Eksik

  Horozlu Ayna - Balku

 

Soguk, uzak kurt seslerinin her yere uzanan sivri disli agzi olmus hunharca isiriyordu. Topragin; sevgili asina topragin, kis basindan beri karin altinda uyuduguna, hala orada olduguna inanmak istiyorduk. O, orda yerinde, biz de onun ustunde bir yerde duruyor olmaliydik. Sonsuz beyazlikta tek sabitimizdi o: Ormani gecmemizin, dagi asmamizin , pesimizdekileri atlatmanin, dagin otesindeki koye ve bahara ulasmanin , melun ulumalardan uzakta olmanin tek yoluydu karin altinda; ayagimizin altinda, ustunde ilerlenebilecek bir toprak olmasi. Karlarla kapli bir ormanda varligi supheli bir menzile dogru yuruyen iki kisiydik. Pesimizde ofkeli kiliclar, kor ofkeler, zalim canavarlar vardi. Ayak izlerimiz dusmanimizdi.

Geceleri, kan uykularimiza sokulan canavarlar bile ayak izlerimizi takip eden gozu donmus canilerden daha merhametliydi; hic degilse bir kerede yok etmek acimasizligini gostermiyorlardi. Her gece tekrarlanan bir toren; bir karabasan: Onlarca kurt tarihoncesi ulumalarla karlar ustundeki ciplak ve savunmasiz bedenimden parcalar koparip en yakin agacin dibinde gozlerini benden geride kalan kutleden ayirmadan yiyorlar. Ben ,caresiz, seyrediyorum etimle oynayan canavarlari. O vakit toprakla aramdaki iliski, o tatli cekim, kayboluyor; huzursuz bir hafiflik hissediyorum. Uyandigimda karlar ustunde kendi kanli parcalarimi bulacagimi dusunuyorum. Uyaniyorum: Karlar altinda yitmis yeryuzu. Yine o huzursuzluk verici hafiflik. Cebimden arkasinda rengarenk bir horoz resmi olan kucuk, yuvarlak aynami cikarip artik ben olmayan kendime bakiyorum: Sakalim ve biyiklarim donmus, gozlerim daha yasli ve daha korkakca bakiyor.

Sonra bir gun ulumalar yaklasti, kusatti. Onlarca kurt elli adim ilerde durmus yolumuzu bekliyorlardi. Gordugumuz ruya midir, gercek midir anlayamadik. Bir kurt surusunun ansizin yolumuzun ustune dikilmesi ancak bir karabasan olabilirdi. Ama ne yapmaliydik, bunun bir karabasan olduguna inanmaya devam ederek benim her gece yaptigim gibi bedenlerimizin parcalanmasini mi izlemeliydik bir ruyada oldugumuzu bilmenin rahatligiyla? Yoksa bir karabasani kotuye yormanin bizi gercege yaklastiracagi dusuncesiyle oradan uzaklasmak mi gerekirdi.? Biz sadece oturduk ve bekledik. Saatlerce. Sonradan sonra genc bir adam tipki kurtlar gibi yoktan ortaya cikarak bir bize bir de kurtlara bakti; karabasana inananin asil kendisi oldugunu kanitlamak istercesine belinden uzun kamasini cekip kurtlarin arasina daldi. Kurtlarin cilginlasmis seslerini de pesine takarak uzaklasti. Ondan geriye karin uzerinde ince kizil bir kan izi kaldi. Donup kendimizi dusunduk. Anladik; giderken daima eksiliriz.

Kardaki kan izi bizi catisi kardan kaybolmus bir kulubeye goturdu. Kapiyi caldik; yasli bir kadin acti. Soguktan korunmak icin agzini burnunu yun sallarla sarmis iki yabanci karsisinda merakli ve urkek bakislar bekledik bosuna. Halden anlar yurekli bakislarla bizi iceri davet etti. Cesaretini belindeki kamadan aldigini dusunurken girdigimiz kulubede insani sasirtacak kadar iri yari bir adam gorunce boyle bir kocasi olan kadinin dunya yuzundeki her seye bize baktigi gibi bakabilecegini sezinledik. Ama gorkem, genellikle aldaticidir. O kocaman adam dizlerinin ustune bir yorgan atmis, elindeki igneyle yorganin yuzunu teyelliyordu, aliskin hareketlerle. Selam verdik; selamimizi aldi. Gordugumuz kadariyla iki goz odadan ibaret bir evdi burasi. Duvarda bir tar asiliydi, soyluca. Ocaktaki tencereden her ac insanin basini dondurebilecek bir koku yayiliyordu. Adam yorgani bir kenara birakip bize birer corba verdi. Sonra oteki odaya seslenip ,oglum ekmek getir, dedi. Oglum dedigi, kurtlarin arasindan gul tarlasindan gecer gibi rahatlikla ve akil almaz bir cesaretle gecen gencti. Ekmek getirip birakti, bize hic bakmadan. Zaten baksa bile yun sallardan ve abadan baska ne gorecekti ki? Ama benim gormek istedigim bir sey vardi. O yuzden onu bastan asagi incelemekten, her hareketini gozlemekten kendimi alamadim. Sonun da aradigimi buldum: Sag baldirinin uzerinde pantolonun uzerine cikmis bir kan lekesi. Benim kan lekesini gordugumu hissetmis olacak ki utanc ve telasla terk etti odayi. Adinin Kerim oldugunu ogrendigim kocaman adam gun gormuslugunu taslarimiza ikinci defa corba doldururken gosterdi: Ogluma neden oyle dikkatle baktiniz, diye sordu. Lafi gevelememiz karsisinda iyice sinirlendi ve duvari gostererek, bakin bu evde dostlar icin bir tar ve dusmanlar icin bir kilic var, dedi, dost mu dusman mi oldugunu belli etmeyecek kadar yureksiz olanlari ise ellerimle bogacak kadar dincim sukur. Soyledigini yapabilecegini ispatlayan kocaman elleri ve ofkeli bakislari vardi. Caresiz, yolda gelirken kurtlarla yasadigimiz urkutucu macerayi ve birdenbire ortaya cikip hanceriyle kurtlarin arasina dalan oglunun akil almaz cesaretini anlatmak zorunda kaldik. Delikanlinin gosterdigi cesarete hayran kalmistik ama karin uzerine damlamis kani gorunce meraklanmaktan kendimizi alamamis ve izleri kulubeye kadar takip etme saygisizligini gostermistik.

Sozumuze bitirmemizle birlikte, yaralanmis ha! diye ayaga firladi. O an adamin yaralanan oglunun acisini bizden cikaracagini dusunerek titremedim desem yalan olur. Ama adam hiddetle oglunu cagirdi ve o ana kadar tek kelime etmemis karisiyla birlikte delikanliyi azarlamaya basladilar. Ona bu kadar korkak ve beceriksiz bir ogula sahip olduklari icin utandiklarini; bir cocugun bile o miskin kurtlarin hakkindan gelebilecegini., boyle basit bir sebeple yaralanarak aile serefine leke surdugunu ve boyle giderse asla cesur bir kadinla evlenmeyi hakkedemeyecegini soylediler; ofkeden gozlerinden simsekler, agizlarindan tukurukler sacarak. Oglan suklum puklum kacti odadan. O ciktiktan sonra bir sure firtinanin dinmesini bekledik. Sessizlik erisince ben, utana sikila, cocuga haksizlik ettiklerini; onun cok cesur bir delikanli oldugunu soyledim. Adam, cesurmus, diye soylendi ve kalkip duvarda asili tari indirdi. Tellerin ilk inleyisinde adamin degistigini; musfik ve sairane bir ifadeyle manzum bir hik�yeye basladigini gorup hayrete dustu. Ben onu tar esliginde okuduklarini oldugu gibi aktaramayacak kadar sairanelikten uzak oldugum icin, onun agzindan cikmis gibi anlatacagim kuru hik�yeden o mesul degildir. Dedi ki:

Bak ogul, bir zamanlar ben de senin simdi kacmak istedigin koy gibi bir koyde yasiyordum. Ben hava soluyup ates ufleyen bir genctim. Dunyaya yan bakmaya, olumu kardes bilmeye ve hayatta olup biten herseyi kaderin boynuna yikmaya en bastan tesneydim. Kaldi ki olum o vakitler her yerde kendiliginden biten bir karacaliydi. Mesru ve yakindi. Tavsanlarin yavrulamasi kadar sik, cogul ve dogaldi olum. Hemen her gun birileri olurdu. Yasliliktan, hastaliktan, asiri genclikten, asktan ve akla gelebilecek her sebepten olurdu insanlar. Basimizi yastiga bir olumun kederiyle koyar, ertesi sabah yeni bir olumun sasirtmayan yasiyla uyanirdik. Ama bilirdik: Gunesin batisi kadar dogaldi olum. Uyanirsiniz, birinin oldugu haberi gelir. Mevsim kissa bu haber daha da uzucudur: Karin altinda donmus, taslasmis toprak bu oluyu almaya istekli degildir. Bir tek, nasil soylesem, genc oluleri, zemheri de olsa toprak mermer yuregini yumusatarak ayri bir istah ve gonulle kabullenir sanki. Ama olur, yasanir, olunur, otlarin yeserip kurumasi kadar dogaldir hepsi de. Biz tabiatin icinde olup biten herseyi zaten kabul ederdik.

Ama bir gun; sevdigine verilmedi diye intihar eden bir genc kizi topraga verdigimiz cok sicak cok tozlu, cok terli bir yaz gecesinin gecesinde, daha dogrusu sabaha karsi, rahmetlinin ana babasinin insanin yuregini tirmalayan cigliklari koyu birbirine kattiginda ; daha sonra da genc kizin nasini kefene sarili vaziyette evlerinin kapisina dayali bulunca bunun dogal olduguna kendimizi inandiramadik: Dehsetin cift pervazli kapisindan iceri dalip zifir karanlikta kendi karabasanlarimizla kovalamaca oynadik.

Ne yapacagimizi, ne dusunecegimizi bilemez haldeydik. Neyse ki zavalli kizi yeniden defnettikten sonra aklimiz basimiza geldi ve herkes merhumun ailesi gibi dusunerek rahatladi. Ugruna intihar edilen delikanli, sevdigini kaybetmenin acisiyla kizin ailesine anlayissizliklarinin bedelini odetmek istemis; kizin kefene sarili bedenini mezarindan cikarip getirmisti. Herkes boyle dusundugu icin olunun babasinin ve agabeylerinin supheli delikanliyi koy meydaninda hancerleriyle delik desik etmeleri, bir tur adalet duygusuyla sessizce gecistirildi.

Genc �sigin torelere uygun katli vicdanlarimizi ve adalet duygumuzu tatmin etmisti. Huzur icinde evlerimize donup peykelerimize kurulduk. Digerlerini bilmem ama ben, torelerin iyi ya da kotu oluslarini degil, sinirlarinin tastan duvarlarini ve yapilmasi gerekeni isaret etmek hususundaki berrakliklarini sevdigimi dusundum. Ama ertesi sabah yine cigliklarla uyaninca torelerin az, dunya yuzunde cevreleyebildikleri alanin yok hukmunde oldugunu dusunmek curetini gosterdim. Gittik ve gorduk ki, merhum �sigin nasi kefene sarili vaziyette kendi evlerinin kapisinda durmakta. Yaralarindan sizan kan kefeni al lekelerle donatmis. Hem merhumun nasi karsisindaki mahseri telas hem de naasin ait oldugu yere tekrar defnedilmesi esnasinda ,hepimiz, torelerle aciklanamayacak bir durum yasandiginin farkindaydik artik. Ben ve arkadaslarimin atak dimagimizdan bir anda fiskiran fukara kelimeler bile muktedirdi aczimizi anlatmaya: "Tirsitici, kan dondurucu ve acayipti agbi olay." Adini koyamadigimiz bir urkuntu hukmunu koyun tozlu yollarinda ve gecelerin kadim karasinda gezmeye cikarmis ve ikametg�h diye yureklerimizin gittikce daralan kucumen odasini tutmustu. Biz, koyun olumu sik bir horozlu ayna gibi arka ceplerinde gezdiren serkes delikanlilari bile , bir birimize belli etmemeye calissak da bir elimizi hancerimizin kabzasina yakin tutar olmustuk.

Neyse ki, on gun sonra merhum �sigin agabeyi kardesini oldureni koy meydaninda aleme gostere gostere bicaklayip oldurdu de , torelerin sure gittigini ve aliskanligin ahmakca huzurunun herseyi yeniden kucakladigini hissedip bir nebze rahatladik. Herkes olmesi gerektigi gibi oluyorsa dunyanin duzeni surer demektir. Ama sonucta yine aklimiza getirmezsek olmaz sandigimiz oldu: Oluyu her olunun hakkettigi gibi ahlar ve vahlarla defnedip sahici bir ic huzuruyla evlerimize dondugumuzun sabahinda , yine kanli kefene sarili naasini evinin kapisinda bulduk. Daha bir gun once nice zahmetle kurdugumuz bill�r, kirilgan, nazenin huzurumuz bir daha duzelmemek uzere paramparca oldu. Tirsitici, kan dondurucu ve acayip olan devam ediyordu. Cok gecmeden, bilinmezin, otenin ve zavalliligin kan kardesi soylenti gelip aklimizin kuytusuna ve dilimizin ucuna konak kurdu: Mesum akillarca kurulan soylentiler akil dillerden her yere bulasti.

Denildi ki; Fatma, torelere karsi gelerek intihar ettigi icin toprak bile kabul etmemistir bedenini. Bu isin ortagi �sigina ise olmek yeter ceza olamazdi elbette. Kizin agabeyinin sucu ise civan bir sevdaya kiymaktan baska ne olabilirdi ki? Baskalari, ecinnilere, hortlaklara; daha baskalari zamanin eski zaman, ekmegin eski ekmek ve torenin eski tore olmamasina yordu; oradan isledi hik�yeyi. Ugursuz bir ihtiyar da koyun genclerinin eski zaman gencleri gibi pismis tugla sertliginde ve hadim edilmek uzere olan boga curetinde degil; civik camur kivaminda ve okuz cesaretinde oldugunu, bu yuzden koyde ve koyun cevresinde neler dondugunden tabii ki kimsenin haberinin olamayacagini soyledi kahvenin orta yerinde. Bu soz beni ve uc kafadar arkadasimi yikti. Biz ki kan kokusunu ruhumuzu titreten bir itir, olumu cesaretimize icazet bilirdik. Bela boslukta aradigimiz ve yoktan yarattigimiz hercai y�rimiz ve ic cebimizde tasidigimiz ipek mendildi bize. Kafa kafaya verip kararlastik: Degil mi ki tas bize atilmisti, bu isi cozmek de bize duserdi.

Uc gun dusundukten sonra bu meseleyi seytanin bile dusunemeyecegi bir yolla cozmeye karar verdik. En karagozlu ve en genc olan ben oldugum icin belaya en yakin olan da ben olacaktim. Butun ayrintilari konustuktan sonra planimizi devreye soktuk. Koyun disinda dolasirken ben birazdan olacaklarin keyfiyle cayira uzandim. Arkadaslarimdan biri kiyamet kopmuscasina canhiras feryatlarla, koye, benim agactan dusup oldugumu soylemeye kostu. Koyden kopup gelen kalabaligin arasinda merhum annemin ve babamin olmamasina sevindim. Annesiz babasiz olmenin cok daha kolay oldugunu dusundum. Yetistiler; feryad figan icinde dovunduler, kucaklayip koye , ertesi gune kadar kalacagim camiye goturduler. Bir sure de orada bagristiktan sonra, ilgi giderek azalmaya basladi, en sonunda anasiz babasiz olmus yetim bir genc olunun ifade edilemez yalnizligiyla orada kaldim, bir basima. Gece arkadaslarim bogazina hancer dayadiklari imamla birlikte geldiler. Imama acidim, tehdit etmelerine gerek yoktu. Zaten benim musalla tasinda devinip oturdugumu gorunce sahadet getirip bayildi zavalli. Arkadaslarim beni tam istedigim gibi gevsekce kefenlediler. Sag kolumun ustunden sadece tek kat bez gecerek gerektiginde kullanmam icim sol koltugumun altina sedef kabzali bir hancer yerlestirdiler. Ayni ustaligi sabah beni gomerken de gostermelerini soyledim. Yoksa agactan dusup olen bir salak olarak anilmayi hic istemezdim. Ertesi gun, onca kalabalik icinde bile sogukkanliliklarini hic kaybetmeden ustelik bir yandan feryad figan ederken, herseyi ustalikla hallettiklerinde onlari uyardigim icin kendimden utandim.

Yine de havalandirma deliklerini pek iyi ayarlamamislardi galiba. Zor zoraki nefes aliyordum. Soguk bir ter tum bedenimi kaplamisti. Bunun korkudan degil, mezarin urkutucu serinliginden kaynaklandigini dusunmeye calistim. Ne olacaksa o gece olmasini diledim. Karnim acti, ertesi geceyi bekleyemezdim, ustelik kabirde zaman gecmek bilmiyordu. Ama ne zaman gece oldugunu anlayamayacak kadar karanlik bir yerdeydim. Sikinti, ter ve merakla dolu saatlerden sonra bir ses duydugumu sandim. Gercekten bir ses duyduguma ustume dizilen tahtalar cekilirken emin oldum. O anda kanim dondu. Kendi kendime bunun korku degil asiri merak oldugunu fisildadim. Ortadaki tahta yuzumu gozumu toprak icinde birakarak cekildiginde once gokyuzundeki gumusi tepsiyi gordum; ay ondordundeydi, bana orada burada degil, hala dunyada, her seyin insanla birlikte varoldugu ve onunla aciklandigi asina k�sanede oldugumu hatirlatti, sagolsun, cesaret verdi. Butun tahtalar cekilinceye kadar ve ay isiginda beliren insan golgesi beni omzuna alincaya kadar bekledim. Beni bir cocukmusum gibi kolaylikla omzuna ativermesi biraz moralimi bozmustu. Tum bedeninden yayilan urpertici ter kokusunu aldigimda daha fazla beklemedim. Kolumu kefenden siyirip sag koltuk altimdaki hancere uzandim. Sirti bana donuktu ve belli ki bir oluden pek fazla hareket beklenmiyordu, onu oracikta oldurebilirdim ama icimdeki kulhani bunun bana yakismayacagini soyledi. Ona usulca beni yere birakmasini soyledim. Telasla atti beni omuzundan. Onun da korktugunu anladim ve sevindim. Yere duser dusmez hanceri takip boydan boya yirttim kefeni, ayaga firladim. Ilk defa yuzune baktim; ay isiginda kara bir nokta gibiydi , belli ki bir ortuyle sarilmisti. Onun da hanceri ay isigina yakamozlar verip yakamozlar aldiginda anladim bunun birimizin olumuyle sonuclanacak bir dovus olacagini. Ama yanildim: Bana gostere gostere hancerini yere atti, beni taniyordu, silahsiz birine hancerle saldiramayacagimi biliyordu. Ben de firlatip attim elimdekini. Amansiz bir gurese tutustuk. Bir o devrildi, bir ben. Tuttuk, biraktik, sarildik, yuvarlandik. Ansizin onu yenmek istemedigimi, ona yenilmek istemedigimi farkedip hayrete dustum. Yuzume vuran nefesi ve, bunu ancak simdi soyleyebilirim, kiskirtici kokusu civan aklimin almayacagi duygular icinde birakmisti beni. Ayin altinda surup giden yabani itis kakisin bir yerinde o altta kaldi, elimi atip yuzundeki ortuyu cektim ve hemen ardindan o ana kadar hic korkmadigim kadar korktum: Bu bir genc kizin yuzuydu. Tutup isiga cevirdim yuzunu : Kahvede bize hakaret eden ihtiyarin kizi Goncagul, direnmeyi birakmis hatta rahatlamis bir edayla ve galiba biraz gulumseyerek bana bakiyordu. Sustum, sustu, gecenin serin sessizliginde yitip giden iki onemsiz noktaya donustuk. Konustugunda, ask yuzunden , dedi., baslangicta Fatma'ya yapilan haksizligin ocunu almak icin yaptim. Sonra, yani koydeki herkesin bu olay yuzunden gizliden gizliye titredigini gordugumde ise aski asla bulamayacagim, bu korkaklardan hic birine asik olamayacagim dusuncesiyle devam ettim. Bekledim ki iclerinden biri olsun uzerindeki dehseti atsin ve bir kez olsun olumun ustune gitsin. O olum diye ustume gelsin ama ben onun can damari can yoldasi olayim. Aski olayim, masukum olsun.

Hic sasirmadim. Sanki ben olumu bir horozlu ayna gibi cebimde bu yuzden, derdime derman olsun diye tasimistim. Ona sarildim. Sabahin ilk isiklarina kadar cimenlerin ustunde olum ve hayat ustune tum mihenk taslarini kaybetmis olmanin rahatligiyla sevistik. Gun dogdugunda anladik ki bu gun isiginda ifadesi imk�nsiz vakalardandir. Elele verip kactik oradan. Gordugun gibi gelip buraya yerlestik. Onbes yirmi kadar kurdun arasindan yarasiz cikamayacak kadar beceriksiz ve yureksiz olan genc de, anlayacagin gibi bizim oglumuzdur. Simdi sorarim sana boyle bir evlilikten dogan cocuk sunepe bir kurdun actigi yarayi mi tasimalidir. Hayir, korkarsan yaralanirsin, korktun mu horozlu aynayi cebinden cikarmis kendi suretine bakarak olumle hasbihal ediyorsun demektir. Horozlu aynayi cebinde tasi, tenine ve ruhuna yakinligindan emin ol ama asla yuzune bakacak kadar onem atfetme ona. Ondan cekinirsen tabiattan; onda dogan, buyuyen ve curuyen seylerden , onun bir parcasi olmaktan , her sey ve herkes gibi olmaktan zinhar uzak kalirsin. Tabiattan uzaklastin mi farkli oldugunu, hic olmeyecegini zanneder , farkliligina duydugun hayranlikla aynaya bakarsin. Bakma, olum aynadadir.

Tar sustu. Tar sustu, sukut ayyuka cikti. Yuregimize coreklenen huzun sukutun bereketli memelerine asildi. Yoldasima baktim; bagdas kurdugu sedirde basini yere egmis duruyordu. Ocaktan yansiyan atesin kirmizilik her yanini sarmisti. Yuzunu gozunu saran ortuleri hala cikarmamisti.

Ertesi sabah disari ciktigimizda disarida lapa lapa kar yagiyordu. Cikinimizi heybemizi toplayip hancerlerimizin kinlarinda durduklarindan emin olduktan sonra gitmek icin musaade istedik, verdiler.

Kulubeden biraz uzaklastiktan sonra ben yuzumu pesimizdeki kana susamislarin gelmesi gerektigi yone donup yurumeye basladim. Korkakca kacmaktan yorulmustum. Yuzlesmek, dovusmek ve gerekirse olmek istiyordum. Hatta dovusmek bile istemiyordum. Kiliclarin, nacaklarin ve baltalarin altinda parcalanmak; olmek, kanimi kara diye, masum askimizin ustune yuruyen guruhun suratina calmak istiyordum. Evet, sevmistim ve kacmistik. Bedelini odeyebilecek kadar cok sevmistim. Can yoldasimin da benim gibi her seye hazir oldugundan emindim. Onu dusununce bir suredir adimlarinin karda cikardigi kuturtuleri duyamadigimi fark ettim. Dondum; elli metre geride kipirtisiz durmus beni izliyordu. Yanina gittim, neden durdugunu sordum. Cevap vermek yerine basini ve yuzune sardigi sali cikardi. Yesil gozlerinden fiskiran isilti beni hayrete dusurdu. Goz pinarlarinda iki damla yas birikmisti. Tekrar, neden, diye soracak oldum; sesini cikarmadi. Siki siki sarildi bana. Yanagindaki yas damlasi yanagima bulasti. Asina kokusu basimi dondurdu. Ben de agladim. Ben, dedi, onca mezari cesur bir erkek bulmak icin eseledim, olu bir erkegin yasini omrum boyu tutmak icin degil. Yeni bir hayata baslamak icin geldigimiz yerde bizim hik�yemizi bizden daha iyi anlatan bu yasli cift olmasaydi geri donecek miydik? Ben bu kotu hik�yenin icinde sevdigi icin kendini olduren Fatma olmak ya da yeniden mezar kazicisi olmak istemiyorum. Donme, donmeyelim.
Bunlari soylerken elinin kalcama dogru kaydigini ve iki parmaginin arka cebime girdigini ben agladigim icin mi fark edemedim? Cebimden horozlu aynami cikarip rasgele firlatti. Kostum, aynam yuzukoyun karlar ustundeydi. Kar kendiyle bakisiyordu. Dondugumde sevdicegim sirtini bana donmus, gozlerini ufka dikmisti. Baktigi yondeki yesilligin gozlerinden sirayet ettigini sandim once. Sonradan sonraya fark ettim: Yuzunu dondugu yonde mevsim donmus; baharin bereketli yesilligi ve tazeligi agaclara, cimenlere ve kelebeklere ve seylerin dogal raksina kendinden bir davet yuklemisti. Horozlu aynayi karla bakisirken birakip davete icabet ettik.

Biz yasadik, izahat eskilere kaldi: "Ask kolay gorundu once/ Nice muskul oldugu sonradan anlasildi.*"

* Hafiz-i Sirazi

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1