Hayvan

  Av Borulari - Nurdan Besergil

 

I.

Cok cirkinim. Ama hizli kosarim. Ve neyse ki bir karaca surusunu tuzaga dusurmek icin cazibemi degil guclu bacaklarimi kullanmak zorundayim. Biz, geleneksel soylemle, 'yasamak icin' oldururuz. Cogunlukla oldurdugumuz dort bacakli, hantal, boynuzlu yaratiklari yeriz, bizden geri kalanlari da digerlerinin yemesine izin veririz; ama sunu da soylemeliyim ki gerek duydugumuzdan daha cogunu avlariz. Ucsuz bucaksiz bir deltada, dizlerimize kadar cikan nehir sulariyla islanmisken yapacak daha baska isimiz olmadigindan ve bir saldiriya kurban gitme tehlikesini uzak tutmanin en iyi yolunun saldirmak oldugunu bildigimizden, oldururuz. Ustelik surekli tetikte olmak hepimizi iyi birer savasci yapar. Cita kadar hizliyizdir. Ve cakal kadar kurnaz.

Bir gun, on bes-on alti arkadasimla birlikte bir ceylani kovaliyorduk. Genc, cevik bir ceylandi. Tum tuzaklarimizdan kurtulmustu. Vazgectik. Geri donmek uzere aramizda haberlesirken, baharda timsahlarin yuzdugu derin nehir yataginin, boyumuzu gecen sapsari otlarla kapli oldugunu fark ettik. Otlagin biraz ilerisinde bir cift boynuz, saga sola donerek nerede oldugumuzu anlamaya calisiyordu. Tuy kadar hafif adimlarla yaklastik. Bizi gormuyordu. Sari otlar hem cok yuksekti hem de gunesin altinda bos bir gururla parliyor, goz kamastiriyordu. Boynuzlari olmasaydi ve her kurbanimizin koseye sikistiginda yaptigi gibi kesik kesik, hizli hizli soluk almasaydi biz de onu bulamazdik. Cevresini sardik. Burnumuzun ucundaki birkac demet ot egiliverseydi hepimizi gorecek ve belki de bizi cigneyerek kacip gidecekti. Otlak hepimizi birbirimizden gizliyordu. Ama kurbanimiz varligimizi sezmisti; oldugu yerden bir adim bile uzaklasamadan kendi cevresinde dort donuyordu. Arkasina bakarken yaklasip burnunun siyah, nemli dokusundan isirdim. Bana dogru dondu ve kafasini hizla silkeleyerek burnuna gecirdigim dislerimden kurtuldu. Gerilerken bir arkadasim sag arka bacagindan isirdi; isirdigi yeri kopardi. Kurbanimiz kacmaya cabaladigi her yandan bir baska dusmaninin ciktigini goruyordu. Bir baskasi, bir baskasi, bir baskasi. Her yandan saldiriya ugruyor, saldirinin geldigi yana dondugunde diger yandan isiriliyordu. Kisa bir sure sonra onu otlarin ustune devirdik ve cekistire cekistire, daha kaslari segirirken yiyip bitirdik.

 

II.

Iste gene basladi.

Her gece bu saatlerde ayni kayaliga cikip gucu tukeninceye kadar uluyor. Sonra kafasini onune egip yorgun argin dolaniyor. Kapima geliyor, terasima cikiyor. Icindeki ufacik taslarin cogu kirilmis dokulmus, delik desik gorunumlu mozaik karolara basiyor, terasa yerlestirdigim agir, beyaz, boyalari yer yer dokulmus dort iskemle ve oval, buyuk masayi kokluyor. Salonun terasa acilan camlarini ve iki kanatli kapiyi on ayaklariyla yokluyor, iteliyor; burnunu israrla pervazlarin aralarina sokusturarak icerideki yasamimla ilgili ipuclari yakalamaya cabaliyor. Uzun tirnaklarinin taslarda, agac dogramalarda, islak cimenlerde cikardigi hisirtiyi her gece duyuyorum. Perdelerin kivrimlari arasinda, vazgecip gitmesini, bir kere daha vazgecip gitmesini bekliyorum. Her gece derin soluklarim ve carpan kalbimin gumburtusu onunkilere karisiyor; hangisi hangimizin ayirdedemiyorum. Oyle aklim karisiyor ki iceri girmek isteyen kim, ondan korkan kim, anlayamaz oluyorum.

Terasi evden ayiran kapilarin ve pencerelerin dogramalari, onun israrla dayadigi, ard arda, kisa kisa soluklar aldigi islak burnunun biraktigi izlerle dolu oluyor. Ayni merakli burun camlarda da lekeler birakiyor. Camin diger yanindaysa benim solugumun, alnimin, avuclarimin izleri goruluyor. Nemli bir bezle defalarca bu lekeleri siliyorum. Ne dusundugumu, ne dusledigimi anlamak icin bu izlerin yol gostermesini bekliyorum. Bekliyorum. Bekliyorum.

Ulumalarini dinlerken, kalkiyorum. Terasin kapisini araliyorum. Pencerelerden birini acik birakiyorum. Donup koltuguma oturuyorum. Her gece. Ama o gelip de kapilari, pencereleri kapali buldugunda ne zaman gidip kapattigimi bir turlu animsayamiyorum. Dusunuyorum, tasiniyorum; animsayamiyorum.

Her gece ikimiz de ayni ritueli ayni karmakarisik umutla yasiyoruz. Sabrimizi ve casaretimizi siniyoruz. Sabahlari uykulu gozlerimle halida camurlu ayak izleri goruyorum; terasin cift kanatli kapisindan baslayip yatak odama kadar gelen. Henuz tam uyanmamis bilincim yorganin kivrimlari arasinda onun bedeni kadar bir kutlenin mahmur kipirdanislarini seziyor. Birbirinden ayirmayi basaramadigim karisik duygularla yorgani savurup aciyorum. Daginik carsaflarda yalniz kendi uykumu buldugumda, her sabah ayni nefret ve tutkuyla yorganin altina bakacagimi ve bir gun, kesinlikle bir gun aradigimi, korktugumu, istedigimi, reddettigimi bulacagimi biliyor oluyorum.

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1