Dönmek

  Donmekyumagi - Buket Turmen

 

Minarelerinden ezanlarin duyuldugu, havada her daim bir kargasa ve egzoz kokusuna karisan tuhaf-eksi bir yosun-deniz-balik kokusunun asili oldugu o koca sehre "donus", onun icin gercek bir donus olamazdi. O, arapcanin sert ahengine darbuka ritmlerinin oynakliginin eslik ettigi dar sokakli mahallelerde, doner kokulari icinde, bir Bati ulkesinde oldugunu animsatan tek seyin her saat basi calan kilise canlari ve herkesin birbiriyle Fransizca konusmasi olan bu tuhaf yerdeydi kendini bildi bileli. Donmek onun icin, eve gelip-giden buyuklerinin agzindan duyulan, ihtimal verilmeyen, ici bosalmis, ve bosalmis oldugu icin de sik sik cekinmeden telafuz edilen bir sozcuktu yalnizca. Donmek, zamanla iliskisini acikliyordu ailesinin. "Gelmeden once" diye bir zaman nasil onlarin varlik tanimlarinin icinde bir kopus noktasina isaret ediyorsa, "dondukten sonra" diye de bir zaman dilimi vardi konusmalarina hakim olan. Bunlardi onlarin varoluslarinin ve hayallerinin mihenk taslari. Ve butun bunlar O'na hicbirsey ifade etmiyordu.

Donme fikrinin Demokles'in kilici gibi, gezdigi sokaklarda, oturdugu kafelerde, dinledigi muziklerde hukum surerek kendini tehdit ettigi bir yasamdi O'nunkisi. Buraya ait olmadigini, ancak baska mahallelerinde hissederdi sehrin. Ne zaman dort sokagin bir buyuk bulvari kestigi bolgeden ayrilip sehrin guneydeki, nehir kiyisindaki mahallelerine gitse, bir kahve icse, metro bileti almaya calissa, bir magazadan alis-veris etmeye kalksa, "donecek", "donmesi gereken", "donmeye mecbur" bir genc kizin goruntusu ve aksanini gorur, duyardi karsisindaki garsonun, biletcinin, tezgahtarin bakislarinda. Kimlik kontrolu icin kendisini bircok insan arasindan secip durduran polisin tepeden bakan medeni kibarliginda, "donmek" diye haykiran birseyler vardi. Ote taraftan, geri donerdi dar sokaklarin genis bulvari kestigi o mahalleye, eve gelmislik duygusuyla girdigi kucuk apartman katinda yapilan sohbetlerde buyuklerin gozleri parlardi, gelinen yere ozgu demli caylarini icerken, donmekten bahsedilince. O esnada O ve arkadaslari bir bosluk hissiyle televizyona bakarlardi. Bos bir zamandi hayallerinde "dondukten sonra" zamani. Doldurulamaz bir bosluk... Bir karanlik...Cocuklugunda, yaz tatillerinde birkac kez gidip akrabalarinda misafir oldugu, simdi sislerin ardinda kaybolmus bir koca sehrin yerini, hayalinde yalnizca karisik sesler ve renklerin isgal ettigi bir bulanik alan almisti. Ve donmekten, donulecek yerden bahseden o huzunlu sarkilar bile yeterince aydinlatamazlardi bu belirsizligi. O sarkilarin hicbir sey ifade etmedigi bir yerdi O'nun kulaklari: Ofkeli ritmlerin aceleciliginin haykirdigi "donmeyecek" bir gencligin topluma itiraz manifestosuna alisik kulaklardi bunlar ve ancak bu rap muziginin ritmi onu birseyler icin harekete gecirebilirdi, agir-aksak bir ritmin huzunlu sesi degil.

***

Metrodan inip kalabaligin arasinda kendime yol aca aca, hizli hizli cikisa yurudum. Disarda beni arapcanin sert ahengine eslik eden neseli ve oynak darbuka seslerinin, doner kokulu sokaklara yayildigi bir karmasa, bir curcuna karsiladi. Kocaman modern bir binadan cikip-gelmistim buraya. Orada, saci-basi daginik, surekli kacan bir seyleri kovalar gibi hizli hizli yuruyen, ulvi birseyler yapar gibi "bilim" yapan birtakim adamlarin bana verdikleri cozmem gereken koca yumaklardan birinin ucu burayi gosteriyordu. Arapcanin ahengine Turkcenin tezligi, tuhaf Afrika lisanlarinin uzakligi karisiyor, darbuka elektro-gitarla bulusup, gunesli, et kokulu, sicak sokaklara iyice bunaltici bir gurultu yayiyordu. Sehrin diger yakasinin sukunetinin tersine, burada cocuklar sokaktaydilar. Hayat sokakta akiyor, gurultusune karisan Arap-Turk ve Afrikali muzikleri sokaklara birakiyordu. Sukunetin yerini, sikintilarla basabas giden coskun ve gurultucu bir nese almisti: yuzyillarin durmus-oturmus sehrinin aksine, kaynar bir hareketlilik icinde olmanin bunaltici sikintisi ve ayni anda da nese ve heyecani. Enerji, yorucu bir karmasanin icinden cikip, Afrikali kumas magazalarina, Turklerin calistigi tekstil atolyelerine, Arap donercilere, ve pencerelerinden camasirlar sarkan tas binalara yayiliyordu. Costuruyor, merak ettiriyor, harekete geciriyor ve yoruyordu. Enerji, cizgisinden oynamamak uzere sinirlanmis bir sistemin icinde gecip-giden duzgun hayatlarin mahallelerini terk etmis de, bir metroya atlayip buraya gelmisti sanki. Hicbirseyin degismeyeceginin sanildigi o duzgun mahallelerin aksine burada her an hersey degisiyordu. Degisim, yatagina sigmayan bir nehirdi burada, durup oturmak isteyen nicesini onune katip bogmustu ve bir turlu kendine bir yatak bulmak bilmiyordu. Bulmasi da istenmiyordu zaten. "Donmek" isimli Demokles'in kilici, her turlu duzen kurma cabasinin tepesinde sallanip-duruyordu.

Bir hafta once gazetelerde okudugumuz haberin gectigi bu mahallede, olaylarin dehseti, durmak bilmez enerjinin icinden cikan bir ofkeye donusmustu. Ofkenin mi enerjiyi yarattigi, enerjinin mi ofkeye yol actigi tartisma goturur, ama bildigim, olan biten herseyin bu sokaklarin iklimlerine biraz girilince oldukca anlasilir hale geldigiydi. Konunun bu denli sicak olmasi bir taraftan bana bunun odev olarak verilmesini saglarken, bir taraftan da olaylarin uzerine egilmemi engelleyen bir unsurdu. Kimse benimle konusmak istememisti bir muddet. Sonunda bir gun benimle gorusmeyi kabul eden bir kiz cikmis, bana mahalledeki bir kafede randevu vermisti. Isin dogrusu, siddete her zaman karsi olmam sebebiyle iki gun once katildigim gosteri yuruyusunde tanismistik onunla. Ali'nin nehre atildigi kopruye kadar yuzbin kisiyle beraber yurumus, kopruden nehre cicekler birakmistik ve o esnada onunla konusmaya baslamistik. Ali'yi taniyordu! Ayni mahallelerde gezinmisler, ayni kafelere takilmislardi. Cok iyi arkadas sayilmazlardi, onun arkadaslarinin Ali'yi sevmedikleri bile soylenebilirdi. Ama ne de olsa, butun bu olan-bitenler dehset vericiydi ve boyle zamanlarda birisini sevmek veya sevmemek gibi bir luksunuz olmazdi pek.

Metrodan cikinca randevulastigimiz kafeyi kolayca buldum. Icerde, barin yanindaki masada huzursuzca oturuyordu. Bu belki benim kendi kuruntumdu ama, sanki etrafina bir tur dusmanlikla bakiyor, bu bakislardan kendi payimi da bolca aliyordum. Bunun belki de bir yuz ifadesi oldugunu ve benimle bir ilgisi olmayabilecegini dusunerek masaya oturdum gulumseyerek. Kayit yapmak icin izin alip teybimi actigimda, hemen saldiriya gecti: "Bak eger ailemin ulkesi hakkinda ne dusundugumu, oraya donmeyi dusunup-dusunmedigimi soracaksan, bosuna lafi uzatmayalim, boyle bir konuda konusulacak hicbirsey olamaz cunku. Yok eger buradaki yasanti hakkinda konusacaksak, tamam, Ali ve digerlerinin konusunu ancak oradan yakalayabilirsin, ben yalnizca buna inanirim ve bu sorulara cevap veririm. Bu konu, yalnizca buradaki yasantimizi ilgilendiriyor, Ora ile hicbir alakasi yok. Eger bazilari olaylari oldurmeye vardirdiysa, bu biz "donmedigimiz" icin degil, burayla ilgili sorunlar oldugu icin. Anliyor musun?" "Neden donmek kelimesi bile seni bu derece ofkelendiriyor? Bu konuyla bir alakasi yoksa neden seninle donmek konusunu konusmak isteyeyim ki?" " Neden olmasin? Donmek ve donmemek uzerine o kadar konusma yapiliyor ki her boyle bir olay oldugunda! Sanki biz butun olanlarin suclusuyuz, burada kalmakta israr ettigimiz icin. Bu tezlerini oyle guclu tutarlar ki her zaman. Sen sosyolog degil misin? Al iste, bilim adamlarindan da bir mesruluk geldi miydi, tamamdir. Bu konu uzerine az mi burs verildi, az mi arastirmaya fon ayrilmadi? Duyuyoruz, biz de televizyon izliyoruz herhalde."

Onu yatistirmam, benim "farkli" olduguma ikna etmem, hatta bu konuya ikna olsun diye onunla ayni milletten oldugumuzu kanit olarak gostermem gibi dramatik sahneler bittiginde nihayet itismeyi birakip dogru duzgun konusmaya basladik ve bana olaylari yorumlamasini rica ettim. Konusma, sicak bir konudan her bahsedildiginde ortaya cikan ve konuyu sogukkanlilikla irdelemenin cok otesine gecmemizi saglayan dinamiklerin akintisina ugramis, birtakim yerlere suruklenmeye baslamisti bile. Ve zaten derinlemesine gorusmenin de en sevdigim tarafi buydu. Gozlerden bahsetmeye baslamisti simdi de.

"Ne gozleri?" "Herkesin gozleri! Sen de yabancisin, hem de sen gercek bir yabancisin, benim gibi de degilsin, ne de olsa daha kuvvetli bir aksanin var, daha baskasin. Sen de fark etmedin mi bakislarini?" "Evet bazen sanki... Ne demek istiyorsun?" "Demek istedigim her ortalikta gorunmeye basladiginda, konustugunda sana cevirdikleri bakislari...Aman canim, sen nereden bileceksin? Sen bir tehdit teskil etmiyorsun ki onlar icin. Sen burada doktorani yapip, doneceksin. Iste anahtar kelime! Domekten soz edilmesinden neden bu kadar sinirlendigimi sordun ya... Her bakista gizlenmis bir isik bu, her an hepimizi izleyen... Gormuyor musun? Istenmemek demek donmek. Tutunamamak demek. Ustelik de donmek benim sozcugum bile degil, hic olmadi. Burasi benim yerim, benim donecek hicbir yerim yok, bunu anlayabiliyor musun? Ben buraliyim." "Ama burali olmadigini mi soyluyorlar?" "Oyle soyluyorlar... Soylemiyorlar, daha kibarlar, medeniler onlar. Onlar bana bunu yalnizca anlatiyorlar. Cikardiklari kanunlarla isimi zorlastirarak, bana yabanci oldugumu her an her yerde animsatarak, sokakta kimlik kontrolu yaparak, cantami arayarak..." "Neden istenmiyorsunuz?" "Onlarin basini agritiyoruz." "Nasil yani?" "Herseyimizle. Muziklerimiz onlarin basini agritiyor. Yasli bir komsumuz var, burali, ilk Italyan gocmenler gelmeye baslayip da mahallelerine yerlestigi zamanlari nasil anlatir, biliyor musun? Bizler zeytinyagini cok severiz, hicbir itirazimiz yoktur zeytinyagi icin, ama ben bir Fransizim ve bir tereyagi insaniyim. Kimse bana zeytinyagi ile her an muhatap olmami soylemesin, imkansiz bu! Sanki adama sen Italyan komsun olunca zeytinyagi yiyeceksin demisler gibi..." "Ali'ye gelelim..." " Sana deminden beri baska birseyden bahsetmiyorum ben. Ali, bu hakim siddet ortami yuzunden oldu." "Hakim siddet mi?" "Hakim siddet ortami. Bakislara sinmis, medeniyet kibarliginin elitizmi ile seni cendereye sokan, seni kendinden utandiran, ve seni dogustan haksiz konuma koyan siddet ortamindan. Dogustan haksizsin, burada dogmus oldugun, sonra da "yabanci" topraklarin vatandasligini aldigin icin. Hayatin surekli ozur diler gibi gecer ve sonunda bir anda bazilari cikar ve sana "donmeni" soyler. "Ben buraliyim, ben buranin vatandasiyim" dersin ve zaten havada, bakislarda, medeniyetin icinde tuten siddet gunun birinde tam da bu yuzden yeniden alevlenir, birisi olur ve insanlar, ellerinde pankartlarla medeniyete agit yakarlar, neden insanlar olsun bu cagda diye... Sasirirlar! Sonra gizliden gizliye bu siddete hak veren savunmalarini da yaparlar siddeti kinamanin yaninda. Sizler derler, bizim gibi olmayi, medeni olmayi reddettikce istenmiyorsunuz... Gecenlerde bir Alman kiz arkadasiyla bir ev kiralamak isteyen arkadasim anlatti, kendisi Fas'li. Evi gormeye Alman kiz gitmis, onunla alip-veremedikleri birsey olmaz diye, maglum oyku canim, erkek arkadasinin Fas'li oldugunu ogrenen ev sahibi..." "Evi vermekten vaz gecmis..." "Olur mu? Bunlar hoduk degiller, sadece onlem icin sormus kiza: arkadasiniz medenilesmis bir Fasli mi?"

Uzun bir sure gulmekten konusamadik. Hava yumusamisti. Bunun bir gostergesi gibi, bir sure sonra beni aksamki konsere davet etti. O mahallede degil, "zor mahalleler" diye anilan banliyolerden birindeki bir diskoda olacakti. Konserde mahalleden diger arkadaslari da olacakti. Hem de sosyolog degil miydim, ortamlarini iyice anlamama yardimci olurdu bu konser. Bu kizin alayci tavri hafiften sinirimi bozmaya basladiysa da, ne yalan soyleyeyim, aynen soyledigi sekilde bir heves icerisindeydim. Bunu belli etmemeye calisarak konserin olacagi yerin adresini aldim sozde umursamaz bir tavirla.

***

Ofkeli sozler yankilaniyordu karanligin icinde. Ritmin hizina uyan ruhlar sahnede bir asagi-bir yukari, kapatildigi hucrenin duvarlarini zorlar gibi yuruyen, atilan, kosan, adimlarina dunyayi sigdiran gencin haykirdigi sozlerle, iclerinde, damarlarinda biriktirdikleri ofkeyi duvarlara firlatiyorlardi ve duvarlar onlari emip, karanligin icine, uzerlerine cizilmis ofkeli sekiller ve yazilarla tercume ederek firlatiyorlardi her isik cakiminda dans edenlerin uzerine. Uzaklardan bir ney duyulacak gibi oluyordu sukunete davet edercesine, ama nafile, ritmle devreye giren o ofke cigligi, neyi firlatip-atiyordu, ona yer yoktu bu sahnede, bu sahnede huzurun degil, kavganin sirasiydi simdi ve ofkeyi kanalize etmek gerekiyordu. Biri olmustu ve kapida kimlik kontrolleri yapiyorlardi. Ve mavi uniformalilara ofke duyuyorlardi. Mavi uniformalilarin kendilerine degil, mavi uniformada temsil edilene, kendilerine yonelik gizli ofkeye ofke duyuyorlardi ve gizleyemiyorlardi ofkelerini. Bu yuzden tiksinti verdiklerini biliyorlar, mumkunse daha da tiksinti vermek istiyorlardi. Mumkunse fark edilmek istiyorlardi. Bedeli ne olursa olsun...

***

"...Sayin seyirciler, su anda aldigimiz bir haberi iletmek istiyoruz. Zor mahalleler adiyla anilan banliyo mahallelerinden .........'de bu gece, amator rap gruplarindan .....'in verdigi konser sirasinda, kendilerine yonelik olarak gencleri sozleriyle kiskirttiklari gerekcesiyle, polis konseri durdurup grup uyelerini goz altina aldi. Konuyla ilgili olarak Nehir-Ustu-Mahalleler Komiserligi'nin yaptigi aciklamada, sanatcilarin sarki sozleriyle, orada bulunan gencleri hukuk devletinin temsilcisi polise karsi kiskirttigi ve bu durumda polisin onlari tutuklamak, konseri iptal etmek zorunda kaldigi belirtilmistir. Demokratik hak ve ozgurluklerin, demokrasi ve hukugu cignemek icin kullanilamayacaginin hatirlatildigi aciklamada..."

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1