Büyümek

  Ve Sehir Dustu - Emre Oktem

 

1. Baslangicta Bizans vardi ve Bizans hukumrandi.
Buyuk Constantinus'un bilinen dunyaya baskent olarak sectigi sehir, Sarayburnu'ndaki akropolis ve ona yapisik birkac mahalleden ibaretti. Bir anda imar ve ihya edilen ikinci Roma, Theodosius zamaninda az-cok bugunku sur cizgileri icine yerlesti Bin yildan fazla sure Bizanslilar "dunyalarini" buradan yonettiler ve sehirlerine "Vassilevoussa" (hukmeden sehir) dediler. Bin yil boyunca hukmeden sehredost-dusman, medeni-barbar, dogulu-batili herkes buyulenmis gozlerle ve bazen de istahlan baktilar. Yepyeni bir akdenizli sehir medeniyetini kuran araplar bile, dini sebeplerin de etkisiyle defalarca ve israrla imparatotice-sehre sahip olmak istedilerse de Rum atesine ve Karadenizden rutubet ve soguk getiren poyraza yenik dustuler.

Ikinci Roma da tipki birinci Roma gibi bir baskent imparatorluguydu ve devletin muazzam egemenlik alani sehrin varoslari gibiydi. Tuna'dan Toroslara, hatta bir aralik Apenin'lere uzanan bu varoslar sayisiz kavmin cabalariyla gitgide ufaldilar. Osmanli topcusu surlari doverken kilise korosu hala "Hukmet ey goklerin imparatoru" ilahisini terennum etmekteydi. Gokler, artik Sarayburnu'nda baslayip Edirnekapi'da son buluyordu.

2. 1453: Fetih? Devir?
Sehrin fatihleri, 1204'teki hacli istilasindan beri belini dogrultamamis bir viraneler yigini ile karsilastilar. Latin isgalini tek hayri su olmustu ki yikimdan dolayi artan bos alanlar bostana donusturulmus ve sehrin savunuculari aylar boyu zerzevat yiyerek acliga direnmislerdi.Fethi izleyen imar ve iskan hareketinin ardindan imparatorlukta din ve dilden baska ne tur bir radikal degisiklik oldugunu kestirmek guctu. Osmanli, Bizans'in Eskicag'dan kalma siyasi yapisi ile beraber iyi-kotu huylarini da tevarus edivermisti.Yine imparatorlugun Istanbul'dan gayri kisimlari koca bir varostan ibaretti, bu sefer Cezayir'den Hazar denizine, Kirimdan Yemene uzanan bir varos. Bu devasa cografyanin hayatini ve kaderini; surlarin arasina sikismis ve cogu zaman burnunu disari cikarmayan padisahin keyfi, vuzeranin, ulemanin, yeniceri guruhunun doymak bilmez istah ve ihtiraslari turlu irktan cariye ve asuftenin entrikalari, ahalinin iniltileri ve Duvel-i muazzama sefirlerinin tazyikleri tayin ediyordu. Bunlara bir de temelleri saglamca atilmis bir burokrasinin basiretini herhalde eklemek gerek...

Ve sehir guzeldi...Meksika'nin fethi sirasinda aztek sehirlerini gorup buyulenen ispanyol denizcilerinin bu sehirlerle mukayese etmek icin ilk akillarina gelen yer Istanbul'du - Osmanli Istanbulu, muhtesem camilerle mutevazi ahsap evlerin, bostanlarla medreselerin, kiliselerle havralarin, Roma su kemerleriyle Osmanli cesmelerinin yesil bir zeminde beraberce omur surdugu sehir. Bizans'in zafer takli uzun caddelernden iz kalmamisti. Sokaklar oylesine dardi ki Padisah, kizinin develerden olusan gelin alayini sehirden gecirmek icin birkac evin cumbasini testereyle bictirmek zorunda kaliyordu. Ne gam, kose basindan mucevher gibi camiler, mescitler ve sular fiskiriyordu. Osmanli, Bizans sarniclarinin durgun suyunun lezzetini begenmemis olacak ki Trakya ormanlarindan sular getirerek her tarafa cesmeler yaptirmisti. Osmanli, Bizans'in az itibar ettigi bir bolgeyi, Bogazici'ni de bu siralarda kesfetti. Yalilarin onunde rakseden denizin tuzlu suyu ve cesmelerinin billur suyuyla Istanbul, Abdulhak Sinasi Hisar'in deyimiyle bir "su medeniyetiydi".

1830'larda sehrin ilk imar planini cikaran Pruya'li subay Moltke, "gokyuzunden rastgele cesme, ev ve cami yagsa daha duzenli yerlesirdi" diyordu. Aslinda Moltke de Istanbul'a asik olmustu, bilhassa yuksek selvili mezarliklarina. Istanbul'daki imar faaliyetlerinin ardindan Guneydogu'da katildigi askeri harekatta Yezidi'lerin sarp kalelerine elde tufek tirmanmaktan cekinmeyen Helmuth von Moltke, Bogazici'nde kayikla dolasirken yukseklik korkusuna kapilmisti, su o kadar berrak ve dip oylesine derindi ki tekne boslukta suzulur gibiydi. (Gercek bir entellektuel ve sanat asigi olan Moltke, 1870'de Alman Ordulari Genel Kurmay Baskani sifatiyla Fransa'yi ezince bir baska guzel sehri ihtiyaten yerle bir etme hevesine kapildi: Paris'i ! )

Istanbul, Bati sehirlerinin oklidiyen geometrisinden sikilmis yabancilari, bu arada Le Corbusier'yi) anarsik guzelligiyle buyulemeyi surdurdu, ta imparatorlugun cokusune, hatta tespiti guc daha ileri bir tarihe kadar.

3. 1953'ten bugune: Mahur matem ayini
Kimi tuhaf tarihciler Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'nin yikim tarihi olarak 1950'yi verirler. Bu, iktidarin "merkez"den "cevre"ye devrine mizahci gozuyle bir bakisin eseri olsa gerek. Daha az iddiali kimi Istanbullular ise sehirlerinin 1453'te fethedilip, 1953'te isgal edildiginden dem vururlar ki bu ayni zamanda "halkin plajlari istila ettigi icin vatandasin denize giremedigi" zamandir. Tarihciler ve siyaset bilimciler bu bilmecelerle ugrasadursunlar, iki hakikat karsimizda dikilmektedir: Birincisi, Cumhuriyetin ilk ceyrek asri, kullerinden dogdugu imparatorlugun baskentine hurmetle bakmistir. Ikincisi, gecmisteki hayal sehri ezen beton ve asfalt yigini, her gun ruhumuzu da ezmeye devam ediyor.

Uzun seyahatlerin donusunde 1. Bogaz Koprusu'nden Avrupa yakasina varirken karsima cikan Ortakoy ve Yildiz sirtlarina coreklenmis cirkin, devasa canavarlar kulaklarima hep ayni melodiyi getirirler: Fethi izleyen yillarda bestelenmis Istanbul'un Dususu icin Matem ayini. (oyle ya, "bizim" icin fetih olan sey, "onlar"icin dusustur, tipki Istanbul-Constantinopolis iliskisi gibi) Okurun bu acili notalari isitebilmesini cok isterdim, ilahi gazaba ugrayan Babil'in lanetlenisi ile Istanbul'un dususunu mukayese eden misralari, koro ile atisan ilahici-basinin (kanoniarhos) agitini duymasini... Ancak, Bizans-sonrasi donemin bestecileri bu muhtesem agiti yakmak icin galiba biraz acele etmisler; 29 Mayis 1453, en az iki asirdir bitkisel hayatta yasayan bir hastanin son nefesini teslim ettigi gundur. Baska bir deyisle, surlari icine sikisarak ekonomik acidan Ceneviz kolonisine donusmus, siyasi acidan Osmanli'ya tabi olmus bir sehrin uzerindeki egemenlik iliskilerinin netlestigi gundur. Gercek dususu gormek icin XX: yuzyilin ikinci yarisini beklemek gerekecektir. 1950'lerde basgosteren habis tumor giderek buyudu, buyudu, vucudu istila etmekle yetinmeyip vucut disina sicradi. Hala da buyuyor. Benden bir nesil onesi tumorun sehir-ici tarihi dokulara yerlesip kemirdigini, yiktigini, sonra civardaki yesilliklere gozdiktigini, gecmisi siyasi soylemlerine nakarat yapan siyasetcilerin sanlarina yakisir bir yalancilikla gecmisimizi tahripte birbirleriyle yaristiklarini hatirliyorlar. Benim neslim ise, birincisi hayal-meyal de olsa iki kopruyu, sayisiz gokdelen ve nedense secimlerin oncesinde ureme hizlari artan olcusuz miktarda gecekonduyu, Halic ve Tarlabasi yikimlarini gordu. Tas ve ahsap evlerin, eski ferah is hanlarinin, bizans surlarinin, venedik elciliginin yikimi ve hepsini sayamadigim cinayetler karsisinda kamuoyunun suskunluguna tanik oldu. Havada oksijenin, ve toprakta yesilin ve suda mavinin azaldigini hissetti.

Tumor kontrolsuz olarak buyuyor ve onu tasiyan habis hucrelere gecekondu diyorlar. Bu hucreler zamanla boyut ve nitelik degistiriyor; konut, gokdelen, is merkezi, fabrika-atolye, hatta egitim kurumu bile olabiliyorlar. Musterk ozellikleri ise hukuka ve estetige aykiri olmalari, buna cogu zaman tarih ve/veya tabiati tahrip de ekleniyor. Bu hucreler bunyeyi baskalastiriyor, ama oldurmuyorlar, kendi carpik kurallarina gore yasamaya zorluyorlar.

Yuzyil basi'nin Edremit'inden cocuklugunun kayip cenneti olarak soz ederek bir mekani cocukluk dusleriyle ozdeslestiren Sabahattin Ali'yi acemice izliyorum: Galiba benim kayip cennetim de Ic-Levent. Arkasindaki kirlarda ucurtma ucurdugum, bisikletle arsinladigim sokaklarini karis karis tanidigim, kar yaginca ayaklarim sizlayana kadar gezindigim Ic-Levent. Ic Levent de titanlarin kusatmasi altinda. Bir medeniyete diz cokturen, zirhlarina burunmus barbar istilacilar edasiyla dimdik kurbanlarina bakarak magluplari tamamen tarihten silecekleri gunun duslerini kuruyorlar. Diger yandan, tumor Ic-Levent'i icin icin kemiriyor.Baslarda memur emeklilerinin, orta halli nezih ailelerin, yazar-cizerlerin oturdugu Ic-Levent'i artik gece klupleri, ortaligi yanik et kokutan restoranlar, yazihaneler, isyerleri isgal ediyor, zevksiz renkle ve tenekemsi dekorasyonlarla elli kusur yil oncesinin sade ama zevkli mimarisini ucubeye ceviriyorlar. 1960'larin sonlarina dek karli kis gecelerinde kurtlarin indigi Ic-Levent sokaklarinda bugun farkli cinsten kurtlar geziniyor. Sehrin tumoru, sadece mekanlara degil, ahaliye de sirayet etmis. Her degerin ve her varligin uluorta satildigi bir pazar bugun Istanbul. Bizansli yuksek memur Frantzis'in fethi anlatan kitabina munasip gorulen baslik bugun gercek manasini buldu: Ve sehir dustu...

4. Duskun sehrin yarini
Gelecegin Istanbul'u duskun bir kadin olarak kisilesiyor gozumde. Edebiyatcilarin Bizansa yakistirdiklari ipek ve mucevherlere burunmus kibar fahise benzetmesinden cok farkli, naylon kumastan sahte markali elbiseler giymis, sisman, cokmus ve bezgin bir kadin. Fast-food yiyeceklerle semirttigi vucudu cirkin yag daglari halinde buyumeye devam ediyor; yarisi ojeli tirnaklari kir icinde, kirli govdesini yikamaya luzum gormuyor, bunu talep eden musterisi yok, zaten dustan akan suyun ne kadar temizleyecegi de cok supheli. Gecmisini hatirlatan yegane nesneler, ninesinden miras kalan, gerdaninin gidisinin kivrimlari arasina sikismis birkac parca mucevherden ibaret. Iyi kalpli adami oynayan musterileri yapmacik bir sefkatle ona bu mucevherlerin hikayesini soruyorlar, ilgisizce anlatiyor, musteri biraz fazla para birakiyor. Cikip giden musterinin ardindan duskun kadin, havasiz ve karanlik odasinda hap ve alkolun yardimiyla uyuyakaliyor.

5. Gerceklesemeyen ruyalar - Hangisi gerceklesir ki?
Obur bir yesillik icinde gozlerimi aciyorum. Cirkin beton daglari cokmus, diger bodur cirkinliklerle beraber hepsini kesif bir bitki ortusu kaplamis. Arada bir mangal yapilan ve cogu zaman luzumsuz esya mezarligi vazifesi goren balkonlardan agac govdeleri yan yan fiskirmis, duvarlarin cirkin renklerini ya da ciplak tuglalarini sarmasiklar gizlemis, uc kurusluk taklit parke taslari kir ciceklerinin battaniyesi altinda. Betonu, asfalti ve plastigi kavrayan yesil kollar ahsap ve tasa dokunmamislar. Bogazda yunus yuzgecleri seciliyor, son ornekleri 1940'larda Semsi Pasa Camii'nin altinda gorulen foklar artik suruyle geziyorlar, pos biyiklarinin altindan gulumsuyorlar. Denizde beyaz latin yelkeni acmis tek-tuk ahsap tekne var, murettebati secemiyorum. Insanlar nerede? Yolda birkac ihtiyara rasliyorum, nazikce selam verip adimlarini hizlandiriyorlar. Cami avlulari, meydanlar bombos, sadece benim ayak seslerim ve guvercin kanatlarinin sesleri yankilaniyor. Uzaktan bir ney sesi isitiliyor. Calan kim? Oparlorsuz okunan ezana belli belirsiz can sesleri karisiyor. Hangi muezzin? Hangi zangoc? Her kosebasinda kediler tembelce guneslenip yalaniyorlar. Havada hanimeli ve yasemin kokusu var.

Tefsir: III. Dunya savasi sonrasinda gecen bilim-kurgu filmlerinden akilda kalanlarla sahsi hayaller birlesince boyle garabetler gorulur. Mamafih, bugunun hakikatlerine tahammul edebilmek icin arada bir boyle ruyalar gormekte pek cok faide vardir.

 

 

Hosted by www.Geocities.ws

1