Göz

  Odak Disi - Su Ufuk Uslu

 

Bir

Cumartesi gecesi ilerleyen saatlerde banyo aynasinin önünde Gürcan¹la kendimizi izliyoruz. Kaslarim birer gölge gibi gözlerimin üzerine iniyor. Gürcan¹in alni kaygiyi çagristiran çizgilerle kirismis. Suluboya portreler gibiyiz, neon bir Cumartesi¹ye giderek genisleyen koyu lekelerin gerisinden bakiyoruz. Gözlerimizin aynadaki yansilari bizden kaynaklanan ancak tanidik gelmeyen bir dünyaya kapi araliyor. Yaklasarak inceliyorum. Beynimdeki vizyon ikizini yaratiyor ve görüntüler kayiyor. Biraz geriye çekilip yeniden bakiyorum. Gözün pupil tabakasinin -yani gözün ortasindaki siyah halkanin; göz maviyse, örnegin Kerem¹in gözleri gibi turkuvazsa ortadaki karanlik alanin- genislemesi ve daralmasi bana mucizevi görünüyor. Bu karanligi artiran nedenler hizla aklimdan geçiyor: Ani korku ve heyecan, erotik uyari, isigin azalmasi, antikolinerjik sistem uyaricilari ya da amfetaminler gibi kimyasal uyaricilar ve ölüm hali... Gözdeki karanlik alanin en genis ve stabil hali. Bütün bu durumlar arasinda daha önce göremedigim ve su anda siddetle sezdigim bir iliski var bana göre. Baglanti noktalarindaki belirsizlik ve karsitliklar nedeniyle paradoksal bir iliski. Haz ve öte dünya arasinda uzanan bir sirat köprüsü gibi ince ve keskin.

Ayna karsisinda gözlerimizdeki karanligi incelerken Gürcan¹a pupil tabakasindan ve gözdeki karanligi artiran nedenlerden, bu nedenler arasinda sezdigim iliskiden söz ediyorum. Gürcan sasiriyor. Yazmakta oldugu senaryonun giris sahnesini çagristiriyor anlattiklarim ona. Genç bir adamin ölüm ani. Adamin gözlerindeyiz... Gözlerin giderek genisleyen karanligi ve bu karanlikta kaybolan kamera. Cut. Kim bilir bundan sonraki ilk karede ne olacak?

 

Iki

Çok degil birkaç hafta önce Evren, hepimizi çok güldüren bir fikra anlatti. Evren¹e de Ahmet anlatmis. Cuma gecesini bütün yorgunlugu ile bagladigimiz Cumartesi sabahi saat yedi sularinda Evren¹de müzik dinliyoruz. Saatlerin ilerlemesi gerekli, uyumamiz henüz mümkün görünmüyor. Evren bu sabah pek bir enerjik. Ev oldukça kalabalik. Herkes geceyi, kulübü, Dj¹in setini ve gecenin dedikodularini konusuyor. Çok fazla ses var. Içimden hizli trenler geçiyor. Biraz durulmak için sessizce etrafi izlerken farkediyorum ki kimse birbirinin yüzüne odaklanamiyor konusurken. Konusan sanki çok eski ve derin bir aniyi anlatirmisçasina karsidakinin basinin hemen üzerine ya da yüzün geneline, belirgin olmayan izafi bir noktaya odaklaniyor. Kimse tanidik gelmiyor o anda. Herkesin yüzünde bir sey var. Tanidik bir yüzün ilgisiz bir noktasina konduruluveren iri ve siyah bir etbeni gibi... Ya da bazi sürüngenlerde oldugu sekilde gözü ayni zamanda içten disa örten ikinci bir perde... Açiklamak güç. Iskelet ayni ancak etki tamamiyla farkli. Bu durumun dolasimlarimizdaki serbest moleküllerle yakindan ilgisi olmali. Bunu sezmek güç degil. Arkadaslarimin birbirlerine, ellerindeki Coca Cola light kutularina, Evren¹in yasli kedisi Pisi¹ye ve bana böyle bakmalarindan rahatsiz oluyorum. Aynaya bakiyorum. Yüzümde bir etbeni etkisi... Aynanin önüne çakiliyorum.

O anda Evren kahkahalarla gülmeye basliyor. Aklina geliveren bir seyler onu çok eglendiriyor. Müzik çok yüksek. John Digweed¹in yeni seti Hong Kong¹u dinliyoruz. Tümüyle kapali storlarin araligindan odaya giren günes isinlarinin odadaki agir sigara dumaniyla olusturdugu efekt hipnotize edici. Isik, gölge ve yerçekimine karsi hareketin meleklere özgü ivmesi... Aynanin önündeki Angel sisesini elime aliyorum. Içimden "melankoli, dokunulan bir sey su anda" diye geçirirken Evren, gülmekten gözlerinde biriken yaslari silerek Ahmet¹ten ögrendigi fikrayi anlatmaya koyuluyor. Gürcan bu sabah oldukça suskun.

"Ahy! Çocuklar bu fikrayi aslinda Ahmet¹ten dinlemelisiniz." Kikirdiyor. " I-iiii... Dur bakiim nasildi? Ahy, aklimi toparlayamiyorum simdi kaçiracagim. Eiouuuuuiiiiiii..." Yeniden gülmeye basliyor.

"Evren, delirtme de anlatacaksan anlat!" diyor, Gürcan.

"Ben fikra dinlemekten hoslanmiyorum. Çünkü sonunda bana komik gelmezse ve gülmezsem karsidakine ayip olacagini düsünüyorum. Bu düsünce nedeniyle gerçekten komik olsa bile gülemiyorum. Hem birbirimize fikra anlatacak kadar konusacak bir seyimiz kalmadiysa lütfen evlerimize gidelim artik." diyorum.

Evren, "hayir hayir gerçekten çok igrenç bir fikra, o kadar ki sinirden gülüyorsun." diyor.

"E hadi o zaman" diyor sessizligini bozan Gökçe. Gözlerini odadaki çocuklarin üzerinden agir agir geçiriyor.

Iste Cihangir¹de bir pazar sabahi, kis günesi Evren¹in kapali storlarini zorlayarak odaya dolarken dinledigimiz fikra:

Kadinin çok güzel ve iyi yürekli bir kizi varmis. Ne var ki kizin gözleri dogustan körmüs. Anne ve kiz fakir evlerinde bütün gün bir pencere önünde otururlarmis. Vakit geçirmek için anne kizina pencereden görünen daglari, ovalari, nehirleri ve rengarenk çiçekleri anlatirmis. Kiz bir gün annesine dönüp, "Annecigim, bir gün ben de anlattiginiz daglari, ovalari, nehirleri ve rengarenk çiçekleri görebilecek miyim?" diye sormus.

Annesi kizina "Ah kizim, güzel kizim sen de daglari, ovalari, nehirleri ve rengarenk çiçekleri görebilirsin. Yalniz önce zengin ve yakisikli bir adamla evlenmen ve onun seni ameliyat ettirmesi gerekli" demis. Kiz, bu teklifi kabul etmis ve evlenmis. Zengin ve yakisikli kocasi kizi ameliyat ettirmis. Aradan günler geçmis ve sira kizin gözündeki sargilarin açilacagi güne gelmis. Doktor agir agir açmis sargilari, kiz heyecandan ölecegini sanmis. Son kat da açilinca kiz yavas yavas gözlerini aralamis ve dehsete kapilmis, çünkü her yan hâlâ çok karanlikmis.

Kiz, "Annecigim, annecigim hani daglari, ovalari, nehirleri ve rengarenk çiçekleri görebilecektim? Hâlâ göremiyorum." demis.

Annesi kahkahalar atarak, " Bir nisan kizim, bir nisaaaaaan!"

Bir yandan gülüyor, bir yandan da çalmakta olan Cd¹nin flyer¹ini inceliyorum. Ellerinde fosforik isiklar saçan birer plastik tüple, günes gözlügünün üzerinden kameraya bakarak poz veren Japon çocugun gözlerinde de ayni perdeyi görüyorum.

 

Üç

Pazar sabahi Savoy¹da kahvaltidayiz. Geceyi birlikte disarida geçiren Evren, Hakan, Burak ve evde okuyup dinleyerek geçiren Gürcan ve ben. Hemen her pazar burada basliyoruz güne. Insanlarin elektrigine göre kisa bir kahvalti, gazete ve muhabbetin ardindan herkes evlerine dagiliyor ya da tolerans sinirlari yüksekse bütün gün birlikte geçiriliyor. Bu sabah ben kisim. Gürcan, sabirsiz ve huzursuz. Evren gidip geliyor... Asiri nese ile marazi hassasiyet arasinda. Burak ve Hakan gecenin hafifligini atamamislar, sürekli anlatacak ve gülecek bir seyler pesindeler.

O sabah bir yenilik var Savoy¹da. Yeni baslayan bir çocuk yapiyor servisi. Bunu baslangiçta farketmiyorum. Isteklerimi siralarken bir an basimi kaldirip yüzüne bakiyorum. Yüzün yabanci oldugunu bile algilamiyorum. Karanlik ve yagmurluyum. Ne sesi, ne yüzü ve ne de varligi beni bu elemanin yeni olmasi fikrine ulastiriyor. Siparisimi verip dönerken bir an göz göze geliyoruz. O anda görüyorum onu ilk. Siradan bir yüz, hiçbir siradisi durum yok. Gözlerine baktigimda belki Siraselviler Caddesi¹nde ilerlemekte olan bir otomobil tam o anda Savoy¹un önünden geçiyor ve apartmanlarin arasindan otomobilin camlarina düsen isik kirilarak önce Savoy¹un camlarina ve oradan da bu adamin gözlerine düsüyor. Ya da isik ve gölgeden bagimsiz bir aydinlik bu adamin gözlerini hiç terketmemis oluyor ve bunu ben o anda görüyorum. Bozguna ugruyorum. Bir sabah su anki bilincinizle çocuklugunuzun bir yaz sabahina uyanmak gibi. Gelecek yillarin bütün bilgisiyle pencerenin önündeki çiçeklerin yapraklarinda kirilan sabah günesini izlemek, mutfakta hazirlanan kahvaltinin ve demlenen çayin kokusunu duymak gibi... Bu adamin gözlerindeki isikta terkettigim her sey isildiyor. Gürcan hain hain gülüyor. Evren bana daha sonra anlatacagi bir seylerden söz ediyor. Yeniden masaya dönüyorum. Muhabbet almis basini gitmis. Hakan ve Burak sürekli konusuyor. Hikayeler çok komik, detaylar gerçekten kopuk. Ben de onlara kaptiriyorum kendimi. Sonra konu dönüp dolasip ibadete geliyor. Arkadaslarim "güzellige" tapiyor.

Uzun zamandir herkes sanki hep ayni seylerden söz ediyor. Konu ne olursa olsun dönüp dolasip bazi anlara, bosalan pakette sigara arayan uzun parmaklara, bir gece kulübünün isiklarinda kisilarak etrafi izleyen derin yesil gözlere, basin ani bir hareketiyle boyunda bir an için ortaya çikan sah damarinin atimina, gamzelerle süslü kalin kirmizi dudaklara geliyor. Kelimeler derinlesen soluklarla, yüzler garip gülümseyislerin saldirisiyla, gözler karanlik gölgelerle bölünüp duruyor. Bütün bunlar öyle çok an, öyle çok moda fotografi ve video kliple karisiyor ki gerçeklerden gerçek disi bir güzellik doguyor. Bu güzellik kuyusunda giderek daha derinlere inen arkadaslarimin bakislari degisiyor. Kelimelerdeki dudaklar, eller, kollar, gözler, damarlar, bacaklar, saçlar, duruslar, gülüsler öyle güzel ki... Sesler kafamin içinde yankilanmaya basliyor. Masaya dönüp, "ibadetiniz bittiyse lütfen kahvaltimiza devam edebilir miyiz?" diyorum.

 

Dört

Aksam kendimi iyi hissetmiyorum. Evren ariyor. Ona aklimda dolanan bütün bu izlenimlerden, kurdugum baglantilardan söz ediyorum ve hayatimin bu yilinda, Istanbul¹da, bütün bunlarin bana iyi gelmedigini söylüyorum. "Bosver" diyor, "takilma bunlara". "Daha çok asktan ve asik insanlarin gözlerindeki isiktan söz etmek isterdim. Oysa karanlik gölgeleri, izahi mümkün olmayan anlari anlatiyorum. Çünkü bu gece çok karanlik ve gözlerim iki madeni para kadar genis bir karanligin istilasinda. Simdi sana bir sey sormak istiyorum. Sen, benim gibi bakan birini sevebilir miydin?" Evren susuyor. Sessizlik uzuyor. Sessizligi bozarak. "Sana bir sey daha soracagim. Sinemaya gidelim mi?" diyorum. Gülerek "Hangi seans?" diyor. Biraz sonra sinemaya dogru yürüyoruz. Evren yeni flörtünden bahsediyor, kikirdiyoruz.

 

Bes

Eve dönünce sunlari yaziyorum. Kesin bir sekilde biliyorum ki bu satirlar eksik biraktigim her seyi tamamliyor.
Sütüm
ve iki limon damlasi
içimde gözlerin
kesiliyorum.

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1