Osmanlı
Türkçesi Kılavuzu - I
Türkler İslâm medeniyeti dairesine girdikten sonra zamanla alfabelerini
de değiştirmişler ve Arap harflerini kullanmaya başlamışlardır. Bu önemli
değişiklik, Türklerin Anadoluya yerleşip burada Türkçeyi edebiyat ve devlet dili
olarak geliştirmeleriyle, bin yıllık devâsâ bir birikimi doğuracak sürecin de
başlangıcı olmuştur. 1928’ deki alfabe değişikliğine kadar devam eden bu
dönemin semeresi binlerce cilt kitap, henüz tasnifi bile tamamlanamamış milyonlarca
arşiv belgesi; camileri, müze duvarlarını süsleyen hüsnü hat eserleri; her biri
Balkanlardan Afrikaya kadar yayılmış geniş bir coğrafyada silinmez bir mühür
gibi duran kitabeler olarak önümüzdedir.
İnsan nasıl
sağlam bir hafızayla sağlıklı bir ruh hâlinde bulunuyorsa, toplumlar da öylece
geçmişlerini hatırladıkları, onları toplum yapan kültürel aktarım zincirlerini
korudukları sürece sağlıklı olabilirler. Bugün hergün gelip geçtiği yol
üzerindeki çeşme kitabesini, dedelerinin mezar taşını, yahut nasılsa elinde
kalmış eski bir mektubu, kütüphaneler dolusu bilimsel ve edebî eseri okuyamayan
başkaca bir toplum yoktur.
Toplumsal
hafızanın yaşatılması, ancak yazılı metinlerin bilinip anlaşılmasıyla,
okunmasıyla mümkün olabilir. Bizim eğitim politikalarımızda bu iş Edebiyat
Fakültelerinin Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Arşivcilik, Sanat Tarihi,
Kütüphanecilik gibi bölümleri ile başka fakültelerin bu konularla ilgili
bölümlerindeki eğitim-öğretim faaliyetleriyle yürütülmeye çalışılmakta,
buralarda eğitilen gençler arasından yazılı kültür mirasını okuyup
anlayabilecek uzmanların yetiştirilmesi hedeflenmektedir.
Bu resmî eğitim
kuruluşları dışında kimi sivil toplum kurumları veya dershaneler de isteklilere dönük kurslar düzenlemektedir.
Aslında Osmanlı Türkçesi bilgisi
yalnızca bir kısım bilim adamı ve arşiv uzmanı için gerekli değildir. Dilin
önce bireyin, sonra toplumun var oluşundaki yeri göz önünde tutulduğunda
Türkiye’de kendisine okumuşluk, entellektüellik payesi verilen herkesin bu
bilgiye sahip olması gerekir. Kendisinden yalnızca yarım asır önce yapılmış
felsefî, bilimsel, siyasî tartışmalardan bîhaber olan bir kimsenin, yalnızca
gününün bilgileriyle, yani toplumsal hafızaya sahip olmadan bu pâyelere
gerçekten sahip olabilmesi mümkün değildir.
Osmanlı Türkçesi hakkında kimi
yerleşik yanlış fikirler vardır. Bizim, Türkiye Türkçesinin tarihî dönemi
olarak anlayıp öğrettiğimiz bu dili, Türkçeden başka, apayrı bir dil gibi
gören, düşünen veya sananlar mevcuttur. Hele bu dilin Arapça, Farsça ve
Türkçenin karışmasından oluşmuş yapay bir dil olduğu şeklindeki yanlış düşünce,
“Osmanlıca” olarak adlandırılan bu dilin öğrenilmesi neredeyse imkânsız veya
çok zor bir bilgi alanı olduğu zannını uyandırıyor. Osmanlı Türkçesini öğretmek
için yazılmış kitapların çoğunun da işi kolaylaştırıcı bir metottan yoksun
oldukları hemen göze çarpıyor.
Elinizdeki kitap bilimsel literatürde “Osmanlı Türkçesi”
olarak adlandırılan ve bugünkü Türkçenin tarihî bir dönemini ifade eden bir
bilgi alanını zorlaştırmadan öğretmeye yönelik olarak hazırlanmıştır. Ümid
ederiz, bilgiyi edinmek isteyenlerin işini kolaylaştırmak için hazırladığımız
bu kılavuz amacına ulaşır.