Kötü

  Kötülügüm Için Yaziyorum - Pinar Ögünç

 

(Sunun sesini biraz kisar misiniz? )

Ben böyleyim iste. Tam da anlatacagim gibiyim. Isik sag üst köseden gelir ve kalemin gölgesini izlerim yazarken. Ben yazarken de, yasarken de kendimi izlerim. Öyle izlerim ki, yürürken bacaklarim birbirine dolasacak, aptal bir palyaço gibi yere kapaklanacagim sanirim bu sirk insanlari arasinda. Kaldi ki, küçük bir tökezleme bile yeter. Bu korkuyla , iki bacaktan olusmus tarifsiz bir yaratik gibi, ellerimi nereye koyacagimi bilemeden, omuriligimin açisini normal olana göre ayarlamaya çalisarak ve bozulmaya baslayan soluk düzenimi o an yakinimda yasayanlara hissettirmemeye çalisarak kendimi daha fazla izlerim. Izledikçe yazamam; izledikçe yasayamam.

Insanlar çürükler ve yara kabuklariyla kapli bedenimi görmesin diye güzel giysilere sarinmaya çalisirim. Onlardan gizlenirken, kendimi o kadar uzaga birakirim ki, farkedilmez ufaklikta bir yok_insan olurum yerine göre. En arka koltuklari, en dipteki odalari, en sessiz köseleri ve en zayif uykulari seçerim. Insan organlari içinde en sevmedigimdir göz. Konusurken gözlere bakarim ama Ispanyolca bir sarki dinler gibi dinlerim konusulanlari; cümlenin müzigi ile oynarim. Ve zaten ileri derecede miyop oldugumdan bir satir uzagimda olanlari görmem bile.

Aslini isterseniz hiç küfür etmem. Öyle sözleri dillerine yakistiranlari çok sever ama kendim kullandigimda baskasi benim bedenime konusuyormus duygusuna kapilirim. Kimseyle de öyle bagirmali, yikmali kavga etmedim simdiye kadar. Ses öfke tonuna nasil çikarilir, anin iktidarini ele geçirecek üste çikarici sözler nasil dizilir bilmem. Öfkelenmez miyim, kizmaz miyim? Yalniz kaldigimda duvara sag yumrugumu geçiririm, tükenmez kalemlerimi kirarim, küfürler uydururum. Yeryüzünün en agir küfürleri olduguna inanarak, bir kagida yazarim onlari. Sonra da yirtarim o kagidi. En kötüsü de yirtik kagitlari saklamamdir. Ertesi gün beni çildirtan insani gördügüm olur. Susarim; gece daha erken uyumak isterim sadece. Uykumda kötülük düsünürüm.

Dolmusta benim oturmak istedigim yere oturanlardan, benim almak istedigim kirmizi ayakkabilari satin alanlardan, benim çiçegime su verenlerden ve bütün yazanlardan nefret ederim. Çabuk karar verenler, yönlerini kolay bulanlar, kendilerini anlatmayi becerenler, hizli kosanlar, iyi yüzenler ve bilek güresinde beni yenenler, benden uzak olsunlar, baslarina bir sey gelsin, "öyle" olamasinlar isterim.

Otobüste, tam kitabimin seksenikinci sayfasindayken ya da öylece oturup yanimdan akan görüntülerle oyunlar oynarken yaslilara yer vermem. Ama ben yaslaninca da bana vermesinler isterim. Sokak çocuklarindan kagit mendil almam, dilencilere para vermem. Akraba toplantilari, kulüpler, dernekler, örgütler, ulusal marslar ve uluslararasi maçlar umurumda degildir. En fazla aidiyet bagini yatagima karsi duyarim ki, ondan da vazgeçmem çok zor degil. Ölümlere, yokluklara çabuk alisirim. Direnemeyecegimi bilirim.

Bu yüzden fazla gazete okumak istemem. Dünyanin baska yerlerinde, ülkenin baska köselerinde neler oldugunu ögrenmekten özellikle kaçarim. Ögrensem de anlamam ki. Borsanin üç puan gerilemesi, yaklasan global ekonomik kriz, uluslararasi hukukun suçlularin iadesi ile ilgili hükümleri, ülkelerin arka bahçeleri, erken seçim tarihleri, devlet ihaleleri... Inanin anlamam hiçbirini. Birileri birilerine tecavüz eder, birileri birilerine iskence eder, birileri birilerini öldürür. En sevmedigim insan organidir göz.

Kendimi birilerinin yerine koysam daha az yasayacagimi bilirim. Kendimi birilerinin yerine koysam, çift minderli koltuguma nasil oturabilir, dislerimi firçalarken aynaya nasil bakabilirim sabah? Yorganimin altinda cenin günlerimin özlemiyle büzüldügümde, yemekten sonra kokulu sabunlarla yikadigim ellerimi, nasil sikistirabilirim iki bacagimin arasina? Her savas bir iç savas, her ölüm erken ölüm ve gerçekten bazi yerlerde daha gerçek. Dünyayi degistirecek, sorumlu, inançli, umutlu ve iyi olacak kadar güçlü olamadim hiç.

(Siz de biraz alçak sesle konusur musunuz?)

Hastaydim. Tüm enerjimi, bademciklerimi konusmama ve yutkunmama izin vermeyecek kadar büyütmeye harcamistim; sonsuz bitkindim. Yalnizdim ve açtim ayrica. O zamana dek kendim de dahil kimseye çorba yapmamistim. Diyorum ya bir de fazlasiyla bitkindim. Buzdolabinda buldugum bütün sebzeleri iri parçalara bölüp, tencerelerin küçügüne attim. Domatesler, biberler, patatesler, havuçlar ve bezelyeler suyun içinde yüzüyordu.

Uyandigimda sebzelerim çoktan haslanmisti. Ama bu degildi ihtiyacim olan. Karisimin gerçek bir çorbaya benzemesi, daha önemlisi her biri yumrugum kadar olmus bademciklerimi asip mideme ulasabilmesi için yapmam gerekeni yaptim. Hastaydim, bitkindim, açtim. Elektrikli bir ezme aygitiyla bütün sebzeleri taninmaz hale getirdim.

Ezmekten, ufalamaktan, kendimce bir anlami tamamlayabilmek için yalnizca istedigimi görmekten baska yolum yok. Iste bu halimle de kötüyüm biliyorum.

Dahasi var... Yalniz ben istedigim zaman konusuyorum havadaki ayazdan. Yalniz olmak istedigimde de ne kolay tersliyorum sizi! Kapilari daha hizli kapatiyorum açtigimdan. Sizin tuttugunuz musluklara dokunmamak için ellerimi yikamiyorum. Varliginiz varligimi tehdit ediyor; beni korkutuyorsunuz. Yok olmami, posama daha kolay ulasabilmek için, köprüden degil, bir viyadükten atlamami ister gibi gözleriniz. Varliginiz kötülügümü çagiriyor.

Bir gün kendi çorbami karistirdigim küçük boy tencerede bogulacagim. Sag üst köseden gelen isik bir gün sönecek. Sizin istediginiz gibi iyi bir insan olamadim. Tam da böyleyim, anlattigim gibiyim iste.

Bana öyle bakmayin.

Ayakta zor duruyorum diyorum size anliyor musunuz?

Kötüyüm.

(Bu kadar gürültünün arasinda beni duyuyor musunuz?)

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1