DERSiM SEYiTLERi (Üçüncü Bölümün son kismi: KARACA AHMET, HACI BEKTAş VE ...)

Dersim Forum

Auteur - yazari: SEYFi CENGiZ Tarih, gün ve saat : 09. Subat 2005 07:47:13:

DERSiM SEYiTLERi (Üçüncü Bölümün son kismi: KARACA AHMET, HACI BEKTAş VE MAHMUT HARRANi)

SEYFi CENGiZ

KARACA AHMET
Bir konuda net bir görüş oluşturmak için, ilkin o konu hakkinda en önemsiz görünen ayrintilar da dahil, bilinebilen veya ulaşilabilen ne varsa öğrenmek gerekir. Ciddi bir araştirmaci başka türlü davranamaz. Gerekli bilgileri edinmeden fikir oluşturamaz. Ama varilan sonuçlari okuyucuya aktarirken ayrintilari bir kenara birakip esaslari öne çikarmak zorunludur. Bu sebeple burada okuyucuyu ayrintilarla meşgul etmeyecek, konu hakkinda yeterli bir bilgilendirme yapmak koşuluyla fikirlerimi en özet biçimde sunmayi deneyeceğim.
Bu yazinin Birinci Bölüm’ünde yer verdiğim Ali Kemali’nin listesinde Gözcü Kara Ahmed Dede adi altinda geçen kişi ünlü Karaca Ahmet’tir. Horasan’dan Rum’a Ahmed Yesevi tarafindan gönderilen dervişlerden biri olduğu iddia edilir. Bazi kaynaklarda ayni zamanda hekimlik yaptiğina işaret edilmektedir. Alevi cemlerindeki on-iki posttan gözcü postuna Karaca Ahmet Sultan Postu denilir. Haci Bektaş Vilayetnamesi (Menakib-i Hünkar Haci Bektaş-i Veli, Gölpinarli, 1958)’nde Haci Bektaş’in geldiği tarihte “Rum’un Gözcüsü“nün Karaca Ahmet olduğu söylenir. Yani Rum diyarina (Anadolu) Haci Bektaş’tan önce geldiği, burdaki erenlerin serçeşmesi ve onbinlerce izleyicisi (57 bin) olan güçlü bir veli olduğu anlatilmak istenir. Bazen bir Ahmet Yesevi halifesi ve Haci Bektaş’in mürşidi gibi tanitilirken, bazen de Haci Bektaş’in halifesi gibi tasvir edilir. O’nun Ahmet Yesevi ile ilişkisinde görülen ayni karişiklik Haci Bektaş’la ilişkisinde de gözlenir.
Değişik kaynaklarda veya nefeslerde Karaca Ahmet’in adi aşağidaki şekiller altinda görünür:

Kara Ahmet
Karaca Ahmet
Karacali Ahmet Sultan
Gözcü Karahmed (Kar Ahmed)
Karac’ahmed (Karac Ahmed)
Ahmet Karaca
Gözü Karahmed
Kari Ahmed Sultan
vd gibi.

Karaca Ahmet soyunun yerleştiği ve defnedildiği pek çok yer Karaca adini taşimaktadir. Ulaşabildiğim kaynaklarda Kar, Kari, Kara, Karac, Karaca veya Karacali gibi değişik şekiller içinde karşilaşilan bu sözcüğün kökeni ve anlami konusunda üzerinde hemfikir olunan bir açiklamaya rastlamadim. John P. Brown, Karaca sözcüğünün ‘geyik’ anlami verdiğine dikkat çeker (Bk. The Darvishes, 1868). Hasluck, Kara sözcüğünü ‘siyah’, Karaca şeklini ise ‘siyahi’ olarak yorumlar. Kayitlarda Karaca Ahmedli adinda bir aşiret görünmese de, Karaca Ahmet’in dikkate değer bir aşiret reisi veya seyidi olduğunu düşünür. Örnek olarak Halep’in kuzey-batisinda oturan Rihanli aşiretinin Kara Ahmedli adinda bir kabilesinden, ayrica Kastamonu merkezli Çandar-oğullari beyliği ile ilişkili Kizil Ahmedli aşiretinden sözeder (Bk. Hasluck, a.g.e., s. 339-40 ve 403).
Anadolu ve Rumeli’de Karaca Ahmet’in olduğu öne sürülen sayisiz mezar bulunuyor. istanbul (Üsküdar), Manisa (Horoz Köyü), Akhisar (Karaca Köyü), Uşak, Aydin, Afyon (Karacaahmet Kasabasi), Bulgaristan ve Yugoslavya (Üsküp civarindaki Tekke köyü)’da türbeleri; bir çok diğer yerde makamlari/nişanlari vardir. Menkabeye göre, H. Bektaş Veli, “Karacam, bir yerde mekanin, yedi yerde çerağin yansin” demiştir.
Bir iddiaya göre asil türbesi bir Karaca Ahmet Dergahi’nin da bulunduğu Üsküdar’dadir. Burdaki dergâhin 1329 yilinda, yani Osmanli sultani Orhan Gazi zamaninda kurulduğu söylenmektedir. Evliya Çelebi (1611-1682), Seyahatname adli eserinde Karaca Ahmet’i bir iran şahinin oğlu (Acem şehzadesi) olarak tanitir. Mezarinin Akhisar’da olduğunu, ama Kirşehir’de de bir makami bulunduğunu yazar. ‘Kara‘ sözcüğü Kirşehir’deki bu makamin Suluca Kara Hüyük olabileceğini düşündürür. Evliya Çelebi’nin kaydina göre hem Akhisar’daki türbesi, hem de Kirşehir’deki makami birer hac yeriydi. Evliya Çelebi, ünlü Celaliler’den Kara Haydar Oğlu’nun asilişini anlattiktan hemen sonra ise, mezar ya da türbeden sözetmeksizin Üsküdar’da Karaca Ahmet Efendi Hazretleri’ni ziyaret ettiğini söylemektedir (Bu konuda ayrica bk. Hasluck, a.g.e., I. veya II. cilt, s. 40, 51, 197).
Karaca Ahmet’in 13’üncü yüzyilda yaşadiği kesindir.
Ama Karaca Ahmet’i Türk veya Türkmen olarak tanitmakta israrli olan çevreler onun 1329, hatta 1371 yilinda hâlâ hayatta olduğunu iddia etmektedirler.
Sözgelimi araştirmaci Mehmet Yaman, Saruhan Beyi ishak Çelebi zamaninda Manisa’da düzenlenmiş 1371 tarihli bir vakfiye senedinde ‘Süleyman Horosani oğlu Karacaahmet’ ifadesinin geçtiğine işaret ederek, bu ibareyi Karaca Ahmet’in 1371’de hala hayatta olduğuna yorumlamakta ve şeceresini de babadan oğula aşağidaki gibi vermektedir:
Süleyman Horasani (karisi Sultan Ana), Karaca Ahmet ve bacisi Kadincik Ana (Fatma Nuriye Baci), ve Karacaahmet’in oğullari Eşref, Hidir Abdal, Kani/Gani Abdal ve Kamber Abdal.
(Mehmet Yaman’dan akt. Burhan Kocadağ, Karaca Ahmet Sultan Dergisi).
M. şimşek’in Hidir Abdal Sultan Ocaği adli kitabinda (1991) ise, Karaca Ahmed’in oğlu olduğu öne sürülen Hidir Abdal için şöyle bir şecere verilmektedir:
Zeynel Abidin, Seyit Ahmet Karaca, Hidir Abdal, Seyyid Habib, Esseyid Behlül (Pehlul), Esseyid Bali, Seyyid Cafer, Seyit Ali, Seyid Unsur, Seyit Otman, Seyit Ahmet, Kamber (Kanbar) Abdal, ( Seyit Yusuf?), Seyid Mehmet, (burdaki 2-3 ad bir yerde tek isim gibi verilir, SC), Seyit Mansur, Seyit Mehmet, Seyit Ahmet, Esseyid Mahmud, Mehmet, Hüseyin, isa, ibrahim, Mehmet, Es-şerif Mehmed (Durmuş), Yusuf, Mehmed, Es-şerif Davud, Mehmed, Es-şerif Ali, Hüseyin, Es-şerif Ömer, Seyit Hayran, Seyit Hüseyin, Seyit Hayran el-Kadi (Mustafa el-Kadi), Esseyid Yahya Efendi (Bk. a.g.e., 25).
Adi geçen kitapta değişik sayfalarda ayri ayri verilen şecerelerdeki isimlerin bir bölümü birbirini tutmuyor. Nejat Birdoğan’in Anadolu ve Balkanlar’da Alevi Yerleşmesi adli kitabinda verdiği Hidir Abdal soyağaci da yukardaki versiyondan kismen farkli (Bk. a.g.e., s. 206-207).
Karaca Ahmet Sultan Derneği tarafindan yayinlanan bir dergide de benzer görüşler savunulmaktadir. Örneğin bu dergide yerverilen Burhan Kocadağ imzali bir yazida Karaca Ahmet için ‘Horasanli bir Türkmen beyinin oğludur’ denilmekte, M. Yaman’in öne sürdüğü görüşler tekrarlanmaktadir (Bk. Karaca Ahmet Sultan Dergisi).

KARACA AHMETLER
Karaca Ahmet’in 14‘üncü yüzyil sonlarinda hâlâ yaşadiğini iddia eden yazar ve araştirmacilarin anlamadiği noktalardan biri, kaynaklarin birden çok Karaca Ahmet’ten sözettiği, ayni soyun birbirini izleyen kuşaklarinda bu ayni adi taşiyan lider figürlerin bulunduğudur.
O halde önce Karaca Ahmet adini taşiyan birden çok kişi bulunduğu gerçeğini kanitlayalim.
1) Evliya Çelebi’nin Akhisar’da mezari, Kirşehir’de makami bulunduğunu söylediği Karaca Ahmet.
2) Yine Evliya Çelebi’nin Celaliler’den Kara Haydar Oğlu’nun asilişini anlattiktan hemen sonra, Üsküdar’da ziyaret ettiğini söylediği Karaca Ahmet Efendi Hazretleri (mezar ya da türbeden sözetmez).
3) Karaca Ahmet’in Karacaahmet Mezarliği’nda yatan ve kendisiyle ayni adi taşiyan torunu şeyh Ahmet ibn-i Ali Dede (ölm. 1601/1602). (Bk. ibrahim Hakki Konyali, Abideleri ve Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi, cilt 2, s. 495, istanbul, 1977). Üsküdar’da yatan Karaca Ahmet, dedesi veya dip-dedesiyle kariştirilan bu torunu olabilir. Evliya’nin ziyaret ettiğini söylediği Karaca Ahmet Efendi de belki budur. i. H. Konyali, sevilen, sayilan ölüler için asil kabrin bulunduğu yerden başka yerlere taşlar dikildiğini ve bunlara Makam Taşi dendiğini kaydetmektedir. Böylece bazi saygin ölülerin birçok yerde makami bulunduğu anlaşilmaktadir. Ayni kişinin pek çok yerde mezarinin bulunduğu iddialari bu gelenekten ileri gelebilir. Yani makamlar da asil mezar gibi görülmektedir.
4) Zeyd-soylu olduğunu söyleyen Veli Baba’nin kendi menakibinda (Veli Baba Menakibnamesi) verdiği Zeyd soyu şeceresinde Seyit Cafer (ölm. 1282)’in oğullari Uzun Er (Seyit Ali) ile Karaca Ahmet Veli adlarina rastlariz. Veli Baba, bu Uzun Er’in Haci Bektaş’in halefi olduğunu söylenmektedir. Bu bilgi, başka verilerle birleştirildiğinde Kizil Deli olarak da bilinen ünlü Seyit Ali Sultan ile Uzun Er lakapli burdaki Seyit Ali’nin ayni olduklari rahatlikla görülebilir. Benim görüşüm bunlarin bir ve ayni olduklaridir. Burada bu Seyit Ali Sultan’in kardeşi olarak tanitilan bir diğer Karaca Ahmet ile karşi karşiyayiz (Karaca Ahmet Veli). Veli Baba’da hem Uzun Er (Seyit Ali, Seyit Ali Gazi, 1290-1365), hem de kardeşi Karaca Ahmet Veli Haci Bektaş’in çağdaşlari olarak gösterilirler. Burdaki Karaca Ahmet Veli’nin El-Hüseyin, El-Hüseyin’in de El-Halil adinda bir oğlundan sözedilir.
5) Veli Baba, kendisinin çağdaşi olduğu anlaşilan iğdedibi’nde medfun Karaca Ahmet Veli Salis diye birinden daha sözeder (s. 234). Sani, ikinci; Salis ise üçüncü demektir. Bundan çikan sonuç sadece Veli Baba’nin en az üç adet Karaca Ahmet’ten bahsettiğidir.
6) Veli Baba diğerlerinin yanisira yalnizca Karaca Ahmed adinda bir başkasini anar (s. 236).
7) 1515 yilinda Dersim’e bağli Kemah’in egemeni olan “Karaçin oğlu Ahmet Bey“ (Bk. ishak Sunguroğlu, Harput Yollarinda).
Daha sayalim mi?
Henüz sayabileceklerim var. Ama bu kadari Karaca Ahmet adlarini taşiyan pek çok kişiyle karşi karşiya olduğumuz gerçeğini kanitlamak için yeter de artar bile. Bunlar Karaca Ahmet soyundan gelen ve onun adini taşiyan değişik kuşaklara mensup önderler olmali.


GELENEKLERiN ASIL REFERANSI HANGi KARACA AHMET’TiR?
Kaynaklarin birden çok Karaca Ahmet’ten sözettiğini, bu adin da Kureyş, hatta Haci Bektaş adi gibi ayni zamanda bir ünvan veya makam adi gibi kullanildiğini kanitladik. Bu demektir ki, gelenekte isim tekleştiği için Karaca Ahmet tasvirlerinde ilk Karaca Ahmet’e ait olanlarin yanisira daha sonrakilere ait öğeler vardir ve bunlarin ayiklanmasi zorunludur.
şimdi yapmamiz gereken şey, Dersim ve Kizilbaş geleneğinin asil referansi olan Karaca Ahmet’i tespittir. Bu ise; Mahmut Hayrani, Sari Saltik, Seyit ibrahim, Hoca Nasreddin ve Mevlana Celaleddin Rumi gibi ünlülerle ayni çağda, yani 13’üncü yüzyilda yaşamiş olan ve onlarla bir şekilde yakin-uzak ilişkileri olan Karaca Ahmet’tir. Asil sorun Haci Bektaş’in geldiği tarihte Rum’un 57 bin ereniyle sohbette olduğu söylenen Rum’un Gözcüsü bu Karaca Ahmet’tir (Gözcü Karaca Ahmet), onun kimliğini tespittir.
Tam burada Seyit Mahmut Hayrani’nin şeceresi çok önemli bir ipucudur. O nedenle önce bu konuya değinip geri Karaca Ahmet’e dönmek zorundayim.

Mahmut Hayrani (Nam-i diğer: Kureyş) ve şeceresi
P. Wittek’in Yazijioghlu Ali On The Christian Turks Of Dobruja başlikli yazisinda Mahmut Hayrani’nin şeceresi şöyle verilmektedir (Bk. Bulletin Of The School Of Orieantal Studies, vll. 14, 1952, pp. 639-668):
Babasinin adi Masud‘dur.
Kendisinin adi Seyit Mahmud b. Mas’ud (Mahmud er-Rufa’i, ölm. 1268/1269) olarak verilmektedir. Ahmed b. Masud (Ahmet er-Rufai, ölm. 1251/1252) adinda bir kardeşi vardir. Ahmet b. Masud’un çocuklari anilmaz.
Mahmut Hayrani’nin çocuklari kendisinden itibaren babadan oğula şöyledir:
Seyit Mahmut b. Masud (Mahmut er-Rufai, ölm. 1268/1269), Mehmed (Muhyi ed-Din) b. Mahmud er-Rufa’i, Ali b. Mehmed (Muhyi ed-Din) b. Mahmud er-Rufa’i, Seyyidi Muhyi ed-Din (1409-1410 yilinda türbeyi restore eden kişi).
Yukardaki adlardan üç kişinin tabutlari Akşehir’deki türbededir: Bunlar Mahmut er-Rufa’i, kardeşi Ahmed b. Mas’ud ve Mahmud er-Rufai’nin torunu Ali b. Mehmed (Muhyi ed-Din) b. Mahmud er-Rufai’nin tabutlaridir.
Wittek’in verdiği bilgiler bunlar.
Mahmut Hayrani’den bazen Mehmet Hayrani diye sözedilir. Başka deyişle Mahmut adi sik sik Mehmet olarak da söylenir. Hayrani nisbesinin diğer şekli ise ünlü Harran/Hiran kentiyle ve Dersim’in ayni adi taşiyan mintikasiyla ilişkili olan Harrani’dir (Bk. Dersim ve Zaza Tarihi-Sözlü Gelenek ve tarihsel Gerçek, IV. Bölüm).
Rivayete göre Mahmut Hayrani’nin nesli sadece 14 kuşak sürmüş, 14‘üncü kuşakta kesilmiştir. Bu ayni rivayette bu soydan olanlarin Mahmut Hayrani’ye gelene kadar gömülmediği, güvercin olup uçtuklari, başka deyişle gerçekte ölmedikleri, ama don değişip sir olduklari söylenmektedir.
Wittek’ten aktardiğim şeceredeki isimler içinde tabutu Akşehir’deki türbede olmayanlar yalnizca Mahmut Hayrani’nin oğlu Seyit Mehmet (Muhyi ed-Din) ile bu Seyit Mehmet’in torunu Seyyidi Muhyieddin’dirler. Muhyieddin adinin Türkçe’de zaman zaman Muhittin gibi okunduğunu akilda tutmakta yarar vardir (Muhundu adiyla kiyaslayin). Mehmet ve Mahmut adlarinin birbiri yerine kullanildiğina ise az evvel işaret ettim. Bu sebeple Seyit Mehmet’in babasi Mahmut Hayrani ile ayni adi taşimasi mümkündür. Dersim’de yattiği söylenen belki de odur. Mazgirt veya Nazimiye bölgesindeki ‘ibi Mahmut‘ (ibn-i Mahmut olmali) köyünün adi ondan kalma olabilir.
Elvan Çelebi’nin Baba ilyas-i Horasani ve Sülalesinin Tarihi’ni anlatan kitabinda ibn-i Mahmud Seyd-i Muhyiddin adinda birinden sözedilir (Bk. Menâkibu’l-Kudsiyye Fi Menâsibi’l-Ünsiyye, s. 123, yayina hazirlayanlar: ismail E. Erünsal ve A. Yaşar Ocak, istanbul, 1984). Burdaki ibn-i Mahmud Seyd-i Muhyiddin, bence Mahmut Hayrani’nin oğlu Mehmed (Muhyi ed-Din) b. Mahmud er-Rufai olabilir.
Bazi kaynaklarda Mahmut Hayrani’nin torunu Ali’den Derviş Ali veya Seyit Ali diye sözedilir. Onun da Bava Mansur gibi şöbek civarinda yerleştiği, iç-Dersim’deki Kureşanlilar’in da ondan gelme olduklari kaydedilir (Bk. Hidir Öztürk, Tarihimizde Tunceli ve E.M., 1985).
Tipki Karaca Ahmet örneğinde tanik olduğumuz gibi Kureyş adi da bu soyun farkli kuşaklarinda ad veya ünvan gibi kullanilmiştir. Bu nedenle Kureyş’in Mahmut Hayrani mi, onun oğlu veya torunu mu olduğu şeklindeki tartişmalar pek anlamli değildir. Hepsinin de Kureyş olarak bilindiğini varsaymak zorundayiz. Herbiri kendi zamaninin Kureyşi idi. Çünkü geleneklerin bu üçüne de Kureyş olarak referans verdiği durumlar vardir. Bu adin/ünvanin Mahmut Hayrani’den önce de kullanildiğini saniyorum. Ama geleneklerin esas referansi 13‘üncü yüzyilin Kureyşi’dir ki, bu da Mahmut Hayrani’dir. Kendi zamaninin Kureyşi Mahmut Hayrani idi.
Okuyucunun dikkatini çekerim. Mahmut Hayrani şeceresinde Karaca Ahmet’in kimliği konusunda anahtar önem taşiyan bir bilgi mevcuttur. Bu bilgi, P. Wittek’ten aktardiğim bu şecerede Mahmut Hayrani’nin kardeşi olarak Ahmet Rifai (Ahmed b. Musut, ölm. 1251/1252) adinda birinin anilmasidir. Ahmet Rifai adi 13‘üncü yüzyilin çok iyi tanidiği bir addir. O yüzyilin son derece güçlü ve ünlü bir ismidir. Kendi çağina damgasini vurmuş bir figürdür. Anadolu’da Rifailiğin başidir. Ama kaynaklar sözbirliği etmişçesine bu ünlü Rifai önderi ile Mahmut Hayrani arasindaki ilişki konusunda suskundur. Bu ilişki konusunda benim rastladiğim tek kanit işte bu şeceredir. Bu şecerenin en önemli tarafi Mahmut Hayrani (zamanin Kureyşi)‘nin bir Rifai dervişi olduğunu ortaya koymasi ve ünlü Rifai önderi Ahmet Rifai ile kardeş olduğunu belgelemesidir. Bu Ahmet Rifai, Rifailiğin kurucusu Ahmet Kebir-i Rifai (Büyük Ahmet Rifai, Ahmet Basri) ve Abdülkadir Geylani ile akrabadir. Anadolu’da Büyük Ahmet Rifai’nin soyundan gelenlerin varliğina, bu bağlamda Ahmet Rifai‘ye Fasli seyyah ibn Batuta da değinir. Ayni ismi taşimasi ve akraba olmasi nedeniyle Rifailiğin kurucusu ile kariştirilmaktadir. Bu yüzdendir ki kaynaklar bu karişikliği önlemek için onun adina küçük anlamli ‘Kuçek‘ sifatini ilave ederek kendisinden Ahmed-i Kuçek-i Rifai diye sözederler. Evliya Çelebi ve Amasya Tarihi’nin yazari H. Hüsameddin ona yanlişlikla ‘şeyh Seyyid Ahmet Kebir Rifai‘ veya sadece Ahmed Kebir-i Rifai diye referans verir ve mezarinin eskiden Amasya’ya bağli olan Ladik’te (şimdi Samsun’a bağlidir) gösterirler. Amasya Tarihi, onun sülalesinin Ladik (Amasya) çikişli olduğunu söyler. Bu Dersim’de ve Dersim geleneğinde Lödek biçimi altinda karşilaştiğimiz ayni addir. Evliya Çelebi onun 1351/1352‘de 63 yaşinda öldüğünü kaydetmektedir. Ama bu tarih doğru değildir. Çünkü onun Evliya’nin verdiği tarihten tam 100 yil önce, 1251/1252‘de öldüğünü kayddeden kaynaklar vardir. Nitekim Elvan Çelebi de daha önce sözünü ettiğim kitabinda Ladik’teki türbede yattiği söylenen Ahmet Rifai’nin Dede Garkin‘in çağdaşi olduğunu söyleyerek Evliya Çelebi ve Amasya Tarihi’ndeki tarihin doğru olmadiğini ortaya koyar.
Mahmut Hayrani’nin şeceresinde onun kardeşi Ahmet Rifai’nin ölüm tarihi de tamitamina 1251/1252 olarak verilmektedir. işte bu verilerden, yani ikisinin de ayni yüzyilda yaşamiş olmasindan, ikisinin de Rifai tarikatina mensup olmalarindan, adlari ve ölüm tarihlerinin de tamamen örtüşmesinden hareketledir ki, ben Kal-u Bal’dan Beri ve Dersim ve Zaza Tarihi başlikli çalişmalarimda onlarin iki ayri kişi değil, bir ve ayni kişi olduklarini söyledim. Zaten 13‘üncü yüzyil ünü bilinen bir tek Ahmet Rifai tanir. Yani 13‘üncü yüzyilin ünlü Ahmet Rifai’si Mahmut Hayrani’nin kardeşidir. Ama bu ayni yüzyilda ayni ölçüde ünlü ve güçlü bir Ahmet daha vardir: Karaca Ahmet. Bence Karaca Ahmet ile Mahmut Hayrani’nin kardeşi Ahmet Rifai de ayni şahistirlar. Neden? Çünkü Karaca Ahmet de bir Rifai dervişidir. Bunun kaniti Karacaahmet türbesindeki eski yazili levhada sik sik tekrarlanan şu misralardir:

Yürüden cansiz duvari Haci Bektaş-i Veli
Bindin aslana Gazanfer Karacaahmed Veli

Dersim ve Zaza Tarihi adli kitap çalişmamda aslan binip yilani kamçi yapmanin Rifailiğin alamet-i farikasi olduğunu söylemiş ve bu misralarin Karaca Ahmet’in bir Rifai dervişi olduğuna işaret ettiğini belirtmiştim. Daha önce anlattiğim gibi Karaca Ahmet, Rum’un gözcüsü olarak tanimlanacak denli güçlü bir derviştir ve bu güç o dönemin dervişlerinden Ahmet Rifai ile ayni olmasi dişinda izah edilemez. Nereden bakilirsa bakilsin Karaca Ahmet’le Ahmet Rifai’nin bir ve ayni kişi olmalari gerekir. Güçleri, ünleri, Rifai olmalari, adlari, mekanlari (ikisi de Amasya’dadir), ilişkileri, hasili hemen tüm veriler buna işaret eder. Türk Dünyasi Araştirma Vakfi Dergisi’nden alinip Ahmet Rifai’nin Ladik’teki türbesine konan bir yazida, Ahmet Rifai’nin tarikatini yaymak üzere 12‘inci yüzyilda Amasya’ya geldiği, tekkesini kurup çok sayida taraftar topladiği söyleniyor ve ondan “Fazil Karamemet ehli Seyyid Ahmet“ diye sözediliyor ki, bu da bir diğer kanittir.
O halde geleneklerin asil referansi olan 13‘üncü yüzyilin Karaca Ahmet’ini tespit etmiş bulunuyoruz. Sonraki çağlarin Karaca Ahmetler’i de burdaki veriler birleştirilerek saptanabilir.
Vardiğimiz sonucu özetlersek, geleneklerin asil referansi olan Karaca Ahmet,
1) Bir Rifai dervişidir
2) Mahmut Hayrani’nin, yani ünlü Kureyş‘in kardeşidir,
3) Ayni zamanda Ahmet Rifai adiyla ünlenen kişidir,
4)Rifailiğin kurucusu Büyük Ahmet Rifai ve Abdülkadir Geylani ile akrabadir.
Sonuç: O’nun Türk/Türkmen olduğunu, 14‘üncü yüzyilda halen yaşadiğini söyleyenler yalan söylüyor. Zaten ona bulduklari şecereler de Türklüğüne işaret etmiyor. Bu şecerelerde Hayran nisbesi dişinda dikkate değer fazla bir şey yoktur. Bilerek veya bilmeyerek Dersim ve Kizilbaşlar’in Türkleştirilmesine ve Müslümanlaştirilmasina katki sunan bu çevreler, ya bu adi ve dergahi bugüne kadar kullandiklari tarzda kullanmaya son vermeli ya da yaptiklarinin er ya da geç düşkünlük olarak tanimlanacağini bilerek hareket etmelidirler.

Karaca Ahmet konusunda daha söylenecek sözümüz var. Onu da söyleyip bu konuyu bağlayacağiz.

ZAHiR VE BATIN: KARACA AHMET HACI BEKTAş-I VELi MiDiR?
Bir Dersim rivayetine göre Kureyş ve Mansur öncülüğünde Dersim‘e yapilan göçte Derviş Gevr, Sari Saltik ve Haci Bektaş da varlardi.
Dersim’in Kureyşan ocağindan bazi yaşlilar Haci Bektaş-i Veli’nin Mahmut Hayrani (Kureyş)‘nin kardeşi olduğunu söylemektedirler. P. Wittek’ten aktardiğimiz şeceresinde Mahmut Hayrani (Kureyş)’nin bir tek kardeşinden sözedilir ki, yukardan beri bunun Karaca Ahmet olduğunu söyledik. Bu yaşlilarimizin söyledikleri doğruysa ve Mahmut Hayrani’nin bilmediğimiz bir diğer kardeşi de yoksa, Karaca Ahmet ve Haci Bektaş bir ve ayni olmalidirlar.
Unutmayalim ki, Hünkar da, Haci da, Bektaş da, Veli de birer ünvandirlar.
Haci Bektaş’in asil adinin ‘Haci Mehmet Bektaşi Veli‘ olduğunu söyleyen Evliya Çelebi, onun şeceresini şu şekilde verir:
imam Musa Kazim, Seyit ibrahim al-Murteza, Seyit Musa Ebi Sebha, Seyit ibrahim Mükerrem al-Askeri, Seyit ishak as-Sakin, Seyit Musa Nişaburi (şeyh Ahmet’in kizi Hatem’le evli) ve Seyit Muhammed Haci Bektaş (E. Çelebi’den akt. Brown, a.g.e., s. 214).
Buna göre Haci Bektaş’in babasinin adi Musa,‘dir.
H. Bektaş konusunda başlica kaynak kisaca ‘Vilayetname‘ olarak anilan bir menkabedir (Menakib-i Haci Bektaş Veli). Bu menkabenin en başinda H. Bektaş’in bir şeceresi verilir.
Bu şecereye göre H. Bektaş yedinci imam Musa Kazim (Ebu’l Hasan Musa ibn Cafer, 745-799)‘in soyundandir. Soyu Sekizinci imam Ali Riza (Ebu’l Hasan Ali ibn Musa, 765-818) öldürüldükten sonra onun yerine Horasan Sultani olduğu söylenen kardeşi Musa ibrahim Mükerrem Mucap’tan inmedir.
Yani şeceresi babadan oğula şöyledir:
imam Ali, Hüseyin, Zeynel Abidin, Muhammed Bakir, Cafer Sadik, Musa Kazim, Musa ibrahim Mükerrem Mucap, Musa Sani (ikinci Musa, babasinin yerine Horasan Sultani olur), Seyit Muhammed (atasi ibrahim Mucap’a benzediğinden ibrahim Sani, yani ikinci ibrahim veya Sultan ibrahim olarak taninir ve babasindan sonra Horasan sultani olur), ve onun oğlu Haci Bektaş Veli
(Bk. Vilayetname, Yayina hazirlayan: Esat Korkmaz, Ant yayinlari, 1. Baski, istanbul, 1995).
Bu menkabeye göre H. Bektaş’in asil adi Seyyid Muhammed, babasinin adi ise ibrahim Sani’dir.
Erzincan adli kitabinda eski Erzincan valisi Ali Kemali Dersimli Kureyş’in şeceresini çok belirsiz ifadelerle şu şekilde vermektedir:
‘‘Kureyşan: imam Musa Kazim evladindan. şeyh Seyit ikinci ibrahim. şeyh Mahmudi Hayrani’yle sona eren. 14 kabiledir.‘‘
Burdaki ikinci ibrahim, ibrahim Sani demektir. Buna göre Mahmut Hayrani de Musa Kazim ve ibrahim Sani soyundandir. Nitekim Kureyş şeceresi olarak tanitilan bir şecerede de Seyit Mahmut Musa Kazim soyundan gösterilmekte, oldukça gerilerde de olsa Haci Bektaş-i Veli’nin adina da yer verilmektedir.
Kisacasi Seyit Mahmut Hayrani ve Karaca Ahmet kardeşlerle Haci Bektaş arasindaki ilişkinin ne olduğu dikkate değer bir soru olarak beliriyor. Biz bu ikili-üçlü arasinda kesinlikle bir akrabalik olduğunu düşünüyor, ama eldeki bilgilerle bunun tam olarak ne olduğunu açiklayamiyoruz.
Bektaş’in soyu konusundaki tartişmalara biraz benzer şeyleri Mahmut Hayrani’ye ilişkin Dersim rivayetlerinde de duyariz. Bu rivayetlere göre Mahmut Hayrani’nin soyu uzun yaşamamiş ya da pek çoğalmamiştir. Mahmut Hayrani’nin kardeşi olduğunu düşündüğümüz Karaca Ahmet’in soyu hakkinda Mahmut Hayrani’nin şeceresinde herhangi bir bilgi yoktur. Bu durum onun çocuklarinin olmadiği gibi bir izlenim de birakmaktadir.
Dersimli Munzur Bava’nin ünlü kerameti (Kabe’ye helva götürüşü) Ahmet Eflaki’nin Ariflerin Menkibeleri’nde Mevlana Celaleddin Rumi’ye (Bk. Tahsin Yazici çevirisi, istanbul, 1989, s. 182-84), Vilayetname’de ise Haci Bektaş‘a atfedilmektedir. Vilayetname’de anlatildiğina göre H. Bektaş’in hacda bulunan şeyhi Lokman Perende’nin cani pişi ister ve bunu hisseden H. Bektaş onun eşine pişiyi yaptirip göz açip kapayincaya kadar götürüp döner (Bk. Vilayetname, s. 19).
Vilayetname’deki bu versiyonda çoban Munzur’un yerini öğrenci Haci Bektaş, Munzur’un efendisinin yerini onun öğretmeni Lokman Perende (burdaki Lokman Perende, şems-i Perende, yani ünlü şems-i Tebrizi olabilir?), Dersim’in yerini ise Horasan dolduruyor. Vilayetname’ye göre Hicaz’dan dönen Lokman Perende‘nin kendisini karşilayanlara tipki Munzur efsanesinde olduğu gibi ‘Haci olan Bektaş’tir, gidip onun elini öpün!‘ demesi üzerine Bektaş’a Haci ünvani verilir.
Munzur ile Haci Bektaş öyküleri arasindaki bu paralellik bir tesadüf müdür, yoksa Munzur (Mansur?) ile Bektaş arasinda bir ilişkiye mi işaret eder? Ali Kemali’nin Kureyşanlilar’in kollari arasinda saydiği ve Hisn-i Mansur (Adiyaman)‘da gösterdiği şeyh Müşir (bazi kaynaklarda Seyyid şah Menşur) kimdir, rivayetlerde Mansur olarak referans verilen ve Kureyş ile yariştirilan kişilik olabilir mi? Düşünülmesi gereken bir konudur bu.
Munzur’un öyküdeki kaynak peydah etme motifi de Vilayetname’de anlatilan bir diğer öyküde Haci Bektaş’a atfedilir. Hacdan dönen Lokman Perende ve onu ziyarete gelen Horasan erenleri okulun ortasinda akan bir kaynaği farkedip şaşkinliklarini ifade ettiklerinde, bunun Haci Bektaş’in kerameti olduğunu öğrenirler. Bektaş’a veli anlamli ‘Hünkar‘ ünvanini kazandiran da bu olmuş (Bk. Vilayetname, s. 18-21).
Böylece Bektaş, Haci ve Hünkar ünvanlarinin ikisini de Dersim rivayetlerinde Munzur’a atfedilen kerametleri nedeniyle almiştir. Dolayisiyla Bektaş’in Dersim rivayetlerinin Munzur’u ve/veya Mansur (Bava Mansur)‘u ile ilişkisinin ne olduğu merak edilmesi gereken bir konudur. Mujur adli yerleşmenin adi da bir kanit olarak gösterilebilir.
Bir diğer kanit, Vilayetname’de anlatilan ve Dersim’in Düzgün Bava efsanesinin bir versiyonu gibi görünen öyküdür. Burada bir kiş günü Saru ile birlikte yürüyüşe çikan Bektaş‘in ağaçlari yapraklandirip yeşerttiği anlatilir (s. 63-64). Ben Menakib’daki ‘Saru’nun Saru Saltik (şah Saltik)’a referans olduğunu düşünüyorum.
Hünkar’in Bektaş lakabi veya ünvanini nasil aldiği söylenmiyorsa da Vilayetname’de anlatilan Beştaş öyküsü bu adin açiklamasi gibi görünmektedir. Vilayetname Suluca Kara Hüyük’te Mucur yolu üzerinde Beştaş (Beş-Taş) adinda bir mevkiden ve Haci Bektaş ile Saru arasinda burada geçen bir olaydan bahseder (Bk. s. 61-62).
Hünkar taşlari tanik gösterir ve konuşturur.
Bu öykü Hünkar’in Bektaş adini nasil aldiğina ilişkin görünüyor. O sirada henüz yeni yerleşilen bir yer olarak tarif edilen Sulucakarahüyük’ün bir adi da mümkündür ki Beştaş olsun. Bektaş adi veya ünvani buraya yerleştiği, ayrica taşlarla ilgili bu mucizelerden, taşlari tanik gösterip konuşturduğu için verilmiş olabilir. Vilayetname’de Bektaş’in taşlarla ilişkili bir yiğin kerameti anlatilir: Taştan duvari veya kayayi yürüttüğü öyküsü, bir gün dergahin önünde bir taşi elindeki biçakla salatalik gibi ikiye bölmesi, Hamurkaya adini alan bir kayanin üzerine çikip ayaklari ve dizleriyle bu kayayi yoğurmasi, harman sahiplerine kizip tahili taşa dönüştürmesi, ister kadin ister erkek taşa dönüşen tahil tanesini yutanlarin gebe kalmasi gibi (Bk. Vilayetname, s. 66-70),
Benim vardiğim sonuç şudur:
Eğer 13. Yüzyilda Haci Bektaş diye bilinen biri yaşadiysa, O, benim düşünceme göre ya Mahmut Hayrani’nin kendisi, ya da kardeşi Karaca Ahmet (Seyit Ahmet Rifai) olmalidir. Ama Haci Bektaş’in 13’üncü değil de, daha sonraki bir çağda yaşamiş olmasi halinde ilk akla gelenlerden biri Safevi şah Haydar (Bava Mansur, Kalemamsor) olmaktadir. Nitekim geleneklerde Haci Bektaş’a ilişkin olarak söylenenlerin bu ikilinin bir bileşkesine tekabül ettiğine tanik olmaktayiz.
Haci Bektaş adinin merkez tekkenin postnişinleri için kullanilan bir ünvan olmasi da imkansiz görünmüyor.
Özcesi Haci Bektaş’in kimliği konusunda vardiğim sonuç şudur:
1) Karaca Ahmet (Seyit Ahmet Rifai, bir ihtimal Karaca Ahmet’in kardeşi Mahmut Hayrani)
2)şah Haydar (Bava Mansur, Düzgün Bava, Pir Sultan).
Gurbeti’ye ait aşağidaki dörtlük enteresandir:

Eğer sofu aslimizi sorarsan
Gözcü Karaca Ahmed bizim neslimiz
Zâhirini, bâtinini ararsan
Kutb-i âlem Haci Bektaş neslimiz

Gurbeti’nin bu dörtlüğü sanki Karaca Ahmed-Haci Bektaş özdeşliği kurmakta, zahiri Karaca Ahmet, batini Haci Bektaş der gibi bir izlenim birakmaktadir.


Mahmut Hayrani’nin Akşehir’deki türbesinin başina gelen esrarengiz olaylar incelenmeye değer. Bu türbede başlangiçta kaç adet sanduka bulunduğu kesin bilinmiyor. şu anda bunlarin hiçbiri burada değil gibi. Burdaki sandukalarin bir bölümü Birinci Savaş öncesinde kaçirilmiş. Kaçirilan sandukalardan biri bildiğim kadariyla Seyit ibrahim Veli‘ye ait olup şu anda Berlin’de, Berlin Doğu Asya ve islam Sanatlari Müzesi’ndedir. Aylarca önce Berlin’deki konferans sirasinda, ayrica internet forumlarinda Berlin’deki Dersimliler’e çağrida bulunup bu sandukanin üzerindeki kaydi temin edip yayinlamalarini istedim. şu ana kadar bu çağrilara kulak veren olmadi. Başlangiçta Akşehir’deki türbede bulunduğu söylenen Mahmut Hayrani’nin kardeşi Ahmet bin Mesud’a ait olan sanduka ise, Hürriyet Gazetesi’nin 18 Ağustos 2004 tarihli sayisinin Söz Sizin köşesinde yayinlanan Dr. Havva Engin/Dr. ismail Engin/Dr. A. Yilmaz Soyyer imzali yaziya göre şu anda “Kopenhag’da, The David Collection/Davids Samling’de” (islam koleksiyonu bölümünde) bulunmaktadir. Bu sandukanin buraya 1911’de getirildiği söylenmektedir. Daha önce açikladiğim gibi Ahmet bin Mesud (ölm. 1251), Mahmut Hayrani’nin kardeşi Ahmet Rifai’dir. Onun Karaca Ahmet’in kendisi olduğunu da söylemiştim.

Ben Haci Bektaş-i Veli ile Bektaşilik aarasinda herhangi bir ilişki görmüyor, ikisini ayirt ediyorum. Bu tarikat kurulduğunda Haci Bektaş hayatta değildi. Tarikata onun adinin verilmiş olmasi Bektaşiliğe karşi tepkimizi Haci Bektaş’in kendisine yöneltmemizi, onu bu tarikatin veya hareketin konumuna bakarak değerlendirmemizi getirmemelidir.


GELENEĞiMiZiN ÇARPITILMASINA iZiN VERMEYELiM
Önceki bölümlerde Dersim ve Alevi geleneklerindeki “şeyh Ahmet”ten hepsi de Ahmet adiyla bilinen gerçek tarihteki şu üç ismi anlamamiz gerektiğini söylemiştim:
1) şah Haydar Safevi (Hoca Ahmet Yesevi, ölm. 1488)
2) Ahmet Basri (Büyük Ahmet Rifai, ölm. 1183/87)
3) Karaca Ahmet (Küçük Ahmet Rifai, ölm. 1251/2)
Bunlardan ilki Safeviler’e, son ikisi Rifailer’e mensuptur.
Ama gelenekte bu farklilik ve kronoloji kayiptir. Adlari ayni olduğu için bu şeyh Ahmetler ve onlarin öyküleri birbirine karişmakta, sik sik Ahmet Yesevi (Hoca Ahmet) ortak adi altinda bir tek ve ayni kişi gibi algilanmaktadirlar. Sadece bir bölgede değil, ama her yerde, sözlü anlatimlarda, menakiblarda ve tüm diğer kaynaklarda durum budur.
Bu karişiklikta yanli ve kasitli çabalarin, çarpitma ve tahrifatlarin da rolü vardir.
Pekçoğu 15./16. yüzyillarda ve sonrasinda kayda geçirilen sözlü gelenekler, Kizilbaşliğa karşi Nakşibendiliği desteklemeye başlayan Osmanlinin Kirmanciye’yi fetih siyaseti ve büyük bir impartorluk kurma özlemlerine hizmet edecek şekilde Sünni bir üslup ve içerikle kaleme geçirilmiştir. Menakiblarin hemen tümünde görülen budur.
Egemen güçler kendi egemenliklerini sadece çiplak zora dayanarak sürdüremezler. Halk katinda kendi konumlarini meşrulaştiracak bir ideolojinin hakim kilinmasinin, ideolojik meşruiyetin büyük önem taşidiğini bilirler.
TC devleti de ayni yolu izlemiş, Kirmanciye’deki işgalini sürdürüp pekiştirmek için Battal Gazi, Eba Müslim ve Danişmend gibi kahramanlar da dahil, Baba ilyas, Karaca Ahmet, Haci Bektaş, Sari Saltik, Kizil Deli (Seyit Ali) ve Pir Sultan gibi halkçi ve devrimci figürleri Müslüman ve Türk gösteren ismarlama bir tarih yazdirmiş, bu tezleri halka benimsetmek için destan, menakib ve roman türü edebiyattan olabildiğince yararlanmiştir.
Dersim ve Kizilbaş geleneğini Türkleştirme ve Müslümanlaştirma çabalari hâlâ sürdürülmekte, bu operasyonda giderek artan sayida Dersimli ve Alevi aydinlarin kullanilmasina özen gösterilmektedir.
Dersim ve Kizilbaş geleneğindeki üç Ahmet’in tek bir kişi gibi algilanmasi tarihimizin ilgili kesitinin üçte ikisini yokettiği gibi, tekleşen kişiliğin Türk ve Müslüman bir figür gibi sunulmasini da kolaylaştirmiş, her türlü spekülasyona elverişli bir ortam yaratmiştir. Fuat Köprülü’nün bu yöndeki çabalarina değinmiştim. Onun resmettiği Ahmet Yesevi’nin bir fabrikasyon olduğu son derece açik. Ama yerli yabanci bir yiğin sözde bilim adaminin bugün dahi onun bu tasvirini esas aldiği da inkar edilemez. şeyh Ahmetler’in Ahmet Yesevi kollektif adi altinda tekleşmesinin ve Yesevi nisbesinin Safi (Safevi) sözcüğünden koparilmasinin yolaçtiği spekülasyonlarin bir örneğini daha 17’inci yüzyilda Evliya Çelebi’de görüyoruz.
Evliya Çelebi’nin ailesi Kütahya (Germiyan) orijinlidir. Kendisi anne tarafindan Abaza (Kafkasyali), baba tarafindan da Germiyanli (Kütahyali)’dir. “Bu hakirin atasi Türk Türkan (Hoca Ahmed Yesevi) hazretleridir” diyerek kendi soykütüğünü Germiyan beyi Yakup üzerinden Ahmet Yesevi’ye dayandirmakta, Seyahatnamesinin muhtelif yerlerinde babadan oğula giden şöyle bir şecere vermektedir:
Hoca Ahmed Yesevi, Mehmed Kirmani, Allahverdi Akay, Ece-Yakub, Yavuz-Er, Durhan Bey (Turhan Bey, Turhan Bala), Demirci-zade şehit Kara-Mustafa Paşa, Kara Ahmed, Derviş Mehmed Zilli (1531-1648), Evliya Çelebi (1611-1681/1682).
Nihat Atsiz’in Seyahatname’ye yazdiği önsözde (1970), bu şeceredeki ilk dört adin doğru olamayacaği, özellikle ilk iki adin tamamen hayal ürünü olduğu söylenmektedir. Allahverdi Akay adindaki Akay’in Kirim ağzinda ağa (aka) kelimesinin karşiliği olduğunu belirten Nihat Atsiz’a göre, burdaki Akay sözcüğü Evliya’nin Kirim hanlariyla bir kan baği bulunduğuna işarettir.
Bu şeceredeki Ece-Yakup, Germiyan beyi Yakup’tur (1289-1328). Ece sözcüğü Arapça’da ana, kraliçe, ihtiyar, ak-sakalli demektir. Eski Türkçe’de ise büyük kardeş (ağabey) anlaminda kullanildiği söylenir. şecerede Ece-Yakup’tan sonra gelen Yavuz-Er’in ise istanbul fethinde bulunmuş bir sancak beyi olan Yavuz Özbek (Yavuk Er) olduğu sanilmaktadir.
Evliya Çelebi’nin ileri sürdüğü şecere ciddiye alinirsa, Ahmet Yesevi’nin Germiyan aşiretinin atasi olduğunu düşünmek gerekecektir. Germiyanlarin Safeviler veya Rifailerle akrabaliği kanitlanmadiği sürece buna inanmak mümkün değildir.
Değişik kaynaklarda ilk Germiyan beylerinin listesi şöyle verilir:
Müneccimbaşi’nda : Germiyan Bey, Alişir Bey, Alemşah, Ali, Yakub (1289-1328).
Uzunçarşili’da: Alişir, Muzafferüddin (Babailer’e karşi savaşan Malatya subaşisi, SC), Kerimüddin Alişir (Babai yanlisi görünüyor, SC), Yakup I (1289-1328), Mehmet Bey (Çağşadan), Süleyman şah.
Yilmaz Öztuna’da: Ali şir Germiyan (1230’lar), Muzafferiddin, Kerimüddin Ali şir (1260-1264; Babai yanlisiydi, ama onun Germiyanlar’dan olup olmadiği kuşkuludur. Germiyanlar’la ilişkisi pek net olmayan Karamanlilar’a mensup olabilir, SC), Hüsamüddin b. Ali şir (1264-89), Yakup b. Ali şir (1298-1328).
Evliya Çelebi’nin Germiyan-oğlu Yakup’un atalari olarak verdiği isimler ise: Ahmet Yesevi, Mehmet Kirmani, Allahverdi Akay, (Ece Yakup).
Burada şu sorular sorulabilir: E. Çelebi’deki Mehmet Kirmani, diğer listelerdeki Germian Bey midir? Germiyan, Kirman ve Karaman adlarinin ilişkisi nedir? Ece Yakup, gerçekte Germiyan beyi Yakup değil de, ünlü Karasi generali Yakup Ece (Ece Bey, Halil Ece, Ece Halil) olabilir mi? Karasi beyliği bir dönem Germiyanlar’in uç beyleri olduklari ve onlara bağli olduklari için Evliya Çelebi Karasilileri de Germiyanli diye anlayabilir. Seyahatnamesi’nin bir yerinde Karaman’dan Kirim, Kir-şehir’den de Kirim’in başkenti veya Kirman diye sözeden Evliya Çelebi’nin Karaman ve Germiyan adlarini kariştirmasi da mümkündür.
Sonuç olarak bizce Evliya’nin verdiği şecerenin doğru olup olmadiği hiç önemli değil. O’nun referansinin en önemli tarafi Ahmet Yesevi adiyla Germiyan Beyliği arasinda kurduğu ilişkidir. Pek olasi görünmeyen bu ilişki Germiyanlar’in Safeviler ve Rifailer’le bağlantisini araştirmak bakimindan bir değer taşiyabilir.

Bu yazinin üçüncü bölümünü bağlarken diyeceğim şudur: Dersim-Kizilbaş geleneğinde ilerici olan ne varsa ona sahip çikmak, bu geleneğin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştirilmasina karşi durmak zorundayiz. ideolojik mücadeleyi sadece belirli bir alanla sinirli dar bir görev olarak anlamak yanliş olur. Bu mücadele tarih, kimlik, dil ve gelenek alaninda da verilmek zorundadir. Dersim-Kizilbaş halkinin karşi karşiya bulunduğu tehditler bu mücadeleye başka aydinlarimizin da katkida bulunmasini gerektiriyor.


(Not: Bu yazi dizisi Dördüncü Bölümle devam edecektir. Seyfi Cengiz)


 

Dersim Forum
Hosted by www.Geocities.ws

1