Bilimsel Düşünce ve Psikiyatri

İnsanın gerçeği algılaması ve yorumlaması, var olan bilgi birikimi ve deneyimlerinin yeni karşılaşılan durumda kullanılması ile olur. Yani, gerçeği, diğer bir deyişle nesnel (objektif) bir olayı (örneğin, bir kaza, bir afet ya da okula başlama vs.) tüm duyu organları ile algılaması ve bilinçli bir bütün oluşturarak anlaması, nedeni ve oluş biçimi ile ilgili düşünce üretmesi süreci daha önce öğrendikleri ve yaşadıklarından etkilenir.

Örnek olarak bir “deprem olayını” ele alırsak, ani bir deprem sonrasında, depremin şiddeti, yeri gibi nesnel bilgileri daha önce yaşamış olduğumuz bir depremle ve bu alanda edindiğimiz bilimsel bilgilerle değerlendirir ve bir tahmin üretiriz. Bu tahminde deneyim ve bilgilerimiz kadar, o anki duygu ve düşüncelerimiz ve kişisel düşünce şemalarımız da rol oynar. Öte yandan, bu depremin oluş nedeni ve biçimi üzerine yine benzer şekilde bilimsel bilgi ve deneyimimiz yanı sıra kişisel gerçeklerimiz, yani duygu, düşünce ve düşünce biçimimizi kullanarak yorum yaparız.

İnsan gelişim sürecinin doğal bir sonucu olarak, neden-sonuç ilişkisi kurmaya yatkındır. Bu neden-sonuç ilişkilerini çoğu zaman farkında bile olmaksızın kurarız. Farkında olmaksızın kurduğumuz neden-sonuç ilişkileri bilimsel bilgi düzeyimizden daha ziyade duygularımız ve düşünce şemalarımızla belirlenir. Bu bilinç-dışı, kendiliğinden kurulan bağlantılar daha küçük yaşlarda, bebeklik döneminde kurulan neden-sonuç ilişkilerinde de görüldüğü gibi, mantıksal bir düşünce süreci işletmeyebilir. Yani aynen rüyalarımızda olduğu gibi yer ve zaman değişkendir, süreklilik ve anlamsal bir bütünlük içermesi gerekmez. Örneğin, rüyamızda bir şehirden bir diğerine bir saniyede geçiveririz, bir insan bir anda bir hayvana dönüşebilir, uçabilir, su üstünde yürüyebiliriz. Rüya sırasında tüm bu büyülü (majik) olaylar olurken hiç de garipsemeden rüyamıza devam ederiz.

Rüyalar bir çok teorisyene göre bir tür anlamlandırma yani nedeni anlama ihtiyacının, duygusal ihtiyaçlarımız doğrultusunda yorumlanarak, karşılanması işlevini görmektedir. Bir olayı (vakıa) yorumlarken, bilgi ve deneyimlerimizi, duygu ve düşünce şemalarımızla yorumluyor olduğumuz gerçeği, tüm olayların ve kavramların her bir bireyde farklı bir gerçeklik algısı yaratacağını düşündürür. Bu çok temel kuram, yani gerçeklik algısının öznelliği (subjektifliği) çağlar boyunca, yıllar geçtikçe “bilimsel düşünce” gelişiminin temellerini oluşturmuştur.

“Bilimsel düşünce”, en temel açıklamasıyla, nesnel ölçüm araçlarıyla ölçülebilen, tekrarlanabilen ve kişisel farklardan arındırılmış gerçekliğin, “gerçek” olarak kabul edilmesi düşüncesidir. Bu sebeple “gerçek” olan (realite), bir diğer deyişe “gözle görülür, elle tutulur” olandır. Ancak “gözle görülemeyen”, yani basit duyuların yeterli olmadığı durumlarda, çalışma prensipleri bilinen aletler, ölçüm araçları bilimsel düşüncenin hizmetine girer. Bu örneğin bir termometre, bir fotoğraf makinesi olabilir.

Tıp bilimi de temel olarak, ana paradigmasını bu düşünceden alır. Zaman içinde ölçüm araçlarının yetersiz kaldığı, oluş mekanizmalarının yeterince bilinmediği durumlarda da “bilimsel düşünceye” olan gereksinim, “pozitif” yani ölçülebilen bilimlerle, daha çok “kısmen nesnel” ölçüm araçlarını kullanabilen ve istatistik ölçümlerine dayalı “sosyal bilimler” bir ayrım noktasına getirmiştir. Ancak “pozitif bilimlerle” “sosyal bilimlerin” temel prensipleri tümüyle özdeştir.

Sosyal bilimlerdeki en temel zorluk, çok fazla sayıdaki etkenin sonucun oluşumunda etkisi olması (multifaktöriyel), hatta çoğu zaman etkenlerin de kendi aralarında etkileşim içinde olmasıdır. Yani, tüm etkenlerin kontrollü olarak test edilmesi pratik olarak zor olduğundan, mümkün olan en “gerçek” bilgiye ulaşmada, “istatistik” bilimi gelişmiştir. Bu yolla toplanan bilginin genel toplamı (realiteyi) yansıtmadaki hata payı ölçülebilmektedir.

İnsanoğlu “gerçek” olana sadece yaklaşabilmektedir, ve belki de hiçbir zaman “sonsoz gerçeği” bulma şansını yakalayamayacaktır. Ancak her geçen gün üst üste biriken bilgi birikimi gerçeği anlamadaki hata payımızı azaltmaktadır. Bu nedenle, hastalıkların tedavi oranları her geçen gün yükselmekte, yeni ve daha karmaşık hastalıklar tanımlanabilmekte ve tedaviler zamanla bilinip, tüm dünyada yaygın olarak kullanılabilmekte, insan ömrü ve hayat kalitesi yıllar içinde artabilmektedir.

Hemen her bilim dalında olduğu gibi, tıp alanında da artık “kanıta-dayalı (evidence-based) bilgi” değer görmekte, onun dışında kalan yorumlar çoğu zaman “ben yaptım, oldu” anlayışı olarak değerlendirilip, itibar görmemektedir.

Psikiyatri, düşünce sistemini “bilimsel düşünceden” alan ve kanıta-dayalı verilerle bilgi birikimini arttıran bir bilim dalıdır. Bu anlamda diğer tıp alanlarından hiçbir farkı yoktur. Yaşanan zorluklar çoğu zaman açıklanmaya çalışılan kavramların tanımlanmalarındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Yani, “depresyon”, veya “dikkat eksikliği” dendiğinde içinde pek çok alt türü olan geniş bir kavramdan söz edilmekte ve nedenle yorumlar bazen tutarsızlaşabilmektedir.

Ancak son yıllarda netleşen ve tüm dünyada fikir birliğine varılan psikiyatrik fenomenler (kavramlar) ve bunlarla yapılan biyolojik (genetik, görüntüleme, ilaç vb.) çalışmalar pek çok durumda çelişki ve şüphe bırakmaksızın, yani “ölçülebilir ve tekrarlanabilir” verileri sunmaya başlamıştır.

“Bilimsel düşünce” gerçeği anlamada en aydınlık yoldur, ancak insan tüm gerçekleri ihtiyaçları ve tecrübesi doğrultusunda yorumlamaya yatkın bir yapıya sahiptir. Yanılgı bilimsel düşünceden değil, çok da insanca bir yaklaşım olan “yorumdan” doğar. Ancak, insanı özgür kılan ve belki de insanı insan yapan en önemli unsur da “yorumdur”.

Dr. Koray Karabekiroğlu


Diğer Yazılar

1. Bebekte Dil ve İletişimin Gelişimi
2. Çocuk Psikiyatrisinde Acil Durumlar
3. Çocuklarda Utangaçlık
4. Anneni mi Daha Çok Seviyorsun Babanı mı?
5. Çocukta Ölümcül Hastalık ve Psikososyal Yaklaşım

6. Ebeveyn Çocuk İletişiminde Öneriler
7. Doğum Sırasının Olası Psikolojik Etkileri
8. Hastalık ve Hastaneye Yatışın Çocuk Üzerine Etkileri
9. Televizyon Çocuğumun Psikolojisini Bozar mı?
10. Bebeğim Hiç Uyumuyor, Neden Acaba?

11. Bebeğim Çok İştahsız, Acaba Psikolojik mi?
12. Çocuklara Verilebilecek Ödüller
13. Çocuklarda Travma Sonrası Stres Bozukluğu
14. Bebeklerde Psikososyal Stres Etkenleri


En iyi 1024x768 çözünürlükte görüntülenir... Türkçe English
Bu sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Dr. Koray Karabekiroğlu'na ait olup; kendisinden Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz. Kaynak göstermek ve bilimsel kurallara riayet edilmek kaydı ile alıntı yapılması mümkündür.

Çocuk ve Hayat üzerine her şey için tıklayın

Web sitesi: Koray Karabekiroglu

Hosted by www.Geocities.ws

1