SEVİLLA 2002 İÇİN LİBERTER ÇAĞRI

Dünyanın Gidişatına Karşı: İtaatsizlik!

Avrupa Topluluğu: Sosyal Haklara Karşı Bir Savaş Makinası!


Laeken Zirvesi (Brüssel), yeni "AvrupaDüzeni"nin kabulü ve "Hızlı Müdehale Kuvvetleri"nin teşkil edilmesi ile beraber, 2001'in ikinci yarısındaki Belçika'nın Avrupa Birliği dönem başkanlığını sona erdirdi. İspanyol hükümeti, iki belirgin amaıyla 2002 yılı başkanlığına başladı: güvenlik bahanesiyle daha çok baskı ve daha fazla ticaret.

Sermayenin ve savaşın çıkarlarına hizmet eden Avrupa kurumsal düzenlemelerine karşı protestolara ve devamlı çoğalan direnişe karşın, Avrupa Birliği'nin şu andaki kuruluş aşaması bu taktiklerdeki artışa işaret ediyor. "Avrupa Ltd."in çıkarına; toplumsal adaletsizliklerin, zenginlerin sömürdüklerine karşı yaptığı baskının, eşitsizliklerin, kadınlara karşı ataerkilliğin dayatılması; ve "arka bahçeleri" olarak görülen doğu veya güney ülkeleriyle olan ilişkilerinde bunların dayatılması söz konusu. Cezayir ve Arjantin: finansal çıkar sağlama araçları olarak kullanılan açlığa veya yoğun suçlara ilişkin hiçbir kaygısı olmayan; Avrupa dahil olmak üzere heryerden gelen uluslarötesi şirketlerin yarattığı talanın en son örnekleri.

Haziran 2002'deki Sevilla Zirvesi, terörizmle mücadele etme bahanesiyle toplumsal kontrol politikalarını çoğaltacaktır; gerçek nedense aslında özel hayatımıza karşı saldırıdır. Onlar tüm bir nüfusu, Büyük Kardeş [AB] tarafından devamlı surette ve tamamıyla kontrol edilen itaatkâr varlıklara dönüştürmek istiyorlar.

AvrupaPolisi, AvrupaAdaleti ve AvrupaDüzeni ile Schengen'de oluşturulan sınır kontrolü politikaları onlara yetmiyor. Sevilla'da, AB savunması ve güvenlik politikalarına terörizme karşı savaşın da dahil edilmesini istiyorlar: günlük yaşantıda ve sınırlarda artan polis kontrolleri, internet iletişiminin kontrol edilmesi için yasal kılıflar sağlanması, tüm kamusal alanlarda güvenlik kameralarının kullanımının yaygınlaştırılması.

Bunlar İnsan Hakları Bildirisi'nın girişi niteliğinde olacak olan Avrupa Anayasası'na da taşınacak. Nice'den Brüksel'e kadar binlerce protestocuyu ortaya çıkaran şey, mevcut toplumsal hakları baştan aşağıya silip süpüren bu Bildiri'ye karşı gelişen muhalefetin kendisidir. Avrupa liderleri ellerinde bu Bildiriyle, toplumun çoğunluğunun arzu ve ihtiyaçlarına tamamen zıt bir yerdeler. Biz işte bu nedenle, en temel haklarımızdan yoksun bırakılmayı reddettiğimiz için yine yürüyoruz. Toplumsal direniş Sevilla'ya doğru olan yürüyüşüne başladı.

Liberter hareketin doğrudan eylem ve özyönetim yoluyla desteklediği ve yükselttiği tüm bu talepler, tüm bu direniş; toplumu radikal bir şekilde değiştirmek, refahı paylaşmak, eşitlik oluşturmak ve liberter özyönetimli bir demokrasi inşa etmek için yürütülen uzun vadeli kavganın bir parçasıdır.

AVRUPA: BİR YALAN MI?

"Avrupa'nın inşası"nın başlangıcından itibaren, tüm ülkelerden ve tüm eğilimlerden olan siyasetçiler gerçek planları hakkında, ve yaptıklarının ve aldıkları kararların gerçek sonuçları hakkında bize yalan söylediler.

Onların gerçek amacı, kapitalizmin hizmetinde olan siyasi bir kurum olmak; ve toplumsal çoğunluğun çıkarının aksine küresel pazarda rekabet edebilmek için kapitalizme gereken her şeyi sağlamaktır. Bunun en iyisi olduğuna, ve bu nedenle de onlara göre yegane olası çözüm olarak haklarımızdan vazgeçmemiz gerektiğine bizi inandırmaya çalışıyorlar. Biz tüm bu yalanları reddediyoruz.

AVRUPA: DAHA FAZLA ÖZGÜRLÜK MÜ?

Paranın aklanması dahil olmak üzere finansal işlemler için; kullanılacakları yerden giderek daha uzaklaşarak rasyonel olmayan bir şekilde üretilen sermaye için, mallar için daha fazla özgürlük. İşçiler arasında ihtilaf yaratan ve onları birbirleriyle rekabete düşüren kamyon taşımacılığı daha fazla kirlilik demektir. Bu her zaman insanlar, toplumsal gruplar ve ezilenler için daha az özgürlükle sonuçlanır. Bu, kendimizi örgütleyebileceğimiz ve toplumsal mücadelemizi sürdürebileceğimiz daha az hak ve daha az demokratik alan demektir daima.

Avrupa politikaları giderek artan ölçüde çalışma koşullarının düzensizleştirilmesi [deregüle edilmesi] ile tanımlanmaktadır. Bu, artan güvensizlikten ve sefaletten, toplumsal hakların ortadan kaybolmasından ve fayda sağlayan her şeyin --sağlığın, eğitimin, taşımacılığın, ...-- özelleştirilmesinden gözlenebilir. Düzensizleştirmenin özgürlükle hiçbir ilgisi yoktur. Avrupa Birliği'nin gözünde, özgürlük kümesteki tilkinin özgürlüğüdür.

Kamusal kurumların özelleştirilmesine, yoksullaşanları etkileyen yeni bir politika eşlik ediyor. Bu amaç doğrultusunda, sefaletin idare edilmesi daha fazla hapishane gerektiriyor. Toplumsal ayrımcılık kapitalizmin evriminin ulaştığı en son noktadır. Avrupa politikalarının (yanlızca Avrupalılara ait olmayan ve büyük güçlerin hepsi tarafından paylaşılan) amaçlarından birisi de nerede olurlarsa olsunlar yoksulların kontrol altına alınmasıdır. Bu, Avrupa'yı gerçek ve hakiki bir Kale'ye dönüştürmektedir.

Yoksullar şehirlerin dışındaki varoşlara hapsediliyorlar. Bu bölgelerdeki sefalet artıyor. Benzer şekilde, sefaletle yüz yüze kalan insanlar diledikleri yerde yaşamanın giderek güçleştiğini görüyorlar. Aksinin olduğundan daha fazla olayda, yoksulluğun kurbanı yeni bir bölgeye yerleşmek istediğinde ona geldiği yere geri dönmesi söyleniyor.

Bu sefaleti idare etmek için daha büyük bir polis kuvvetine ihtiyaç duyuluyor. Hem solcu hem sağcı hükümetler, bu kadar kalabalık bir nüfusu sadece polis kullanarak kontrol etmenin imkansız olduğunun farkındadır. Bu nedenle, her bir yurttaşı medeni olmayan veya tuhaf olan herhangi bir davranışı takip ve ihbar edeceği, birer sivil polise dönüştürmek istiyorlar. Sıfır hoşgörü hakkındaki tiradların popüler olmasına şaşmamak lazım.

Kapitalistlerin bakış açısından bir Avrupa inşa edilmesi demek, refah devletini parçalamak; otoriter politikaları ve güvenliği güçlendirerek, Devlet'in en "sert" yüzü yerine "yumuşak" yüzünü geçirmek demektir. Bu bağlamda, 11 Eylül saldırıları iktidardaki siyasetçiler için beklenmedik bir hediyeydi: terörizmle mücadele bahanesiyle, tüm hukuki mücadele araçlarını küreselleşme ve/veya kapitazlime karşı savaşan militanları ve varoşlarda yaşayanları bastırmak amacıyla yürürlüğe geçirmiştir.

Biz şunları öneriyoruz:


AVRUPA: SERBEST DOLAŞIM MI?

Göçmen politikaları giderek daha fazla baskıcı bir hale geliyor. Ama bunların hedefi yasadışı göçmenlerin tümünü sınırdışı etmek değildir. Üç nedenden ötürü bu imkansızdır:

Hedef, en berbat ücretler ve çalışma koşullarının eşliğinde iş güvenliğinden yoksun olduğu çalışma koşullarını kabul edecek bir işgücünü elinde tutmaktır. Ekonominin bütün kısımları kârlarını bu insanların sömürüsüne dayandırmaktadır: inşaat şirketleri, restorantlar, tekstil, tarım, vb.

Göçmenler, AB'ni kurmak üzere alınan özgürlük-öldürücü önlemlerden en çok acı çeken kesimdir. Tüm Avrupa çapında, kayıtlara geçirilmemiş "resmi dokümanları olmayanlar" [san papiers] ve zorunlu sınırdışı edilmeler seli ile karşılaşıyoruz; bu göçmenlere baskı, sefalet ve ölüm olarak geri dönüyor. Bu önlemler Avrupa'da yaşayan herkesi etkilemektedir. Kamusal ve bireysel özgürlük üstündeki kısıtlamalar bir norm haline gelmiştir. 11 Eylül'ün sonucunda terörizme karşı ilan edilen küresel savaş; sermayenin ve Devlet'in toplum karşısındaki gücünü gerçekten de çoğaltma planı altında, olağanüstü hal politikalarını dayatmanın bahanesi olarak kullanılıyor.

Bu hususta şunları talep ediyoruz:


AVRUPA: DAHA FAZLA REFAH MI?

Avrupa'da kontrol altında tutulan, sömürülen ve iş güvenliğinden yoksun milyonlarca işçi var. Yetersiz ücretler yüzünden milyonlarca işçi sefaletin içine düşmüş durumda. İşsiz, evsiz veya gecekondu bölgelerinde yaşayan, tıbbi bakımsızlık yüzünden hasta veya düzgün bir eğitimden yoksun milyonlar var.

Refah, endüstriyel ve finansal kapitalistler; ve onların siyasetçilerden, teknotratlardan ve uzmanlardan oluşan bekçileri; ve hisse senedi piyasası çöküşlerini yaratan, şirketlerin yerlerini değiştiren ve destekler ve mali yardımlarla kendilerini şişiren borsa yatırımcılarından oluşan küçük bir azınlık için ayrılmış durumda.

Bizler kendi adımıza kapitalist refahın küçük bir azınlığın elinde birikmesini kesinlikle reddediyoruz.


AVRUPA: BARIŞ MI?

Avrupa Birliği ülkeleri, dünya çapındaki çatışmaların ana sebebi olan NATO'nun bir parçasıdır. Bu ülkeler Irak'daki, eski Yugoslavya'daki ve Afganistan'daki savaşlara aktif olarak katıldılar. Avrupa, dünyanın en berbat diktatörlüklerinin askerlerine ve polislerine silah satıyor, onları eğitiyor.

Avrupa, şiddetli karşıtlıkları ve direnişleri teşvik etme, ve ulusal kimliklerin hortlatma kapasitesine sahip emperyalist siyasi, ekonomik ve kültürel politikaları takip etmektedir. Bu emperyalizm, gezegendeki çoğunluğun acı çektiği bugünkü barbarlığın sebebidir.

Bu doğrultuda, şunların derhal yapılmasını talep ediyoruz:


AVRUPA: GÜVENLİK Mİ?

Bu, spekülatörler, işçilerini kovan patronlar ve çürümüş siyasetçiler için güvenlik demektir.

Aynı zamanda da, bu polis güvensizliği demektir. Polislerin her türlü hakkı vardır; "sadece-yapmak-istemeleri-yüzünden" kendilerini kontrolden yoksun bırakmadan, ırkçı yasaların desteği ile daha fazla kimlik kontrolü ve diğer baskı çeşitlerini uygulamaktalar. Avrupa, gerçek mermiler ateşleyen polisler ve Cenova ve Göteburg'daki protestocuların katledilmesi demektir.

Son olarak Avrupa, mücaledele veya kavga etmek için tüm belli belirsiz arzuların tahrip edilmesi korkusunun ve sefaletin kullanıldığı; sosyal güvensizliğin, kurumsal işsizliğin ve işgüvencesi olmayan istihdamın norm olması demektir.

Bu günlük hayattaki güvensizlikten kurtulmak için, şunları yapmalıyız:


AVRUPA: DOĞAYA SAYGI MI?

Kapitalistlerin üretimi artırma planları bizi doğrudan doğruya duvara toslamaya götürüyor. Açıkça gezegenimizin ekolojik sınırlarına yaklaşmaktayız: iklim değişimi, küresel ısınma, nükleer tehlike, zehirli gıdalar, genetik müdehaleler ve diğerleri ... Ekonomik güçler ve onların siyasi işbirlikçileri, kârlarını artırmak için üretkenliğin artırılması çağrısında bulunuyorlar. Bunlar, gezegenimizi yaşanması imkansız yapan gerçek doğa katilleridirler.

Avrupa herşeyin ötesinde ekolojik ve sıhhi bir güvensizlikle karşı karşıya: petrol sızıntıları, endüstriyel felaketler, deli dana, hayvanlardaki ayak ve ağız hastalıkları, ve GMO'lar (Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizmalar, ing. Genetically Modified Organisms).

Bu amaçla, şunları yapmalıyız:


AVRUPA: DEMOKRASİ Mİ?

Bürokrasinin Avrupa'sının, Avusturya ve İtalya'da içinde Faşist bakanların bulunduğu hükümetlere karşı hiçbir itirazı yok. Patronların çıkarına tasarlanmış bir Avrupa oluşturulmasına karşı çıkılan, Danimarka'da ve yakın zamanda İrlanda'da yapılan referandumları dikkate bile almıyor. Sonuçlar Brüksel'deki teknotratların çıkarlarına uygun düşene kadar, bu referandumları basitçe ya gözardı ediyorlar ya da tekrarlatıyorlar. Avrupa'nın işleme şekli anti-demokratiktir; ve bu burjuvazinin ve çokuluslu şirketlerin hizmetinde olan teknotratlar çetesinin sebep olduğu bir sonuçtur.

Avrupa'daki Batı toplumları, kendi hükümetleri tarafından benimsenen politikaların sorumluluğundan ebediyen kaçınamazlar. Gerçekte kapitalist barbarlık onların adı kullanılarak sürdürülmektedir. Demokrasi halkın halkça idaresi demektir. Bugünkü sözde demokratik hükümetler, seçmenlerine söz verdikleri programlar temelinde, [ancak] herhangi bir kontrole tabii bir vekalet sistemi olmadan seçilmektedirler. Gerçeklik gösteriyor ki seçmenler, hükümetlerinin saptadığı politikalar üzerinde hiçbir kontrol veya etki kuvvetine sahip değiller.

Bu sayede, Cenova'da G8'den sorumlu olan insanlar 200.000 göstericinin taleplerini gözardı ettiler, ve kuvvet kullanılmasına, arkadaşımız olan bir göstericinin katledilmesine karar verdiler. Öte yandan ise, Avrupa komisyonu yakındaki bir binada konuçlanmış olan çokuluslu şirketlerin lobilerinin baskılarına gönüllü bir şekilde boyun eğiyor. Diğer bir şekilde ifade edilirse, siyasetçiler ve bürokratlar dikkatli bir şekilde kapitalist lobileri dinlerken, 200.000 protestocunun sesi ise "işitilmez" oluyor. Demokrasi bunun neresinde? Bizler, halktan kopuk bu boş piyasa demokrasisi kavramını reddediyoruz.

Şunları istiyoruz:


TOPLUMSAL DİRENİŞ KARŞI ZİRVELERLE YETİNMEZ.
SEVİLLA İLERİYE DOĞRU ATILMIŞ BAŞKA BİR ADIMDIR

Avrupa Birliği, G8, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi dünya kapitalizminin uluslararası zirvelerine karşı örgütlenmek gereklidir. Ancak, bu toplumun radikal bir şekilde değiştirilmesi İçin yeterli değildir.

Kapitalizmi yenmek için mücadelemimizin devamlı ve günlük olması gerekir. Toplumsal olsun, işyerinde veya siyasi olsun; işçiler tarafından yürütülüyor olsun, tehlike altındaki işçiler, işsiz işçiler, toplumsal kolektifler veya yurttaşlar tarafından yürütülüyor olsun; mücadelemiz tüm alanlarda olmalıdır. Haklarımızı savunurken; yaşam koşullarımızda iyileşmeler için, özgürlük ve eşitlik için, şirketler tiranlığının bağlarından kurtulmuş bir kültür ve toplum için; ve doğrudan demokrasi ilkelerini izlerken; hep birlikte.

Biz liberterler için, bu mücadeleler başkalarının elindeki erki [iktidarı] ele geçirmenin araçları değildirler. Bizler için, bu mücadeleler toplumu radikal bir tarzda değiştirmenin araçlarıdır. Biz erk değil, özgürlük istiyoruz; ayrıcalık değil, adalet istiyoruz.

"Sevilla İçin Liberter Çağrı"sı benzer görüşte olan tüm örgütlerin ve bireylerin imzasına açıktır. Dahil olmak istiyorsanız, lütfen iletişime geçin:

In English: Red Libertaria Apoyo Mutuo (İspanya): [email protected] - www.red-libertaria.org
In French: Alternative Libertaire (Fransa): [email protected] - www.alternativelibertaire.org
In Portuguese: [email protected]
In Spanish: Confederacion General del Trabajo: [email protected] - www.cgt.es

Bu çağrı Uluslararası Liberter Dayanışma'ya [International Libertarian Solidarity] dahil olan gruplar tarafından yapılmıştır. Onaylayanların tam listesi için web sitesine bakınız.


Andrew Flood'un ainfos'da yer alan çevirisinden bazı değişiklikler/düzeltmeler yapılarak buraya aktarılmıştır.

Çeviri: Anarşist Bakış

Kaynak: "Libertarian call to Sevilla 2002".
1