Kader

  "Yazan da Sensin Yazilan da" - Ergun Kocabiyik



Cagimizda, kader konusunda dusunmeyi, ileri uygarligimizda bir gerilik olarak gorebilirsiniz. Evet, konunun bizi biraz gerilere goturdugu kesin; ancak, dogumumuz ve olumumuz irademizin disinda gerceklesirken, insan dogal olarak yasaminin da istencine bagli olup olmadigini merak etmeden duramiyor.

Taber� su kadim rivayeti, Milletler ve Hukumdarlar Tarihi isimli eserinde cesitli ravilerden bize aktarmakta: "Tanri her seyden once kalemi yaratti, ona: yaz, dedi. Kalem ey Rabbim! Ne yazayim! diye sordu. Tanri ona: kaderi yaz, diye emretti. Kalem o vakitten kiyamete dek olup bitecekleri yazdi." Anlasildigi gibi Islam, inancinda kader, Korunan Levha'ya (Levh-i Mahfuz) hicbir sekilde kaybolmamak uzere kalemle naksedilmistir. Butun bir varolus, bu tanrisal metnin cok katmanli ve yoruma acik hikayesidir. Yasamdaki ve oteyasamdaki hersey bu kalemle -yazilmis- olanin kurgusuna boyun eger. "Birimizin kaderini degistirirsek, herkesin ve herseyin kaderi degisir" diyenler de, "yazgiyi tasih edemezsiniz" diyenler de "herkes kendi kaderinin yazicisidir" diyenler de ayni kozmik metnin kahramanlaridirlar.

Islam dusuncesinde Kader konusu, Kel�m ilminin (teoloji) iki temel akimi olan Mu'tezile ile Es'ariye arasinda uzun sure tartisildi. Mu'tezile, insani kendi kaderini belirleyen bir varlik olarak tanimlarken, Es'ariler onlari akilcilikla sucladilar; Ðslamin bir iman meselesi oldugunu ve metafizik sorunlarin akilla cozulemeyecegini savundular. Kaderciler acisindan tek ozgur varlik vardi o da Tanri'ninkiydi. cunku kimse ona, kaleme dikte ettirdigi seyleri ilham etmemisti. Yarattigi eser onun kaderi degildi. Yaratilmamis ve yaratilamazdi.

Kader uzerine gelistirilen ve birbirleriyle karsitlik icinde olan bu iki temel dusuncenin uzun sure baska isimler altinda kendilerini yeniden urettiklerini goruyoruz. Ma'bed Ðbn Halid Cuhen� tarafindan sistemlestirilen Kaderiye, insanlarin davranislarini hicbir dogal veya ilahi zorlama ile yerine getirmediklerini, bu yuzden de onlarin yaptiklarindan butunuyle sorumlu olduklarini ileri surdu. Aksi halde cezanin da odulun de bir anlami kalmiyordu. Tanri yarattigi insana iyi ve kotuyu tanitmis, secimi ise ona birakmisti. Ne ki, bu dusunus tanrinin mutlak gucune golge dusurdugunden buyuk tepki ile karsilanmisti. Aksi gorusu savunan Cehm Ibn Safv�n, Amentu'nun sonundaki "Kadere, iyilik ve kotulugun Tanri'dan geldigine iman ederim" ifadesini hatirlatti ve insani iradeden yoksun saydi. Iyilik kadar kotuluk de Tanri'dandi. Cebriye diye isimlendirilen bu gorus, muslumanin Allah'a teslim olusu ve ona kayitsiz sartsiz itaat edisi anlaminda Ðslam'a uygundu uygun olmasina ama ahlaki ve hukuksal sorumlulugu ve bundan dogacak cezayi aciklamakta aciz kaldi. Cebriye dusuncesini surduren Sifatiye, akil ve irade sahibi olanin Tanri oldugunu, insaninsa ozgur olmadigini yineledi. Tanri koru korune degil, bilincli ve duzenleyici bir tumel guc olarak insanlarin iyiligini ve kotulugunu kisaca kaderini belirliyordu.

Es'ari okulunun bir baska kolu Kesb, insanin iradesi, cuzzi iradeyle; tanrinin iradesi, kulli irade arasinda bir uyusma oldugunu gostermeye calisti. Insanin irade sahibi ve ozerk olusunu yadsimiyordu ancak sahip oldugu bu niteliklerin yazgisi uzerinde bir etkisinin olmadigini savunuyordu. Ðnsani irade bir niyetten ibaretti o kadar. oyle ki onun bu niyeti dahi belirlenmisti. cunku insan olacak olani dilemeye yazgiliydi. Kesb nazariyesi, insani, sozde irade sahibi gostererek cuzzi ve kulli irade arasindaki karsitligi yatistirmaya calisti. Ancak insanin diledigini degil de zorunlu oldugunu yapmasi onun yine de irade sahibi oldugunu gostermiyordu.

Iki karsit irade arasindaki uzlastirma cabalarindan en dikkate degerleri Tasavvufi dusunceden geldi. Ilk mutasavviflardan Hasan Basri, kaderle sorumluluk arasindaki celiskinin yuzeysel oldugunu savundu. Bu karsitlik kolayca asilabilirdi: Ðnsanda riza denilen sirri bir halin meydana gelmesiyle, yani insanin ruhu ile Allah arasinda karsilikli bir arzunun dogmasiyla, sorumluluk ve kader uzlasmaktaydilar. Boylelikle kader sorumluluga, sorumluluk da kadere donusmekteydi. Hasan Basri, daha acik bir ifadeyle, kendini tanriya teslim eden sorumluluk sahibi muminin, dogal olarak Allah'in arzusunu istedigini, boylece kendi iradesini gonullu olarak Allah'a teslim ettigini ve karsitligin ortadan kalktigini soylemekteydi. "Ben sevdim, o da beni sevdi" hadisiyle bu dusuncesini desteklemeye calisti. Kisacasi, karsitlik inancsizlar icin sozkonusuydu. Bu aciklama belki imanlilari tatmin etmektedir ama inanmayanlari pek de ikna etmedigi kesin. Her neyse, Hasan Basrinin aciklamasinin bir adim daha ilersini seyh Bedreddin'de buluyoruz. Onun farkliligi tanrisal iradeyi, tanrinin kaleme yazdirdigi yazgiya bagli kilmasidir. Yani, Yaratanin iradesi, yaratilanlarin iradesinden bagimsiz ya da ona aykiri degildi. soyle diyordu ozetle, "Tanri bir seyi ne olursa olsun ister degildir, Tanri bir seyin neye istidadi varsa onu diler ve onu isler. cunku yaratilan yaratanin yetenegi dogrultusunda cikmistir, dolayisiyla Yaratan yarattiginin yetenegine baglidir." Demek ki, Tanri sadece elverisli olani dileyebilmekteydi. ogleyse yaraticinin yarattiginin yetenegine bagli olmasi, kendi yetenegine de bagli olmasi demekti. Bu da tasavvuftaki ayna imgesinin bir baska belirisiydi. soyle ki, tasavvufun vahdet-i vucut nazariyesinde, Yaratilan, yaraticisina aynadir. Eger yaratici yarattigi aynaya bagimli olmazsa yani kendini yansitmayan bir ayna yaratirsa kendini gormesi de mumkun olamayacaktir.

Seyh Bedreddin, insana iki ayri yon biciyor. Onu, etki eden yaniyla Hakk, etki edilen yaniyla Halk sayiyor. "Temelde" diyor, "butun eylemler Hakk'a ait, suretler ise onun araci. Hakk insan suretinde, suretlerin araciligiyla eylemekte. Biz fiillerimizin kendi irademiz dahilinde oldugunu dusunuyoruz bu tamamen bizim irademizle O'nun iradesinin birligindendir." Bu dusuncesini soyle ornekliyor Bedreddin, "Bir marangozun yaptigi isi yine kendi yaptigi aletine dayandirmasina benzer bu."

Bu dusunceleri tasavvuf icinde soyle de ozetleyebiliriz: Ðnsan davranisinin sebebi, bu davranisin asil sahibini bulmaktir. Yaratanin da yaratilanin da temel arayisi, bilindigini bilmektir. Bu bilme istegi onlari biribirine baglayan guclu bir bagdir. Sufinin bu arzusu temelde onun yaratilarak Tanridan ayrilmisligindan duydugu hosnutsuzlugun ifadesidir. Bu anlamda, akilsal olmayanin barinma yeri olan arzu, onu tekrar tanrida yok olmaya surukler. Sufi, kendini arzulayan oteki'dir. Yani hicbir zaman kendisiyle basit bir ozdeslik icinde degildir. Yunus, "Bir ben vardir benden iceri" derken bunu dile getiriyor olmaliydi; bizim, oldugumuzu sandigimiz sey olmadigimizi soyluyordu. otekilik, bizim neysek o olmaktan cikmaksizin baskalari oldugumuz ve nerede bulunuyorsak orada bulunmaktan ayrilmaksizin gercek varligimizin baska yerde olmasi olgusunun surekli algilanisidir. Eger biz kendi kaderimizi yaziyorsak, bu tanrinin da kendini yazmasindan dolayidir.

Butun bunlari Islam mistiklerinin bakis acisiyla ozetlemek gerekirse, kaderin yazicisi olan el ile yazilani olan el bir ve ayni eldir. Yazan da O'dur yazilan da.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1