Göz

  Göz Var Iz'an Var - Yagiz Üresin

 

Nur-u aynim, sebeb-i hayatim, muhterem Cihan Efendi biraderim,

Isbu nameyi kaleme alirken kullandigim tarz ve üslup hasa muasir bazi varekparelerde bugünlerde pek revaçta bulunan ensara osmani baharat ilave etmek suretiyle bir ‘ambience' tesis olunarak muhtevadan sarf-i nazar etme gayretinden mütevellit degildir. Bilakis gayem üslup vasitasiyla zaman, mekan ve eshas hususunda bir herc-ü merç husule getirmek ve hakikatin ayan olmakligi keyfiyetini bertaraf etmek, ve dahi zülf-i yarin izale-i bikri hod be hod mizacim itibari ile hernekadar mukadder ise de mezkur ve menfur vak'ayi mümkün mertebe tehir ederken göze hos görünmektir.

Evvelce müzakere ettigimiz gibi ‘deneme' tabir olunan asri tarzda bir makale kaleme aldim, mezkur makale malumunuz zatialinizle devam ettigimiz idman mahallinde icra olunan capon gavurunun icad ettigi bir nevi güresi, buradan hareketle bu ve bu minval üzerinde bazi ekistirem sipor tabir olunan müfrit faaliyete kirkindan sonra merak saran siz ve ben akran bir takim tenesire gelesi teresi hicvetmektedir. Sefine-i ecinniye nam ceridede nesrolunmasi muvacehesinde sartolunan o nüsha içün muteber mevzuya sadakat gayesi ile her firsatta lafi hasa huzurdan ‘göz'e getirmeyi dahi ihmal etmedim. Edebiyat-i cedidede el-an ekseriyette olan tadsiz kuru ve yalin ayak basi kabak lisani da mal bulmus magribi gibi kullandim affiniza magruren...

Annemlere ugradim. Babam agaçta hurma topluyordu (Trabzon hurmasi), jürimin en yaslisi ergenlige girerken o Hukuk Fakültesi'ni bitiriyordu muhtemelen. Kediler beni görünce toplastilar. Gri'yle Maske öksürüyor. Dönüp bana baktilar, garip, hepsinin gözleri ayni yesil (bütün kediler yesil gözlü degildir), sanki benim yavrularimmis gibi. Ayni günesin altinda onlardan biri olduguma sevindim, kaybolup gidecek olmamizdan korktum. Bunlari yillar önce yazmisim. Kizim dogdugunda gözleri koyu maviydi. Mavi gözlü abimin esmer esinden iki esmer çocugu olduktan sonra gelisen suyüzüne çikmamis irkçi takintilarimiz beyaz tenli ancak ela gözlü karimdan gizli beklentilerimizi körüklemis olacak ki hepimiz nazar degmesin diye çocugu ‘çirkin' diye sevenler gibi büyüdükçe göz renginin degiseceginde sözbirligi ettik. Nitekim degisti ama koyulasmadi, açildi. Kizim yedibuçuk aylikken, yani artik degisme olasiligi azalmisken mavi gözlü annem saptadi: ‘Bunun gözleri ela !'. Oysa yaniliyor, kizimin gözleri yesil, babasininki gibi karakedi yesili degil ama tatli bir yosun yesili.

Gözlerimden sikayetçi degilim. Renklerinin çocuklugumdan beri iyi is yapmasi bir yana 0.50'ser bir astigmat disinda dert de çikartmadilar. Kirkina gelirken gözlüksüz herseyi açik seçik görebiliyorum. Hatta bazi seyleri fazla açik seçik... Ben sahsen açik kahverengi gözleri begenirim, hele aksam günesi vurup da o eriyik bal rengini aldiklarinda ne kadar çiplak, ne kadar ilik olurlar. Benimkiler ise bazan aynada bana bile sakladiklari bir seyler varmis gibi görünürler. Oysa herkes çok açiksözlü oldugumu söyler. Hatta fazla açiksözlü... Ama die beste Tarnung ist die nackte Wahrheit*.

Kendimi bildim bileli top oynarim. En çok futbol olmak üzere, basket olsun, voleybol olsun, pinpon olsun gençligimde en fazla zaman ayirdigim etkinlikler olmustur. Hiçbirini de törensel hale getirmedim, hep hayatimin bir parçasi oldular, yemek içmek gibi, uyumak gibi. Bütün mahalle çocuklari için de öyledir. Þimdi geldik dayandik kirkina, artik hayatimiz öyle akmadigindan, gündelik giysinle top oynayip sonra hasta bakamadigindan, derse giremediginden, aksam toplantiya gidemediginden ve takim çikaramadigindan top öyle oynanamaz oldu, gözden düstü. Bir sürü formalite girdi araya, saha ayarla, takim ayarla, üstbas degis, küfür etme, kavga çikarma, maçta hirstan kudur, sonunda el sikis, en kötüsü de dus al. Erkeklerin önünde soyunmayi hiç sevmem. Erkeklerin önümde soyunmasini hiç sevmem. Soyunma odalarinin kokusunu hiç sevmem.

Nedir, ortaya bir takim eskiden adi duyulmamis sporlar çikti. Oynamak için degil, itisip kakismak için degil, bireyselligi gelistirmek için, kendini gelistirmek için, kendini bulmak için. En hafifi tenis, yüzme, kayak olup, dövüs sanatlari, yelken, kano-mano'dan geçerek, ekstrem sporlara uzanan yelpaze. Hele su sonuncular, ah o sonuncular, spor onlarin neresinde gizli bir anlayabilsem; parasailing, bungee-jumping, giderek programlanmis macera... Bunun web siteleri var, ayarlayan turizm firmalari var. Bir tane sanal ortamima dadanan site var; haftasonu ciplerle Belgrad ormanindayiz, yilbasi Yunan adalarinda papaz role playing'i, bayramda yelkenin büyüsü, tüm o albenili yelken söylemlerinin %70'ini kullanma ve ese dosta anlatma firsatini bulamazsaniz paranizi iade ediyoruz. Bu ne yasanti açligi birader, bu ne durmayalim düseriz fobisi. Dikkat ediyorum en outdoorsuz duramayan arkadaslarim, sünepe, gençliklerini bizim ‘kazma' yahut ‘apartman çocugu' dedigimiz biçimde geçirmis, ayagini topa deymemis deydiyse de top orali olmamis, isyerlerinde bir kere kimseye ‘hadi len!' dememis tipler. Abi is hayatimizin stresini adrenalin'le atiyoruz... Yavrucugum madem o kadar adrenalinin var, niye patronunun gözüne gözüne atmiyorsun ? Geçenlerde yelken-yatçilik dergilerinden birinde yelken kursu veren bir kurulusun temsilcisi müsterilerini sinifliyor; gerçekten yelken sporuna gönül verenler, tekne almak isteyip nasil kullanacagini bilmeyenler (ben bunlara dahilim), outdoorcu olup, yelkeni de bunlardan sayan ve onu da tatmak isteyenler. Ah o tat meraki, keyif ve hosluk sözcüklerini suistimale açanlari Dionysos çarpsin. Dört gözle bekliyorum, acaba bu tezgahlarin ‘haftasonu caz saksofoncusu olun!', ‘ bayrami alemlerin zamparasi olarak geçirin !' versiyonlari ne zaman çikacak...

Bu minval üzerinden devamla Cihan bey biraderim, lakirdiyi beraber dahil oldugumuz capon güresi cemiyetine sevkediyoruz. O capon güresi ki, vücuda küsayis vermesinin fevkinde, derin ve külliyetli bir feylezofi, bir hayat nokta-i nazari vadetmekte idi. Bendeniz ve zannederim zat-i-aliniz dahi, bu feylezofinin cazibesine kapilip o cemiyete istirak ettigimizi ifade ederek, aslen içimizdeki levent boylu delikanlilara kötek atma ve paluze gibi pazulara kavusarak al yanakli tazelerin gözüne girme hülyalarimizi bir nebze olsun hasiralti etmek hevesindeydik. Mamafi fakirin müesseseye vasil olurken tahayyülü orta yasi idrak etmis, ununu eleyip elegini asmis, hakikaten feylesof, ense göbek yerinde zat-i muhteremlere tesadüf etmek idi. Lakin o da ne ? Bir sürü ejderha misali herif ! Edep yerlerine kadar yilan-çiyan tasvirleri yaptirmislar. Yekdigerine yaka-paça dalar, o esnada cümle capon eskiyasina rahmet okutacak dübb-ü ekber misali naralar savururlar. Yerdeki ecnebi dösegine darbeler urunduklarinda yer-gök uguldar. Bir de aralarinda fidan boylu hatun kisiler, onlar dahi gözlerini belertip dögünür ve bögürür. Sadede gelelim, henüz ilk celsede kulunuz malumunuz üzre vahsetin cazibesine icabet ve yasini basini inkar vasitasiyla kendini ‘ya Allah !' nidasiyla bir capon gavuru misali zemine savurunca, omuz cenahindan gayet alaturka bir ‘kütürt' sesi yükselmis ve bu amel daha henüz basinda inkitaya ugramaya mecbur olmus idi.

Ah dostum, gel sonraki aksami benim acimasiz gözlerimle gör, haset dolu yüregim ve ölümüne alayci zihnim kilavuzun olsun. Herkesten önce gittim salonun önündeki kafeteryada oturdum. Arada eve gidip soyunmus olmama ragmen gelirken inadina is kiyafetlerimi giymistim. Ee, rank'imiz, statümüz belli olsun. Her ne kadar orasi kisisel hirslarin ve ego'nun disarida birakildigi bir yerse de n'olmaz n'olmaz. Nitekim ego'nun disarida birakildigi içeriden gelen serbest birakilmis id'lerin vahsi haykirislarindan da anlasilabiliyordu. Her nedense bu Türk id'leri fevkalade Japonca ünlemler kullaniyorlardi. Sonra bu statü teranesinde hakli oldugumu kanitlayan bir olay oldu. Disaridan gelen bir usak (adam usak degildi tabiyatiyla, ortama aykiri koyu takimiyla ya soför filan ya da oranin görevlisiydi, ama sahneye usak karakteri daha iyi uyuyor) elinde çalan bir cep telefonuyla salonun kapisini açti, araliktan d'artagnan modeli bir zatin henüz yere düsmüs saskin yüz ifadesi görüldü. Ben bu durumun artik olabilecek en uygunsuz durum oldugunu ve -tabi ki ortama hakim olan ezici nezaket çerçevesinde- kiyametin kopacagini düsünürken, içeriden belindeki hoca zimbirtisiyla da olsa Ingiliz is adamligini birakmayan bir zat sökün etti ve telefona yöneldi, arayan olsa olsa süperego olabilirdi. Neyse oturdum, kahvemi yudumlar ve elimdeki Hi-fi dergisini karistirirken -ki Hi-fi olayindan da programlanmis macera denli nefret ederim; insani olmayan hersey bana yabancidir zira**- keyifle geçen hafta ayni yerde o cendereye girmeden önce çektigim sikintiyi, yere düsen ukemi'lerin*** hirslarini minderden alma seslerinin bilgisiz yüregime saldigi ürküyü, birazdan o ejderha endamli adamlarla ayni yerde soyunup, kisa boyum, kalin belim, göbegim ve giysimin kemerini baglamaktaki beceriksizligim karsisinda onlarin timsahsi iyiniyetine katlanacak olmami düsündüm. Ama bu kez bunlari ben yasamayacagim, sen yasayacaksin. O salonun içinde olani reddediyorum, burada üstümde ceketim pardesüm, elimde kahvem ve onlari tedirgin eden materyalist dergim -beni de ediyor ama onlar bilmiyorlar- egoma sarinmis oturuyorum. Ben Doçent Doktor Bilmemkimim, birazdan beni içeri alip bebeksi beceriksizligimi hirpalayamayacaksiniz. Özgürüm ! Sen içerde terleyip, içinden gelen aglama istegini baskilarken, ben sigarami yakacagim, 115 beygirlik arabamin gazina basacagim, eve gidip viskimi yudumlayacagim. Tabi bu arada siz daha saglikli, daha becerikli olacaksiniz, bir ihtimal bazi kavgalarda baskin çikacaksiniz. Bak Cihan'im, içeride zor durumda kalirsan gözünün önüne Colt, Smith Wesson gibi markalari getir. Bir kursun, tüm dögüs ustalarindan hizlidir. Ne demis Amarikalilar; insanlari esit kilan ne Incil ne de Insan Haklari Beyannamesidir, bunu yapan Bay Colt'dur. Bu ifade kuskusuz bu sevimli insanlari vurma istegimden kaynaklanmiyor, yalnizca - olmalari gerektigi gibi- alçakgönüllülüge bir davet. Haklarini yemeyelim, alçakgönüllüler, iyiniyetliler, her davranislarinda ‘Sen beceriksiz bir cücesin, ama biz o kadar güçlü, o kadar yüce, o kadar alçakgönüllüyüz ki, bütün bunlara katlanacagiz' tavri harfiyen okunuyor, bazilari daha safiyane ‘Ulen bu felsefe isi de ters, hoca olmasa su lavuklari bir tekmede...' hissiyati içindeler. Gözüm, ne diyorum; acaba biz parayi bastirip alt sokaktaki ‘Kick boks, full contact, sokak dögüsü, toppane isi kafa, hayalara tekme komple, özel ders verilir, itina ile evlere servis yapilir' kursuna mi kaydolsak ? Kafa göz yardirmak için daha dürüst bir yol gibi geliyor bana ...Ya da temiz tekne olayina girsek, ucuz ahsap bir triandil yapsak, adini Uçan Hollandali koysak ? Orada da racondu efsaneydi yok mu, var, olmaz mi mitoslar diyarinda, görünümler çaginda ? Ama sopa kismi teknenin ahsabindan ibaret.

Heyhat ! Pür nes'e verir veristirir, gözünün üstünde kasin vardir diyerek ehl-i idmani makaraya sarar iken mevzuun hitamina esrar nüfuz etti. Bendeniz kahvemi höpürdetip cigarami tellendirmek üzere yola revan olur iken seytan -kendisi yabancim degildir- dürttü, filhakika samimiyetle de arzu ediyordum bunu; hoca efendiyi görüp, hayir duasini almadan uzaklasmayayim dedim. El-hak mahdut vadede de olsa bana hakki geçmis, helal süt emmis bir zattir. Tesadüf bu ya, hoca efendi de o meyanda güreshanenin kapisindan bu yana tezahür etmez mi ? Vardim yanina, diktim gözümü gözüne, maruzatimi beyan ettim. Hocadir gözümün içine bakarak çivi çiviyi söker yollu bir takim lakirdi etmeye davrandiysa da bir müddettir bizi gözlemekte olan d'artagnan suretindeki zat-i muhterem lafa karisarak¸ 'Hoca Efendi, affiniza magruren bu beyefendi etibba'dandir, kendisine daha önce bizim Çarsikapi esnaf loncasinda tesadüf etmistim' demesin mi ?-Size söylemeyi unuttum muhterem hakikaten de bizim es dostun israrini kiramayarak sonunda loncaya müracaat etmistim, bu devirde esnaf, zanaatkar loncasiz olmuyor- Muhayyilem beni hataya sevketmiyorsa bu zat-i muhterem capon kispetimin kusagini sararken kaldigim müskül durumda bana yardimci olan, sonra da manidar bir edayla ‘hayirli olsun' diyen erkisidir. Hocadir, ‘Yaa öyle mii ?' diyerek bana daha bir muhabbetle egildi ve kendisinin de gençliginde bencileyin sekte-i omuz'dan duçar oldugunu, o vakitki capon hocasinin kendisine inkita vermeden devam etmesini tavsiye ettigini, kendisinin de o gün bu gündür capon güresine devam ettigini, inkita verdiginde maraziyetin nüksettigini biir bir anlatti, beis duymamami, artik kendisinin bana özel ihtimam gösterecegini ariz amik ifade etti. Fevkalade mütehassis oldum. Doçent olmadan mütehassis olmustum, bu defa mütehassis oldum. Aziz biraderim Cihan Efendi, su esrarin kudretini idrak edebiliyor musunuz ? Nerede capon güresi, nerede Çarsikapi esnaf loncasi ? Bir an vahdet-i vücut helecaniyla ihtilaçlar içinde sarsildim, fakat kendime hükmetmeye muvaffak oldum. Sonra aldi beni bir endise; ben ki ezelden beridir hür yasarim, bu terkipteki münasebetlere dahil olup, kendi irademle hürriyetimi tahdit etmiyor muydum ? Bu muhteremler nerelerde karsima çikar, ne taleplerde bulunurlardi ? Sonra da güldüm, acaba onlar nasil bir Truva atina kapilarini açtiklarini biliyorlar mi ? Dostum Cihan gözlerime bak da söyle ! Binaenaleyh, madem ki esrar bizi bu mecraya itti, biz bab-i esrar'dan dönecek tiynette miyiz azizim ? Su halde capon güresinden dönenin kasigi kirilsin!

Biraderin Arnavutzade Yay Efendi

 

* En ala tesettür üryan hakikattir, Helvetya'li Taze Makis Efendinin Biyderman un di Biran Þitifter nam eserinden
** nihil humani a me alienum puto: insani olan hiçbir sey bana yabanci degildir, Karl Marx'in en sevdigi özlü söz(müs)
*** saldirip da yere düsen keriz kisi, bir nevi looser, bu martial arts izlendiginde tüm olay bu kisilerin yere düsme rizasina bagliymis gibi görünür cahil ve günahkar gözüme, senseiler taksiratimi affetsin

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1