Evliya Çelebi Seyahatnamesi'ni Göre 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesinde Ses Benzeşmeleri ve Uyumlar

(Doktora tezi. Türk Dil Kurumu, Ankara 1995)

 

ÖN SÖZ

 

                  Dil, daima gelişen, değişen bir iletişim vasıtasıdır. Onun esasını oluşturan sesler, seslerden meydana gelmiş birimler (morfemler), bu birimlerin yanyana geliş kuralları (söz dizimi)...  bazen hızlı, bazen yavaş, ama sürekli değişir. Bu gün bir anlaşma vasıtası olarak kullandığımız dili yüz, iki yüz, beş yüz, bin  sene önceki bir zaman diliminde kullandığımızı farzetsek, o zamanın yakınlığına göre, garip, komik, anlaşılamaz karşılanacağımız aşikârdır. Peki, yüz yıllar ötesinden günümüze kalan dil yadigârları da böyle bizimle anlaşmaya çalışan adetâ canlı birer varlık değil midir? Şu halde onları anlamak için dillerini bilmek zorundayız. İşte, dil bilimcinin, gramercinin en mühim çalışma alanlarından biri dilin tarihî devrelerindeki fonolojik, morfolojik, sentaktik ve semantik yapısını ortaya çıkarmak, onu öğretmek ve dil yadigârlarıyla yeni nesiller arasındaki iletişimi sağlamaktır. Bu sayede dilin bağlı olduğu gelişim prensipleri de  ortaya konmuş olur ve öğretilmesinde daha sağlam metotlar tespit edilebilir.

                  Batı Oğuz Türkçesininin en az araştırılmış devrelerinden biri de Orta Osmanlıca dediğimiz bilhassa 17. yüzyılı içine alan devredir. Bu devrenin ne zaman başladığına dair kesin bir sınır çizmek zordur, ancak bitiş tarihi olarak 18. yüzyılın sonları, Viguier'in gramerinin yayınlandığı 1790 yılı esas kabul edilir. Türkiye Türkçesinin fonolojik  gelişmesinde en mühim bir devreyi Orta Osmanlıca teşkil eder.  Fonolojik gelişmeden kastımız, bilhassa dudak uyumunun gelişme sürecidir, zira Türkçede dil uyumunun kökten olduğu kabul edilmektedir. Orta Osmanlıca, dudak uyumunun bulunmadığı EAT (Eski Anadolu Türkçesi) ile bu sürecin tamamlandığı 18. yüzyıl sonrası arasında bir geçiş devresi niteliği taşımaktadır.

                  Bu güne kadar yurt dışında Heffening, Nemeth, Hazai, Brendemoen gibi araştırmacılar tarafından, umumiyetle 17. yüzyıla tarihlenen ve "transkripsiyon metinleri" denilen, yabancılar tarafından latin, kril, yunan vs. alfabelerle yazılmış Türkçe metinler (gramer kitapları, sözlükler vs.) üzerinde geniş çaplı araştırmalar  yapılmıştır.  Bu "transkripsiyon metinleri" kendi içlerinden kaynaklanan bir sürü problemi barındırmakla birlikte, Arap harfli imlâdan nitelikleri tespit edilemeyen sesleri göstermeleri açısından, Türkçe'nin tarihî fonolojisi için eşsiz birer kaynaktırlar. Bu sahada yapılan son çalışmalar Hazai'nin Harsany metni üzerine yaptığı ayrıntılı analiz ve Megiser grameriyle Vaughan grameri üzerine yapılan tezlerdir[1]. L. Johanson ise, 1979'da yayınladığı bir makaleyle bilhassa Harsany metni ve Azeri şivesine ait bir transkripsiyon metninin verilerinden yola çıkarak Batı Oğuz Türkçesindeki dudak uyumunun gelişim sürecini, yeni bir gelişim şeması ortaya koyarak açıklamaya çalışmıştır.

                  Bu konudaki çalışmalarda Arap harfli Osmanlı metinlerinden yararlanılmadığı görülüyor. Bunun en büyük sebebi Arap harfli alfabenin Türkçe'nin bilhassa ünlülerini  göstermekteki yetersizliği yanında, imlânın da artık klişeleşmiş, telaffuzu aksettirmekten uzaklaşmış olmasıdır.

                  Biz bu çalışmamızla, mezkûr devrenin fonolojik problemlerine ana dili Türkçe olan bir müellifin Arap harfli bir metninin malzemesinden yola çıkarak çözüm aramaya çalışacağız. Tabii, böyle bir çalışmada klişeleşmiş imlânın kurallarına bağlı bir metin kaynak olamaz. Bize ancak konuşma dilinin fonolojik yapısını aksettirecek bir eser kaynak olabilir. Evliya Çelebi Seyahat-namesi, taşıdığı imlâ özellikleri ile ile devrinin ses özelliklerini öğrenmeye imkân tanıyan eserlerdendir.  

                  Çalışmamız Seyahatname'nin ilk üç cildindeki malzemeye dayandırılmış ve malzemenin derlenmesinden tasnifine kadar uzun bir süre  arkadaşım Musa Duman'la birlikte yürütülmüştür. Beş yılı bulan bu uzun ve yorucu devre boyunca gösterdiği yapıcı ve uyumlu iş birliğinden dolayı kendisine en samimi teşekkürlerimi sunarım.

                  Bizi Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nin geniş ufuklu ve harikulâde dünyasına yönelten, her zaman ilmî bakış açımızı genişleten hocam Mertol Tulum  Bey'e  de şükranımı ifade etmek bir borçtur.

                  Şunu ifade etmek isterim ki, Arap harfli  metinlerin malzemesine dayanarak Orta Osmanlıcanın fonolojisi üzerine  ilk defa bu kadar geniş bir malzeme üzerinde çalışılmaktadır. Bütün meseleleri çözümlemek elbette imkânsızdır. Bu, bir başlangıç sayılmalı, başka Osmanlı metinleri üzerinde yeni çalışmalarla sonuca ulaşılmaya çalışılmalıdır.

 

ø.        Giriş

ø.1.          Konu ve Gaye

 

                  Tarihî dil bilimi veya gramerin en mühim araştırma sahalarından biri de tarihî fonetiktir. Dilin fonetik sistemini incelerken en eski kaynaklardan günümüze kadar bütün dil yadigârları devre devre incelenmeli, böylece fonetik sistemin gelişim prensipleri, fonolojik kurallar ortaya konulmalıdır. Bu da ancak artzamanlı (diachronic) bir inceleme sayesinde mümkün olabilir. Artzamanlı bir incelemenin yapılabilmesi için de tarihî  devrelerin kendi içlerinde eşzamanlı (synchronic) incelemelerinin yapılmış olması gerekir. Eğer böyle incelemeler -buna monografiler de diyebiliriz- yapılmadıysa, artzamanlı bir incelemenin bazı noktaları eksik veya zayıf kalacak, ilim adamı böyle devreler hakkında tahminler yürütmeye mecbur olacaktır.

                  Batı Oğuz Türkçesinin en az incelenmiş tarihî devrelerinden biri Orta Osmanlıca diye bilinen bilhassa 17. yüzyılı içine alan ve 18. yüzyılın sonlarında bittiği kabul edilen devredir. Bu devrenin en karakteristik hususiyeti, EAT devresindeki fonolojik yapı ile STT arasında bir geçiş devresi niteliği taşımasıdır. Bu saha üzerindeki araştırmalar, bilhassa Macar türkologları tarafından, transkripsiyon metinlerine dayandırılmıştır. Son yıllarda başka Batılı araştırmacılar da yine transkripsiyon metinlerine dayanarak bu devreninin bilhassa fonolojik yapısı üzerinde araştırmalar yürütmektedirler. Arap harfli metinler ise, bu güne kadar Orta Osmanlıca devresi için araştırma kaynağı olarak kullanılmamıştır. Bunun başlıca sebebi, Arap harfli alfabenin Türkçenin seslerini ifade etmekteki yetersizliği yanında, bu yüzyıllarda artık kalıplaşmış olan imlânın telaffuzu, daha doğrusu konuşulan dilin fonolojisini aksettirmekten uzaklaşmış olmasıdır. Biraz aşağıda özelliklerini tanımlamaya çalışacağımız Evliya Çelebi Seyahatnamesi (SN) ise, taşıdığı imlâ hususiyetleri dolayısıyla böyle bir çalışma için oldukça yeterli malzeme sunmaktadır. Bu metnin dil bilimi araştırmaları için nasıl kıymetli bir kaynak teşkil ettiği, Boeschoten'in SN'nin IV. cildinde on yapraklık bir bölüm üzerinde yaptığı inceleme sonucunda gösterilmiş, bizim bu çalışmayla  yaptığımız işin ilk tecrübesi yapılmıştır (Boeschoten 1988, 81-103)[2]

                  Bu çalışmada, kaynak olarak alınan SN'nin ilk üç cildindeki veriler fonolojik ve morfonolojik açıdan değerlendirilmeye çalışılacak, esas olarak benzeşme (assimilation) hadisesiyle bunun sonucu ortaya çıkan dil ve dudak uyumu gibi ünlü uyumları ve ünsüzler arasındaki ses hadiseleri ele alınacaktır.

                  Ses hadiseleri[3] esas olarak bağımlı (şartlı) veya bağımsız (şartsız) olarak ikiye ayrılır. Meselâ İndogermencedeki /a/ bu dilden gelişen muhtelif Avrupa dillerinde /e/, /a/, /o/ olur ve bunda komşu bir ses biriminin, vurgunun vs. tesiri bulunmaz (ÜÇOK, 147). Ancak bütün dillerde esas olan değişme şartlı denilen ve komşu ses birimlerin, vurgunun vs. tesiriyle ortaya çıkan değişmedir ki, buna genel olarak benzeşme denir. Üçok'un tarifine göre benzeşme "yakın veya bitişik yahut uzak olan iki veya daha fazla oynaklanma hareketinin birbirine tesir icra ederek bir tek oynaklanma yeri veya yakın oynaklanma yerlerinde ayni veya benzer oynaklanma hareketleri haline girmeleri" demektir. (ÜÇOK 165). Seslerin benzeşmesinde genellikle kabul edilen amil "en az emek sarfı" denilen psikolojik tasarruf gayretidir. Bunu dışında dil hadiselerinde etkili olan bir de "daha çok emek sarfı" temayülü vardır ki, bu da kelimelerin mana ayırımını korumaya yöneliktir.

                  Sesler, çevrelerindeki diğer seslerin tesiriyle şu hususiyetlerini değiştirirler: 1. Boğumlanma yerleri değişir, mes. bir diş ünsüzü olan /n/, dudak ünsüzü /b/ önünde dudak ünsüzüne dönüşür: canber > camber.  2. Boğumlanma biçimleri değişir, mes. patlamalı /b/, /k/ ünsüzleri ünlülerin çevresinde bazen sızıcılaşır: ET  bar > var, yok > yoh vs. 3. Seda özellikleri değişir, mes. sedasız ses birimleri iki ünlü arasında kaldıklarında sedalılaşırlar: git- > gider, ata > ada vs.

                  Benzeşme, bütün dünya dillerinde görülen en yaygın ses hadisesi olmakla birlikte, bunun fonolojik kurallar haline dönüştüğü diller de vardır. Türkçede dil ve dudak uyumları ile ünsüz uyumları böyledir. Türk dilinde, dil uyumunun söyleyişi sınırlayıcı bir kural olarak ortaya çıkışının çok eski tarihî devrelerde olduğu, hatta kökten olduğu kabul edilir. Ancak dudak uyumu ve sedalılık uyumu bilinen tarihî devreler içinde gelişmişlerdir ve gelişim süreçlerinde açıklanmaya muhtaç durumlar vardır. Bilhassa dudak uyumunun Türkiye Türkçesindeki gelişim süreci, henüz tam olarak halledilememiş bir problemdir, zira metinler arasında ve hatta bir tek metin içerisinde uyuşmaz durumlar yanyana görülebilmektedir.

                  Bizim çalışmamızdaki gaye, dil ve dudak benzeşmeleri ve neticede dil ve dudak uyumu hadiseleriyle ünsüzler arasındaki benzeşmeye dayanan diğer ses hadiselerini SN'deki verilerden yola çıkarak değerlendirmek, Türkçe için kökten kabul edilen dil uyumuna aykırı bazı yazılışları yorumlamaktır. Bunu yaparken "transkripsiyon  metinleri" içerisinde değerlendirdiğimiz Molino, Parigi ve Meninski sözlükleriyle  Harsany metninden de karşılaştırma amacıyla yararlanacağız.

 

 

ø.2.                  Kaynakların Tanımlanması

 

                  Bu çalışmanın esas kaynağı, Evliya Çelebi Seyahatnamesi (SN)'nin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Bağdat 304 ve 305 numaralarda kayıtlı bulunan (S) nüshasının ilk üç cildidir.

                  H.1020/M.1611'de İstanbul'da doğan ve muhtemelen 1685'e kadar yaşayan Evliya Çelebi'nin elli seneyi aşan seyahatlerini anlattığı on ciltlik Seyahatnamesinin birden fazla nüshası bulunmaktadır. Kreutel (1971) ve Mackay (1975) bunlardan Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Bağdat 304, 305, 307, 308 ve Revan 1457'de bulunan sekiz ciltlik nüshanın Evliya'nın bütün gezilerinin sonunda Mısır'da bizzat kendisinin yazdığı veya bir adamına yazdırdığı asıl nüsha olduğunu ispat etmişlerdir. Diğer nüshaların, bu asıl S nüshasından istinsah edildiğini artık kabul edilmektedir.

         Ancak S nüshasının taşıdığı bir takım imlâ özellikleri dolayısıyla bunun Evliya Çelebi'nin hatt-ı desti mi olduğu, yoksa emrindeki adamlardan birine mi yazdırdığı tartışma konusudur. Kreutel, S'nin paleografik özelliklerinin, Evliya Çelebi'ye ait olduğu bilinen bir takım duvar yazılarıyla benzerliği dolayısıyla bu nüshanın Evliya Çelebi'nin hatt-ı desti olduğu kanaatindedir. S nüshasının orijinal nüsha olduğunu ispatlayan Mackay ise bu nüshanın Evliya'nın bir adamı (gulamı) tarafından kendisinin gözetimi altında yazdırıldığı kanaatindedir. Daha sonra bu tartışmalara katılan F. İz de (1979) S nüshasının, Evliya Çelebi'nin hatt-ı desti olamayacağı kanaatindedir.

                  Son iki araştırmacının bu kanaate varmalarına S nüshasının imlâ özellikleri sebep olmuştur. Klişeleşmiş imlâdan oldukça farklı, Arapça ve Farsça kelimelerin orijinal imlâlarını değiştiren bu imlâ özellikleri bilhassa İZ tarafından Evliya'nın yapması mümkün olmayan hatalar olarak değerlendirilmiştir; zira Evliya Çelebi yedi yıl medresede, üç-dört yıl kadar da Enderun'da, iyi bir eğitim görmüş, Arapça ve Farsça öğrenmiş, hat konusunda "yed-i tûlâ"sı olan bir Osmanlı aydınıdır. S nüshasındaki yanlışlar ise eskiden beri ancak halk için cahil kimselerin yazdığı metinlerde görülen yanlışlardandır. Nedir bu yanlışlar?

                  İZ, bunları, hı (   )'nın bir çok yerde noktasız (                     )  yazılması ve şedde yerine çift harf kullanılması  (          ) gibi durumlar dışında sekiz gruba ayırır:

                  1. Gereksiz ünlü eklenmesi

                  2. zel (  ) yerine ze (  ) yazılması

                  3. te  (  ) yerine tı (  ) yazılması

                  4. elif (  ) yerine ayın (  ) yazılması

                  5. ayın (  ) yerine elif (  ) yazılması

                  6. ha  (  ) yerine  he (  ) yazılması

                  7. ze (  ) dad (  ) ve zı (  ) karışması

                  8. se ( ) sin (  ) ve sad (  ) karışması

                 

 

                  Görüldüğü gibi, İZ'in S nüshasının Evliya'nın hatt-ı desti olamayacağına itirazı imlâ noktasına dayanmaktadır ve şöylece özetlenebilir: Evliya iyi yetişmiş bir Osmanlı aydınıdır ve zamanında ayıp karşılanan bu imla yanlışlarını bizzat kendisi yapmış olamaz.

                  S nüshasının son iki cildi elde olsaydı belki bu yazının kime ait olduğunu ketebe kaydından öğrenecektik, ama şimdi bu şansa sahip olmadığımıza göre, eserdeki bir takım delillerden yola çıkarak bu konuda bir görüş belirlememiz gerekmektedir.

                  Burada bütün mesele, söz konusu imlâ hususiyetlerinin "yanlış" kabul edilip edilemeyeceği noktasında düğümlenir. Eğer yanlış ise bir "cehil" söz konusudur ve bu metin Evliya'nın elinden çıkmış olamaz deriz. Ama yanlış olarak kabul etmezsek bir "kasıt" söz konusu olur, bu kasdın ne olduğu anlaşıldığında S nüshasının Evliya'nın hatt-ı desti olduğunu kabul etmemize bir engel kalmaz.

                  Dil bilimi noktasından yaklaşıldığında, bütün bu imlâ hatalarının dayandığı bir sebep veya gösterdiği bir hakikat vardır: Söz konusu harflerin çoğu Arap veya Fars dillerinde ses birimi değeri taşıdıkları halde Türkçede ses birimi değeri taşımazlar. Türkçede bir tek /s/, bir tek /z/ ses birimi vardır. Söz konusu dillerden alınan  kelimelerdeki muhtelif  /z/ sesleri, Türkçede bir tek boğumlanma yerine sahiptir, şu halde böyle kelimelerde başka bir takım ses hadiseleri yoksa bu harf değişiklikleri, Türkçe'nin fonolojik yapısından kaynaklanmaktadır. Diğer bir husus, hiç bir alıntı kelimenin girdiği dilde alındığı dildeki ses değerine sahip olamayacağıdır. Bu, Türkçedeki Arapça, Farsça vb. kaynaklı kelimeler için de geçerlidir. Bu sebeple alıntı kelimeler, çoğu zaman dil ve dudak uyumu ve sedasızlık uyumu gibi kurallara bağlı olarak telaffuz edilir. Şimdi, Arap harfli bir alfabe kullanan bir müellif, eserinde Arapça ve Farsçadan alınma kelimelerdeki fonolojik değişmeleri  nasıl gösterebilir? Elbetteki farklı harfleri kullanarak. Meselâ sevap  (      ) kelimesi konuşulan dilde [savap] şeklinde telaffuz ediliyorsa müellif buradaki dil benzeşmesini se( )ye göre arka damakta boğumlanan veya artdamaksı ünlülerle kullanılan /s/ ses birimini temsil eden bir harfle gösterir ve sad ile yazar (        ). Bu, esere yaklaşımınız filolojik ise imlâ yanlışı kabul edilemez. mâye kelimesini konuşulan dildeki gibi yazmak isteyen müellif  (          veya         ) şeklinde yazar, bu da filolojik bir yaklaşımla imlâ hatası kabul edilemez; eser sahibi bunu "kastetmektedir". Bunun yüzlerce örneği vardır.

                  Burada şu soruyla karşılaşırız: Evliya Çelebi, eserinin bazı yerlerinde âdetâ bir transkripsiyon sistemi kullanmış gibi görülüyor, peki Evliya eserinde bunu kastetmiş olabilir mi ve eğer kastettiyse bunu yapacak filolojik bilgiye sahip midir?

                  Malumdur ki, Evliya'nın eseri sayfalar boyu tekdüze bir üslupla sürüp giden bir tarih veya hatırat değildir. Evliya  eserinde pek çok sosyal grubun ve başka milletlerin dillerinden örnekler vermeyi bir amaç olarak gözetmiştir: "Hikmet bu kim cenâb-ı cizzet bu edîm-i arzda yetmiş iki millet diyü elsine-i muhtelife-i nâsda meşhûr-ı âfâkdır ammâ Hudâ câlimdir biñ yetmiş iki kavim ile bu rûy-ı arzı zeyn eylemişdir ve bunlarıñ başka başka lehce-i mahsûsaları vardır ve bu kavmiñ cümle yüz kırk yedi lisân üzre kelimâtlarını fesâhat ve belâğat üzre elli bir sene seyâhatimizde tahrire getirüp zabt étmişiz. Hikmet bu kim yine cümle lisânlarınıñ kelimâtları yigirmi tokuz huruf ile kelimât éderler. Niçe kere yüz biñ  cakl-ı Aristo bu cihâna gelüp bir hurûf dahı nazîre diyememişlerdir. cAceb hikmet-i Hudâdır. Ammâ lisân-ı Farisîde ça (   ) pa  (   ), ja (  ), ga (   ) misilli hurûflar vardır, ammâ aslı yine hurûf-ı teheccîdir. Ammâ lisân-ı Çerkes-i nâkesde baczı kelimâtlarında  saksığan kuşı sadâsı gibi kaleme gelmez boğazdan ve beyne'l-fükemeyhden kelâmlar vardır kim aslâ tahrîri mümkün değildir. el-macnâ fi- batni'ş-şâcir mazmûnı üzre yine Çerkes kavmi añlar. Ammâ anlardan gayri cümle lisân yigirmi tokuz hurûf ile kelimât  iderler..." Ba, 146a/5-13. Evliya'nın aldığı Kur'an eğitimi dolayısıyla harflerin mahreçlerini, yani boğumlanmalarını da çok iyi bildiği  açıktır. Gezdiği yerlerdeki onlarca halkın dillerini, tanıdığı insanların ağız özelliklerini eserine aktarmayı her zaman amaçlayan, hatta bundan zevk alan Evliya, bunu başarabilmek için kendine has bir imlâ sistemi geliştirmiştir. Böyle bir imlâ sisteminin başka metinlerde görülmemesi ve klişeleşmiş imlâya aykırı olması yanlış olmasını gerektirmez. SN'da Evliya'ya has olan sadece imlâ değildir, morfolojik ve sentaktik bir çok orijinal şekiller de Evliya'ya hastır. Şimdi sadece imlâdaki farklılıklara bakarak S nüshasının Evliya'nın hatt-ı desti olmadığını iddia etmek doğru değildir. Kaldı ki, klişeleşmiş imlâyı, alıntı kelimelerin orijinal şekillerini çok iyi bilen Evliya'nın yüzlerce varak boyunca sürüp giden imlâ yanlışlarını görmemesi, metni yazdırdığı kimseyi ikaz edip düzelttirmemesi düşünülemez. S nüshasının hemen her varağında karşımıza çıkan dil ve ağız örneklerinin, aktarılmış konuşmaların transkripsiyonları özel bir fonolojik bilgi gerektirir. Bu bilgiye sahip kimsenin eserin diğer satırlarında cahilce hatalar yapması beklenemez. Şu halde kabul edilmelidir ki, S nüshası bizzat Evliya tarafından, hususi bir imlâ ile yazılmıştır.

                  İster Evliya Çelebi'nin kendisi tarafından yazılmış olsun ister bir hizmetçisi (gulâmı) tarafından, S nüshasının ortografik özellikleri onu bilhassa tarihî fonoloji araştırmaları için eşsiz bir kaynak haline getirmektedir.

                  S nüshası bilhassa ünlülerin baştan sonra harf ve hareke ile gösterildiği "vokalize" bir metin değildir. SN'de ünlüler yer yer harf ve hareke ile gösterilmiştir. Bunun dışında, alıntı kelimelerin konuşma dilindeki şekilleri de hususi bir imlâ ile yazıya aktarılmaya çalışılmıştır. SN üzerinde fonolojik bir etüd tecrübesi Boeschoten (1988)  tarafından IV. cilddeki Diyarbakır'la ilgili on yapraklık bir kısım üzerinde yapılmıştır. Bizim çalışmamızın malzemesi ise ilk üç ciltten derlenmiştir.

                  Bu çalışma boyunca, SN'deki şekilleri açıklamakta yardımcı olarak kullandığımız, "transkripsiyon metinleri"* başlığı altında değerlendirilebilecek kaynaklarımız şunlardır:

 

                  1. Giovanni Molino Interprete, Dittionario della Lingua Italiana Tvrchesca, Roma 1641. Küçük boy, sekizinci sayfadan sonra çift sütun üzerine 247 sayfa sözlük , bundan sonra üç sütun üzerine 78 sayfa sözlükteki Türkçe kelimelerin indeksi, daha sonraki on sayfada kısa bir gramer özeti ve doğru yanlış cetvelinden ibarettir. Madde başlıkları İtalyanca, açıklamalar Türkçedir. Arap harfleri hiç kullanılmamış, Türkçe kelimeler latin harfli bir alfabe ile tespit edilmişlerdir. Ancak bu alfabede /ı/, /ö/, /ü/ ses birimleri için ayrı bir işaret kullanılmamıştır. (i) harfinin zaman zaman bu (o, u) harflerinin önünde bu harflerin ön sıradan olduklarına işaret etmek için kullanıldığı görülmektedir. Molino’nun kullandığı alfabe sisteminin ayrıntılı bir tahlili şimdilik elimizde olmadığı için, bazı kelimelerin orjinal yazılışlarını -sadece birkaç işareti değiştirerek- zaman zaman kendi transkripsiyonumuzun yanında, parantez içinde verdik. Avrupada hazırlanan ilk Türkçe sözlük olan bu eser, ilk defa 1607 yılında Roma’da basılmıştır. Bizim kullandığımız 1641 yılında Roma’da yapılan ikinci baskısıdır. Fransa ve Venedik’in hizmetinde uzun yıllar İstanbul’da kalan Molino, eserinde büyük oranda İstanbul konuşma dilini aksettirmiştir (Adamoviç, 37). Bilhassa Arapça ve Farsçadan giren kelimelerin konuşma dilinde aldıkları şekilleri göstermek bakımından eşsiz bir kaynaktır. 

 

                  2. Bernardo da Parigi, Vocabolario Italiano-Tvrchesco (Söz Kitabı). 2458 sayfa tutan üç ciltlik bir sözlüktür. Kapüsen rahip Parigi’nin hazırladığı Dictionnaire italo-turc (Paris, 1661-62, 3 cilt) isimli süzlük, Peder Pierre d’Abeville tarafından italyancaya çevrilmiş ve 1665 yılında Roma’da bastırılmıştır. Madde başlıkları İtalyanca, izahlar  Arap harfleriyle Türkçedir. Türkçe kelimeler harekelenmiştir. Türkçe açıklamalarda latin harfleri hiç kullanılmamış olmakla, yani alışılmış anlamda bir “transkripsiyon metni” olmamakla beraber, bu sözlüğü Türkçe kelimeleri tespitte klişeleşmiş  Osmanlı imlâsını kullanmaması ve konuşulan dilin fonolojisini aksettirmesi sebebiyle bir "transkripsiyon metni" gibi değerlendiriyoruz.

 

                  3. Jakab Nagy de Harsány, Colloquia Familiaria Turcico Latina, Köln 1672. Türkçe kısımların yalnız latin harfli bir alfabe ile yazıldığı bir konuşma kitabıdır. Aynı metinlerin Latinceye tercümesi de vardır. Bir gramer veya sözlük olmaktan öte Türkçeyi, Osmanlı toplumunun her cephesini karşılıklı diyalogla öğretmek için yazılmış bir eserdir. Hazai tarafından geniş bir fonolojik incelemeyle birlikte yayınlanmıştır (1973). Biz, Hazai'nin bu çalışmasını ve değerlendirmelerini kullandık.

 

                  4.   François de Mesgnien-Meninski, Complementum Thesauri Linguarum Orientalium, 1687. Meninski'nin Türk dili üzerine hazırladığı üç eserden biri olan bu sözlük, madde başları Arap alfabesiyle Türkçe olan Thesaurus Linguarum Orientalium Turcicæ Arabicæ Persicæ isimli üç ciltlik sözlüğünün Latince kelimelerin madde başına alınmasıyla hazırlanmış şeklinden ibarettir. Meninski ayrıca bir de Linguarum Orientalium, Turcicæ, Arabicæ, Persicæ institutiones seu Grammatica Turcica (Viennæ 1680) isimli Osmanlı Türkçesi grameri hazırlamıştır.

                  Hem bizim çalışmamımız için kaynak olarak  kullandığımız Complementum'da hem de diğer eserlerinde Osmanlı Türkçesinin fonolojisini dakik bir transkripsiyon sistemiyle tespit eden Meninski'nin eserleri Osmanlıca araştırmaları için eşsiz bir kaynaktır. Bu eserlerde Türkçenin bütün ses birimleri, hatta bazen bunların alt üyeleri ayrı işaretlerle gösterilmiştir.  Complementum'da Türkçe kelimelerin Arap harfli imlâsında ekseriyetle klişeleşmiş imlânın kurallarına bağlı kalan Meninski, bunların latin harfli transkripsiyonunda ise  daha çok okunuşu esas almıştır. Ancak onun esas aldığı okuyuşun da yine aydınların veya yüksek zümrenin okuyuşu olduğu anlaşılıyor. Bunun dışında eserinde vul. kısaltmasıyla halk dilinin veya konuşma dilinin şekillerini de göstermiştir. Bilhassa vul. ile gösterilen bu şekiller muhtemelen konuşma dilinde standartlaşmış olan şekilleri göstermektedir. Bizim kaynak olarak kullandığımız Complementum'da morfonolojik seviyede klişeleşmiş imlânın daha etkili olduğu göze çarpmaktadır. 

                  1655 tarihinde Viyana'ya elçi olarak gönderilen Kara Mehmed Ağa'nın maiyyetinde kâtip olarak bulunan Evliya Çelebi'nin bu görüşmeler sırasında tercümanlık yaptığı bilinen Meninski ile (UNAT, 47) görüşmüş ve bu iki büyük dilcinin birbirlerinden faydalanmış olmaları gerekir.

ø.3.          Metot

 

                  Bu çalışmanın ilk aşamasında fonolojik ve morfonolojik bir araştırma yapmak, ses değişmelerini tespit etmek üzere Seyahatname'nin S nüshasının ilk üç cildi M. Duman'la tarafımızdan fişlenmiştir. Bu safhada ödünçleme kelimelerden imlası değişik olanlar ve dil ve dudak uyumu için malzeme teşkil edecek ekler alınmıştır. Mesela, düz ünlülü tabanlardan sonra dudak uyumu açısından bir problem taşımayan  akuzatif ekleri alınmamıştır. İstatistiki bir karşılaştırmaya imkân sağlamak üzere ikili yazılışı olan bütün ekler fişlenmiştir. Kelime tabanlarında da imlâsı değiştirilmiş bütün şekiller fişlemeye dahil edilmiştir. Eğer bir kelimede birden fazla ses hadisesi varsa o sayıda fiş çıkarılmıştır. Fişleme bittikten sonra eldeki fişler ait oldukları konulara göre tasnif edilmiştir. Bu aşamadan sonra M. Duman  "Ses  Değişmeleri"ni[4], biz ise "Ses Benzeşmeleri ve Uyumlar" bahsini ele alarak değerlendirdik.

                  Konuların ayrılmasından sonra yukarıda zikredilen kaynakları da kendi konularımız açısından ayrı ayrı taradık. Harsany metni ise Hazai'nin neşri esas alınarak değerlendirilmiştir.

 

Ana sayfa

 



[1]Gilson, E.H. The Türkish Grammar of Thomas Vaughan: Ottoman Türkish at the end of the XVIIth century according to an English "Transcriptiontext",  .....

  Stein, H. Der türkische transkriptionstext des Hieronymus Megiser. - Diss. Leipzig 1975.

[2]Boeschoten'in bu kitaptaki çalýþmasýnýn baþlýðý "The Seyahatname as a Source For Linguistic Investigation" baþlýðýný taþýmaktadýr.

[3]Bu konuda referans olarak þu kaynaklar kullanýlmýþtýr: ARLOTTO, LEHMANN ve ÜÇOK.

* Transkripsiyon metinleri hakkýnda genel bir deðerlendirme ve bibliyografya için HAZAI 1990 faydalýdýr.

[4]M. Duman, incelemeleri sonucunda "Evliya Çelebi Seyahatnamesine Göre 17. Yüzyýlda Ses Deðiþmeleri" isimli bir doktora tezi hazýrlamýþ ve Nisan 1993'te savunmuþtur.

Hosted by www.Geocities.ws

1