Hayvan

  Bize Kus Dili Ogretildi - Murat Gulsoy

 

"Sana dayimin hikayesini anlatmis miydim?"

Basimi hayir anlaminda iki yana salliyorum. Bugunun hikayesi de bu iste diyorum. Lokmami bitirip bir sigara yakmami, gozlerimi gozlerinin icine dikip anlatacaklarina yogunlasmami bekliyor. Tabagima aceleyle goz atiyorum. H�l� bir simitin yarisi ve beyaz peynir kirintilari supurulmek icin beni bekliyor. Her seferinde getirdiklerimi, kitliktan cikmis gibi yemesem olmaz sanki. Aksamustleri Ilhan'a ugramayi aliskanlik haline getirmeme neden olan anlattigi hikayeler oldugu kadar bu kacamak bes cayi torenleri galiba. Bir de Ilhan'i hep biraktigim yerde bulmanin verdigi rahatlik.

"Dayim 53 dogumludur. Uc kizkardesten sonra ozlemle beklenen evin tek erkek cocugu. Teyzemlerle arasindaki yas farki onun adeta dort anneli bir cocuk gibi buyumesine neden olmustur. Dusunsene benimle arasinda sadece bes yas var. Dayim dogdugunda evdeki ortami dusunebiliyorum. Suradaki albumleri goruyor musun? Onlarin neredeyse yariya yakini dayimin cocuklugunda cekilmis fotograflarla doludur. Her dogumgununde bahcede kurulan buyuk yemek sofrasina dizilen akrabalarin, konu komsunun fotograflari. Her yil birer ikiser eksilen neseli bir yaslilar grubu."

Albumlerden birini cekip kucagima birakiyor. Hakikaten bir suru siyah beyaz fotograf. Gelecege dogru gulumseyen bu insanlar nereye dogru baktiklarini tahmin edebilirler miydi acaba? Neredeyse baska bir cagin insaninin zihninde uyandiracaklari karmakarisik duygulari... Insanin genis bir ailesi olmasi buyuk bir romanda yasamak gibi olmali. Her birinin hikayeleri ve dedikodulari ile akan bir hayat... Uc dort yasinda bir cocugu tasiyan siyah bir kopegin resminde duruyorum.

"Dayim yine. O da Kont. Tuhaftir dayim ortadan kayboldugunda Kont da yokolmustu. Oysa kopekler kediler gibi degildir. Her neyse dayim icine dogdugu aileye beklenmedik bir mutluluk yasatirken daha onceden bilmedikleri bir yasantinin icine girmelerine neden olmus. Bir erkek cocuk yetistirmenin zorluklari. Dedem kizlarinin yetismesi ile ilgili herhangi bir sorun yasamamisti, sert varligi yetiyordu. Uzun yol kaptanligi yaptigi yillardan biriktirdigi para genc yasta emekli olmasini saglamis, her zaman evinin kaptani olmasi evdeki disiplin ortamini da garanti altina almisti saniyorum. Susup, ellerindeki oyuncaklari ile beraber yataklarina tipis tipis gitmeleri icin soyle bir bakisi yeterli olurmus. Her sabah, ezan ile baslayan ev yasantisi dedemin trasina, kahvaltisina, sabah kahvesine, sabah kiraatine, bahcedeki calismalarina, oglen yemegine, oglen uykusuna gore ayarlanmis buyuk bir organizasyon. Sanki orasi bir ev degil de yuzmekte olan, nereye gittigini sadece dedemin bildigi bir gemi. Son yasina kadar da bu boyle devam etti. Annemlerle gittigimiz pazar ziyaretlerinde bu kurulu duzeni iliklerimize kadar hissederdik. Gerci dayim sayesinde eskiden cok daha siki uygulanan bu kurallar epeyce gedikler almisti. Ornegin ben ve diger kuzenlerim bu pazar gezmelerinde, kapisini acik bulduk mu mutlaka dedemin atelyesine girer, kucuk tahta parcalarindan yapmis oldugu kalyonlara, gemilere, cektirmelere, sandallara bakardik."

Bir evici fotograf daha. Yemek masasinin ardinda duran dolabin uzerindeki sahane gemi tum bulanikliga ragmen kendini belli ediyor. Kendimi tutamayip soruyorum:

"Ne oldu o maketler sonra?"

"Hic. Anne baba olunce onlarin esyalari da olup gidiyor ne yazik ki. Teyzemler ve annemler cogunu yok pahasina elden cikardilar. Kosk satilip, paylasilan paralar isguzar damatlarin elinde muthis yatirimlara donustu. Toplu halde banker furyasinda kaybettiler. Iste o tarihte ben yirmilerimi suruyordum, para etmeyen ne varsa alip bekar evime koydum. Albumler, agac isleme aletleri, dedemin tras takimi, eski Lupitel marka fotograf makinesi. H�l� calisir. Nefis de fotograf ceker. Alti carpi alti negatifleri simdikiler gibi degildir. Resmi buyutursun, buyutursun, netlik hic kaybolmaz. Her neyse dayim boyle bir cocukluk geciriyor. Anneannemden cin masallari, dedemden ise denizci hikayeleri dinleyerek muthis bir hayal gucune sahip oluyor."

Ilhan'in kime cektigini simdi daha iyi anliyorum. Aslinda bir insanin ailesini anlatisi kendisi hakkinda ne cok ipucu veriyor. Her geldigimde bana anlatacak ilginc bir hikayesi olan bu muzmin bekar dostumun bunlarin cogunu uydurdugunu dusunmusumdur hep. Ya da bir yerlerden duydugu hikayeleri kendisi tanik olmus gibi anlattigindan suphelenmisimdir. Bu kadar tuhaf ve ilginc olaya nasil tanik olabilir ki insan. Hem de Ilhan gibi evinden hic cikmadan yasayan bir mirasyedi... Bu dusunce icimi sikiyor. Sevdiginiz insanlar hakkinda bazen olumsuz seyler dusunursunuz ya.. Sonra da utanc duyarsiniz. Elime ikinci bir album aliyorum. Ilhan'in dedesinin bir genclik fotografini ariyorum aralarindaki benzerligi bulmak icin, oysa karsimda dayisinin genclik yillari. O zamanin gencleri cabuk yaslaniyormus. Buyuk dusunceler gozlerden hemen okunuyor. Hele biyiklar. Elimde olmaksizin Ilhan'la karsilastiriyorum. Fotograftaki dayisindan su anda cok daha buyuk olmasina karsin uzerindeki kot pantalon ve tisortle cok daha genc gorunuyor. Ne de olsa cagimiz ergenlerin cagi.

"O kaybolmadan once cekilen son fotograflardan..."

Hikayenin asil baslangicina geldigimizi haber veriyor Ilhan'in vurgusu. Hemen bir cay tazeleme molasi istiyorum. Hikayeye kendimi kaptirdigimi gostermek istercesine kosar adim mutfaga gidiyorum, cay bitmis oldugu icin kola ve bardak kapip geliyorum. Yolda da Ilhan'in hikayelerini dusunuyorum. Ilk kez ailesi ile ilgili bir hikaye anlatiyor. Acaba bu bir dostluk gostergesi mi? Tuhaf bir arkadaslik bizimkisi. Eski kiz arkadaslarimiz sayesinde tanismistik. Onlarin zoruyla ciktigimiz bir yemekte hemen sohbeti koyulastirmistik. Cevirmen olarak taniyordum onu o siralar. Daha sonra bizi tanistiran kizlardan ayrilmamiza ragmen daha onceleri geleneksellestirdigimiz bes caylarina haftada bir iki kez devam ettik. Simdi dusunuyorum da, aslinda Ilhan hakkinda cok az sey biliyorum. Anlattigi hikayeler disinda hemen hemen hic bir sey. Cok konusan bir insan kendisi hakkinda da cok sey soyler sanirdim. Oysa anliyorum ki, sadece hikayeler anlatan bir insani hic taniyamamak da mumkun. Belki de tanimak istemeyen benim, kimbilir. Cok acik biri olmadigimi biliyorum. Cesitli defalar yuzume soylendi bu.

"Dayinin neden ve nasil kayboldugunu sormuyorum, hikaye zaten bunu anlatacak degil mi?"

Benim bu aralari doldurma cabama hosgoru ile gulumsedi. Sanki zihnimden gecenleri okumus gibi.

"Evet. Dayim Cevizli'deki evde neredeyse bir ciftlik hayati surerken bir yandan da universiteye gidiyor. Universitelerin karisik yillari. Okulun ve evin arasina sikisip kaliyor. Hukuk okumayi sectigi icin evdekilerin homurdanmasi hep suruyor. Okulu ise ilk gunden itibaren sevmiyor. Alistigi bogaz kiyisindaki lisesinden, oradaki arkadasliklardan cok farkli bir ortama giriyor. Karanlik dev koridorlar, yuzlerce kisinin doldurdugu anfilerde sesi duyulmayan yasli bir profesorun anlattiklarina kulak vermekle venmemek arasindaki umursamazlik, kaba saba, tuhaf, kabadayi kilikli ogrenciler, neden basladigi nasil sonuclanacagi belirsiz boykotlar, her kose basinda dusman golgeler... Dayim kendini eve dar atiyor. Verandada, sehirden uzakta, bahcede acan mayis gulleri, dizine basini koyup sevilmeyi bekleyen Kont, saat gibi isleyen evin mutfagindan yukselen taze yemek kokulari... Bu aksamuzeri dalginliklarinin giderek artisi evdekileri hemen huzursuz etmeye basliyor. Evet, dayimin yuzune karsi tibbiyeye gitmedigi icin sitemde bulunuyorlar fakat arkasindan dost meclislerinde gururla sozediyorlar. Inceden inceden kiz bakiliyor, anne ve ablalar icin sonsuz dedikodu saatleri birbirine baglaniyor. Fakat dayimin tuhaf dalginligi, ice kapanikligi, misafirlerin ve komsularin bile kolaylikla farkina vardigi icekapanikligi... Arada sirada en kucuk abla agzini ariyor fakat dayimin agzini bicaklar acmiyor. Soyledigi: 'Hic, hic bir seyim yok...'. Evdekiler, uzerlerine titredikleri biricik ogullarina nazar degdigi, goze geldigi, kimbilir belki de buyu yapildigi gibi olasiliklari biraz yuksek sesle dile getirdiklerinde dedem devreye giriyor. Bu tur hurafelerin bas dusmani. Hem kiziyor, hem de evdeki kadinlarin safliklari ile dalga geciyor. Delikanlilik agirbasliliktir deyip kesip atiyor. Onun da icine bir kurt dusuyor mu bilmiyoruz. Tabii bir sure sonra dayim ortadan kaybolunca evdeki kadinlarin aci bir bicimde, hakliliklarini dile getirmeleri sirasinda dedemin nasil bir aciyi goguslemek zorunda kaldigini tahmin edersin. O gune kadar evdeki kadinlarin sozlerine, kuskularina, vesveselerine oylesine kulaklarini tikamisti ki... Butun sevgisini, umitlerini oylesine dayima baglamisti ki... O yuzden olene dek bir daha guldugunu goren olmadi."

Olaylar gittikce gariplesiyor. Ilhan'a bakiyorum, sanki o gunleri tekrar yasiyor. Bu olaylar oldugu tarihlerde daha cocuk olmali. Butun ayrintilari evdeki konusmalardan hatirliyor olsa gerek. Ilhan kolasindan aldigi yudumu bir yuz eksimesi ile karsiliyor. Bu haliyle oksuruk surubu icen bir cocuga benziyor. Karsisinda da ben, istahla anlattigi hikayeleri dinleyen bir arkadas. Sanki hayatin tuhafliklarini izleyen iki cocuguz. Oysa gunes iyice alcaldi, binalarin arkasindan batiyor bile. Bir gunun daha bitisi... Ben h�l� kendimden uzakta, baskalarinin hikayelerinde, baska hayatlarda geziniyorum. Garip bir pismanlik hissi...

"Bir gun elinde buyuk bir kafesle cikageliyor dayim. Icinde de bir papagan. Ev halkinin pek tanimadigi, dedemin ise Avustralya yolculuklarindan cok iyi hatirladigi bir kus. Dayimi dizine oturtup anlattigi denizci hikayelerinde, Sinbadin maceralarinda mutlaka onemli bir rolde gorunen renkli bir kus. Herkes derin bir oh ceker dayimin bu davranisi karsisinda. Meger derdi buymus, meraki bunaymis, oturdugu yerde alik alik hayaller kurmazmis, iste kaniti... Fakat ev halki kisa bir sure sonra dayimin hareketlerinde fazla bir degisklik olmadigini goruyor. Artik evden, odasindan cikmadan papaganla yatiyor, papaganla kalkiyor. Kapisini dinlediklerinde dayimin papagana ogretmeye calistigi yeknesak sozcukler, bir de papaganin cikardigi gurultular... Bir hafta sonra dayim ev halkini yemek odasinda topluyor ve Sila'yi -adini Sila koymustu- onlara buyuk bir sirk yildizi gibi takdim ediyor. Fakat Sila kalabaliktan urktugu icin arada sirada "Ali, Ali!" demek disinda o tanidik cigliklarini atiyor. Dedem, Sila'nin geldigi gunden bu yana zayiflamis olduguna ve ensesindeki bir bolgenin tuylerinin yolukluguna isaret ediyor: "Bu hayvan burayi sevmedi. Hirsindan kendini paraliyor. Bu hayvani hemen aldigin yere iade et, burada olmesin!" Babasinin en kucuk ricasinin bile bir emir oldugunu bilen dayim cok bozuluyor. Onca zaman hayal ettigi, her seyi duzeltecek olan papagani kaybetmis olmanin, basarisizligin hirsiyla ertesi sabah Cicek Pazari'nin yolunu tutuyor. Papagani almis oldugu yere gidiyor. Fakat adami ara ki bulasin. Hayvan satan dukkanlari tek tek dolasiyor. Onca kanarya, muhabbet kusu, sincap, tavsan, beyaz fare, hatta papagan satan dukkancilardan hic biri bir hafta once bu papagani satan adami tanimadiklarini soyluyorlar. Evet farkina varmislar. Fakat bu carsiya her gun cesitli hayvanlar satmak uzere bir suru insan gelir, hepsini taniyamayiz, diyorlar. Bir kaci papagana ne kadar istedigini soruyor. Dayim tabii isin bu yonunu hic dusunmemis, onun amaci kendini kandiran adamdan hesap sormak! Ne de olsa evin kucuk beyzadesi. Buyuk siyasal biyiginin ardinda hep ayni gururlu delikanli. Bir de icinde kucuk de olsa bir umit. Belki de kendisi yanlis bir sey yapti, belki adam bir seyi eksik soyledi. Ona sadece 'Yemini suyunu eksik etme, ne yersen bir parcasini da ona ver, fakat sakin maydanoz verme. Onunla insan gibi konusursan bir sure sonra sana alisir, konusmaya baslar' demis. Baska da bir sey hatirlamiyordu adam hakkinda. Siradan bir koyluye benziyordu. Kusu nereden buldugu uzerine de bir yalan uydurmustu herhalde. Onu da hatirlamiyordu."

Ilhan bir masalin en guzel yerine yaklasan masalcilarin aldigi keyifle kolasindan yudumlar alip beni meraklandiran duraklamalarla devam ediyor. Artik hikayenin icine kaptirmisim kendimi. Hava kararirken, hikaye mayasini tutuyor:

"Dukkancilar dayima oldukca buyuk bir ilgi gostermisler. Buna benzer papaganlari oldukca buyuk paralara satan dukkancilardan biri dayimi oturtmus; cay, kahve muhabbet, agzindan girmis burnundan cikmis papagani satmaya ikna etmis. Hem de aldigindan fazla paraya. Fakat dayimin siniri bir turlu gecmek bilmiyor, illa da adami bulacagim diye tutturmus. Sonra caresizlik icinde dukkanciya derdini acmis. Amaci hayvanlarla konusabilmek. Papagani dukkanciya teslim ettikten sonra dukkanci ona herkesin bildigi bir seyi soylemenin rahatligiyla isin sirrini vermis. 'Senin konustuklarini her hayvan anlar. Eger sabredersen sen de onlarin soylediklerini anlarsin. Simdi ecnebi biri gelse, burada bize bir sey soylese, hepimiz alik alik bakariz, degil mi abicigim, fakat sen okumus adamsin, belki ne dedigini anlarsin. Senin icin soyledikleri ayan beyan ortadadir. Hayvanlar da boyle be abicigim. Sabredip onlari izlersen, onlari sevip, kulak verirsen, ne istediklerini duyarsin...' Dayim bir turlu anlasilamamis olmanin verdigi mutsuzlukla omuzlarini indirmis, biyiklarini sarkitmis, tam kalkip dukkandan disari adimini atmis ki bir adam koluna girmis. 'Birader ben senin derdini anladim,' demis. 'Sen Hazreti Suleyman misali tum hayvanlarin, bitkilerin dilini ogrenmek istersin; istersin de nereye gidecegini bilemezsin'. Demis de bu ticani kilikli, poturlu, sakalli adam dayima hic guven vermemis. Adam sorularinin cevaplarini bulacagi kapiyi bildigini soyleyip dusmus yola. Adam onde, sallana sallana, tesbihini ceke ceke gidiyor, dayim endiseler icinde arkada onu izliyor. Icinden bir ses (ola ki dedemin sesi) onu durmadan azarliyor, bir baska ses ise 'Iste, bunca zaman bekledigin firsat, su sikici hayatta ilginc bir macera, belki de bu hayattaki gorevin' deyip onu yola devam etmeye zorluyormus. Cicek Pazarindan cikip Misir Carsisina, oradan cikip sehrin kesmekes sokaklarina dalmislar. En sonunda bir evin kapisini calmis ticani kilikli adam. Acilan kapidan los serinlige adimini atmis ve macerasi gercekten de o noktada baslamis. Onu oraya getiren adam ortadan kaybolmus, kapiyi acan adam da en az onun kadar meymenetsizmis."

Sozunu tamamlamadan ayaga kalkip mutfaga yoneliyor. Beni merakta birakacak ya... Sanki binbirgece masali. Hikayenin buraya varacagini aslinda tahmin ediyordum. Daha en basindan. Degil mi ki, dayimin hikayesi diye basladi, kesinlikle bu hikayede bir bit yenigi olacakti. Ilhan'i artik taniyorum. Daha dogrusu hikayelerini taniyorum. En olmayacak olaylari bile inandirici kilmak icin ne hinzirliklar, ne planlar, ne numaralar dusunur biliyorum. Su aile albumlerini bile bir eskiciden dusurmus olabilir. Hatta albumleri, resimleri eskicinin tezgahinda daha eline alir almaz beni kandiracagi masalin tohumlari aklina dusmustur. Olsun, dinlemeyi seviyorum.

"Evet. Nerede kalmistik?"

"Dayin garip bir adamin pesine takilip bir eve gidiyor."

"Evet, evet. Dayim bu evin icinde bir odaya aliniyor. Orada seyh gibi bir adam. Dua etmekten gozleri bayginlasmis, sakali ozenle taranmis, cildi surekli yikanmaktan ve yasliliktan incelmis bir adam. Adam hemen soze girmis: 'Soyle, neyi ogrenmek istersin? Nedir derdin?' Seyhin yumusak goruntusu ile taban tabana zit bu sert ses tonunu duyunca ister istemez babasinin karsisindaki cekingen halini almis dayim: 'Hayvanlar... Onlari merak ederim', demis. 'Neyini merak edersin? Git bir suru kitap var al oku!' Dayim sorusunun sacmaligi yuzune vurulunca bir an cekingenligini atmis ve merakini dosdogru soylemis: 'Efendim, ben hayvanlarin dilini ogrenmek istiyorum. Onlarla konusmak, soylesmek, anlatacaklari hikayeleri dinlemek istiyorum. Fakat bu dili ogreten bir okul bulamadim', demis. Seyh iste o zaman dogru yere geldin demis. Dayim heyecanlanmis: 'Yani siz bu isin yolunu biliyor musunuz?'. Her derdin bir caresi oldugunu soyleyen seyh sakalini sivazlayarak dayimi suzmus bir sure, sonra da: 'Sen Hazreti Suleyman'in meselini bilir misin?' diye sormus. Sonra da cevabi beklemeden, cunku onun anlatacagi seklini bilmediginden emin olarak baslamis anlatmaya: 'Suleyman Davut'un ogludur. Buyuk bir Yahudi kralidir. Davut oldukten sonra yerine gecmistir ve Tanri ona peygamberlik ihsan etmeden once onu bir sinavdan gecirmistir. Ona sorulmustur, guc mu istersin, ilim mi diye. Suleyman oyle bir ilim istemistir ki bu ilim sayesinde dunyanin tum gucunu elinde toplamistir. Ona hayvanlarin dili ogretilmis, cinler, ruzgar ve bilumum varlik onun emrine verilmistir. O da Tanri'nin emirlerini putperestlere yaymak icin calismistir. Ilimi oyle gucluymus ki cehennem zebanisi gibi cinleri kizdi mi siselere koyup agzini muhurleyip denize atarmis. Daha sonra, o siseleri bulanlar anlatmislar onun hikayelerini binbir gece boyunca. Cinlere saraylar sehirler insa ettirmis. Tum hayvanlardan bir ordu kurmus. Hatta bir gun, boyle sicak bir yaz gunu, safak vakti toplamis ordusunu tekmil aliyor, bir de bakmis ki Hut Hut kusu ortada yok. Tabii hemen gurleyivermis: 'Bu Hut Hut kusu kendini ne saniyor da emirlerime karsi geliyor, eger bana degerli bir haber getirmez ise vay haline'. Cok gecmeden Hut Hut kusu gelip omzuna konmus ve ona Marib'de adi Belkis olan, nami diger Seba Melikesi diye bir kralicenin guclu bir ordu kurdugunu, bunlarin Tanri'nin yolundan sapmis azginlar oldugunu, atese taptiklarini anlatmis. Suleyman cinleri ve alimleri ve komutanlarini toplamis, onlari bir sinava cekmis: Kim bana Belkis'in tahtini once getirir demis. Cinlerin basi izin verin goz acip kapayincaya kadar getireyim demis. Alimlerin basi ise daha bir sey soylemeye gerek kalmadan tahti getirivermis. Iste o ilimdir bu geldigin mektepte okutulan'. Dayim sasirmis. 'Sonra ne olmus?' diye sormus".

Ilhan sigarasini yakmak icin kisa bir mola veriyor. O sirada yuzundeki hinzir ifadeyi cozmeye calisiyorum. Ee, sonra ne olmus diye sormamak icin kendimi tutuyorum. Dayisinin aslinda acikli olan hikayesini yeni yeni anlamaya basliyorum. Kimbilir Ilhan bu hikayeyi bana neden fars uslubu ile anlatiyor. Kimi zaman isi sakaya bogmak acilari asmanin bir yolu degil midir? Oyledir tabii. Ilhan'in ailesinde aklini kacirmis birinin olmasi, ona kuskuyla bakmama neden oluyor. Sonra yine derin bir sucluluk duygusu. Insan aklina gelen her dusunceden sorumlu olmamali. Azap verici bir sey bu.

"Her neyse, seyh kilikli adam hayvanlarla konusabilmenin cesitli yollari oldugunu, dunyanin ve hayatin ve olumden sonrasinin ilmine varmanin yollarinin ne yazik ki biraz cetin oldugunu anlatiyor. Fakat dayimin gozu donmus bir kere. Icindeki merak onu ele gecirmis, kimbilir neden, buyuk bir tutku icinde seyh ne soylerse inaniyor. Seyh diyor ki: 'Bak evladim hayvanlarla konusabilmek icin yapman gereken uzun bir yolculuga cikmaktir. Irak ile Mekke arasinda bir yer vardir. Orada da bir magara. Bu magarada bir hayvan yasar. Neye mi benzer? Arapca konusan bir kadina benzer, uzaktan. Bunun bir mevsimi vardir. O hayvani avlayip etini yiyenler, suyunu corba yapip icenler, iste senin arzuna nail olurlar, hayvan, bocek, balik ne varsa dilinden anlarlar.' Dayim tabii magaranin tam yerini ogrenmek istiyor. Bu istegi de Seyhi kahkahalara boguyor: 'Ne saf cocuksun sen, bilsem kendim gider bulurdum o hayvani. Bu rivayeti ibni Arabi hazretleri nakleder.' Dayim yine oyle mutsuz, oyle perisan dusurmus ki omuzlarini, seyh kilikli adam onun safligina iyice inanmis. Hatta bu, hak bilinen yoldan cikip Tanri'nin emirlerine acikca karsi gelip, genc kadinlarin karinlarina ayet yazan, muska kapatip, buyu bozan seyh kilikli adamin ici bir an icin titremis. Belki de bu genc adam, bu yasindan buyuk biyigi olan delikanli ona Tanri'nin bir armagani ya da bir sinavi diye dusunmus. Belki de ilk kez kendisinin bile farkinda olmadigi ilahi bir amaca hizmet edecek olduguna inanmaya baslamis. Nasil ki alimlerin alimi Seba Melikesinin tahtini colleri bir anda asirip Hazreti Suleyman'in huzuruna kus gibi kondurmus, belki kendisi de... Bu dusuncelerin etkisine kendini kaptiran seyh 'Bir yolu daha var' der. Ve bildigi buyulerin en guclusunu, hic talibi olmadigi icin hic denememis oldugu en zor buyuyu yapmak icin dayimi ikna eder. Dayim zaten alisik olmadigi bu ortamin coktan buyusune kapilmis, Pavlov'un kopegi gibi hazir, beklemededir. Belki onun da icinde seyhinkine benzer bir isima, kimbilir... Her neyse dayimi dayim olmaktan cikaran buyu sureci o saat, ikindi namazinin hemen ardindan baslamis. Evin altindaki bir mahzenin kapisina kadar goturmus seyh onu. Uzerindeki her seyi cikarip, elinde tuttugu kefene benzer tek parca elbiseyi giymesini soylemis. Bu elbise, daha dogrusu sadece basin gectigi bir delige sahip beyaz carsafin ozelligi kumasa hic makas, igne degmeden hazirlanmis olmasiymis. Uzatmayalim, dayim o mahzende kirk gun kalmayi kabul etmis. Tuzsuz ekmek yiyip, su icerek. Ve bir de Kitab'i hatmederek. Ve tabii duvarin dibinden fiskiran kaynak suyu ile bes vakit ogunup, ibadet ederek. Kirkinci gun sona erip dayim saci sakali birbirine karismis bir sekilde disari ciktiginda, seyh onu arka avluda bir tasa yatirmis. Gobeginden baslamis yazmaya: Ey insanlar! Bize kus dili ogretildi ve bize herseyden bolca verildi. Dogrusu bu apacik bir lutuftur... Ayetler birbirini izlemis, Neml yani karinca suresi, Bakara, Cinn suresi... Arapca harfler kivrila kivrila dayimin bedenini kaplamislar. Seyh yillarin verdigi aliskanlikla oyle ustaca yaziyormus ki bu mechule gitmek isteyen adamin bedenine... Iki saat icinde dayimin uzerinde bos yer kalmamis. Tasin uzerinde yatan ciplak bir adam, canli bir kitap gibi acik oylece yatiyor, goruntuyu dusunebiliyor musun."

Odanin icine dolan karanliga aldirmayarak: "Sonra?"

"Sonra dayim cikmis o evden. Arada sirada durup bir serceyle, belki insanlar icin gorunmez olan bir bocekle, ucan sineklerle sohbet ederek agir agir Beyazit'a inmis. Meydandaki guvercinlere varmis. Guvercinler onu nese icinde karsilamislar. Kimsenin duymadigi, duydugunda anlayamadigi, farkedemedigi bir dilde konusup durmus onlarla, sonra Eyup'e dogru yollanmis ve Eyup sirtlarinda kaybolmus..."

Hikayenin burasinda, Ilhan urkutucu bir sessizlige gomuldu. Ne diyecegimi bilemiyordum. Neyi nasil yorumlayacagimi da kestiremiyordum. Binbirgece masali ile bir aile drami arasinda bir hikaye dinlemistim. Fakat her sey, beni kandirmak icin uydurdugu bir hikaye de olabilirdi. Sonra birden, her seyi anladim. Kendimden emin bir bicimde masa lambasinin dugmesini cevirdim ve soze girdim:

"Ilhan guzel bir masaldi. Hep anlattiklarinin gercekliginden suphelenmisimdir ama o hikayelerde fark edemiyordum. Fakat bu hikayede kendini ele verdin..."

Ilhan'in yuzunde bir aciyi okur gibi oldum. Biraz ustten bir tavirla:

"Nasil vermisim, anlat bakalim..."

"Soyle ki dostum, kaptirip dinlerken farketmedigim fakat cok acik bir mantik hatasi var. Hikayeye gore dayin bir daha kimseyle konusmamis, karsilasmamis. Fakat sen onun nereye gittigini, neler yasadigini, neler hissettigini, hatta seyhin kafasinin icinden gecenleri bile aktardin. Bunlari bilemeyecegine gore uydurmus olmalisin."

Bir kez bile olsa, guzel hikayeler anlatan, acayip sakalar yapan birinin hilesini yuzlemenin keyfi ile bir sigara yaktim. Arkama yaslandim. Aslinda yine de kotu hissediyordum. Ne de olsa oyunbozanlik yapmistim. Bir oyunu kurmak tabii ki bozmaktan daha zordur. Ve zevki de daha buyuktur. Benimkisi kumdan kaleleri tekmelemek gibi, dumduz karin uzerinde dev adimlar birakarak kosmak gibi aciklanmasi zor, cocukca bir saldirganlik. Tam bu dusuncelerle sikilmaya baslamistim ki Ilhan'in mirildandigini duydum:

"Peki su hikayeye ne dersin? Oldukca kisa: Dayim papagani geri vermek uzere evden cikar ve Eminonu meydaninda sirf birine benziyor diye, yanlislikla vurulur. Olay yerinde hemen olen dayimin yaninda Sila dehset icinde haykirmaktadir, Ali, Ali!"

Bir an gozum karardi. Yumruk yemis gibiydim. Utancin, kederin ve caresizligin boylesine agir oldugunu ilk kez o zaman anladim. Ilhan'in olene dek konusmayan dedesi, parcalanan ailenin trajedisi, dayinin cenaze toreni daha yeni seyretmis oldugum bir filmin parcalari gibi canli bir sekilde gecti gozumun onunden. Kem kum edip Ilhan'i yalnizligi ile birakip kactim evinden. Gunlerdir Ilhan'a ugrayamayisimin nedeni de bu. Keske anlattigi ilk hikaye dogru olsa, ya da ikinci hikaye de Ilhan'a yakisir bir oyun olsa...

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1