DERSİM SEYİTLERİ (İKİNCİ BÖLÜM: AHMET YESEVİ KİMDİR?)

Dersim Forum

Auteur - yazari: SEYFİ CENGİZ Tarih, gün ve saat : 21. Ocak 2005 17:12:50:

DERSİM SEYİTLERİ (İKİNCİ BÖLÜM: AHMET YESEVİ KİMDİR?

SEYFİ CENGİZ


AHMET YESEVİ KİMDİR?

FUAT KÖPRÜLÜ’YE GÖRE AHMET YESEVİ (NAKŞİBENDİ GELENEĞİNE AİT AHMET YESEVİ)
Prof. Dr. Fuat Köprülü (1890-1966), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı kitabında Ahmet Yesevi konusundaki çalışmasının sonuçlarını anlatır (Bk. a.g.e., Diyanet İşleri Bakanlığı Yay., Ank. Üniversitesi Basımevi, İkinci Basımi 1966).
Köprülü’nün Ahmet Yesevi’si Sayram veya Yesi kasabasında doğmuş. Yesi, bugünkü Türkistan’dır. İddiaya bakılırsa Yesevi nisbesini bu kentin adından almış. O’nun yaşamı için 63 ile 125 yıl arasında değişen rakamlar verilir. Köprülü’nün yazdığına göre, 1396/97 yılında Tümur Yesi’ye gelerek bu Ahmet Yesevi’nin mezarını ziyaret etmiş ve üstüne bir türbe yaptırmıştır.
Ama yine Köprülü’nün aktardığına göre, Ahmet Vefik Paşa kendi kitabında bu Ahmet Yesevi’nin doğduğu yerden Yesi değil Nesa olarak sözeder ve kendisinin Ahmet Yesevi dediği bu şeyhin adını da Ahmed Nesa’i olarak verir. Köprülü, bu Ahmet Yesevi’nin ölüm tarihini 1166/1167 olarak gösterirken, Nefahat adlı eserde onun 1221/1222’de ölmüş olan Necmeddin Kübra ile çağdaş olduğu söylenir. Thury Joseph adlı bir Macar yazarı ve araştırmacısının görüşüne göre, Ahmed Yesevi gerçekte Nakşibendi Tarikatı şeyhlerinden olup 1319-1397 yılları arasındaki bir tarihte ölmüş olmalıdır. Aynı yazara göre, ona ait olduğu ileri sürülen Divan-ı Hikmet denen eser de gerçekte bir 14. yüzyıl eseridir.
Budapeşte Türk dili professörü Prof. J. Nemeth de 1918 yılında bu aynı görüşü savunmuş ve Divan-ı Hikmet’in 12. Yüzyıla ait olmadığını kesin bir dille ifade etmiştir. Buna karşı çıkan Fuad Köprülü’nün tek argümanı Yusuf Hamadani’nin üçüncü halifesi olduğuna göre Ahmet Yesevi’nin 14. Yüzyıla ait olamayacağıdır. Ama aynı Fuad Köprülü, Divan-ı Hikmet’in hangi çağa ait olduğunun tartışmalı olduğunu, dahası bu eserin gerçekte kendi Ahmet Yesevi’sine değil de yine Ahmet adını taşıyan 14. veya 15. yüzyılda yaşamış bir Yesevi tarikatı dervişine/şairine ait olabileceği ihtimalinden sözediyor. Yani isim benzerliği nedeniyle Ahmet adını taşıyan bu Yesevi dervişinin sonraları Ahmet Yesevi ile karıştırılması ihtimali bulunduğunu söylüyor. Ama böyle bir ihtimale yerverdiği halde her nasılsa Divan-ı Hikmet’i “Türk edebiyatının Kutadgubilig’den sonraki” en eski örneği olarak tanımlayıp Türk dili ve edebiyatı tarihinin tekamülünde temel bir analiz öğesi yapıyor ve onu sufi Türk edebiyatının başlangıcı sayıyor.
Kırgız-Kazaklar’ın Ahmet Yesevi’ye “Kara Ahmed” dediklerine işaret eden Köprülü, bu Ahmet Yesevi’nin torunlarından “Karahan” adında bir mutasavvıftan sözeder.
Köprülü’ye göre bu Ahmet Yesevi, Yusuf Hemedani (Ebu Yakub Yusuf b. Eyyub ibn Yusuf b. al-Hasan b. Vehre, 1049/50-1140)’nin üçüncü halifesiydi. Yusuf Hemedani’nin diğer halifeleri ise şöyle sayılmaktadır: Abdullah Berki (ölm. 1160/61), Hasan Andaki (1073-1157) ve Abdu’l-Halik Gucduvani. Köprülü, kendi Ahmet Yesevi’sinin ilk halifelerinin adlarını ise şu şekilde vermektedir: Mansur Ata (Arslan Baba’nın oğlu, ölm. 1197/98, A. Yesevi’nin ilk halifesi), Sa’id Ata (ölm. 1218/19, Harzemli, Yesevi’nin ikinci halifesi), Süleyman Ata (Hakim Ata, Süleyman Bakırgani, ölm. 1186/87, Arap ve kara tenli idi). Köprülü’ye göre aşağıdaki isimler de Ahmet Yesevi’nin halifeleridir: Sufi Muhammed (Danişmend Zernuki, Sufi Muhammed Danişmend), Baba Maçin, Hasan Bulgani, Emir Ali Hakim, İmam Mergazi ve Şeyh Osman Mağribi. Ahmet Yesevi’nin Rum’daki halifeleri ise şöyle sayılmaktır (biri hariç gerisinin adları Evliya Çelebi’den alınmadır): Avşar Baba, Pir Dede, Akyazılı, Kıdemli Baba Sultan, Geyikli Baba, Abdal Musa, Horos Dede, Şeyh Nusret, Gajgaj Dede, Emir Çin Osman vd.


Köprülü, vardığı sonuçları tekzip eden bulguları dikkate almaksızın kendisinin ısmarlama ve çürük kurgusunda ısrarlı davranır.
Köprülü’nün Yesevi’si 7 yaşında iken babasını kaybeder. Bakımını bacısı/ablası Gevher Şehnaz/Hoşnaz üstlenir. Ona manevi babalık yapan ve amcası olduğu anlaşılan Şeyh Arslan Baba (Arap Arslan Baba, Arslan Bab) da erken ölür. Bu olayı takiben Buhara’ya giden Köprülü’nün Yesevi’si, burada Batı İranlı Yusuf Hamadani’nin halifelerinden birisi haline gelir.
Bu Ahmet Yesevi’nin yine Gevher Şehnaz (Gevher Hoşnaz) adında bir kızından ve kendisi hayatta iken ölen İbrahim adında bir oğlundan sözedilir. İbrahim’i Ahmet Yesevi’yi sevmeyen Yesi’ye yakın Suri (Suran, Savran, Sabran) kasabasının halkı öldürür. Ahmet Yesevi, kan davasını bitirmek için kızı Gevher Şehnaz/Hoşnaz’ı oğlu İbrahim’i öldürenle evlendirir. Böylece A. Yesevi’nin soyu bu kızdan yürür. Başka kızı anılmadığına göre oğlu İbrahim’in katili ile everdiği bu kızı olmalı.
Köprülü’nün dedikleri doğruysa kendisinden Ahmet Yesevi diye sözettiği bu Şeyh Ahmet’in soyu kızından, başka deyişle kızını evlendirdiği oğlu İbrahim’in katilinden yürümüştür. O çağın pederşahi geleneği hesaba katılırsa cinayeti işleyenin kimliği anahtar önem kazanıyor.
Peki bu katil kimdi?
Köprülü’nün işaret ettiği katil, tek bir birey değil, “Suran kasabasının halkı“dır.
Devlet yönlendirmesi altında ısmarlama tarih yazıcılığının tek örneği Köprülü değil. Bunlardan biri de Z. Velidi Togan’dır. Katilin daha açık kimliğini de o söylüyor: Karamanlılar.
Z. V. Togan, 1946’da yayınlanan Umumi Türk Tarihine Giriş adlı eserinin 311. sayfasındaki 27 nolu dipnotta aynen şöyle demektedir:
“Naşir al-Din Margunani (Meşayih-i Turk)’nin bildirdiğine göre, Anadolu’ya hicretlerinden evvel Amu-Derya yakınındaki Ilyahk adlı mevki ile bu nehrin garbındaki Balkan dağlarında yaşayan Karamanlılar şekavetleri ile tanınıyorlardı ve Ahmed Yasavi’nin oğlunu öldürerek, bu şeyhin bedduasını almışlardı”.
Bu sözler ciddiye alınırsa, o vakit Köprülü’nün Nakşi geleneğe ait Ahmet Yesevi’sinin soyundan olduğunu iddia edenler gerçekte Anadolu’daki ünlü Karamanlılar’ın soyundan gelmiş olmalıdırlar. Onların İsmaililik ve Babailik ile ilişkileri bu tezi belki güçlendirebilir de. Ama Karamanlılar Türk değildir. Bazı kaynaklar Karamanlılar’ın Tuğrul ile birlikte veya Moğol istilası önünden 13. Yüzyılın ilk yarısında geldiklerini, Salur veya Afşar ulusundan bir boy olduklarını iddia ederlerse de, Karamanlılar’ın Anadolu’da çok eskiden beri varoldukları, hatta gerçekte Ermeni orijinli oldukları yaygın kabül gören bir tezdir.
Köprülü, kendi Ahmet Yesevi’sinin şeceresini babadan oğula şöyle vermektedir:
Aliyyü’l-Murtaza, İmam Muhammed Hanefi, Abdü’l Fettah, Abdü’l-Kahhar, Abdu’r-Rahman, Hoca İshak Bab, Şeyh Harun, Şeyh Mu’min, Şeyh Musa, Şeyh İsmail, Şeyh Hasan, Şeyh Hüseyin, Şeyh Osman, Şeyh Ömer, Şeyh İftihar, Şeyh Muhammed, Şeyh Mahmud (?!) Şeyh, Şeyh Mahmud, Şeyhü’l İlyas (A. Yesevi’nin dedesi), Şeyh İbrahim (A. Yesevi’nin babası. Eşi: Ayşe Hatun), Ahmet Yesevi (Ölm. 1166/1167).
Divan-ı Hikmet’in Kazan Üniversitesinde yapılan 3. basımının başlığında ise bu Ahmet Yesevi’nin şeceresi “Hoca Ahmed bin Mahmud bin İftihar-ı Yesevi” olarak verilir.
Bektaşi geleneğindeki Ahmet Yesevi yukarıdaki tasvirlere uymaz. Sadece birkaçı anımsanırsa, bu gelenekteki Ahmet Yesevi, 1) Kutbeddin Haydar’ın babası olarak gösterilir, 2) Horasan valisi olarak tanıtılır, 3) Şeceresi “Hoca Ahmed Yesevi b. Muhammed Hanefi b. Aliyyü’l Murtaza” olarak verilir. Kaldı ki, bu şecerelerin hemen hepsi de ısrarla bir ‘Türk şeyhi’ gibi tanıtılan bahis konusu Ahmet Yesevi’nin Türk bile olmadığına işaret etmektedir. İranlı Yusuf Hamadani’nin bir halifesi olarak tanıtıldığına göre onun Sufizmine Türk patenti yapıştırmanın ne denli gerçekçi olacağı da ayrı bir konudur.
Açık olan bir şey var ki, Köprülü’nün Yesevi’si, eğer böyle biri yaşadıysa, olsa olsa bir Nakşibendi şeyhidir, Kızılbaş karşıtlığında tüm geri kalanları fersah fersah gerilerde bırakan Nakşiliğe, tutuculuğu ve gericiliğiyle ünlü bu tarikata mensuptur. Nitekim Köprülü’nün kendisinin bile işaret ettiği gibi, M. Hartmann, Bektaşi geleneğindeki “Ahmed Yesevi bin Muhammedü’l-Hanefi”yi tamamen başka/ayrı bir şahıs olarak tanımlar ve Bektaşi tarikatı ile Köprülü’nün Hoca Ahmet Yesevi’si arasında herhangi bir ilişki görmez. Fuad Köprülü’nün bu iddiaya karşı kullanabildiği tek argüman hem Orta Asya hem de Bektaşi geleneğindeki Şeyh Ahmet’in Hz. Ali evladı sayılmasıdır. Ama bizzat kendisi Bektaşiliği Batıni, Yesevi’yi ise Hanefi mezhebinden ve Alevilik veya Şiilikle alakası olmayan biri olarak niteler, Ali neslinden olunduğu rivayeti dışında aralarında tek bir ortak nokta bile gösteremez. Buna rağmen her nasılsa Yesevilikten Nakşibendiyye ve Bektaşiye olmak üzere iki ana tarikat çıktığını iddia etmekten de geri durmaz.
Köprülü, Anadolu’da (kendi deyişiyle ‘Batı Türkleri arasında’) Ahmet Yesevi menkabesinin Nakşibendiliğin Anadolu’ya girişinden sonra yayılmış olması ihtimalini dışlamaz, ama bu menkabenin daha Osmanlı devletinin doğuşundan önce yayıldığını düşünür ve ekler: Aslında bu menkabeyi diğer kaynaklar Bektaşi geleneğinden almıştır ve Bektaşi menkabesi de bugünkü şekliyle Nakşibendiliğin yayılmasından sonra kayda geçirilmiştir diyerek kendi tezini kendisi çürütür (Bk. s. 48).


DERSİM VE ALEVİ GELENEKLERİNDEKİ ŞEYH AHMET VE ŞEYH AHMET YESEVİ
Dersim geleneği ile Orta Asya kaynaklı Yesevi geleneği hiç bir şekilde bağdaşmazlar. Birinin diğerinden veya ikisinin aynı ekolden gelmesi olanaksızdır. Bir ‘Türk şeyhi’ olduğu iddia edilen Ahmet Yesevi ile Dersim ve Kızılbaş geleneğindeki Şeyh Ahmet arasında herhangi bir ilişki yoktur. İkisi arasında ayniyet kuran Türk araştırmacılarının bunu Dersim ve Alevi toplumunu Türkleştirme ve Müslümanlaştırma amacının bir gereği olarak kasıtlı ve bilinçli şekilde yaptıklarına inanıyorum.
Türkistan’da Ahmet Yesevi adında birinin yaşadığı dahi son derece kuşkuludur. Bu olsa olsa ad benzerliğinin yolaçtığı bir karışıklıktan veya bilinçli bir karıştırmadan (bundan yarar ve çıkar umarak) ileri gelmektedir.
Dersim ve Kızılbaş geleneklerinde adı geçen Ahmet Yesevi’nin kimliği konusundaki önemli ipuçlarından birini J. W. Crowfoot’un 1900 yılında yayınlanmış olan Survivals Among The Cappadocian Kızılbaş (Bektaş) başlıklı makalesinde buluyoruz. 1900 yılında Ankara’ya bağlı Kızılbaş köylerinden Haydar Sultan ve Hasan Dede’yi ziyaret eden Crowfoot, bu köylerin halkından duyduğu gelenekleri kaydeder. Kendisine Haydar Sultan’daki türbede yatan ve o köye adını veren Haydar’ın Uzun Hasan’ın kızı Martha ile evlenmiş olan Safevi Şah Haydar olduğu ve bu Şah Haydar’ın aynı zamanda Hoca Ahmet (Ahmet Yesevi) olarak da bilindiği söylenmiştir. Crowfoot, bir dipnotunda Hoca Ahmet (Ahmet Yesevi)’in Karaca Ahmet’le aynı sanıldığını veya onunla karıştırıldığını da kaydetmektedir.
Safevi Şah Haydar’ın adı geçen köyde yatmadığını biliyoruz. Ama sorun bu değil.
Önemli olan Safevi Şah Haydar’ın Hoca Ahmet Yesevi olarak da bilindiği şeklindeki gelenektir. Bir diğer önemli nokta ise, Karaca Ahmet ile Hoca Ahmet Yesevi’nin bir ve aynı sanılmasıdır. Buna Dersim geleneğindeki Şeyh Ahmet’in bazı versiyonlarda Ahmet Basri olarak adlandırılmasını da eklersek, durum netlik kazanır.
Bu veriler Dersim ve Alevi geleneklerindeki Şeyh Ahmet’in gerçek kimliğine ışık tutmakta, onun Nakşibendi geleneğine ait ‘Ahmet Yesevi’ (?) ile hiç bir alakasının olmadığını ve olamayacağını kanıtlamaktadırlar.
Dersim ve Alevi geleneklerindeki Şeyh Ahmet:
1) Safevi Şah Haydar,
2) Ahmet Basri ve
3) Karaca Ahmet
adlarıyla bağlantılıdır, onlarla özdeşleşen bir figürdür.
Geleneklerde Ahmet Yesevi denen kişilik çevresinde olup bitenler ancak bu yorumla birlikte tarihsel ve lokal bir anlam ve içerik kazanabilirler. Bize göre halk dilinde ve Dersim-Alevi geleneklerinde Sefevi ve Yesevi adları birbirine karışmış, Safevi adı yanlış şekilde Yesevi olarak telaffuz edilmiştir.
Bu gerçeklerin kavranması hayati önemdedir. Çünkü Dersim ve Aleviler’i Türkleştirme ve Müslümanlaştırma çabaları Şeyh Ahmet’in yanısıra geleneğimizdeki Şah Hasan’ı ve diğerlerini de tamamen ‘Türk’ gösterme gayretkeşliği ile aralıksız sürdürülüyor. Geleneğimizi Türkleştirmek isteyen Köprülü ve İrene Melikof gibi Türk milliyetçilerine şimdi başkaları katılmış, dahası bazı sözde Alevi araştırmacıları da bir zamandır ki bu kervanın en önünde görünmeye başlamışlardır.

(devam edecek)


 

Dersim Forum

 


Hosted by www.Geocities.ws

1