Esaret

  Cennet Kackinlari - Murat Gulsoy

 

Bu ulkeye geleli cok olmamasina ragmen onlarin dilinde kendimi ifade edebiliyorum. Bir de kendi aralarinda hizli hizli bir seyler konustuklari zaman ne dediklerin anlayabilsem. Anlamadigimi gorduklerinde sefkatle gulumseyip yardimci olmaya calisiyorlar. Bu beni rahatlatacagina onlari rahatsiz ettigim hissine kapilmama neden oluyor.

Ictikleri garip sey disinda hersey kolaylikla alistim. Bizim kahvemize benzeyen ama daha seyreltik, daha az keyif verici bir icecek. Fakat gunun her saatinde bunu iciyorlar. Ve ilik iciyorlar. Zaten hersey ilik bu ulkede. Asiri sicagi, asiri sogugu hemen ozleten nemli, ilik bir atmosfer. Iliskileri de bir o kadar ilik. Onlari biraz daha tanidikca kimsenin kimse icin cok kuvvetli seyler hissetmedigi sonucuna variyorsunuz. Tutku yok yani. Ask bile ilik bir golde sevdiginin kollarinda dusler alemine dalmaktan baska bir anlam tasimiyor. Zina yok denecek kadar az cunku biri bir baskasiyla oldugu an otekinden ayrilmis sayiliyor. Bunu oylesine iyi icsellestirmisler ki bir kadin torunlarini severken birden bire bir baska adamla gitme ozgurlugune sahip. Yani kimsenin ayipladigi bir sey degil. Fakat bu ozgurluklerini istismar ettiklerini veya birisinin bu nedenle kotu duruma dustugunu, mutsuz oldugunu gormedim.

Peki ben ne yapiyorum burada? Hergun yikandigim ilik sularin artik barindirdigina inandigim garip uyusturucu ile zaman gectikce onlardan birine donusuyorum. Nereden geldigini bilmeyen ya da bunu onemsemeyen birisi. Birisi iste. Buradakiler icin gecmisin bir onemi yok. Hic kimse kendi gecmisini veya ulkesinin tarihini dusunmuyor, uzerine kafa yormuyur ve ortaya garip bir gecmissizlik yayiliyor. Gectigi her yeri silen bir sis gibi. Tek farkla sis bir gun dagildiginda, arkasindaki gecmis piril piril ortaya cikar; ama gecmissizlik gecip gittiginde yerinde ilik bir beyazlik kaliyor.

Peki ben? Gittikce daha da miskinlesen, arada sirada yerimden kalkip ormandaki mayhos, sulu meyvelerden beni butun bir gun idare edecek kadarini toplayip sonra geriye donup kumsalda uzanip gunun keyfini cikarmak disinda bir sey yapmayan biri. Sabahlari ise yapmakta oldugum kulubeye goz atiyorum. Yavas yavas yapiliyor. Aslinda evsizlik beni hic rahatsiz etmiyor. �unku geceleri uzak ulkelerin yaz ruzgarlarini ufluyor Tanri uzerimize. Fakat yine de bir kulube gerekli. Civardaki cani sikilan orta yasli erkekler hic bir karsilik beklemeden yardim ediyorlar. Hatta can sikintilarini gideren bu isi verdigi icin Tanri'ya sukrediyorlar. Olabilir mi boyle bir sey? Acaba ben de bunlarla birlikte yaslanirsam, birilerinin evini mi yapacagim can sikintisindan. Bunlari dusunurken gunes yukseliyor ve denizde yuzme vaktimin geldigini anlayarak isi birakiyorum. Kumsala dogru yuruyorum. Yine kayaliklara dogru bakiyorum gozlerimi kisarak. Denizin uzerinde hizla yukselip basi bulutlarin arasinda kaybolan bir dagin keskin gri renkli kayalarina bakiyorum. Bir dalma gozlugu olsaydi diye geciriyorum icimden. Sonra denize birakiyorum kendimi. Su cok yogun oldugundan yuzmeme gerek olmadan suyun uzerinde kaliveriyorum. Suyun sicakligi tabii ki vucut sicakliginda. Sanki havada duruyormus gibisiniz. Basinizi da arkaya uzatinca iri mavi ilik dalgaciklar bedeninizde yumusak bir dil gibi gezinmeye basliyor. �yle zamanlarda buralarin kizlarindan birini arzuluyorum. Onu gozumun onune getiriyor, aklimda seyrediyor, bundan ne kadar cok hoslandigimi fark edip acaba asik mi oldum diye kendime soruyorum. Fakat o kadar hos bir duygu ki, ask diyemiyorum. �unku askin o ince ince kanayan, kanarken tatli, ruhu titreten bir zevk veren yarasi tum gercek yaralardan daha sahicidir. Oysa bu hissettigim sadece hos bir sey. Olmazsa uzulmeyecegim bir sey.

Bir an dehsetle fark ediyorum ki burada insan istemeyecegi bir seyi asla yapmiyor ya da arzulamiyor. Insanlar burada herseyi onceden farkedip sinirlari zorlamiyorlar. Bunu oyle iyi yapiyorlar ki boyle yaptiklarini da bir sure sonra unutuyorlar. Onun da benden hoslandigini bildigim icin ben de ondan hoslanyorum. Ve benden hoslandigini gizlemedigi / gizlemedigim icin baskalari ona / bana ilgi duymuyor. Herneyse kisa bir sure sonra bir seyler olup bitecegini biliyorum. Hatta eminim. O da emin. O yuzden bu bakir donemin tadini cikariyoruz. Belki de o yuzden bu donemi uzatiyoruz. Bir de ben dilimi gelistirmeyi istiyorum bu surede. Ama bu da digerleri gibi oyle gevsek bir istek ki...

Daha sonra biraz acikma hissi geldigi icin sudan cikiyorum. Sahildeki pelus bitkilerine kurulaniyorum. Bu bile o kadar zevkli ki... Kurulanma bitmesin istiyorum. Sonra meyve agaclarina dogru yoneliyorum. Her agac digerinden farkli. Her agacin da her bir meyvasi digerinden farkli. Tasnif etmek veya isimlendirmek de mumkun degil. �unku hergun yenisi olusuyor. Onlar da digerlerinden ve dunkulerden farkli. Onlara meyva ya da yiyecek anlamina gelen bir sey soyleniyor ve oglenleri toplanip butun bir gun ve gece yeniyor.

Mutluluk bu olsa gerek diye dusunuyorum. Baskaca da bir sey dusunmuyorum. Sonra aklima dalma gozlugu geliyor. Nasil boyle bir sey yapabilirim diye kuruyorum sulu meyvalari damagimda liflerine ayirarak tadarken. Cam ustalarinin oldugu yere gitmeye karar veriyorum. Evet bir cok iste ustalasmis kimseler var. Canlari istedigi zaman calisan insanlar. Cam ustalari, seramik ve boya ustalari, demirciler, terziler, matematikciler... Kendi meraklari dogrultusunda bu isleri ogrenmisler, herhangi bir karsilik beklemeden -canlari sikilmasin diye- yapiyorlar islerini.

Cam ustasini ogleden sonra kulubesinin onundeki hamakta uyurken buluyorum. Onu uyandirmak yerine atelyesine goz atiyorum. Kucuk cam heykelciklere, vazolara, rengarenk bardaklara, aynalara bakiyorum... kulubem bittiginde cam ustasindan bazi seyler isteyebilecegimi dusunuyorum. Belki de burada bu isi ogrenebilirim ona ciraklik yapabilirim diye hayaller kurarken cam ustasi uyanip yanima geliyor. Ona denizin dibini gorebilecegim bir gozluk ya da basliga ihtiyacim oldugunu soyluyorum. �ok eglenceli bir alet olacagina onu ikna ediyorum. Birlikte ormandan saglam agac kabuklari topluyoruz. Hemen hazirdaki bir kac cam parcasi ile denemelere basliyoruz. Sonra sikilip ustayi yalniz birakip sahile, mustakbel sevgilimi uzaktan izlemeye gidiyorum.

Aksamlari ay isigi oyle parlak oluyor ki baskaca isiga ihtiyacimiz olmuyor. Gunduzden topladigimiz meyvalarla kahveye benzeyen iceceklerimizi yudumlayip gokyuzundeki yildizlari seyrediyoruz. Bazen sarki soyledigimiz oluyor. Bazen konustugumuz. Bazilarina deniz gozlugunden bahsediyorum. Ilgiyle dinliyorlar. Sonra da ne yapacagimi soruyorlar. Hic diyorum, denizin dibinde neler var bakacagim diyorum. Fazlaca ilgilenmiyorlar.

Sabah uyandigimda basucumda deniz gozlugunu buluyorum. Cam ustasi terzilerden birine gidip basligin kafayi saran bolumu icin guzel bir tasarim yaptirmis ve boyatmis, cesitli tuyler ve yapraklarla suslemis. Bu haliyle gozluk bir buyucu basligi, bir totem gibi gorunuyor gozume. Heyecanla basligi denemek uzere denize kosuyorum. Kimseler yokken basligi takip denize daliyorum. Gozluk islevini mukemmel bir sekilde yerine getiriyor.

Denizin dibinde apayri bir dunya bekliyor beni. Sanki orman denizin dibinde devam ediyor. Renkler ve baliklarin bicimleri buyuluyor beni. Uzunca bir sure dipteki cennette oyalandiktan sonra kayalara dogru yuzmeye basliyorum. Icimi bir heyecan kapliyor. O kadar uzun bir zaman once heyecanlanmistim ki nasil bir sey oldugunu unutmustum. Bu yuzden de korkuyorum. Sanki gozluk fikri sirf o kayalarin dibini merak ettigim icin aklima gelmemis gibi vazgecip geri donuyorum. Ormanin meyvalarini, dun geceden beri sevgilim olan kizin yosunlu gozlerini ozleyerek denizden cikip peluslere kurulanmadan ona kosuyorum.

Sonraki gunlerde gozlugu baskalarina da veriyorum, herkes denizin dibindeki guzelliklerin buyusune kaptiriyor kendini. Aklimin bir kosesinde, hatta oldukca derin bir yerlerinde kayalign, tehditkar varligini surdurdugunu biliyorum. Fakat nedense bir turlu cesaretimi toplayip oraya dogru yuzemiyorum. Gozlukle yuzenleri uzaktan izlerken anliyorum ki kimse oraya dogru yuzmuyor. Bu bana tuhaf bir meydan okuma gibi geliyor.

Ve bir sabah kimse uyanmadan ilik denize daliveriyorum. Kararli bir sekilde oraya dogru yuzuyorum. Denizin dibinde devam eden cennet, kayalarin oldugu yere gelince bitiyor. Ne balik, ne yosun, hic bir seyin olmadigi ciplak, keskin kayalara bakiyorum. �rperiyorum. Kayalarin sivri uclari uzerlerine basmama veya daha fazla ilerlememe izin vermiyor. Ve urpermemin asil nedenini anliyorum. Buralarda denizin suyu normaldekinden daha serin. Bir akinti oldugunu kesfediyorum. Bir yerlerden, sularinin ilik olmadigi, muhtemelen herseyinin farkli oldugu bir yerlerden bir sizinti oldugunu anliyorum. Bu soguk su beni adeta kendime getiriyor. Ve kayalarin, kayalarin karadaki uzantisi olan dagin arkasinda ne oldugunu deli gibi merak ediyorum. Siddetli bir seyler hissettigim icin kendimi tuhaf hissediyorum. Sahile geri dondugumde hasta gibi saatlerce uyuyorum. Ruyamda geceleri soyledigimiz anonim sarkilardan birinin sozlerini cozuyorum. Tanri'nin insanlara cennette sonsuz mutlulugu bahsetmesi anlatiliyor. Daglarla cevrili bu cennette kalmalarini ogutledigi ima ediliyor. Ve daha sonra sarki tanrinin onlara bahsettigi guzellikleri overek devam ediyor.

Aksam cevremdekilere dag hakkinda sorular soruyorum. �ogu bu sorunun tasidigi onemi anlamazliktan gelerek omuz silkiyor, bazilari bilmediklerini, bir kismi da buradan daha guzel bir yer olmadigina emin olduklarini soyluyor. �stelik zaman ilerledikce yediklerimizin ve ictiklerimizin etkisiyle esriyip sevgililerimizin kollarinda tum sorulari ve can sikici cevaplari unutuveriyoruz.

Sabah oldugunda yine kayaligin oradaki soguk su akintisina gidiyorum. Soguk su beni kendime getiriyor. Aklim eskisi gibi calismaya basliyor. Ustalara gitmeye karar veriyorum. Bir de her sabah buraya gelip dirilmeye. Yeniden dogmaya karar veriyorum. Sogugun ortasinda bedenim urperirken meraklarim uzerlerine serpilmis olu topragindan siyrilarak dimdik ayaga kalkiyorlar. Merak heyecani ve korkuyu cagiriyor. Midem tehlike isaretleri yayiyor.

Denizden cikar cikmaz, zihnim uyusmadan yaslilarin oldugu yerin yolunu tutuyorum. Yol oylesine guzel ki neden yola ciktigimi unutur gibi oluyorum. Fakat yasli insanlara gidip konusmaliyim diye direniyor icimdeki ciliz ses. Ne de olsa onlar cok yasamislar ve bir cok sey bilebilirler. Ya da canlari yeterince sikilmistir artik. Terzinin kulubesine vardigimda, uzun suredir birlikte yasadigi kadin, ustanin bu sabah gittigini soyluyor. Kadinin yuzunde bir keder kirintisini bosuna ariyorum. Burada karsilastigim ilk olum vakasi. Tabii buna olum denirse. Sevgilimi bulup ona oluleri nereye gomduklerini, bu isi ne zaman yaptiklarini sordugumda yuzume tuhaf tuhaf bakiyor ve 'biz kimseyi gommeyiz, herkes kendi gider' diyor. Anlamadigimi gorunce beni ormanin derinliklerinde bir yuruyuse cikarip gercegi gosteriyor.

Gercek su ki buradaki insanlar olmuyor sadece bicim degistiriyorlar. Artik zamaninin geldigini hisseden kisi ormanda kendine guzel bir yer bulup elleriyle nemli toprakta ayaklarini sokacak kadar bir cukur kazip icine girip, kollarini iki yana acarak beklemeye basliyor. Bir kac saat icinde ayaklari koklere, kollari dallara donusuyor ve ertesi gun o cesitli meyvalari veren agaclardan birine donusuyor. Sevgilim tanidigi bazi agaclari gosteriyor. Babasi oldugunu iddia ettigi agactan bir meyva koparip istahla yiyor. Bana da veriyor. Meyvayi yerken tuhaf hislere kapiliyorum. Daga dogru yuruyoruz. Bir yerden sonra agaclar siklasmaya ve yol bizi sahile dogru suruklemeye basliyor. Fakat buna ragmen yolumuza devam ediyoruz. Hatta sevgilimin gozlerinde daha once gormedigim endise bulutlari dolasmaya basladiginda bile yilmiyorum. Yola devam ediyoruz.

Sonunda dagin eteklerine geldigimizde agaclar bitiyor ve sarp kayaliklar basliyor. Sert ve parlak yuzeylerine dokunmadan oylece durup bakiyoruz bir sure. Sonra bir tanesinin uzerine basiyorum. Gunesin isisini emmis oldugu icin kavurucu derecede sicak oldugunu aciyla farkediyorum. Sicaklik ayaklarimi kavururken icimden garip bir zevk dalgasi yukseliyor. Soguk su akintisinin bellegimi uyandirmasi, beni heyecanlandirip korkutmasi gibi bir etki yaratiyor asiri sicak. Sevgilim once yanima gelmek istemiyor. Israr ediyorum. Karsi koyacak gucu olmadigi icin yanima cikiyor. �ikar cikmaz yuzu geriliyor ve sicrayip kurtulmayi deniyor. Ama belinden kavriyorum, bu siddetli duyguyu sonuna kadar tadmasini istiyorum. Gozlerinin icine bakiyorum. Gozbebekleri buyuyor. Yuzune garip yirtici bir ifade yerlesiyor. Kendisinin bile yabancisi oldugu vahsi duygulari tadiyor. Birbirimizi isirmaya basliyoruz. Ince ince kan sizana kadar tirnaklarimizi birbirimize geciriyoruz. Sanki sevismiyoruz da olumune savasiyoruz. Yirtici hayvanlar gibi saldiriyoruz. Tutkunun tirmanabilecegi en yuksek tepelerden birine cikmistik. Dengemizi yitirip dusmeseydik sonumuz ne olurdu bilemiyorum. Topragin yumusak ve ilik karnina yuvarlanip bitik bir sekilde uyumaya basliyoruz.

Sonraki gunlerde sabahlari soguk su akintisinin oldugu yere yuzup kendimize gelmeye calisiyoruz. Sonra konusuyoruz. Merak ediyoruz. Kayaligin ardinda ne var ogrenmek istiyoruz. Varsayimlarda bulunuyoruz. Tartisiyoruz. Planlar yapmaya basliyoruz. Sonra sevisiyoruz. Ayni ogleden sonralari ormanin bittigi yerde saptamis oldugumuz noktada kayalikligi kirarak delerken durup dururken sevismelerimiz gibi. Aksamlari ise yorgunluktan uyuyakaliyoruz. Digerleri ile eglenip oranin tadini cikarmiyoruz. Saatlerce kayan yildizlari da seyretmiyoruz. Hizla ruyasiz yorgunluk uykularina yuvarlaniyoruz.

Ertesi gunlerde demirci ustasina yeni aletler siparis ediyorum. Daha saglam kazmalar, daha buyuk cekicler, keskiler... Ve her gecen gun kayaligin kalbine biraz daha yaklasiyoruz. Her gecen gun onun asilmaz kalinligi biraz daha inceliyor. Actigimiz oyuk oyle bir sekil almis ki ortasina vurulan her darbe bir devin cigligina donusup ormana ve sahile yayiliyor. Her gecen gun ile ses biraz daha yuksek ve biraz daha dayanilmaz bir hal aliyor. Insanlarin yavas yavas huzursuzlandigini hissedebiliyoruz. Sabahtan aksama kadar suren bu mucadelenin sesine taniklik etmis olmaktan dolayi onlar da bizler gibi erkenden uykuya daliyorlar. Yine de bize engel olmak akillarinin ucundan bile gecmiyor, bunu biliyoruz. Bilmedigimiz tek sey kayaligin ardindaki dunyanin neye benzedigi. Tabii eger bir dunya varsa...

Artik isin sonuna yaklastigimizi hissediyoruz. Kazmayi binlerce kez vurarak incelttigimiz kayaligin bitmeye yaklastigini ardindan gelen gurultuden anliyoruz. Her darbede biraz daha artan ugultu bizi urkutuyor. Hele son vurdugum darbe ile acilan kucucuk delikten sizmaya baslayan pis kokulu duman isi birakip kacmamiza yetiyor.

Sahilde ertesi gun oraya diger insanlari da goturmeye karar veriyoruz. Teker teker herkesi cagiriyoruz. �ok cok guzel bir sey gosterecegimizi, bunca zaman bizim gurultumuze katlanmalarinin odulunu yarin alabileceklerini soyluyoruz. Yalan soyluyoruz. Ilk kez yalan soyleniyor.

Sabah hep birlikte yola koyuluyoruz. Deldigimiz yere vardigimizda guzel olan hic bir seye henuz rastlamamis o iyi insanlari korkutacagini dusundugumuz icin kayalara basmalarina izin vermiyoruz. Ilk kez izin verilmiyor.

Sonra kazmalarimizi elimize alip acilmaya hazir deligin saginda ve solunda yerimizi aliyoruz. Arkasinda sakladigi dunyanin ugultusu herkes tarafindan duyulmasina ragmen kimse yerinden kimildamiyor. Ve son darbeleri indirmeye basliyoruz. Bir kac vurusdan sonra delik kendiliginden buyumeye basliyor ve arkasindan lacivert mor bir kasirga iceri daliyor. Kayalar catirdayarak acilmaya adeta bize bir yol olmaya basliyor. Ruzgarin ve tuhaf havanin cekiciligine kapilip iceriye surukleniyoruz. Hep birlikte kayalarin arkasindaki karmasik, kotu, urkutucu, tehditlerle ve tehlikelerle dolu dunyada buluyoruz kendimizi. Bir daha geriye donemeyecegimizi o anda anliyoruz.

O anda anliyoruz ki kutsal metinlerde binlerce yil anlatilacak hikayenin kahramanlari bizleriz. O an anliyoruz ki o yalin mitolojinin devamini biz yasiyoruz: "Onlara asla dagin ote tarafina gecmeyin burada sonsuz mutlulugu yasayin denildi. Fakat iclerinden biri, denizlerin dibinden gelen bir ilhamla cennetin duvarinda bir delik acti. Delikten iceri giren kotuluk cenneti yerle bir etti. O ve kavmi dunyaya yayilip kaybettikleri cenneti anlattilar." O an anliyoruz ki binlerce yil anlatilacak olan hikayeler bu hikayenin bozulmus, degismis halleri olacak. O an anliyoruz ki sonsuza dek ozlenecek bir hapisanenin duvarlarini ellerimizle yiktik. O an anliyoruz ki agir agir yuruyecegiz kotu dunyanin uzerine. O an anliyoruz ki kotu ile savasmak icin biricik silahimiz olan ozgurluk bu savasta alacagimiz en buyuk yaranin ta kendisidir. O an anliyoruz ki ozgurluk o buyuk savasta Tanri ile paylastigimiz kaderin oteki ismidir. O an anliyoruz ki seytani varolusun uzerinde ayakta durabilmek ne kadar zor olursa olsun, cennetin sorumsuz mutlulugundan daha cok yakisiyor yaralar icindeki bedenlerimize. O an anliyoruz ki bu korkunc dunyada insa edecegimiz her yapi cenneteki kulubelerimizin uzak hayalini yansitacak. O an anliyoruz ki kesfettigimiz her guzellik eski mesut gunlerin canlanan hatirasindan baska bir sey olmayacak. O an anliyoruz ki ardimizda kalan cennete son bir kez bakanlar tastan heykellere donusecek ve yine anliyoruz ki bazilarimiz her seye ragmen kayip cennete donup bakacak ve onlarin tastan bedenleri hikayemizin anitlari olarak dunyanin sinirlarinda sonsuza dek kalacak.

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1