Esaret

  G�n�ll� Esaret - Cemal Ener

 

Orman, �ocuklar ve Biricik Olana Giden Patika Uzerine Bir Deneme

K�leler ve �ocuklar

Esaretin, zorbalik ve ciplak siddet yoluyla gerceklesen, asimetrik bir bagimlilik iliskisi biciminde yasandigi savas esirligi ya da hatta, kolelik gibi alanlara girmek istemiyorum. �unku bu tur iliskilerin dayattigi bagimlilik, farkli olculerde ve bicimlerde de olsa, dissaldir: Savas, ne denli indirgenmis olursa olsun, taraflarin uzerinde uzlastigi bir ortak hukukun varligini gerektirir; savas esiri boyle bir hukuk uyarinca hukum giymis bir tutuklu; bir mahkumdur sonucta. Kole ise, her turlu hukuki ve ahlaki kaygiyi bir kenara firlatmis, keyfi bir zorbaligin nesnesi. Ama her ikisinin de paylastigi ortak "kader" mahrum edilmis olmalaridir: Her ikisi de iradelerinden soyutlanmislardir. Fakat bu uc orneklere bakarak, esaretle ozgurluk arasinda bir karsitlik; kavramsal bir kutupsallik iliskisi kurmaya calismak yaniltici gelir bana. Esaret kavramini, henuz tum kavramlarin bulanik birer yogunluktan baska bir sey olmadiklari o bicimsiz alana, dogayla kultur arasindaki alacakaranlik kusagina tasiyabilseydik eger (tabii boyle bir tasima isleminin tarihsel degil de, kurgusal bir olasilik oldugunu unutmadan), orada durtuler ve gudulerin yani sira, dusunulebilecek en yalin ve en genis anlamiyla mahrumiyet olarak algilanan bir esaret olgusuna rastlayabilirdik belki. Ve ayiklayici, daha dogrusu secici bir iradeyle bulusan boylesi bir mahrumiyet olgusu, haz ilkesini yalnizca bir durtu olmaktan cikarip, bir ozgurluk duygusuna donusturebilirdi.

Ya da ben boyle olduguna inanmak isterim: Kokende varoldugunu sandiklari o sinirsiz bolluk ve ozgurlugun; o yitirilmis Altin �ag'in izini surenlerin tersine, esaretle ozgurluk arasinda bir kutupsallik ve dislama degil, bir gecislilik ve olumlama iliskisi gorurum. Nasil adlandirmali boylesi bir mahrumiyeti? Gonullu esaret mi? Eger yerindeyse bu adlandirma, ozgurluk de gonullu esaretin ta kendisidir!

Aslinda adlandirmalarin pek de onemi yok burada. Yitirilmis masumiyete, neredeyse ilahi bir cocukluk gibi algilanan gecmise yonelik o ucube ozlem durmadan koruklenmesin yeter ki. Ama kimler yoktur bu ozlemin ardinda! Marx bile, cagdaslarinin (ve kendisinin) Eski Yunan uygarligina ve edebiyatina duydugu duskunlugu aciklamaya calisirken, insanligin cocukluguna duydugu ozlemden dem vurmustu. Yunan demokrasisinin ardindaki kolelikten kerhen; yalnizca kozmetik bir hataya deginirmiscesine, mahcup bir sikilganlikla soz eden felsefe profesorleri gordum: Yalnizca kavramlarin suregenligine ve kokendeki mukemmele duyduklari inanci kurtarabilmekti dertleri.

�ocukluk, masumiyetin degil, mahrumiyetin hukmundedir. Ustelik henuz haz durtusu disinda hicbir hicbir iradi secimden soz edilemeyecegi icin, cocuklugun dunyasinda "gonullu" sozcugunun de karsiligi olamaz. �ocukluk bir bakima dupeduz koleliktir. Sorun varolus deneyimlerimizin katmanlari arasinda, mutlaka ilkel bir ozgurluk tortusunun izlerine rastlamaksa, askin ve cinselligin yasantisina donulebilir ornegin. Ve bilindigi gibi, cinselligin ortaya cikisi, pek coklarinca cocuklugun da sonu sayiliyor.

Dunya Ormaninin Derinliklerinde...

Su yukarida yazdiklarimi (ve asagida yazacaklarimi) bana dusundurten, Lawrence Ferlingetti'nin bir cumlesi oldu. Yazarin, "Onun" baslikli romanina giris cumlesi soyle:

"Dunya ormaninin derinliklerinde beyaz bir erkeklik uzvu tasiyor, onu sokacak bir yer ariyordum, onu teslim edecek bir yer."*

Bu sozlerin kolelik ve cocuklukla dogrudan bir ilgisi olmayabilir, ama benim cocuklugumdaki kucuk bir oyuna kadar uzanan cagrisim dalgasinin harekete gecmesini engellemiyor bu durum. Ve "zararsiz" bir cocukluk ayinin ardindaki karmasayi, anlam yapisini neredeyse otuz yil sonra cozer gibi oluyorum. �nce su ormana donelim:

Ilik ve gunesli bir ilkbahar gunu, ilkokul cagindaki bir grup oglan cocugu okulun dagilmasindan sonra, bir pranga gibi tasidiklari cantalarini evlerinin aralanan kapilarindan iceriye firlatip sokaklara kosmuslar. ikindi vakti, oynanabilecek butun oyunlar oynanmis; yakantoptan, bilyelere, komsu apartmanin bahcesindeki futbol macina kadar bildikleri butun oyunlardan heveslerini almislar. Ve nihayet, yorgunlugun da verdigi bezgin bir miskinlikle bir bahce duvarina tunemis, yoldan gecenleri izliyorlar. Kayitsiz bakislarinda bir ilgi pariltisi uyandirabilen, onlari canlandirabilen tek sey, arada bir gecen kizlar: kendi yasitlari, ya da hatta bulug cagina girmis, "ablalari yasindakiler".

Aralarindan bazilari, onlari daha yaklasirken gorduklerinde tunedikleri duvardan atliyor ve kizlar onlerinden gecerken, sanki bir gorevi yerine getirircesine, ciddi ve oyuncu bir hafiflikten uzak, gergin bir tavirla hep bir agizdan bagirisiyorlar: "Ormana! Ormana!"

O cocuklarin arasinda ben de vardim. Bu oyunun, daha dogrusu ayinin ne siklikta tekrarlandigini, ne kadar surdugunu (aylarca mi, yoksa yillar boyu mu?) artik hatirlamiyorum. Ama kizlarin farkli tepkiler gosterdikleri h�l� aklimda. Kimi bize donup terbiye denilen erdemin faydalarini (tabii beyhude bir cabayla) hatirlatmaya calisir, kimi hic duymamis gibi yuruyup gecer, kimisi de yuzune yayilan gulumsemenin bir kahkahaya donusmesini bastirmaya calisirdi. Bu sozumona taciz eyleminin nasil bir ima icerdigini, sanirim, onlar da bizden daha fazla bilmiyorlardi. Anlamini, erkeklerin dunyasinda bulan bir gonderme olmaliydi. Bu sozleri herhalde birtakim yeniyetme delikanlilarin agzinda duymus ve anlamaya calismadan benimsemistik. Yine de yaptigimizin yalnizca bir "maymunluk", basit bir taklit cabasi oldugunu soylemek dogru sayilmaz. Boyle davranmakla erkeklerin dunyasina dogru bir adim attigimizi seziyor ve bunun yarattigi gerilimi, tuhaf guvensizligi hissediyorduk.

Ferlingetti'nin cumlesinde, o tekinsiz duygunun anahtari da var: "...onu sokacak bir yer ariyordum, onu teslim edecek bir yer." Yazarin sozlerindeki su kararsizlik, su telasli tashih cok anlamli: "Sokmak" sozcugu, hemen ardindan "teslim etmek" biciminde duzeltiliyor. Ama iki kavramin yanyanaligini ortadan kaldirmaya yonelik bir mudahale degil bu. iste bu cifte-anlamlilik (ambivalenz), bir bakima tum erkek cinselliginin de bir ozeti. Fallus'un, simgesel duzlemde sozgelimi bir mizrak ya da hancer gibi, delici/kesici aletlerle benzerligi ve duhul edimi uzerinden, erkek cinselligindeki saldirgan egilimlerle baglantisi uzerinde yeterince (belki de gereginden fazla) duruldu. Buna karsilik o diger egilimin, o acilma, teslim olma aninin ardinda gizlenen boyutun uzerinde geregince dusunuldugunu sanmiyorum. Kadin ve erkege ozgu cinsel kimliklerin toplumsal duzeyde uretilis bicimlerinin de buyuk etkisi var bu konuda.

John Berger'in belirttigi gibi** "erkegin varligi kendinde sakli gucluluk umuduna baglidir" ve bu umudun yoneldigi adres, daima erkegin kendisi disinda bir yerlerdedir. Erkek yapabileceklerini, gucunu otekine gostermek ister ve varliginin onayini otekinden bekler. Oysa "kadinin varligi kendine karsi tutumunu gosterir; o kadina karsi nelerin yapilip nelerin yapilamayacagini belirler." Buyuk olcude erkekler tarafindan parsellenmis bir dunyaya dogan kadin, kendisini izleyen erkeklerin bakislari altinda, varliginin yaptiklarina degil, gorunumune (daha dogrusu yaptiklarinin nasil gorundugune) bagli oldugunu sezer. Kadinin kendisini nasil sunacagi, erkeklerin tanimadigi bir bicimde hayati bir onem kazanir boylece. Bunu basarabilmesiyse kendini otekinden once gozlemlemesine baglidir. Berger'in deyimiyle, "kadinin icindeki gozlemci erkektir; gozlenense kadin." Kadinin kimligi, bir anlamda erkeginkine oranla daha tamamlanmis bir yapidir. Varliginin onaylanmasi icin -paradoksal bir bicimde- erkege ihtiyac duymaz, cunku onu icermistir zaten. Ve bu onu erkege karsi guclu kilar.

Cinsellik, ya da en azindan cinsel iliski, bireysel kimliklerimizden bir olcude siyrilip turumuzun bir ornegine indirgendigimiz; o kadin ya da o erkek olmaktan cikip, otekiler gibi bir kadin ya da herhangi bir erkek oldugumuz bir ansa eger, o halde cinsel kimlikler arasindaki bu asimetrik iliski de, erkek tarafindan bir tehdit olarak duyumsanacak demektir. Erkek, varligini onaylatmak uzere yonelmekten kacinamadigi, fethetmeye cabaladigi kadina, tam da onun onayina boylesine hayati bir ihtiyac duydugu icin "teslim olmak" zorunda kalacagi bir anin gelecegini sezecektir. Erkegin silahlarindan arindirildigi o teslimiyet aninin ardindaysa koyu bir karanlik gizlidir: yutulma korkusu. Tum bunlar spekulatif onermeler tabii. Ancak, sozgelimi reddedilmenin cogu erkek icin nasil bir varlik yikimina yolactigi, buna karsilik pek cok kadinin bunu en fazla bir gurur sorunu olarak yasadigi dusunulurse pek de o kadar asilsiz onermeler sayilmamali.

Simdi otuz yil oncesinin o istanbul ikindisine donecek olursak, duvar dibinde toplanmis o ilkokul cocuklarinin oynadiklari oyunla, bir tur seytan kacirma ayinini canlandirdiklarini gorebiliriz. Arkalarindan "Ormana!" diye bagirdiklari kadinlari ne ormana, ne de herhangi baska bir yere davet ettikleri yok. Tersine, farkli olduklarini yeni yeni algilamaya basladiklari bu anlasilmaz yaratiklari, kendilerinden uzakta tutmaya; akillari sira onlari geldikleri yere, o tekinsiz karanliga gerisin geri gondermeye cabaliyorlar. Ve onlarin yalnizca ortak bir dunyayi paylasmanin sezgisiyle katildiklari bu caba, taklit ettikleri buyukleri icin de fazlasiyla gecerli.

Peki bu acmazdan hicbir cikis umudu yok mu? Su kadari kesin gorunuyor bana: Kadin ve erkek dunyalarini ayiran bariyerlerin asilmazligi diye ozetlenebilecek bir sorun varsa eger, bu sorunun cozumu cinselligin uzerindeki baskilarin kaldirilmasi; cinselligin mahrem sayilmaktan cikartilip, kamu alanina cekilmesi sayesinde olmayacak. Ne de ne anlama geldigini bir turlu anlayamadigim, o cinsel devrim teraneleri sayesinde. Son yillarda "devrim" sozcugunun gecirdigi itibar kaybi yuzunden, o teraneler de eskisi kadar sik isitilmiyor zaten. Ama yerini cok daha korkunc bir olusuma birakti: haftalik magazin dergilerine kadar dusen, bir cinsel "aydinlanma" isterisine! Erken bosalma, cesitli pozisyonlar ve benzeri sorunlar uzerine cay sohbetlerinin koyultuldugu cekirdek ailelerin, Turkiye'de de hizla arttigini gosteren bir istatistikle karsilasmadim hic. Ama boyle rakamlarla karsilasmak en ufak bir saskinlik bile yaratmazdi uzerimde.

Tum bu cinsel aydinlanma cilginligindan bir an kurtulmak mumkun olursa eger, bir baska yol daha oldugu gorulebilir belki. Yalnizca dar bir patika bu; gosterissiz oldugu kadar da gozalici ayni zamanda. Askin biriciklige yonelisi diyelim bu (belki de cikmaz) yola: Sair Octavio Paz, yuz yuze cinsel birlesmenin, baska hicbir memeli hayvan turunde gorulmeyen, yalnizca insanlara ozgu bir yontem oldugunu vurguladiktan sonra sunu ekliyor: "Ask bireyseldir ya da, daha kesin bir ifadeyle, bireyler-arasi."***

Boyle bir yol var. Bu yoldan gecmis insanlarin varligini kanitlayan yeterince iz de mevcut. Sozgelimi Rubens'in tablosu: "Kurk Mantolu Helene Fourment". Ressamin ilerlemis yasinda evlendigi ve kendisinden cok daha genc olan ikinci karisini tasvir ettigi bu tabloyu, John Berger'in kisaligiyla ters orantili bir derinlige sahip yorumundan okumak da en hafif deyimiyle "aydinlaticidir". Ama Rubens'in gectigi yoldan bir kez gecmis kisi, Berger'in sozunu ettigi umudu tatmak icin buna gerek bile duymayacaktir belki:

"Bu vucudun resme gecirilisi her turlu bicim ulkusunu surekli olarak yikar, (Rubens'e) karisinin o olaganustu kendine ozgulugunun umudunu tattirir." *

*Lawrence Ferlingetti, Onun, cev. Olcay Boynudelik, istanbul 1997.
**John Berger, Gorme Bicimleri, cev. Yurdanur Salman/Margaret Quigley, Yanki yay.
***Octavio Paz, Die doppelte Flamme/Liebe und Erotik, Frankfurt a.M. 1995.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1