Cartoon News-Karikatur Haberleri

 

 

 

 Sevgili Dostlarım;Yurt içinden ve yurt dışından bana ulaşan KARİKATÜR  HABERLERİ ni  sizlere ulaştırmaya çalışıyorum.Bu sayfada duyurmami istediğiniz her turlu karikatür haberlerini e-mail adresime yada bir şekilde adresime gönderirseniz bu haberleri de diğer karikatürcülere duyurabilirim.. İsmail KAR

 Yedinci Gündem gazetesinin 23-29 Mart 2002 tarihli 40. sayısında yayımlanan Aşkın Ayrancıoğlu söyleşisinin tam metni...Vee bu konu uzerine Hakan Alpin ile Askin Ayrancioglu' nun karsilikli yazilari...Not: Bu yazilar karikaturculer iletisim grubu  adresine gelip tum cizerler okusun diye gonderilmistir...Uye olmayan arkadaslar icin tekrar yayinlanmaktadir.

* Karikatürlerinize dava açıldı. Karikatürcüler bu tür olaylarla çok karşılaşıyor. Bu konuda mücadele etmesi gereken Karikatürcüler Derneği'nin bir çalışması var mı?
Yeryüzündeki tüm haksızlıkları dert edinen ve tüm sorunlara burnunu sokan karikatür, diğer sanatlara göre biraz daha sivri dilli olduğundan sık sık yargılanır. Sevgili Seyit Saatçi’yle benim karikatürlerim de şimdi bu durumdan payını alıyor. Ama yaşanan süreci bütünsel eğerlendirdiğimizde görürüz ki gerçekte yargılayan karikatürdür. Karikatürcüler Derneği’nin mücadelesine gelince... Bu yıl Nazım’ın 100. doğum yılı kutlanıyor. Aynı zamanda karikatürist Cemal Nadir’in de 100. doğum yılı. Kültür Bakanlığı’nın Nazım’ın içini boşaltan kutlamaları gibi,Karikatürcüler Derneği de Cemal Nadir’in içini doldurmakla uğraşıyordur... Oysa Cemal Nadir de yaşıyor ve sokaktadır. Biz Cemal Nadir’in yaşayan yanıyız ama üyesi olduğumuz dernek bizi göremeyecek kadar sudan sabundan korkar olmuştur. Muhalif olan karikatürün tersine sisteme gittikçe yakınlaşan Karikatürcüler Derneği’nin bu konumu şaşırtıcı değil bizim için. 
* Son dönemlerde sansür ve yasaklamanın sanatın tüm disiplinleri üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Sansür ve yasaklamanın artarak devam etmesini neye bağlıyorsunuz?
Acıların en çok yaşandığı dönemlerde acıları yaşatanların felsefeye, sanata, edebiyata yasaklar,sansürler, cezalar yağdırdığını biliyoruz. Sanat en güzel renklerini özgürlükte açar. Ama tüm bu baskılara rağmen üretilen sanat da kalıcı olmuştur, olacaktır. Çünkü zaten kafası özgür sanatçılar üretmiştir onu da. Günümüzdeki sansür ve yasakların artmasını da bu bağlamda düşünebiliriz. İktidardan hoşnut olmayan halklarımızın felsefeyle, sanatla, edebiyatla aydınlanıp yolunu bulmasını istemiyorlar.
* Yazılı karikatür-yazısız karikatür tartışması gündemden hiç düşmüyor. Bunların hala tartışılıyor olması sizin için ne ifade ediyor? Bu tartışmalar karikatüre bir katkı sağlıyor mu?
Elbette nitelikli yürütülen her tartışma yol açıcı katkılar sağlar. Ama bizde yazılı karikatüre eleştiri yönelttiğinizde -yazılı karikatürün düzeysizliği gibi- düzeysiz tepkiler alırsınız. Karikatürün salt görsellikle konuşması -sanatın evrenselliği anlamında- bir zorunluluktur. Ama gazete ve dergilerde çizenlerin çoğunluğunun yazılı çizmesinden dolayı yazılı-yazısız tartışması da bitmiş değil. Yazıdan vazgeçemeyen -fıkrayı karikatür sanan- üretici-tüketici bir kitle var. Yazılı karikatürlerin büyük çoğunluğunda yazıyı kaldırdığınızda anlamsız çizgiler kalıyor ortada. Demek ki çizginin etkinliği geriye çekiliyor. Bu kolaycılık oluyor ve okur da kolay şeylerle koşullandırıldığı için alan memnun, satan memnun oluyor sonuçta. Hani karikatür çizgiyle mizahtı? Bu tartışma benim kafamda bitmiştir ama sıkıcı da olsa bazen bazı kafalarla tartışmak zorunda kalıyorum.
* Karikatürün günümüzde muhalif özelliğini yitirmesini neye bağlıyorsunuz?
Karikatürde içsel olan muhalif yan bilinçle ve özgünlükle yoğrulunca hedefini buluyordu. Çoğu karikatürist çizdiklerini bir şekilde paraya dönüştürmek istiyor artık. Burada parayı sadece para olarak değil övülme, hayran olunma gibi soyut anlamıyla da kullanıyorum. Karikatürü yarışmalara katılarak, tekellerin gazete, dergi, televizyon ve kitaplarında çizerek paraya dönüştürmek olanaklı. Bu durum karikatürün başkalarının koşullandırmasıyla üretilmesi anlamına geliyor. Bugün sosyalist gerçekçi yöntemle yaratılan/muhalif karikatürün -istisnalar dışında- para etmediğini biliyoruz. Paranın çekim gücü, gelecek güzel günlerin çekim gücüne göre daha çekici geliyor çizerlere. Bir de muhalif karikatüre yönelen baskılar olunca kaçış süreci hızlanıyor ve eğlencelik bir karikatür anlayışı çıkıyor ortaya. Onlara sormak gerekiyor; Turhan Selçuk’u kalıcı kılan, bir zamanlar kaburgalarını kırdırtan muhalifliği mi yoksa şimdi kendini tekrar eden çizgileri mi? 
* Politik karikatür iktidar çevreleri tarafından baskı altında tutulurken popüler karikatüre karşı farklı bir tutum sergileniyor. Sizce popüler karikatürün siyasal karikatüre engel olan ya da onu gözardı ettiren bir yönü var mı?
Kitlelerin bilinçsizliği sürdükçe popüler olanın niteliksiz olması bir yazgı neredeyse. Popüler karikatür denilince en tipik örnek olarak Leman dergisi geliyor aklıma. Muhalif gibi algılanan karikatürlerden tutun eğlencelik ve hatta pornografik karikatürlere kadar geniş bir yelpazesi olan bu ve benzeri dergilerin yarattığı bilinç bulanıklığının elbette siyasal karikatüre olumsuz etkileri bulunuyor. Bilinç bozunumuna uğrayan okurun siyasal karikatürle doğru ilişki kuramadığını görüyoruz. Bu bağlamda siyasal karikatürün kendi okurunu yaratması ve bunu yaratırken popüler
karikatürle de hesaplaşarak çoğalması gerekiyor.
* Karikatürün hayat bulabilmesi için basına mutlaka ihtiyacı var mı?
Düşünce beyinden dışarıya çıkıp yaşamda soluk almadıkça düşünce değilse, karikatür de çizildiği kağıttan çıkıp sokakta dolaşmadıkça karikatür değildir. Karikatürü sokağa çıkartan pekçok araç vardır ve elbette binlerce insana ulaşmayı kolaylaştırdığı için basın da karikatür için önemli bir araçtır. 
* Medya-karikatür ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Karikatür medyayı değil de medya karikatürü araç olarak kullanıyor diyebiliriz. Yeni dünya düzensizliğinde medyanın baskıcı ve değiştirici gücünün olduğu bir gerçek. Büyük oranda karikatür de medyanın bu gücüyle uzlaşıyor. Salih Memecan ATV’de her gün çıkan Bizim City’siyle iktidardakilerin ne kadar sevimli insanlar olduklarını anlatıyor bize. Bence bu soruyu yıllarca çizdikleri gazetelerden kovulan Bedri Koraman ve Turhan Selçuk ustalara sormalıydınız. Onlar medya için karikatürün ne anlama geldiğini yakından yaşadılar. Ha bir de Yurdagün Göker’e sormalıydınız. Basında çizmeyenleri karikatürist olarak görmüyordu, karikatür çizdiği Türkiye gazetesinden kovulunca karikatüristliği bitmiş mi merak ediyorum... 
* Politik karikatür ve sanatsal karikatür ayrımını yapar mısınız? Konusu politika olan her karikatür,politik karikatür müdür?
Bu biraz özgün müzik ayrımına benzedi. Bütün müzik türlerinin özgün olmasının gerekliliği gibi, konusu ne olursa olsun her karikatürün de sanatsal olması gerekir. Bazıları öyle bir ayrım yapsa da ben böyle keskin bir ayrımdan yana değilim. Politik karikatür aynı zamanda sanatsal da olmalıdır.Her karikatürde de farklı boyutlarda politik bir yan bulunabilir. Genellikle politik karikatür gelip geçici, sanatsal karikatür kalıcı olanı anlatmak için kullanılıyor. Bence önemli olan, karikatürü bir defada tüketilip atılacak değil, kalıcı olacak bir içerik-biçimle yaratmaktır. Böylece politik karikatür de kalıcı olacaktır. 10 yıl önce yayımlanan bir karikatürüm bugün yargılanıyorsa demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Politikayı işleyen her karikatür politik değildir. Politik olmada bir duruş, bir görüş vardır. Neredeyse politik olmayan/tarafsız politika konulu karikatürlerin bolluğunda yaşıyoruz.
* Siz çizgilerinizde sadelikten çok rengi, ışığı-gölgesiyle, işçiliği fazla olan, daha ayrıntıcı bir yöntem izliyorsunuz. Hatta bazen karikatürünüzün resme yaklaştığını görüyoruz. Karikatürle resim arasındaki sınır nedir?
Karikatür anlayışımla ilgili saptamanız doğru. Sanat dallarının birbirinden alıp verdiği şeyler var. Ben de karikatürlerimin daha kalıcı olmasına katkısı olacağına inandığımdan resim tekniklerinden yararlanıyorum. Resimle karikatür arasında ince bir sınır kalıyor. O da içerik ve o içeriğin algılanma süreciyle ilgili. Gülme/güldürme edimiyle harmanlanmış içerikteki karikatürün alımlanması daha kolay ve zevkli oluyor. Resim yola çıkarken karikatür gideceği yere varmış oluyor. Daha önce yazmıştım; resim derinlerde, karikatür yüzeyde. Resim ağırbaşlı, karikatür hırçın.
* Karikatür topluma yön veren bir öğretici midir? Yoksa, toplumu uzaktan izleyen bir uyarıcı mı?
Toplumu uzaktan izleyenlerin uyarıcılığı ne kadar gerçekçidir? Bütün sanatlar gibi karikatür sanatının da topluma yön veren öğretici yanları vardır. Bunu yaparken toplumun içindedir ve toplumdan da öğrenmektedir aynı zamanda. Toplumun içinde olduğu için gerçekçidir de. 
* Karikatürcü ve toplum arasında iletişim düzeyi ve biçimi ne olmalı?
Karikatür sanatçısı, insanı ve insanların oluşturduğu toplumu karikatürlerine malzeme bulma boyutunda değil sömürüsüz bir dünya kurma boyutunda düşünebilmelidir. Böylece toplumla düzeyli bir iletişimin temeli de atılmış olacaktır. Toplumdan aldıklarını yeniden yaratarak topluma yansıtmak ve değişip dönüşerek, değiştirip dönüştürerek birlikte yürümek... 

"karikatur Susmaz"<[email protected]>Thu, 28 Mar 2002 11:44:04 -0800 (PST

alana gönderilen "Yedinci Gündem gazetesinin 23-29 Mart 2002 tarihli 40.sayısında yayımlanan Aşkın Ayrancıoğlu söyleşisinin tam metni"ni okuyanlardanım.
sayın ayrancıoğlu kendi bakış açısından gözlemlerini -son dönemlerde sıkça rastladığımız sivri ve bıkıp usanmadan başkalarını eleştiren, toplum olarak o alışageldiğimiz dille- sunmuş. bir önceki cümlemin minik çaplı da olsa bir sitem içerdiğinin farkındayım. ancak kişi -ve hatta toplum- olarak bulunduğumuz ve hoşnut olmadığımız noktanın suçunu daima başkalarında arama psikolojisinin yansımaları ara sıra da olsa beni rahatsız ediyor artık. ancak elbetteki gerçekçi değerlendirmeleri devreye soktuğumuz anda ikinci ve üçüncü tekil/çoğul şahıslarında maruz bırakıldığımız bazı konularda kusurları olduğunu da dipnot olarak gördüğümü de belirteyim. bu da bir gerçek...belli ölçüde dışarıdan bir ses olsam da kendimi bildim bileli karikatürcüler derneğinin etkinliklerinin dışında kalan veya kaldığını düşünenler vazgeçilmez bir klasik haline gelen derneğe, yönetiminin kararlarına karşı duruşlarını ifade edip dururlar. vazgeçilmez, diyorum çünkü artık çok basmakalıp oldu bu durum. bakıyorum derneğin hemen her uygulamasından rahatsız olan birileri daima var. derneğe üye olmayan kişilertden biri olarak şahsen karşı olduğuma inandığım uygulamalarını direkt olarak kendilerine sunmayı tercih ederdim. tabii sadece birkaç cümleyle bu konudaki düşüncemi detaylarıyla anlatmam imkansız. yine de iki de bir agresif pozisyona düşmekten usanan birilerinin daha var olduğuna inanmak istiyorum.star wars filmlerinden yoda adlı jedi şövalyesinin bir sözü geldi aklıma buraya notlandırabileceğim:"şiddet beceriksizlerin sığınağıdır."
selamlarımla.
hakan alpin
Gruptakiler hatırlayacaktır; Karikatürcüler Derneği ile Kültür Bakanlığı birlikte 1. Devlet Karikatür Yarışması’nı düzenlemişti ve bu bağlamda “Devlet ve karikatür” konusunda yoğun bir tartışma başlamıştı. Tartışmanın iki buçuk tarafı vardı. Bunlardan biri devletle karikatürü buluşturanlar, ikincisi devlet vs. yapıların -yapısı gereği muhalif olan-karikatüre bulaştırılmamasını savunanlar ve diğeri de her iki tarafın ortasında kalan buçuklardı... 2001’in Haziran’ıydı ve bu tartışmaya ben de karikatürün devletle buluşamayacağı temelinde kapsamlı bir yazıyla katılmaya hazırlanıyordum. Ancak ben daha yazıyı yazamadan devlet Seyit’le beni buldu, karikatürlerimizi ve bizi gözaltına aldı. Devletle karikatürlerimiz buluşmuştu ve bu buluşma karikatürü devlete sunanların ve buçukların suratında bir tokat gibi patlamıştı... Gözaltından çıktıktan sonra telefonla görüştüğümüz avukat ve karikatürist Mehmet Gölebatmaz da bu olay için;“tartışmaların ortasına cuk oturdu” demişti... Söz ve tartışma bitmişti artık. Yaşananlar kimin haklı olduğunu kanıtlıyordu bir kez daha... Geçenlerde benimle yapılan ve Yedinci Gündem gazetesinde yayımlanan söyleşinin tam metni (gazetede bazı bölümler yayımlanmamıştı) gruba da gönderilmişti. Bu söyleşiyi okuyan Hakan Alpin’in eleştirisini okuyunca sevindim doğrusu... Devlet ve karikatür tartışmasında “din elden gidiyor” gibi “devlet elden gidiyor” mantığıyla hezeyanlara kapılıyordu ve o zamandan beri sesi çıkmıyordu. Şimdi sesini duyduğuma göre toparlanmış olmalı... 
Alpin; “son dönemlerde sıkça rastladığımız sivri ve bıkıp usanmadan başkalarını eleştiren” saptamasını yapıyor benim için. Eleştiri de bir sanattır ve ne yazık ki -Alpin’in sandığının tersine- toplumumuzun alışageldiği bir eleştiri dili de yoktur. Sömürünün egemenliğinde ve suskunların dünyasında “sivri dilli olmak ve bıkıp usanmadan eleştirmek” onurdur benim için. Çünkü eleştirilerimin hedefi sömürgeci sistem ve bağlaşıklarıdır. Çünkü eleştirilerim sömürüsüz bir dünya isteyenlerin yandaşıdır... Alpin’in sömürü ilişkilerinden habersiz olduğundan bunları anlayabilmesi zor. Oysa biraz ekonomi-politikle anlayışını geliştirebilir... 
Neyse biz Alpin’e kulak verelim; “kendimi bildim bileli karikatürcüler derneğinin etkinliklerinin dışında kalan veya kaldığını düşünenler vazgeçilmez bir klasik haline gelen derneğe, yönetiminin kararlarına karşı duruşlarını ifade edip dururlar” diyor. Alpin’e bunları dedirten şey benim söyleşide Karikatürcüler Derneği’ne yönelik eleştirilerim. Neredeyse artık iyice “yüzeysel değerlendirme uzmanı” haline gelen Alpin bu konuda da uzmanlığını gösteriyor. Öncelikle “derneğin etkinliklerinde olmadığım için karşı duruş içinde olduğum” saptamasını irdelemek gerekiyor. Yoksa buradaki eleştirelliğin/karşı duruşun basit bir tepkisellik boyutunda algılanması zorunlu oluyor. Ben 11-12 yıldır bu derneğe üyeyim ve bu süreçte derneğin pekçok etkinliğine katıldım. Ben sanatsal, felsefi ve politik olarak kendimi geliştirirken gittikçe sisteme yaklaşan (bu yaklaşmanın somut örneklerini sunabilirim) dernekle çatışmam kaçınılmaz oluyordu. Bu çatışma bültene yazdığım yazının sansürlenmesiyle, dernek lokalinde Gölebatmaz’la açmak istediğimiz serginin bir şekilde engellenmesiyle vs. somutlanıyordu. Ya ilkelerimden ödün vererek dernekten birilerine yalakalık yapıp bir “yanaşma” olacaktım, ya sessizliğe bürünüp olan biteni izleyecektim, ya da eleştirel tutumumu sürdürecektim. Ben bilimsel olanın yalakalık ya da sessizlik değil eleştirellik olduğunu bildiğimden eleştirelliği seçtim... Ama en eleştirel olduğum zaman bile -derneği hiçleyen Turgut Çeviker’e karşı olduğu gibi- derneğin değerlerini de savundum. Ben, derneğin Demirel’e Nasrettin Hoca kavuğu giydirmesini eleştirirken ya da Çeviker’e karşı derneğin değerlerini savunurken kaç kişi bu nesnelliği gösterebilecek cesaretteydi acaba... 
Kabaca görülebileceği gibi dernek etkinliklerinde yer almadığım için eleştirellik içinde değilim, tam tersine eleştirelliğimi sürdürdüğüm için dernekten uzaklaşmak zorunda kalıyorum. Alpin’e eleştiri konusu olan şey ise Seyit’le benim yargılanmamız özelinde derneğe yönelttiğim eleştiri idi. 
Gazeteci bana; “Karikatürlerinize dava açıldı. Karikatürcüler bu tür olaylarla çok karşılaşıyor. Bu konuda mücadele etmesi gereken Karikatürcüler Derneği'nin bir çalışması var mı” diye sormuştu. Ben de yanıt olarak; “(...) 
Bu yıl Nazım’ın 100. doğum yılı kutlanıyor. Aynı zamanda karikatürist Cemal Nadir’in de 100. doğum yılı. Kültür Bakanlığı’nın Nazım’ın içini boşaltan kutlamaları gibi, Karikatürcüler Derneği de Cemal Nadir’in içini doldurmakla uğraşıyordur... Oysa Cemal Nadir de yaşıyor ve sokaktadır. Biz Cemal Nadir’in yaşayan yanıyız ama üyesi olduğumuz dernek bizi göremeyecek kadar sudan sabundan korkar olmuştur. Muhalif olan karikatürün tersine sisteme gittikçe yakınlaşan Karikatürcüler Derneği’nin bu konumu şaşırtıcı değil bizim için” demiştim. Bu eleştirim de temelsiz değildi elbette. Temelde şunlar bulunuyordu... Karikatürlerimizden dolayı 6 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldığında Seyit’le birlikte dernek başkanı Metin Peker’i aramış ve “yanımızda olduğunuzu söylüyordunuz, duruşmada da yanımızda olun” vs. demiştik. Başkan hasta olduğunu söylüyordu ve gelemiyordu... Sonra başkan yardımcısı Cihan Demirci’yi arıyorduk ve davanın dernek tarafından basına duyurulmasını ve kamuoyu oluşturulmasına yardım edilmesini istiyorduk. Demirci de “Cemal Nadir etkinliklerini bile basına duyurmakta zorlanıyoruz” türünden laflar ediyordu... Daha da uzatmayalım. Karikatüre ve karikatüristine sahip çıkmayan karikatürcüler derneği olur mu..? Oluyormuş ve buradaki çatışmanın sınıfsal boyutunu da Alpin’in görmesini beklemiyorum. Çünkü “kurumsal” olan (örneğin Tanrı, Devlet, Dernek, Belediye vs.) herşeye karşı bir bağlanma güdüsüyle yaşayan birinin bunu görecek bir bilinç açıklığı da olamıyor. Özgürlük de insanı köleleştiren kurumları eleştirebilmekle başlıyor...
Eleştirilerimi şiddetli bulan Alpin, sinema tekellerinden birinin Star Wars filmindeki bilmem ne şövalyesinin sözüyle yanıt veriyor: “Şiddet beceriksizlerin sığınağıdır.” Alpin’in bir savaşı olmadığı anlaşılıyor ki doğaldır. Çünkü kurumsal olan her şeye ruhunu peşin teslim etmişlerin bir savaşı olamaz. İsrail faşizmine/siyonizmine karşı elinde sapanla direnen Filistinli çocuk neyse karikatürümüz odur. Biz karikatürün kurtuluş 
savaşını yapıyoruz ve şiddetimiz kurtuluş içindir... Alpin sıkıysa “Cihad”yapan müslümanların şiddetine de “beceriksizlerin sığınağı” desin, iki yüzlü 
olmadığını göstersin... AŞKIN AYRANCIOĞLU-Sat, 30 Mar 2002 20:41:35 +0000
sayın ayrancıoğlu -ve diğer arkadaşlar(ım)a-, 
öncelikle uzun ve detaylı yazısı için sayın ayrancıoğlu'na teşekkür ediyorum. sayın ayrancıoğlu beni varolan tartışmanın iki buçuk tarafının 
buçuklu kısmına yerleştirmekle doğru bir saptama yapmış. gerçekten de yaşanılan ve yaşanılmak zorunda bırakılanların neredeyse tamamen dışından sitemkar bir yaklaşımdı benimkisi. ve, minik sitemimi yapmak istediğimin, hedeflediğimin biraz dışına isabet ettirdiğim de ortada. sayın 
ayrancıoğlu'nun kendisine onur olarak seçtiği eleştirel bir sivri dile sahip olma konsuna diyeceğim birşey yok, zaten karikatüristin ürünü -genelde- bu merkezin etrafın(d)a sarmallanır.doğru veya yanlış taraf olmayı sevip, değer verdiğimden dolayı kendi adıma buçuk(luk)tan sıyrılmak için çok önemli bir veri eksikliğim olduğunu hatırlatmalıyım: söz ve dava konusu olan karikatürler. o takdirde sayın ayrancıoğlu'nun da bahsettiği ve "devlet elden gidiyor" diye tanım getirdiği konudaki düşüncelerim gibi bu konuda da samimi düşüncelerimi kendisi ve diğer arkadaşlarla rahatlıkla paylaşabilirim. ancak, şahsen o eski konuyu "devlet elden gidiyor" tanımı yerine "devleti(mizi)n karikatüre yaklaşımları" gibi daha esnek ve sivri olmayan bir başlık altına uygun bulurdum doğrusu. neyse---"yüzeysel değerlendirmelerim"in de olası pozitif katkılarına sığınarak yakaladığım bazı noktaları (sayın ayrancıoğlu'nun da maruz kaldığı konuyu biraz daha detaylandırmasını fırsat bilerek) yeniden aktarmak istiyorum izninizle.
öncelikle karikatür sanatı ve üreticileri adına kurulmuş olan karikatürcüler derneğinin sizi davanızda yalnız bırakmasını çok yanlış bulduğumu 
belirtmeliyim. insan böylesi durumlarda paylaşımda olduğu kişileri yanında görmek ister. bu tür durumlarda kişiselliğin omuz arkasındaki heybeye 
atılması ve en azından dediğiniz gibi başkan veya onu temsil eden birilerinin o ortamda bulunması gerekirdi bence. bu konuda yapacağınız her 
"sesli" değerlendirmede yanınızdayım yani...
karikatürcü ustalardan bazılarının yaşlandıkça devlete (sizin tabirinizle "sisteme") ve yöneticilerine yaklaşması da aslında gayet normal. sırmalı 
muhalif apoletlerle edinilen kariyer dahi sonuçta sanatsal kimliğin zaman içinde oluşmasını da sağlıyor çünkü. yani ne bileyim, belki 20 yıl sonra siz 
bile -(varsayalım)- varolan kariyerinizden dolayı devlet sanatçısı seçilebilir, ve gayet doğal bir hakediş olarak bu sıfatı kabul de edebilirsiniz. ya da devletin organize ettiği karikatür yarışmalarında jüri üyesi olabilirsiniz. eski ustaları bu açıdan eleştirmek yanlış geliyor bana. sonuçta onlar varolan değerle(ndirmele)rine yeni açılımlar kazandırmış ve onun ışığında kendilerine yükledikleri misyonu hâlâ sürdürüyor olabilirler...
siz bu yaklaşımımı önceki yazınızdaki gibi beni birşeylere "bağlı" olmakla değerlendirebilirsiniz. ancak ben de size o zaman, dava edildiğinizde niye bir kurum olan derneği aradığınızı sorarım. buradaki potansiyel sorum sizi ve davranışınızı kritize etmek değil. size, sizin bile farkında olmadan "bağlı"ymış gibi refleks sergileyebileceğiniz birşeyler olabileceğini hatırlatmak istiyorum sadece. umarım anlatmayı başarabilmişimdir. bence "özgürlük" bu tür kurumlardan arınmaya çalışmak veya arınmışlık iddiasında bulunmakta saklı değil. özgürlük bunlarla beraber de olabilir, bunlara rağmen de.
bu arada önceki mesajımda, "şiddet beceriksizlerin sığınağıdır," şeklinde aktardığım diyaloğun daha önce yazdığımın aksine star wars'dan değil, bir yazar olan isaac asimov'dan aklımda kaldığını düzeltmem gerekiyor. şiddetten kastım, "çözümden uzak agresiflik" moduna çakılınıp alınmasıdır, ve gözlemlediğim kadarıyla buna yer yer fikir savunucusu da, dernekler de, devlet de pekala düşüyor. tartıştığımın asla çıkış noktanız olan fikrin haklılığı veya haksızlığı olmadığını yinelemek isterim.. benim eleştirim "yöntem"de düğümleniyor. sırf yöntem ve uslup yüzünden haklılığı aşınan örnekleri gözlemlemekten üzüntü duyuyorum -ve izninizle bunu ifade etmek hakkına ve özgürlüğüne sahip olduğumu düşünüyorum-. ayrıca eğer ikiyüzlü olup olmadığımın gerçekten göstergesi olarak kabul edilecekse, "cihad" yaptığını sanan cahillerin şiddetine de rahat rahat "beceriksizlerin sığınağı" yakıştırmasını yapabilirim. son olarak, şahsen beni "bir savaşım olup olmadığını", ya da ruhumu nereye "teslim ettiğimi" bilecek kadar tanımadığınızı vurgulamak istiyorum.. ama tabii belki de -tam da eleştirmeye çalıştığım uslup alışkanlığı uyarınca- bu şekilde tepki göstermenizi fazla yadırgamamam gerekiyor. ne de olsa "istikrar" da yerine göre "erdem" sınıfında kabul edilebilecek bir özelliktir.
saygılarımla,
hakan alpin-Sun, 31 Mar 2002 23:05:13
 Alpin sağolsun, kendisiyle ilgili saptamalarımı yeni yazdıklarıyla da zenginleştiriyor. En çok da “yüzeysel eleştiri uzmanı” olduğunu inatla gösteriyor. Dünyaya, olgulara yüzeysel bakarak gerçekçi çözümlemeler yapmak olanaksızlaşıyor. Bu yanılsamalı çözümlemeleri çürütmek de hiç zor olmuyor. Alpin’in tüm yazdıklarında gördüğümüz ve sürekli geveleyerek sunduğu en önemli çözümlemesi benim saldırgan, sivri (dilli), agresif özelliklerde oluşum. Ama şaşırıyorum... Bu özellikler eğer lanetlenecek kötü şeylerse Alpin’i nasıl oluyor da değiştirebiliyor/geliştirebiliyorum? 
Hatırlanacak olursa; Karikatürcüler Derneği’ni eleştirdim diye beni eleştiren Alpin daha sonra gelişip değişerek “sesli değerlendirmelerinizde yanınızdayım” diye yazıyordu... Değerlendirmelerinde devletçiliğini hep koruyan ve devlet(in)e toz kondurmayan bir konumdayken sonra gelişip değişerek “devlet temelli düşüncenin de gerçekleri görmeye engel teşkil ettiği”ni yazıyordu... 
Beni hep saldırganlıkla suçlarken ve kendisi de uzlaşmacı, yumuşak bir söylemle tartışırken, gelişip değişerek ve saldırganlaşarak özgürlüğü “adam gibi”, “yetişkin insan gibi” aramamı istiyor ya da “yeniyetmeler” ve “dolduruşa gelip şiddet saçan örgüt kurbanları” gibi davrandığımı yazıyor... 
Alpin zamanla daha da gelişip değişir mi bilemiyorum ama saldırganlıkla suçlarken saldırganlaşmasının niteliğini biliyorum. Ben hedeflerimi net olarak açıklıyor ve saldırganlığımı reddetmiyorum. Ortada yüzyıllardır süren bir savaş vardır ve bu savaşta hepimize bir taraf düşmektedir. Tarafsızlık da bir taraftır ve o taraf egemenlerin tarafıdır. Alpin’in sürpriz yapar gibi saldırganlaşması bir tükenişin ve gerçek yüzün görünümü oluyor. Önümüze hep demokrasi cenneti diye model olarak konan Avrupa ülkelerinin ya da (özellikle 11 Eylül saldırısından sonra) ABD’nin -kendi varlıklarını tehlikede gördüklerinde- nasıl da faşizan uygulamalar yaptıklarını biliyoruz. Devletin varlık nedeni egemenlerin çıkarlarını sağlamak ve korumaktır. Devlet ister sosyalist isterse kapitalist olsun bu böyledir. 
Tarihsel süreci incelediğimizde “devlet”in ortaya çıkması için sınıfların ve dolayısıyla köleci toplumun ortaya çıkmasını beklememiz gerekir. Marks şöyle der; “Özgürlük, toplumun üstüne çıkarılmış bir organizma olan devlet’i toplumun egemenliğine sokabilmektir.” İşte tüm sorun ve çatışma buradan kaynaklanmaktadır. Benim özgürlük arayışım; Alpin’in -kapitalist devletin insanları güdümlediği gibi- devletin mutlak ve sonsuz olduğu düşüncesine ve “adam gibi” yöntemine inat, devletin geçici olduğuna inanarak ve sınıfsız, sömürüsüz bir evreni “çocuk gibi” arayarak gerçekleşmektedir... “Çocuk gibi” çünkü kapitalizmin kirletemediği bir saflığı onlar barındırıyor yüreklerinde, beyinlerinde... Alpin’in artık hırçınlaşması ya da beni ihbar edercesine bir dille tartışması sözünü ettiğim savaşın bir boyutu oluyor. 
Alpin “eleştiri yıkıcı olmalıdır” sözümün “yıkıcı” kelimesine takılarak benim yasadışı yıkıcı örgüt üyesi olduğum sanrısına kapılmaktadır. 
Oysa umudun ve yeninin yolu eskiyi “yıkmak”tan geçer. Bunu bilmek çok mu zor. Başka bir yerde de eleştirilerimi yasadışı örgüt üyelerinin şiddetine benzeterek ihbarcı duygularını yine harekete geçiriyor. Bunlar bile Alpin’in fetişist olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Ekmeği bölseniz “bölücü” diye suçlayabilen bu kafa aykırı olanı, sürüden ayrılanı susturma iç/dışgüdüsüyle hareket eden tapınmacı kafadır. Alpin’e beni ihbar etmesine gerek olmadığının çünkü zaten “silahlı örgüt üyeliği” suçlamasıyla da DGM’de yargılandığımın müjdesini vermek istiyorum.
Alpin kendisinin politik konumunu “zerre kadar bildiğimi” ve bu konuda atıp tuttuğumu yazıyor. Eğer Alpin yıllardır yazıp çizdiklerinde politik konumunu gizleyebilmişse haklı olabilir. Ama gizlemek mümkün mü? Politik konumumuz demin sözünü ettiğim çatışmada olduğumuz tarafla ilgilidir ve bu, yapıp ettiğimiz her şeyde kendini göstermektedir. Alpin’in politik konumu tam da sağcı ve devletçi bir yapıdadır. Bu yapıyı yer yer milliyetçi ve islamcı soslarla da tatlandırdığı söylenebilir. Alpin karikatürün doğal muhalif yanı gereği -bunu reddedemediğinden devletçiliğini gizleyerek- bazen pasifist biriymiş gibi bir yanılsama da yaratmaktadır. Ama artık pasifist değil de cengaverdir. Bildiğim zerreler özetle bunlardır...
Cem Karaca’yı örnekleyerek yaşlandıkça devlete yaklaşma iddiasına karşı açılım getirmem bile Alpin’i rahatsız ediyor ve şöyle yazıyor; “bu alanda bulunmayan, takip edemeyen üçüncü kişilere dil uzatmasını da kınıyorum.” 
Gerçekliğe ulaşırken olguların bütünsel bir ilişkisinin kurulması gerekir. Bu anlamda yaşanmış tüm olgular gerçekliğe ulaşmak için ele alınabilir. 
Alpin söylediğimi anlamak yerine dilimi nereye uzattığımla ilgilendiğinden gerçekliği kaçırıyor. Kınamasının cahilce olduğu ortada. Grupta ateist bir arkadaş Tanrı’yı eleştirse Alpin herhalde “alanda bulunmayan, takip edemeyen kişilere dil uzatmanı kınıyorum” diyecekti... Ya da Hitler faşizmini eleştirsek, “o öldü ve alanda bulunma şansı da yok, ona dil uzatmanızı kınıyorum” diyecekti... Bu yumuşaklık tu kaka değilse, sadece düşünsel kakadır o zaman...
Alpin benim haklı çıkmak için kendi dışımdaki her düşünceye saldırdığımı yazıyor. Abartıyor. Kendi dışımdakileri bana kışkırtmak mı istiyor, olabilir. Ama on iki yıldır yazdığım eleştirilerim incelenirse hedefin kendi dışımdakiler değil karşı saftakiler olduğu görülecektir. Ve önemli olan eleştirmek değil, eleştirinin içinin nasıl doldurulduğudur. Donanımı ve konumu gereği dış yüzeyle ilgilenen -ve onu da görerek değil el yordamıyla yapan- Alpin’in içe dair değerlendirmeler yapabilmesi çok zor görünüyor. O dışla ilgilendikçe bize de içi anlatma olanağı doğuyor... Şunu da anlatmam gerekiyor; Alpin gözaltı ve sonrası süreçte yaşadığım zorluklardan dolayı öfkeli ve sivri olduğum sonucuna varıyor. Yanılıyor, çünkü ben yıllardır Alpin’in beğenmediği saldırganlıkla yazıyorum. Öfkeli değilim çünkü zamanı/yaşadığımız dönemi anlayabiliyorum ve düşünen insan için doğal oluyor bu zorluklar. Sadece üzülüyorum... kendim için değil, kafataslarını beyinlerine kafes yapanlar için, yazık... “Hangi sisteme karşı savaşıyor olursanız olun, her şeyin bir yeri, her çıkışın bir zamanı, her atışın bir isabeti vardır. Atari oynar gibi devamlı ateş ederek hiçbir başarı elde edilemez” diyor Alpin. Yazık, bilmiyor ki bu savaş zaten yüzyıllardır sürüyor. Ve yine bilmiyor ki bu savaşı atari oynar gibi ateş edip insanlığı öldürenler önde götürüyor şimdi...
yanıt not: dava konusu karikatür(ü değil)leri görmesine gerek yok Alpin’in. Çünkü onun yerine, örneğin müzik konulu karikatürde bile “emniyet muhafaza kuvvetlerini tahkir ve tezyif etmek” suçunu işlediğime karar veren bilirkişi yapıyor yorumunu...
aşkın ayrancıoğlu-Sat, 06 Apr 2002 00:14:16 +0000
Sayın ayrancıoğlu'nun ifadesinden gerçekten ciddi suçlamalarla karşı karşıya olduğunu öğrenerek üzüntü duydum. umarım bu sıkıntılı süreçte herşey gönlünce olur...
bir süredir aramızda devam eden ve sizlerin de şahit olduğu bu işin artık ciddi bir vakit kaybına dönüşmeye başladığını da üzüntüyle görüyorum.metinlerimde anlatmaya çalıştığım, kendisine farklı bir bakış açısı sunmaktan -tabii eğer değerlendirmek isterse- başka birşey değildi. verdiği röportajı ilk okuduğumda karikatürcüler derneğinin kendisini yalnız bırakmasına karşı yaptığı sitemleri görmüştüm. konunun sadece 'yalnız bıraktınız' boyutuna sıkışıp kalmaması için insanın kendisine ara sıra sorması gerektiğine inandığım 'niye yanımda kimse yoktu'dan başlayarak,
'yanımda olmalarına engel olan birşeyler mi yapıyorum'a dek uzanan bir özeleştiri zincirinin -eğer kullanmak isterse- orada durduğunu hatırlatmak amacındaydım. ve bence bu duruma düşmesinin sebebi hâlâ savunageldiği 'yıkıcı' sivriliğiydi. neyse sayın ayrancıoğlu'nun başka bir yönünü keşfetmemi sağlayan bir gelişmeden bahsetmek isterim şimdi de. bir yazımdaki,""öncelikle karikatür sanatı ve üreticileri adına kurulmuş olan karikatürcüler derneğinin sizi davanızda yalnız bırakmasını çok yanlış bulduğumu belirtmeliyim. insan böylesi durumlarda paylaşımda olduğu 
kişileri yanında görmek ister. bu tür durumlarda kişiselliğin omuz arkasındaki heybeye atılması ve en azından dediğiniz gibi başkan veya onu temsil eden birilerinin o ortamda bulunması gerekirdi bence. bu konuda yapacağınız her "sesli" değerlendirmede yanınızdayım yani...""
... ifadesini alıp kafasına göre değiştirerek,""Karikatürcüler Derneğini eleştirdim diye beni eleştiren Alpin daha sonra gelişip değişerek 'sesli değerlendirmelerinizde yanınızdayım' dedi,""
... gibi bir saptırmayla, olayı yazdıklarımla hiç alakası olmayan bir noktaya taşıma gayretine düşerek beni şaşırttı. aynı şey "devlet temelli düşünce" konusunda da yapıldı. ve -ilginçtir ki- bir iki tanesinde daha...
aradaki farkı ve sayın ayrancıoğlu'nun ifadelerim üzerinde yaptığı tahrifatı anladığınızı ümid ederek bu kanalı fazla ilerletmek istemiyorum. ancak sevgili okurlardan ricam, sayın ayrancıoğlu'nun benim yazdıklarımdan yaptığı alıntıları okurken bu uyarımı dikkate almaları olacak...
kendisi nedendir bilinmez, kendi siyasi ve hayat görüşünü ısrarla belirginleştirip beni de onun karşısında bir cepheye yerleştirme gayretine saplandı kaldı. herhalde yalnız kalmışlığın bazı sorunları olsa gerek.'yanımda kimse olmasa da hiç değilse karşımda biri var'ı kendi gibi oynamak isteyen başka birini bulabilir umarım. dünyaya yüzeysel bakmakla kendi sorunlarına yüzeysel bakma arasında önemli bir fark vardır ve bunun sıkça yapıldığını görmek beni üzüyor. sayın ayrancıoğlu'na acizane ve meslektaşvari bir ayna tutmaya çalışırken kendi vazgeçilmez kimliği haline getirip savunduğu 'saldırganlık' elbisesini bana da biçmeye kalkmasını da garipsemedim değil. ancak yine de ifade etmek istiyorum: sayın ayrancıoğlu'na 'saldırmak' gibi bir düşüncem yoktu, hâlâ da yok. hele hele son iki yazım yalnızca kendisinin şahsıma yönelik yaptığı iddia ve ithamların yanlışlığını gidermeye harcanmış durumda. ancak buna son yazısında da ısrarla devam ettiğini görerek hepsini toptan tekzip ettiğimi belirtiyorum: beni içine sokuşturduğu politik taraf(lar)ı da, tarafsızlık taraftarı oluşumu da, saldırgan olduğum iddiasını da, devlet elden gidiyorculuğumu da, düşünce susturuculuğumu da, ihbarcılığımı da,... ve saire ve saire. gördüğünüz gibi şu anda yapabildiğim sayın ayrancıoğlu'nun bana cevap yazarken ardına döktüğü incileri sahtelerinden ayırmaya çalışmaktan öteye gidemiyor. bu konuyu kendisine de hatırlattıktan sonra arada kaybolan 'esas' konuya dönüyorum izninizle. benim tespitlerime önce 'sanrı' deyip ardından da doğruluğunu kendi ifade etmesi ayrı bir tezat oluşturdu sayın ayrancıoğlu için. neden mi bahsediyorum. "yıkıcı örgüt üyesi gibi" -sadece gibi- hareket ettiğinden dem vurduğum bir ifademin önce 'sanrı' olarak belirlenip, aynı -evet aynı-paragrafın sonunda benzer bir suçlamadan dolayı dgm'de yargılandığının itirafına gelmiş ya laf, ondan bahsediyorum. (bu konudaki samimi düşüncemi ise bu yazımın girişinde belirtmiştim.) ben sayın ayrancıoğlu'nun hiçbir görüşünü 'ihbar' ediyor değilim. kendisini hiç tanıma fırsatım olmadı, karşı karşıya hiç gelmedik. sadece kendi yazdıklarıyla sayın ayrancıoğlu'nu tanıyor ve kendi hakkında yazdıklarını doğru kabul edip ona göre yaklaşıyorum. yaptığım bundan ibaret. o ise tanışma boyutunda benimle aynı kulvarda olduğu halde sürekli beni bir yerlere tıkıştırma gayreti içine düşüyor. sonra sayın ayrancıoğlu sırf çizdiğim birkaç çalışmaya bakıp, hakan alpin şu politik konumdadır, dedi diye acizane kariyerimin detaylarını buraya aktarmaktan imtina ederim. sadece eksik bilgiye sahip olduğunu belirtmekle yetiniyorum. bu konuda kendisine şahsımı rahatlıkla örnek verebilirim. dava konusu olan "tek" karikatürünü görmediğim için hayali bir değerlendirme yapmaktan kaçınmıştım hatırlarsanız. ayrıca kendisine konunun serbest olduğu bir ateş hattında değil, yalnızca karikatür sanatının ve içeriklerinin paylaşıldığı bir forumda olduğumuzu hatırlatmakta da 'yeniden'fayda görüyorum.
son olarak sayın ayrancıoğlu'nun şahsına seslenmek istiyorum: dostum, sizin yapacak başka işiniz olmayabilir ancak ben şu günlerde işlerimle 
meşgulüm.bundan dolayı size eskisi kadar uzun cevaplar veremezsem beni mazur görün.aslında söylemek istediklerimi tam anlamıyla zaten söylediğime inandığımdan,bu noktadan sonra olay benim için sadece tekrar boyutunda kalacak gibi görünüyor. yine de eğer başka konularda bir paylaşımımız olursa ben yine burada olacağım.
saygılarımla.
hakan alpin<[email protected]
 
sayın ayrancıoğlu'nun şahsında diğer arkadaşlar(ım)a,
insanlar tercihlerinde serbesttir, ancak sonuçlarına da katlanırlar.sivrilik birilerine her zaman törpülenmesi gereken birşeymiş gibi görünebilir. sivrilerek kronik hale ge(tiri)lmiş bir muhalifliğin insanın yanında olması gereken kişileri bile rahatsız etmesini tariflemeye çalışıyor(d)um. sayın ayrancıoğlu, maruz bırakıldığı haksız durumlara karşı içinde biriken öfke ve veryansın duygularının etkisiyle olsa gerek,
"yıkıcılık" gibi bir kavramı bile ciddi ciddi savunur durumda kalabiliyor,ancak açıklamasına devam ettiğinde bu kavramın altında aradığı asıl şeyin "yenilik ve umut" olduğu beliriyor. demek ki ayrıldığımız nokta burası değil, zira "yenilik ve umut" konusunda herhalde sırf ben değil, hepimiz kendisiyle tamamen aynı fikirdeyiz.
gelelim fikir ayrılığının düğümlendiği noktaya... sayın ayrancıoğlu benim "politik konumum" hakkında ancak zerre kadar fikir sahibidir, ve bu kadar az bildiği bir konuda atıp tutması onu fazlasıyla ofsaytta bırakıyor. "uzlaşma" ve "yumuşaklık" kavramlarını tu-kaka edilmiş bir dille sunuyor ve beni bunlarla adeta komediye kaçan bir şiddetle "suçluyor" kendisi. şahsi fikrimce anlamayı başaramadığı şudur: hangi sisteme karşı savaşıyor olursanız olun, her şeyin bir yeri, her çıkışın bir zamanı, her atışın bir isabeti vardır. atari oynar gibi devamlı ateş ederek hiçbir başarı elde
edilemez. baştan beri savunduğum budur, ve -üzgünüm ama- bu demagojiyle
değiştirilemeyecek açık bir gerçektir. içgüdüsel saldırganlığı mantık süzgecinden geçirmeden kullanarak hareket ettiğini düşündüğüm sayın ayrancıoğlu, bu coşkunluğunu bıkıp usanmadan yaşarken birden önüne çıkmamdan şikayet etmekte... hemen belirteyim, "yanlış hedef" derken kastettiğim kendisinin bu tavrı değildi, zira işte bu benim için tam turnanın gözünde duruyor. yanlış hedeften kastım, kendisine karşı girişilmiş olduğunu sonradan öğrendiğim tatsız polisiye harekata yönelik olası duygularını "sivriliğinin" bir tür temeli olarak görebileceğimi yansıtamamamdı. ancak
anlaşılsa bile hoşgörülebileceği şüpheli olan saldırganlığın benim için hala negatif eleştiri konusu olduğunu yinelemeliyim. bu hengamede beni "kurum fetişistliği" gibi pek zırva bir kavramla itham etmesi de herhalde aynı saldırganca alışkanlığın ürünü. haklılık kanıtlamanın en kolay yollarından birine saparak beni "köleleştiren
kurumları" savunmak veya arkalarında olmakla yükümlendirmeye kalkışması
öylesine komik ki, yanıt vermeye çalışmak bile bence zaman kaybı. bunun yerine şunu belirterek zamanı daha verimli kullanmayı tercih ediyorum: özgürlük adam gibi, yetişkin insan gibi aranır. bilgisayar oyunu oynayan yeniyetmeler gibi veya kimin dolduruşuna geldiğini farketmeden şiddet saçan örgüt kurbanları gibi değil!
diğer taraftan, devlet temelli düşünce kadar devlet-karşıtı düşünce de
gerçekleri görmeye engel teşkil eder. sayın ayrancıoğlu ikide birde beni
kurum savunucusu konumuna sokarak kendi kurum-karşıtlığını vurgulamaya
çabalıyor. şahsen savunduğum tema ve kavramları yukarıda yeterince vurguladım. ayrıca bu alanda bulunmayan, takip edemeyen üçüncü kişilere dil uzatmasını da kınıyorum. bu da ayrı bir yanlışlık çünkü. bence gerçek tükeniş, haklılığını dile getirme telaşı içinde kendi haricindeki her düşünceye saldırmaktır. bu yanlış tutumlara sıkça şahit olduğumu belirterek başlattığım bu diyaloglar zincirinin zaman kaybından daha olumlu sonuçlara götürmesi dileğiyle.
not: dava konusu olan karikatüre henüz ulaşamadığım için o konuda yorum
yap(a)mıyorum.
saygılarımla.
hakan alpin
TARTISMA SÜRÜYOR...
En son yazdığı yanıtının sonunda Alpin “bu noktadan sonra olay benim için sadece tekrar boyutunda kalacak gibi görünüyor” diyor. En başından beri zaten -tekrar boyutunda- benzer yüzeysellikleri gösterdiğinin farkında bile değil. Şimdi de -tekrarlarının yanında- beni eleştirmek için kendince yeni bir taktik uyguluyor: Yazdıklarından yaptığım alıntıları çarpıttığımı söylüyor ve yeni bir yönümü (sahtekarlığımı) keşfettiğini sanarak kendinden geçiyor. Başka bir yerde de onu eleştirirken çelişkiye düştüğümü öne sürüyor ve gene kendinden geçiyor.
Alpin benim “yalnız” olduğumdan dem vuruyor: “yalnız kalmışlığın bazı sorunları olsa gerek” diyor. Ve burada da benim psikolojik rahatsızlığım olduğunu vurgulamak istiyor. Alpin, “sayın Ayrancıoğlu'na 'saldırmak' gibi bir düşüncem yoktu, hâlâ da yok” diyebiliyor ama -temelsiz olarak- son iki yazısında doya doya saldırıyor: Bana özgürlüğü “adam gibi”, yetişkin insanlar gibi” aramamı öneriyor, “yeniyetmeler” ve “dolduruşa gelip şiddet saçan örgüt kurbanları” gibi davrandığımı belirtiyordu. Son olarak da benim “sahtekarlık” yaptığımı ve “psikolojik bozukluğum” olduğunu ima ederek saldırısını sürdürüyor. Bu saldırılarının geçerli bir temeli olsa sorun değil, ama tamamen kendi yüzeysel bakışıyla vardığı sonuçlar. Kendisine yönelttiğim eleştirileri “saldırı” olarak algılayabilirken bana bu söylediklerini “saldırı” olarak görmüyor. Önce dürüst olalım, gerçekçi olalım.
Şimdi de gerçeklikleri arayalım...
Alpin’in ilk yazısından bu yana yaslandığı temeller birer birer yıkıldıkça bocalaması ve tutunacak dal olarak temelsiz yakıştırmalara sığınması doğal. 
Artık uzun yazılar yazacak zamanının olmadığını, yapacak işlerinin olduğunu -uzun yazılar yazdıktan sonra- hatırlaması da doğal. Ya da önceki söylediklerini yeniden yorumlama gereksinimi duyması da... Tutunacak dalı kalmamıştır, tuttukları da elinde kalmaktadır...
Benim “yalnız” olduğumu söylerken ölçütü nedir belli değil. Ama o -”yıkıcı” kelimesinin her türünü devleti yıkmak olarak anladığı için itici bulan kafalardan alışkın olduğumuz ilkel duyguyla- “yalnız”lığın baştan bir yenilgi göstergesi olduğunu sanıyor. Bu “yalnız” adamın düşüncelerinin içindeki “milyarlarca insan”ı göremiyor... Galileo “dünya dönüyor” dediği için engizisyonun baskısına uğradığında yanında kaç kişi vardı? “Yalnız” olduğu için onun da bazı sorunları var mıydı? Hz. Muhammed peygamberliğini 
ilan ettiğinde bunu ilk kabul eden eşi Hatice oluyordu ve “yalnız”dılar. İlk müslümanlar hep yalnızdılar ve egemenlerin baskısına uğruyorlardı. Ben de dahil tüm bu “yalnız”ların içinde büyük kalabalıklar vardır. Ürettiklerimi binlerce insanla paylaştığımı söylememe gerek var mı? Bizim gibi yaratıcıların -yaşamını tek kişilik bir hücrede geçirse bile- “yalnız” olamayacağı kesindir. Bu kesinliği İstanbul’da zindandayken yazdığı bir şiirde Nazım çok güzel gösteriyor. Kendisi o dönem zindandadır, Türkiye Komünist Partisi’nin “hain”idir ve Türk aydını tarafından “yalnız” 
bırakılmıştır. Ama “yalnız” değildir, şunları yazabiliyor;
(...)
Ben ve bizim mahalle bakkalı İkimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika’da.
Fakat ne zarar,Çin’den İspanya’ya, Ümit Burnu’ndan Alaska’ya kadar her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.Dostlar ki bir kerre bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar kanlarına susamışım.
Benim kuvvetim:bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
(...)
Alpin’in biçimsel “yalnız”lığıma kanıt olarak gösterebileceği tek şey var, o da grupta benim görüşlerime destek veren olmaması. Ama, o zaman Alpin de “yalnız”dır çünkü onu da destekleyen yoktur. “Yalnız” olmadığımı yeterince ortaya koyduğumu sanıyorum. Şimdi bakalım Alpin “yalnız” suçlamasının temelsiz olduğunu kabul edip tükürdüğünü yalayacak mı? Yoksa laf karmaşıklığı yaratıp işin içinden sıyrılmayı mı deneyecek? Ya da susacak mı? 
Şu da var, Alpin gibi olguları yarım yamalak algılayıp temelsiz sonuçlara varanların oluşturduğu bir “kalabalık”tan olmaktansa “yapayalnız” olmak daha iyidir...
Uzunca bir alıntı olacak ama gerçekliği göstermek için zorunlu olduğunu düşünüyorum. Alpin şunları yazıyor: “sayın Ayrancıoğlu'nun başka bir yönünü 
keşfetmemi sağlayan bir gelişmeden bahsetmek isterim şimdi de. bir yazımdaki, "öncelikle karikatür sanatı ve üreticileri adına kurulmuş olan Karikatürcüler Derneği’nin sizi davanızda yalnız bırakmasını çok yanlış bulduğumu belirtmeliyim. insan böylesi durumlarda paylaşımda olduğu kişileri yanında görmek ister. bu tür durumlarda kişiselliğin omuz arkasındaki heybeye atılması ve en azından dediğiniz gibi başkan veya onu temsil eden birilerinin o ortamda bulunması gerekirdi bence. Bu konuda yapacağınız her "sesli" değerlendirmede yanınızdayım yani..." ... ifadesini alıp kafasına göre değiştirerek, "Karikatürcüler Derneğini eleştirdim diye beni eleştiren 
Alpin daha sonra gelişip değişerek 'sesli değerlendirmelerinizde yanınızdayım' dedi," ... gibi bir saptırmayla, olayı yazdıklarımla hiç alakası olmayan bir noktaya taşıma gayretine düşerek beni şaşırttı.” 
Alpin’in -şu anda yürüttüğümüz tartışmanın başlamasına neden olan- ilk yazısı benimle yapılan bir söyleşideki dernek eleştirisine sitemli bir tepki içeriyordu. Ben o söyleşide yargılanma sürecimizde bizi yalnız bırakan derneği eleştirmiştim. Sitemli tepkisinde Alpin; “kendimi bildim bileli Karikatürcüler Derneği’nin etkinliklerinin dışında kalan veya kaldığını düşünenler vazgeçilmez bir klasik haline gelen derneğe, yönetiminin 
kararlarına karşı duruşlarını ifade edip dururlar. vazgeçilmez diyorum çünkü 
artık çok basmakalıp oldu bu durum. bakıyorum derneğin hemen her uygulamasından rahatsız olan birileri daima var” demişti. Ben de yanıtımda işin bu kadar basit olmadığını eleştirimi ayrıntılandırarak göstermiştim. Ve bunun üzerine sonraki yazısında Alpin yukarıda da geçen “bu konuda yapacağınız her ‘sesli’ değerlendirmede yanınızdayım yani..." lafını etmişti. Bu alıntıyı böyle ya da yukarıdaki bütünlüğüyle de okusak çıkan anlam değişmiyor. Alpin’in “yanınızdayım” dediği durum, davamızda bizi 
yalnız bırakan derneğe karşı yapacağımız “sesli değerlendirmeler”dir. 
Davamızda yanımızda olmayan derneğe karşı “sesli değerlendirmeler”imiz ne 
olabilir? Elbette eleştiri olabilir, teşekkür olacak değil ya... Görüldüğü gibi derneği eleştirdim diye başta sitemli bir tepkiyle yola çıkan Alpin “gelişip değişerek” dava konusunda derneğe karşı yapacağımız “sesli değerlendirmelerimizde” yanımızda olduğunu söyler konuma geliyordu. Yukarıda yaptığım uzun alıntıda ise beni yazdıklarını tahrip etmekle suçluyor ve gelişip değişmediğini göstermek istiyor. Burada da sadece suçlayarak baskın çıkma taktiğini kullanıyor. Yaptığımı söylediği tahrifatları gösteremiyor. 
Anlaşılıyor ki asıl tahrifat Alpin’in anlayışındadır. Aynı şey “devlet”e dair düşüncelerinde de geçerli oluyor ve bu konuda da gelişip değiştiğini kabul etmek istemiyor. Alpin’e önerim, değişip gelişmek istemiyorsa ona göre yazsın da kafamızda yanılsamalar yaratmasın...
Son yazısının başlarında benim dernek tarafından yalnız bırakılmamı bizi tekrar tartışmanın başına döndürecek şekilde yorumluyor ve; “'niye yanımda kimse yoktu'dan başlayarak, 'yanımda olmalarına engel olan birşeyler mi yapıyorum'a dek uzanan bir özeleştiri zincirinin” ortada durduğunu belirtiyor. Alpin ne zaman içi dolu bir eleştiri yapacak sabırla bekliyorum ama bunun da içi boş çıkıyor. Öncelikle düzeltelim, dernek yalnız beni değil Seyit Saatçi’yi de yalnız bırakıyordu. Ama Alpin kurum fetişisti olduğu için bunu göremiyor ve son tahlilde haklı olan kurum oluyor ve suçlular biz kullar oluyoruz... İlk yanıtımda dernekle benim birbirimizden uzaklaşma 
sürecini ve bunun bir zorunluluk olduğunu göstermiştim. Sorun tamamen ideolojik konumlardan kaynaklanıyordu. Bunun kanıtı olarak derneğin Seyit’i de yalnız bırakması da gösterilebilir. Çünkü pekçok dost gibi Seyit de estetik, sanat ve mücadele konusunda ortak değerleri sahiplendiğimiz biridir ve bu doğal olarak eserlerine de yansımıştır. Ben bu yalnız bırakılmayı doğal gördüğümden sitem bile etmiyordum. Bunları tekrarlamaya gerek yok. 
Hadi diyelim -Alpin’in engin görüşü gereği- ben sivri dilli saldırganlıklarım yüzünden bu davada yalnız bırakıldım, ya Seyit neden yalnız bırakıldı. Seyit benim gibi derneği eleştiren yazılar da yayımlamadı. 
Üstelik Seyit bana göre çok daha önce karikatüre emek vermeye başlamış biri 
ve derneğe de emekleri benden çok daha fazla olmuştur... Fetişist Alpin Seyit’e de özeleştiri yapması gereken konular bulur belki. Ama eğer dernek birlikte yargılandığımız için -benden dolayı- Seyit’i yalnız bırakıyorsa bu alçaklıktır. Alpin bunları neden düşünmüyor? Düşünmüyor çünkü kurumlarla güdümlü kafası bunları düşünmesini engelliyor... Düşünmüyor çünkü suçlayarak baskın çıkmak daha kolay oluyor...
Alpin önceki yazısında benim eleştirinin özelliği olarak savunduğum “yıkıcılık” kavramına bir polis şefi gibi önyargılı yaklaşıyordu ve ayrıca “dolduruşa gelip şiddet saçan örgüt kurbanları” gibi olduğumu söylüyordu. 
Ben de onun bu ihbarcı benzetmelerini “yasadışı yıkıcı örgüt üyesi olduğum 
sanrısına kapılmakta” diye yorumluyordum ve ayrıca “örgüt üyeliği suçlamasıyla yargılandığım”ın müjdesini veriyordum. O da buna şu yanıtı verdi: “Benim tespitlerime önce 'sanrı' deyip ardından da doğruluğunu kendi ifade etmesi ayrı bir tezat oluşturdu sayın Ayrancıoğlu için.” Körlüğün bu kadarına ne demeli. “Sanrı” ruhbilimde “gerçekte var olmayan şeyleri görmek, işitmek gibi dayanaksız algılama”lar için kullanılan bir kavram. Ben de yasadışı örgüt üyesi olmadığımı adım gibi bildiğimden Alpin’in “sanrı” içinde olduğunu vurgulamıştım. Şimdi tutmuş DGM’de bu konuda yargılanmamı örgüt üyesiymişim gibi algılıyor ve “sanrı”diye yorumladığım tespitlerinin 
doğruluğunu ifade ettiğimi söyle yebiliyor. Suçlayarak baskın çıkmak için beni örgüt üyesi yapmadığı kalmıştı, onu da yaptı...
Görüleceği gibi artık tartışmada benim işlevim Alpin’in yüzeysel değerlendirmelerle vardığı içi boş sonuçların içini doldurma boyutuna inmiş durumda. Eğer Alpin olguları ve olguların ardındakileri nedensellik bağlamında ilişkilendirerek gerçekliğe varabilmeyi başarırsa tartışmamız daha üst boyutta sürecektir. Ama salt yüzeyselliğe takılıp oradan vuruşlar yapmaya devam ederse ben de istemeden de olsa alt boyuttaki tartışmayı sürdüreceğim... Alpin önce onu neden karşı safa yerleştirdiğimi anlamaya 
çalışmakla işe başlayabilir. Onu karşı saflarda görmem bir olgu. Bu olgunun 
ardında binlerce yıllık insanlaşma mücadelesinin yansımaları var. Ve insanlaşma mücadelesi yerleşik olana yamanmakla/eklemlenmekle değil, sürekli eleştirellikle, devinimle, hareketle sürüyor. Bugün azbuçuk özgürlükler kazanılmışsa -ya da en azından kafalarda bile yaşatılıyorsa- bu uğurda binlerce yıldır ödenen bedeller sayesindedir. Devlet-karikatür tartışmalarındaki konumundan tutun da şimdiki tartışmamızdaki konumuna ya da bunların dışındaki -görebildiğim- yazı çizilerine kadar tüm göstergeler Alpin’in insanlaşma mücadelesinin içinde değil karşısında olduğunu 
kanıtlıyor. Alpin buna itiraz edebilir kuşkusuz. Ama itiraz tek başına bir şey ifade etmiyor. İtirazının gerekçelerini de somut olarak ortaya koyabilmeli. Ben onu karşı safa yerleştirmeden o kendi safını seçme cesaretini gösterebilmeli... Yok eğer “benim öyle kesin hatlarıyla seçilmiş bir safım yok” diyecekse ben de ona “saflık da bir tür saf tutmadır” derim...
Bitirirken ben de Alpin’in kendisine seslenmek istiyorum: Öncelikle yargılanmalarımla ilgili belirttiğiniz üzüntülerinize ve iyi dileklerinize teşekkür ediyorum. Ama hakkımdaki diğer düşüncelerinizin arasında bu iyi niyetiniz çelişki oluyor ve eğreti duruyor. Ne de olsa sivriliğimin ve saldırganlığımın cezasını çekiyorum... Lütfen daha tutarlı olun... Sizin gibi benim de bir hayli işim var ve işlerimden biri de sizin gibilerle 
tartışmak oluyor şimdi...
aşkın ayrancıoğlu

"Aşkın Ayrancı" <[email protected]>Sun, 07 Apr 2002 19:51:21 +0000

sayın ayrancıoğlu,
lütfen bakın, deyip size göstermek isterdim şu yanımdaki hendeğin ötesine
geçirebildiğim deve sürüsünü. ancak siz inatla ve ısrarla 'gerçekleri görüntüye feda etmek'tesiniz. 'laf' denilen şeyi -mümkün mertebe en makul türkçeyle- tarafınıza anlatmayı başaramadığımın belgesi olan son mesajınızı okudum. derdim asla size birşeyler empoze etmek olmadı, amacım dünyanın sizi ilgilendiren kısmıyla olan ilişkilerinizin daha pozitif olmasına yardımcı olabileceğine inandığım bazı şeyleri fısıldayıp, değerlendirmelerinize sunmaktan öte değildi, hâlâ da değil. bundan dolayı şimdiye kadarki iletişim gayretleriniz için teşekkür edip, size -gerçekten- hayırlı yolculuklar diliyorum. yolunuz nereye düşerse---
saygılarımla.
hakan alpin
Merhabalar. 
Sevgili arkadaslar, gruptaki tartisma duzeyini bozmadan, hepimizin anlayaca€i ve bilgilenecegi yazilarin devamini diliyorum.
Yazilanlari bir kac gundur okuyorum hatta bu konuda bir fikri olup sagda,solda vırır edenler bile okuyorlar. Ancak onlar bundan once de oldugu gibi fikirlerini ellerinde kadehlerle sergi açilislarinda veya toplu yemeklerde dile getirler: "Monser ben sahsen bu gibi tartismalari dogru bulmuyorum,ben karikatur ciziyorum (senede 5-10 tane)" "... veya " ... yazisacaginiza oturun karikatür çizin" (Zaten karikatur oturup cizilir, ben denedim ayakta zor oluyor)
Simdi isin komik tarafini birakalim. Seyit ve Askin'in durumu gercekten butun karikatur cizen ve bundan sonra cizecek olanlar icin cok onemlidir.
Ben gectigimiz sene bu gibi davalarin cok onemli oldugunu yazmistim. Bunun onemini hukukcular daha iyi bilirler. Bu dava karikatur cizerinin alehine sonuclanırsa ileride emsal olarak kullanilabilir. Benim bildigim bu. Karikatur, demokrasisi yarim ulkelerde en fazla one cikan ugrastir. Son yıllarda devlet politikalari icinde en fazla onem kazanan konu sivil toplum orgutlerini eglence orgutleri konumuna getirme gayretidir. Bunun icinde basin da vardir.Bunu Milliyet Gazetesi'nden atilan Gazeteci Nilgun Cerrahoglu anlatmisti. Kendisine ust taraftan "siyasi yazilarinizi azaltin, magazinel konulara el atin" demisler. Simdi buna benzer sorunlar biz karikatur cizerlerinin de basina geliyor ve gelecekte sorunlar artabilir. Karikaturculerin cizgilerinde olmayan suc unsurlari sanki varmis gibi ortaya atilabiliyor. Amac karikaturu magazin kılıfı gecirmektir. "Bakin siyasi konulara girmeyin sonucta bu iki arkadasiniz gibi yillarca mahkemelerde surunursunuz" demeye getiriliyor.
Bizler iki arkadasimiza sahip cikmak adina bir duyuruya kulak verdik. isimiz sadece karikatur cizmek oldugundan bu sergiye cizgilerimizi yolladik. Ancak kac kisi? Bu grupta cok eski konularda iyi yazan hatta mangalda kul birakmayan arkadaslarin karikaturlerini o sergide goremedim.
Sergi acilisina bir Japon dostumu da goturmustum. Orada karikaturculeri oven konusmalar yapiliyordu. (Ancak bir de sigara dumani olmasaydi cok daha sevinecektim.)
Arkadaslar, bu sergiyi genisletelim. Sergiyi hepimizin olan dernegimizde acalim. Oraya basini da cagirip onlardan da destek isteyelim. Biz isteyelim onlar bu destegi vermezlerse bizden gunah gitmis olsun.Bu konuda fikri olan?
Kamil Yavuz

Kamil Yavuz<<[email protected]>>/Fri, 05 Apr 2002 12:35:20 +0300

Sevgili Kamil,
bir dost olmanın ötesinde, sanatçı olmanın da getirdiği sorumlulukla 
başından beri sunduğun destek için teşekkür ediyorum. Teşekkürüm Seyit’le 
Aşkın’a desteğinin karşılığı olarak değil, senin ve Abdülkadirin de dikkat 
çektiğiniz gibi genel anlamda karikatüre/sanata ve onun özgürleşmesine 
sunduğun(uz) destekten kaynaklanıyor. Gerçekten de sorun Seyit’le Aşkın 
sorunu değildir. Yıllar önce Ratip Tahir Buraklar,Turhan Selçuklar, Ferruh 
Doğanlar, Yalçın Çetinler, Ali Ulviler... Dün Dogan Güzeller, Ertan 
Aydınlar, Ahmet Erkanlılar... Bugün bizler... yarın başkaları bu 
tahmmülsüzlüğün hedefi olabilecektir. Sorun özgür yaratımı engelleyen 
tutuma karşı güçlü durabilme sorunudur. Bu başarılamamıştır çünkü çoğunluk 
“adamına göre” destek sunmayı seçmektedir. Elbet bu da aşılacaktır ama 
beyinler özgürleştikçe...
Saptamalarının hepsine katılıyorum ve önemli buluyorum. Ancak “karikatür 
susmaz” sergisinin dernekte açılması önerinin gerçekleşmesi konusunda 
umutsuz olduğumu söyleyebilirim. Bu sergiye başta destek veren -ve bültende 
de duyuran- dernek; (arkadaşlardan öğrendiğime göre) serginin açılmasına 
birkaç gün kala desteğini çekmiş ve arkadaşlar da sergi afişinden derneğin 
amblemini çıkarmak zorunda kalmışlar. Ama olsun, bizim işimiz umutsuzlukta 
da umut yaratmaktır... selam ve sevgiler... Aşkın Ayrancioglu

"Aşkın Ayrancı" <[email protected]/Sat, 06 Apr 2002 10:19:06 +0000

 

 
 

 

 
1
Hosted by www.Geocities.ws