirlerine açiklamasi zorlasacakti. Karakoldaki odasi her zamankinden daha kasvetli ve bogucu görünüyordu gözüne. Sikintiyla tabancasini kilifindan çikardi, söküp yagladi. Yeniden kilifa yerlestirmeden önce sarjörü kontrol etti: Doluydu. Sonra çekmecesinden baska bir tabanca çikarip ayni islemleri tekrarladi. Ama ikinci tabancanin sarjöründeki tüm mermileri bosaltip öyle yerine yerlestirdi. Kafasi karmakarisik olsa da mesleki güdüleri bir planin ön hazirliklarini yapmaya çoktan baslamisti.

Üç gün sonra, yanina gerekli seyleri alarak uçuruma dogru yürürken kararliydi. Karanlik bir gecede simsekler karayi ve denizi makinali tüfek gibi tararken ve sinsi, zalim bir yagmur insani biçare bir kedi yavrusu gibi kirlice islatirken, bir karari uygulamak her zamankinden daha zor gelebilir insana. Ama artik bu belirsizligi, bu pat durumunu bozacak bir seylerin olup bitmesini istiyordu.

Uçurumun üstündeki düzlükte battaniyesine sarinmis, bir çamin altinda otururken hem ikide bir düsüp duran yildirimlardan birinin altina sigindigi agaci bulmamasi hem de simseklerin arkasinin kesilmemesi için dua ediyordu. Anlik isik patlamalari da olmasa bir sey görmek mümkün degildi. Mehmet bir saniye süren yari aydinlikta etrafi gözlemeye çalisiyordu. Planinin isleyeceginden emin degildi. Tam bir masala kanip yagmurun altinda beklemek aptalligini gösterdigi için kendini suçlamaya hatta geri dönmeyi düsünmeye baslamisken o ortaya çikiverdi. Görmeden önce kokusunu aldi Mehmet. Hemen ardindan çakan bir simsegin isiginda apaçik gördü: Bir insandan çok daha iri, killi, ayaklari pençeli, kizgin çeneli ve korkunçtu. Killarindan sular damliyordu. Kesik kesik, iniltiye benzer sesler çikariyordu. Mehmet bir an, Germakoçi'nin insan yedigine dair rivayeti hatirladi ve iliklerine kadar titredi. O anda aklini ve bedenini denetleyemez hale geldi. Kendini uçurumla Germakoçi'nin arasina atti. Mehmet'i birdenbire karsisinda görünce sasirdi Germakoçi. Durdu. Karsi karsiya durmus birbirlerine bakiyorlardi. Mehmet iki simsek çakisi arasindaki karanlikta belindeki tabancalari çekip yere atti. Simsek çaktiginda Germakoçi çimenlerin üstünde mavi bir alevle yanan tabancalari farketti. Mehmet, her hareketinin rahatça izlenmesi için yavasça, yerdeki tabancalardan birini aldi. Germakoçi de ayni yavaslikla uzanip digerini aldi. Bir sonraki simsekte Mehmet , silahin namlusunu sakagina dayadi. Bu hareketi de ayni ustalikla tekrar edildi.Mehmet, parmagini göstere göstere tetige koydu ve hiç duraksamadan basti. Tetigin bosa düsmesinden çikan metalik çitirti bir an her seyin; denizin, yagmurun, ormanin ve Germakoçi 'nin sesini bastirdi. Bundan sonraki adim Germakoçi'nin bunu da taklit edip tetigi çekmesiydi. Böylece kendini imha etmis olacakti. Dolu tabancayi Germakoçi'ye sadece bir rivayete güvenerek birakmak Mehmet'e çok zor gelmisti. Ama içinden bir ses dogru yaptigini söylüyordu. Hem Germakoçi ortadan kalkacak hem de köylülerle olan iliskileri fazla bozulmamis olacakti. Birazdan Germakoçi tetige basacak ve her sey bitecekti.

Mehmet bunlari düsünüyordu ve böyle düsünen bir adam Germakoçi'nin killi parmagi tetige yüklenmeye baslamisken kendi elindeki tabancayi göstere göstere yere atmayi açiklayamazdi. Kendine bile. Onun ardindan Germakoçi de elindeki tabancayi yere atti. Gökyüzünün altinda; yagmurun, simseklerin ve karanligin altinda durup uzun uzun birbirlerini izlediler. Bir ara Mehmet elinin tersiyle burnundan damlayan sulari sildi, Germakoçi bunu da tekrarladi. Mehmet dönüp ormana dogru dokuz on adim kostu. Germakoçi de ardindan. Daha sonra yüzünü denize dönen Mehmet olanca gücüyle denize dogru kosmaya basladi. Daha dogrusu beraberce kostular. Sonra insani kendi bedeninin agirligindan nefret ettiren hizli bir düsüs ve suyun insani irkilten soguk karsilamasi ve nihayet karanligin huzurlu, kustüyü dösegi.

Safak sökerken, Mehmet, kiyida sirtüstü yatmis, dogudan batiya dogru yayilan kizilligi izliyor; bir yandan da denizin ve ormanin sesine kulak veriyordu. Ezelden beridir tekrarlanan bu manzara karsisinda, sanki bu dünyanin ilk sabahiymis gibi acemi bir saskinlik içindeydi. Herseye ve herkese karsi bir genislik ; tabiatin siradan mucizelerine karsi derin ve sonsuz bir hayranlik ve bilmedigi, asla bilemeyecegi seylere karsi saygi gösterdigini anliyor ; denizin gökyüzüyle birlestigi çizgiyi yakin ve mükemmel bir sinir olarak hissediyor ve belki de ilk defa o uzak , tozlu kasabada olmadigi için mutlu oluyordu. Biliyordu: Takvimler 1 Agutos'u gösteriyordu . Giz dolu çürüme ayi sona ermisti. Olup biten her sey, iyi masallarda oldugu gibi, masallarin sihrine inanan çocuksu ruhlari mutlu etmek içindi. Daima öyleydi.

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1