Dip

  Dip Saplantisi - Zeynep Direk

 

Uclarda Kendini Tahrip Etme

Hayal gucunun bir dip saplantisi var; bu bir dibi bulmak arzusu, temelci fantezi, bir tur dipsomani... Mumkun olabildigince cabuk dibe ulasmak, dibi bulmak. Dipteki zemin nasil olursa olsun -bitkili, kayalik, toprak- orada siki siki tutunmak. Bizi en cok durdugumuz zemindeki kayganlik rahatsiz eder; tahammulsuz oldugumuz sey "belirsizlik" ve "havada kalmak" tir. Gidecegimiz yollar, gececegimiz kopruler belli olmalidir. "Tutunamayanlar"dan olmamak icin surekli kendimizin temelini kazariz, bilgi edinir, diploma alir, kendimize bir cevre kurar, sosyal ve kurumsal baglarla kendimizi olabildigince sabit hale getirip, "kok salmaya" calisiriz. Bir yere gitsek bile hep "donecegimiz bir ev" oldugundan emin olmak isteriz. Sadece yoruldugumuzdan mi? Yoksa havanin cekimine kapilirsak, temelciligin uzerimizde biraktigi en belirleyici isareti, "katiligimizi" kaybetmekten korktugumuzdan mi? Katiligimiz kendi kendimize hakim olmamizin, denetleyebildigimiz bir dunyanin dibidir. Sanki havanin cekimine kapilirsak, olumlu beden, cevresi uzerindeki hakimiyetini kaybedecektir. Ayaklari yerden kesilince dusunce, bir daha tekrar edilemez hale gelecek; kendi birligini bir daha asla kuramayacak; "kendisi hakkinda" karar veremeyecek; kisacasi iktidar araci olamayacaktir: "Kullanilamayan bilgi," egonun caginda her zamankinden cok daha garip bir paradoksa benzer. Bu cagda bilgiye yaklasim paranoyaktir, zira denetleme ihtiyacina dayanir. Ego denetleyebilecegi bir cevre insa eder. Ancak bu onun paranoyasini daha da arttirir, cunku bu sefer de ego, dogaya verdigi zarar yuzunden, hayatta kalabileceginden kuskuya dusmustur.

Temelci fantezinin vaadettigi "kendilik" modern bireyin zamanla ve mekanla olan iliskisini belirler. Mekanla iliskinin temel bicimi, siddet, ofke, kaygi ve rekabet icinde bitmek bilmez bir alan mucadelesidir. Zamanla iliski ise zamanin calindigi hissini izleyen bir "zamansizlik" paniginden ibarettir. Yer ve zaman kapmaca icinde yapilan bir "uretim," dibe cakilisin resmidir. uretimin teknigi hicbir ikircikli durumun varolmasina izin vermez, zira denetlenebilir olan hersey tek ve acik bir anlama sahip olmalidir. uretimin kosullarini duzenleyen gizli el, bireyin hayatindaki muglakliklari da eler ve baskasinin deneyimi ile bireyin kendi deneyimi arasindaki mesafeyi ortadan kaldirarak, tum farkliliklari gri bir ayniligin arka planinda eritir. Bu durumda "kendilik", kendine yardim kitaplarina basvurarak aranir. Bunlar, herkes icin "ayni" olan mutsuzluklara ve sikintilara dayanikli olma careleri ve yasami ve olumu denetleme teknikleri recete etmek suretiyle, hicbir zaman varolmamis bir "kendilige" eklenir, onun yerini tutarlar. Ayaklarimizi basabilecegimiz bir zemin oldugu fikrine sarilmaktan kolay kolay vazgecemeyiz. Hayalgucunu harekete geciren sey, bu zemin varsayimindan aldigi sicrayis kuvveti midir? Su yuzune cikarilabilecek seyler icin yapilan dibe dalislarda bile, hayalin ayaklari siki sikiya bir yere baglanmistir. Insanin oncelikle neyi aradigini bilmesi gerekir. Hayalgucu, yercekimine karsi bir cekime, havaya dogru cekime, havadaki oteki dibin, dipsiz bir dibin cagrisina uyarak ucmaya calismasina ragmen, yeryuzunu bir saniye olsun terkedebilmis midir? Peki, kendi dunyasini biraz egip bukerek baska dunyalara tasimasina, dunyasini ancak mumkun dunyalar icinde ozel farklarla tekrar ederek dusunebilmesine ne demeli? Belli ki hayal gucu, hem dunyasinin sinirina ulasmaya calisir hem de dunyasini, gittigi her sinira beraberinde tasir. Dip tutkusu, yercekimi kanununun icimizdeki bir izdusumu mu sadece? Yoksa dipsomani, gercekligin temelinin temelsizliginin sezgisi mi, gizli bir temelden yoksun olma istegi mi, ucurum mu, boslugun dehseti mi yoksa sevgisi mi? Bunlara verilebilecek bir yanita yaklasabilmek icin hayalgucunun yeraltindaki faaliyetini dusunmek gerekir saniyorum. Dipsomani, dibe varmakla yetinmez; dibin dibini ister, saglam bir zemin diye baglandigi her dibin altini oymaya devam eder. Dip arzusunun onunu alamamis bir hayalgucu felsefede, aklin insa ettigi sistemlerin temellerinin altinda delik desik galeriler, labirentler kazmaktadir. Dipsomani, temellendirmeye donuk ilk yuzunu gosterdikten sonra, kendisini gostermeyen gizli yuzunu de sezdirir: Uclarda kendini tahrip etme, temelin altindan havaya tekrar ulasmak arzusudur bu belki de. Kalkinmanin Anahtari

"Hayal gucu karanlikta kalir" der Kant, ve ekler "bu karanlik guc, belki de hem anlayis gucunun hem de duyarligin ortak kaynagidir." Bilincin insa ettigi fenomenal dunyanin temeli en nihayetinde bu "karanlik hayal gucu" mudur? Kant'in kendi felsefesiyle arasina mesafe koymaya calistigi "metafizik felsefe" de goksel satolarini, sehirlerini, sistemlerini hep hayalgucunun engellenemez temel arayisiyla kurmamis midir? Belki de bu yuzden, Kant da herseye ragmen metafizigin kacinilmaz oldugunu teslim etmek zorunda kalmistir. Metafizik bu karanlik hayal gucunun arzusudur, karanlik arzudur. Ancak onun bir hediyesi olarak belirenle belirme arasindaki ayrim yapilabilecek, nesneleri, yasalari ve duzeniyle bir dunya, bilince sunulabilecektir. Salt Aklin Elestirisi bana hep bir hayvanin karanlik mucizesini hatirlatir. Dip arzusuyla yeri kazan, disini tirnagina takmis bir kostebegin arkeolojik dehasini. Kurulan yapi oyle bir yapidir ki, temelinin alti ayni zamanda surekli oyulmaktadir. Bu yeralti labirentinin, oyuk oyuk, yer yer gocmus, hayal koridorlarinda kavramlar duyumsallasir. Husserl'in fenomenolojisinin en cekici yani, Kant'inkinden de daha tutkulu bir bilincin yeralti yolculugunun takipcisi oluvermektir. Bu fenomenolojinin uclarinda, baskasinin deneyimi ve zamanin deneyimi sozkonusu oldugunda, nesnesiz bir fenomenoloji baslar. Gorulur ki fenomenolojik dusunce, dibine kadar gidildiginde kendi kendisini yapibozumuna ugratmaya baslamistir. Deneylenemeyenin deneyimini istemek mi, dipsomani? Ama Husserl ne zamanin deneyimini ne de baskasinin deneyimini tartisirken hayalgucunu "temel" yapmaz. ozellikle baskasiyla iliski hayalgucunun kor noktasidir.

Hayalgucunun yeralti faaliyetini saptamak icin felsefede kalmamiz gerekmez. Tutunmus oldugumuz dipteki bir yeralti faaliyeti zaten her alanda sezinlenebilmektedir. ornegin, "altyapi" ugruna, sehrin surekli alti oyulmaktadir. Belediye birden bire devasa matkaplarla oturdugunuz sokagi oymakta, gectiginiz caddeleri delik desik etmektedir. Dipteki lagim labirentleri sehrin farelerine rahat vermez bir siklikta acilmakta, havagazi, su, borulari dosenmektedir. Tekrar, tekrar. Akil almaz bir sil bastan... Sanki kostebek bir hayal gucunun isareti nesnel dunyada verilmektedir. Lagimlardan devlete kadar gidebiliriz. Makamlarinda oturan burokratlar "hukuk devleti" oldugumuzu ve "adaletin temelinin yargi bagimsizligi" oldugunu surekli tekrarlarken, bir yandan da hem devlet binasinin hem de hukukun altini oyan mafya ile isbirligi yapmaktadirlar. "Faili mechul"lerde ve "hayali ihracat" ve ihalelerde devletin kendi temellerinin altini oyan "kurumsal hayalgucu" kendisini coktan aciga vurmus durumdadir. Butun bunlar "dev bir kalkinma hamlesi" icinde dusunulmeli. cunku kalkinmanin anahtari simdi yeraltinda. Dipsiz Dip

Kendisini kati temellerin ustune oturtmak arzusunu tekrar ederken surekli kendi altini oymus ve katiyi ayricalikli hale getirerek, dip sularini, topragin icindeki gazi, havayi ihmal etmis olan felsefeye donelim. Dip, yeralti sularindan, gazlardan ve ateslerden yapilmis olmasina ragmen, felsefi soylemin onu ille de "kati" olarak dusunmesi cagdas fransiz feminist dusunurlerinden Luce Irigaray'in ilgisini cekmistir. Irigaray bunu kendi sorusuyla, cinsiyet farkliligi sorusuyla iliskili bir bicimde ele alir.

Topraga ayricalik verilmesiyle dislanan akiskan elemanlarin, (havanin, atesin, suyun) cinsiyet farkliligi sorusuyla bagi, kendisini hemen ele vermez. Irigaray'in dusuncesinin felsefeyi hazirliksiz yakaladigi da soylenmeli: duz bir temel oldugu yanilsamasini surduren duz ifade sekliyle arasindaki kopruleri bir hamlede yikmayi goze almis bir ilham seli, felsefenin "dip" saplantisinin karsisina atesin, suyun, havanin siiriyle, izlek haline getirilmesi imknsiz olan "dipsiz dibi" soylemeye calisarak cikmaya curet etmistir. Bu siirsellik karsisinda, dip saplantisindan kendisini kurtaramadigi asikr olan ben, herseyi -Irigaray'in sayiklamalarini bile- tek tek toplayip, biraraya getirip birbirine baglayarak bana dair tek gercek dipsomaniyi sergilemek suretiyle Irigaray'i derhal bir "filozof" haline getirebilirim. Onu, felsefe tarihinden hesap soran kahraman bir kadin dusunur yaparak bu yaziyi da bir kadinin digerine ihanetinin sahnesine donusturebilirim. Ama onun uslubunu taklit etsem ona sadik kalabilir miydim sanki? Bu bizi neyin dibine, nasil bir dibe dogru suruklerdi? Bir kadinin dusuncesinin dipsizle kurdugu iliskiyi dile getirebilmek icin, baska bir tanesinin dibine kadar "konulastirma" dipsomanisine siginmasindan bir kacis yolu var mi?

"Imge dusunceyi, elemanlar (ates, hava, su, toprak) ontolojiyi onceler" diyor Gaston Bachelard. Atesin, suyun, havanin imgesi, dilde dogmus olsa bile, anlamlandiran dilin her zaman biraz ustundedir".(1) Elemanlarin siiri dogmakta olan yasamsal dildir. Bu dilde bicimsel bir hayalgucunden cok, maddesel olana yonelmis, onda ilkel ve ebedi olani uretmeye calisan maddi bir hayalgucu vardir. uretim burada cinsel anlamiyla dusunulmelidir. Irigaray katiya karsi akiskan elemanlari cagirirken, henuz bicimsel olmayan bir hayalgucunun urunu olan baska bir baslangicin "sozcuklerini" aramaktadir. Bicimsel hayal gucunun defalarca yeniden insa ettigi koken-kaynak sorusunun oncesinde yasanmis bir cinsiyet farkliligini dusunmek, aslinda imkansizi dusunmeye calismaktan baska bir sey degildir. Irigaray'a gore, "cinsiyet farkliligi sorusu varlik sorusu kadar eski, belki ondan daha da eskidir.." Sorunun farkliligina ragmen, soruyu sorma tarzinda Irigaray Heidegger'i taklit etmektedir. Nasil Heidegger Bati metafiziginin tarihini Varlik sorusunun unutulusunun tarihi olarak okuyorsa, Irigaray da bu tarihi cinsiyet farkliligi sorusunun ustunun ortulusunun tarihi olarak okur. Irigaray'in taklitteki israri, onun kendi sorusunu Heidegger'in metnine sormak israridir. Bu sorunun metne eklenmesiyle ortaya cikan parodi, gelenek ve tarih kurucu bakisi, o bakisin kendisine ait terimlerle teshir etmek ve boylece herseyi baska turlu gosteren bir "acilim" yaratmaktir. "Yalnizca tek bir sorunun felsefi metinlere dahil edilmesi, tum felsefenin haritasinin degismesine sebep olacaktir."(1) Irigaray'a gore, cinsiyet farkliliginin gundelik hayatta yasanabilmesi, bu harita degisimine baglidir. Ustelik kadinlarin cinsel farkliliklarinin ortaya cikmasi, onu tarihsel olarak tikanmis bir disi oznenin mumkun hale getirilmesini gerektirir. Bu oznenin imkni Irigaray'in terminolojisinde "duyumsal-askin"in (sensible-transcendental), yani aslinda felsefenin bas saplantisinin, canli, disi cinsiyetli tenlerde, kisisel olarak mevcut olabilmesine dayanir. Ve ancak koken-kaynak sorusunun bir parodiyle sorgulanmasi olarak ortaya cikan bir cinsiyet farkliligi sorusu disi ozneden sozetmemizin onundeki tikanikligi ortadan kaldirabilir. Irigaray da Heidegger gibi "unutulmus soruya" erisimin zamanin ve meknin yeniden dusunulmesiyle mumkun olacagini ileri surer.(2) Cinsiyet farkliligina saygi duyulacagi yeni bir caga gecisin, zamani ve mekani algilayisimizin degisimini gerektirdigini ima eder. Heidegger'in en parlak sezgilerinden birisi Varligin zaman olarak yorumlanmasidir. Irigaray, bir "akintiya karsi soyleme" etkinligiyle bu sezginin dibine dogru yolculuk eder. Heidegger zaman olarak varligin ustunun ortuldugu mahali saptamak amaciyla Aristoteles'in zaman uzerine yazdigi denemeyi okumaya girismisti. Buna karsin, Irigaray cinsiyet farkliliginin ustunun ortulusunun mahalli olarak Aristoteles'in "yer"i ele aldigi denemeyi okumaya kalkisir. Bu denemede, Aristoteles "yerin dogasi nedir" sorusunu sormustur. Bir cismin ya da vucudun yeri, onun ic sinirlaridir. Yer, vucudun bir tur zarfidir. Bu tasvir bizi bir Zenon paradoksuna goturecektir: "Eger varolan hersey bir yerdeyse, ve eger yer de varsa, yerin de bir yeri olmasi gerekir. Ve bu sonsuza kadar boyle uzar, gider." Bu paradoks bize alttan alta, yeri olmayan bir yerin olmasi gerektigini fisildamaktadir. Aristoteles varolanlarin kendi dogal yerlerinde nasil bulunduklarini tartismaya girismis, hatta buyuyen seyleri iclerinde barindiran yerlerden nasil bahsedebilecegimiz sorusunu gundeme getirmistir, ama "baska vucutlar icin yer olabilen vucutlarla ilgili soruyu" sormamistir. Irigaray'a gore zamanin ve meknin mantigindaki anomali, meydana gelisin yeri olan disi vucudun kendine ait bir yeri olmamasidir.(3)

Zamansalligin sorgulanmasi, mekanin terimleriyle dile gelen daha arkaik bir kaynagin ustunu orter. Bunu vurgulamak isteyen Irigaray, mekanin zamana onceligini ileri surerken, zamani reddetmeye ya da zamansalligi mekansalligin ustunde temellendirmeye calismaz. Bu "temelciligi" surdurmek olurdu; Irigaray'i burada temelcilik suclamasindan koruyabilecek tek sey onun mekani, mekanda arkaik, akiskan elemanlarla birlikte dusunmek arzusudur. Tam da bu nedenle Irigaray temelci fanteziyi sarsmaktadir. Irigaray, kadinlarin yersizlestirilmesinin, zaman dusuncesinin tek bir elemani ayricalikli hale getirip, akiskan elemanlari dislayarak temelciligi baslatmasiyla ve bu sayede mekansallikla elemanlarin birlikteliginin ustunu ortmesiyle iliskili oldugunu ima etmektedir. Bu an, ona gore, felsefenin kendisini saglam bir zemine oturtma kaygisinin hic hatirlanmayan anisidir. Metafizigin boslukla dolu dipsiz ucurumlari toprakla ayni yogunlukta olmayan elemanlarin, havanin, atesin, suyun unutulmasiyla acilmislardir. Irigaray, (erkek) oznenin zaman olarak deneyimlendigi, disinin ise mekn olarak dusunuldugu metafora yaslanarak Heidegger'in soyleminin yerini degistirmeyi hedefler. Kadin mekandir ama bu mekan bir ucurumdur. O, metafizigin dusunce ile varlik arasindaki "boslukla dolu" ucurumudur. Dusunce ile varligin bir ve ayni oldugunu ileri suren felsefi baslangic, bu ucurumun ustunde logos'tan bir kopru insa etmeye calismistir. Bu kopru kati elemani ayricalikli hale getirerek kurulmus, cevrenin gorunumunu tamamen degistirerek, dortlu elemantal birlikteligin kabi olan acik mekani gorunmez kilmistir. Buna karsin, sonraki gelenek icinde hal mekanla elemanlarin birlikteliginin izleri okunmaktadir. Ornegin, Aristoteles'in Fizik adli eserinde (211b) yerin ispati elemanlarin birbirine donusumu uzerinden yapilmistir. Evren butun elemanlari iceren bir kaptir. Onceden hava olan simdi su oldugu icin, havanin oldugu yerde simdi su oldugu icin "yer" var olmalidir. Irigaray mitolojide, kozmolojide ve en sonra da felsefede dort elemanin ortaya cikisinin, cinsel farklilik sorusunun hem ilk kez sorulusuna hem de bu sorunun sorulamaz hale getirilisine isaret ettigini soyler. Elemanlarin birbirine donusumu, birbirinin yerini almalari, bu heterojen farkliliklarin oyunu, cinsiyet farkliligini da ifade eder; ta ki notr bir soylem ustunu ortene kadar. Dort eleman arasindaki ontoloji oncesi oyunun alani, hem duyumsal hem askin olan bir cinsiyet farkliliginin da alanidir. Cinsel olarak notr gorunumu altinda erkek cinsiyetini ayricalikli hale getiren "evrensel soylem," kendisiyle iliskisinde disi olan cinsiyetin kokten farkliligini silerek bu alani yoketmistir. Boylelikle disi olan, "yararlinin," "ihtiyacin," "aracin," "gecicinin" alanina indirgenerek, temelci fantezinin gorunmez temeli olmustur. Bu degerlerin karsiti olan degerler, "ozgurluk," "arzu," "amac," "askinlik," "kalicilik," bu temel fantezisi sayesinde erkegin alanina ait hale gelmislerdir. Ayni seyi elemanlarin diyalektigi icinde ifade edersek, kati elemanla sivi elemanlar arasindaki karsitlik, kurucu bir rol oynadiktan sonra, akiskan elemanlar felsefi soylem tarafindan tekrardan ozumsenmislerdir. Ama sivilar felsefi dusuncenin mali olur olmaz erkeksilesmisler ve disil anlamlarindan arindirilmislardir. Metaforlarda ortaya cikan tarihsel bir bilincalti, en sofistike bilinc felsefelerinde bile kendisini en naif sekillerde tekrar eder. Ancak soylemin kesintiye ugratilmasiyla, bu dilin icindeki siirsel kaynaklar kendi mahiyetleri icinde gizli kalmis, hiyerarsi icinde rahatsiz ve uyumsuz olan cinsel anlamlari disa vururlar.

Heidegger'in ilk kaynak kavrayisi, ucurumun ustunde insa edilen logos'tan kopru gibi gosterilebilse bile, Heidegger'in bunu sonradan yetersiz buldugunu eklemeliyiz.(4) Daha sonra Heidegger, dusuncenin ilkonce nasil olup da orada, aydinlikta bulunabildigini sorgulamasi gerektigini soylemistir. Herseyden once, mevcudiyete girisin yeri acilmis olmalidir. Ne var ki bu acilis hicbir zaman bir kaynak gibi dusunulmemistir. Oysa, meknda ve zamanda mevcut hale gelen veya gelmeyen hersey ancak onlari bir araya getiren ve koruyan bir "acilma" ya da "ozgur alan" varsa dusunulebilir. Irigaray, Havanin Unutulusu'nda Heidegger'in ilk kaynak kavrayisi ile ikinci kaynak dusuncesi arasinda, ucurumda asili kalan havayi dusunur. (5) Nedir kaynak? Adamin ustunden sonsuz kez gelip gectigi kopru mu? Yoksa koprunun altindaki ucurum mu? "Ucurum" belki de onlarin ilk karsilasmalarinin yeriydi. simdiyse, ilk karsilasmanin yerinde bosluk var. Bu boslugu gecmek icin de bir kopru. Oysa boslukla dolu ucurumu ve koprunun birbirine bagladigi iki kitayi ilk kez vareden kopruydu.

Ucurum belki de metafizik dusuncenin tek mumkun "acilma"sidir. oyleyse, ucurum tekrar edilmeli. Ama metafizik dusuncede oldugundan farkli bir sekilde, "bosluk" olarak degil, "kati elemanin" yoklugu olarak degil, akiskan elemanlara geri donerek. Ucurumun bir bosluk olabilmesi icin, maddenin o boslugu onceden doldurmus olmasi gerekmez mi? "O madde havadan baska bir sey degildi." "Heidegger yeryuzunu terketmedikce metafizigi terketmez" diyor Irigaray. ote yandan su soruyu sormadan da edemiyor: "Yoksa Heidegger acilimi dusunurken, acikca sozunu etmese bile, dusunceyi akiskanlarin unutulusunu farketmeye mi goturuyordu?" Heidegger'in arzusu yeryuzune bagli degil miydi? Peki o zaman "acilma"ya karsi duydugu bu garip cekim neydi? "Acilma"nin maddesi neydi? Felsefe tarihiyle pek az sucortagi olan bu soru kuskusuz Heidegger'e sorulamazdi; fazla masum, fazla cahilce ve basitti. Fazla 'duyumsal' ya da fazla 'fiziksel' miydi? Mevcudiyete girisin yeri olan acilma, havadandi. Hava, yasamanin nefes almanin, adlandirmanin ve cagirmanin, ortaya cikisin ve mevcut hale gelisin kaynagidir. Bu kaynak, gorulmez, dusunulmez, unutulur ama hep kalir. Her zaman ve her yerde kendini olcusuz sunmaya devam eder. Ama kati bir temelin dusuyle, katiya ayricalik atfeden bir fizikle bu akiskan madde bosaltilmis ve bu yerde olan baslangic, -hava, tipki disi vucut gibi- silinmistir. Metafizikteki kaynak dusuncesinde korkunc bir suc gizlidir. Logos'un ilk kaynak olarak tespit edilmesiyle birlikte fiziksel olana dair bir sey yitip gitmistir. Yitip giden sey, ucurumun ustunde hicbir zaman dibe carpmamaktan gelen bir esriklik icinde, dipsiz bir dipe terkedilmistir. Gecit onu saklar. Belki de "acilma," tasvir edildigi gibi mukemmel bir yuvarlaktir: Dairenin her noktasinda baslangic ve son cakisir: Ama, bir ucurum pahasina! Dipsiz dip, temsil edilemeyen hava, baska vucutlarin mekani olan disi vucut gibi, temelsiz temel, yeri olmayan yerdir.

 

(1) Gaston Bachelard, Poetics of Space, p. XV. (2) Luce Irigaray, An Ethics of Sexual Difference, tr. By Carolyn Burke and Gillian C. Gill, Cornell University Press, 1993. L�Ethique de la Diffrence Sexuelle, (Paris: Les Editions de Minuit) 1984. (3) Ayni eser, �Place, Interval: A Reading of Aristotle, Physics IV.� ss. 34-55.

(4) Varlik ve Zaman�da ve Fenomenolojinin Temel Kavramlari�nda Heidegger zaman uzerinde yogunlasirken, meknsalligi daha oncel olan zamanin bir turevi haline getirir. Fakat 1930�dan sonra yer ve alanla ilgilenmeye baslar, 1936�da �Sanat Eserinin Kaynagi uzerine� adli eserinde ortaya attigi cerceveleme, das Gestell kavrami meknsallik dusuncesinin belli bir olcude yenilenmesine isaret eder.

(5) Heidegger 'Felsefenin Sonu ve Dusuncenin Gorevi' (1935) adli eserinde Varlik sorusunu yeniden ele alir ve Varlik ve Zaman�in Acilma ve Mevcudiyet olarak yeniden adlandirilabilecegini soyler. Irigaray, Havanin Unutulusu�nda Heidegger�in kaynak dusuncesini Varlik ve Zaman�dan "Acilim ve Mevcudiyet"eye donus icinde ele alir. Luce Irigaray, L'Oublie de L'Air (Paris: Minuit) 1983 ozellikle bkz. s, 9-11, 32, 80-82.

 

Hosted by www.Geocities.ws

1