JOHN ZERZAN
İLE
RÖPORTAJ
JOHN ZERZAN
(1994)
John Zerzan
pekala gezegendeki en uç yazar olabilir. Zerzan'ın görüşlerinin
Unabomber'ın Sanayi
Toplumu ve Sonuçları'nın
yayınlanmasıyla ulusal ilgiyi çekmesi bir ölçüde
ironik --ironik çünkü onun yazıları etkilendiği söylenilen
bombacıdan çok daha aşırıdır. Zerzan'a göre, insanlığın gözden düşmesi
endüstriyalizmle ve hatta tarımla değil, sembolik kültürün
kucaklanmasıyla --yani dil, sanat, ve sayılar-- başlamıştır. Kültür,
bizim büyük kurtarıcımız olarak görülmesinin aksine, bizi
gerçekliğin duyumsal [sensational,
duygusal] kavranmasından, anın içerisinde kendimizi
gerçekleştirmek kabiliyetimizden uzaklaştıran bir aracıdır. Dil,
özneyle-sınırlı hale gelmiş bir iletişimdir, sanat sonsuz
derecede daha zengin olan gerçekliğin vekilidir, sayılar ise bizim ilgi
dünyamızı kurutan hayali bir aynılık [sameness,
tekdüzelik] pratiğidir.
Makalelerini topladığı eserleri Reddin
Unsurları ve Gelecekteki İlkel,
son yirmi yıldır anarşist çevrede izlemekte olduğu ilkelci
eleştirinin haritasını çıkarmaktadırlar. New York Times makalesiyle
başlayan, radyo ve televizyon röportajlarıyla devam eden şöhreti,
başından itibaren Unabomber'i suçlamayan az
sayıdaki teknoloji eleştirmeninden birisi olması konumu üzerine
odaklanmaktadır büyük ölçüde. Ancak, onun bakış açısı bundan daha
derindir. Biyoteknoloji ve genetik mühendisliğine
dayanan bir dünyanın gelişmesiyle beraber, Zerzan, kısıtlayıcı
bağlardan kurtulmuş yabanıl [wild]
insanın büyük taraftarlarından birisi olarak,
Taoist bilgelerin, Diojen'in, ve Rousseau'nun geleneğini sürdüren
birisi olabilir --belki de etkileri henüz ortaya çıkmamış olan yeni bir
geleneğin öncüsüdür.
SORU:
Çevrecilik benim için daima
daha çok iç karartıcı bir konu olmuştur. Bunun aksine, ilkelcilik
ise, insanlarla doğal dünya arasındaki gerilimleri gidermek için
mücadele etmesiyle güçlendirici bir şey olarak gözükmüştür Doğa ile
çatışma
içinde olmak yerine, arzularımızı televizyon ve striptiz alışveriş
merkezleri [strip mall]
dünyamızın asla yerine getiremeyeceği şekillerde gerçekleştirmeye
uğraşmalıyız. Geleneksel çevrecilik ile ilkelcilik arasında ne gibi bir
karşılaştırma yaparsınız?
CEVAP: Burada yaptığınız ayrım
hoşuma gitti, bana göre verimli bir ayrım. Bence ilkelcilik çevrecilik
için bir zemin hazırlar. Bu, bir mihenk taşı veya esin kaynağı
olarak, insanların çevreyle ona karşı yabancı bir güç olarak değil de
uyum içerisinde yaşadıkları birkaç milyon yıllık döneme gönderme yapar.
Çevrecilik çoğu kez yalnızca çok fazla konuya ana hatlarıyla bakan
reformizmle birlikte hareket eder. Ancak, sorunun uzun tarihinin
algılanması, doğanın bozulmasının kökenlerinin ve bütün yönlerinin
nasıl
birbirleriyle bağlantılı olduğununun görülmesine yardımcı olur.
S: Uygarlığın sanat, dil,
sayılar gibi temellerini eleştirmenize karşın, alet kullanımını
eleştirmekten şimdiye kadar kaçındınız. Bu ilginç, çünkü çoğu kimse
alet
kullanımını teknolojik toplumuzun doğrudan habercisi olarak görecektir.
Hangi noktada alet kullanımının yabancılaşan bir faaliyetle
sonuçlandığını düşünüyorsunuz?
C: Basit aletlerin kullanımı
ile bugünkü yüksek-teknoloji dünyası arasında düz bir devamlılık
olduğuna, bu gelişim çizgisi boyunca herhangi bir yerde hiçbir
niteliksel ayrım yapılamayacağına, olumluyu olumsuzdan ayırt eden "bir
çizgi
çekmek" için yer olmadığına ilişkin iddia sıklıkla dile getirilir.
Ancak benim çalışma hipotezim, hızlanarak veya kümülatif bir şekilde
korkunç sonuçlar ortaya sererek işbölümünün bu çizgiyi çektiğidir.
Uzmanlaşma bireyi böler ve daraltır, hiyerarşiyi işin içine sokar,
bağımlılık
yaratır ve özerkliğe karşı çalışır. Aynı zamanda endüstriyelciliği
harekete geçirir ve böylece doğrudan doğruya eko-krize yol açar.
İşbölümünü içeren aletler veya roller ortaya bölünmüş insanlar ve
bölünmüş bir toplum çıkarır.
S: Geçmiş, daha bütüncül [holistic] ve doğal bir yaşamtarzı
için verili teknoloji düzeyinden
vazgeçen insanlara ilişkin ne gibi örnekler
sunar?
C: Teknikleşmiş veya
evcilleşmiş bir varoluştan vazgeçen Kuzey Amerika örneği,
"Croatan'a gitmiş olan" yerleşimcilerinkidir. {Bu, Roanoke'de ilk
İngiliz kolonisini oluşturan yerleşimcilerin yerel Kızılderili
kabilesiyle yaşamak üzere orayı terk etmesine gönderme yapmaktadır.
--J.F.}
Açıkçası 17. ve 18. yüzyıllarda oldukça az sayıda Avrupalı
uygarlaştırılmış
ileri karakol mevkilerini terk etmiş ve çeşitli Yerli Amerikan
topluluklarına katılmıştır.
S: Yazılarınız Paleolitik
[Yontma Taş Devri] dönemin büyük bir kısmını veya tümünü insanlık için
bir Altın Çağ olarak sunuyor gözüküyor. Ben, düşüncelerinizin, en aşırı
ve kelimesi kelimesine anlamında geçmiş bir Cennet fikrine bağlı
olmadığını düşünüyorum. Yaşam bir zamanlar çok daha doğrudan ve tatmin
edici olmuş olabilir, ancak bir yerde bizi bugüne getiren bazı kusurlar
olmuş olmalı. Sizin, geçmişteki yararlı kavramların bugünkü
değer temelinde uygulanmasına karşı geçmiş bir ütopya (ki
tam olarak ispatlanması açıkça imkansızdır) düşüncesine kendinizi ne
ölçüde bağlı
hissettiğinizi merak ediyorum.
C: Tarih-öncesini idealize
etmekten kaçınmamız, bunu bir mükemmel durum gibi sunmaktan sakınmamız
gerektiğini söylerken haklı olduğunuzu düşünüyorum. Öte yandan,
avcı-toplayıcı yaşam, genel olarak, insanların doğaya karşı başardığı
en
uzun ve en başarılı uyum göstermeye, yüksek düzeyde bir toplumsal
cinsiyet eşitliğine, örgütlü şiddetin olmamasına, önemli miktarda boş
zamana,
eşitlikçi bir paylaşma etosuna ve hastalıklardan uzak bir fiziki
sağlamlılığa [robusticity]
işaret eder. Bu, her ne kadar mükemmel olmasa da ve belki de
bizim için asla tam olarak bilinemeyecek olsa da, bana öğretici ve esin
verici olarak gözüküyor.
S: İlkelciliğe ilişkin en sık
sorulan sorulardan birisi, taraftarlarının düz anlamında ilkel yaşam
şekillerine dönüşü mü amaçladığı, yoksa basitçe yararlı kavramlar için
geçmişi mi eşeledikleridir.
C: {Detroit'de yayınlanan
anarşist dergi} Fifth Estate, uygarlığa ilişkin kısmi eleştirisinde,
uzunca bir süre ne mümkün ne de istenir bir şey olarak görmedikleri
gayri-uygarlığa [non-civilization]
geri dönüşü amaçlamadıklarında ısrar etti. Ben, gerçek bir "geri
dönüş"ün olabilirliğini yadsımak konusunda emin değilim. Eğer düz
anlamında bir geri dönüş değilse, peki o zaman ne? Yani ben bunu henüz
cevaplanmamış bir soru olarak görüyorum.
S: Pekala, bir an için ilkel
duruma düz anlamda geri dönüşün arzulanır olduğunu düşünelim.
Yazılarınız sanatı, sayıları ve hatta dili eleştirecek kadar ileri
gitmişti. Örneğin dilin olmadığı bir dünyayı gözünüzde nasıl
canlandırırsınız?
C: Dilin olmadığı bir dünyayı
düşünmek aşırı spekülatif bir sıçrama gerektirir. Bugün bulunduğumuz
yerden sembolik olmayan bir iletişime dayanan yaşamı/dünyayı önceden
ayrıntılandırmak veya etraflıca kavramak fazlasıyla zordur --tabii ki
bazıları bugün varolsa dahi. Freud
dilden önce telepati türü bir şeyin egemen olduğunu
tahmin ediyordu; atasözünün de dediği gibi aşıkların sözlere ihtiyacı
yoktur. Bunlar aracısız bir iletişim yönünde imalardır. Eminim
ki siz de daha başkalarını düşünebilirsiniz!
S: Birçok eleştirmen, sembolik
kültürü reddetmenizin potansiyel radikali mevcut düzene meydan okuyacak
temellerden yoksun bırakması nedeniyle sizi suçluyor.
C: Benim şu andaki [tentative] pozisyonum, sembolik
kültürden kaynaklanana karşı yeterince derin bir meydan okumanın ancak
bu
kültürün reddetilmesiyle mümkün olacağıdır. Yanlış olabilirim, ancak şu
ana kadar bu
görüş açısını terk etmem için ikna edici nedenler görmedim. Ve bunun
yanlış olduğu [wrong-headed]
ortaya çıksa bile, tartışma amaçlanmayan şekillerde verimli olacaktır.
S: Teknolojik ilerlemenin
rotasının geri döndürülemez olduğunu iddia eden insanlara yanıtınız
nedir?
C: Geri döndürülemez olması
oldukça olasıdır, ancak bunu bilmenin tek yolu ona meydan okumaktır.
Eğer tekno-ilerlemenin rotasının felaketvari olduğu sonucuna
varılıyorsa, o halde bunun durdurulması, geriye döndürülmesi
gereklidir. Bu bana göre bir temel ahlak meselesidir.
S: Teknolojiye yönelik bu kadar
az orijinal ve yapıcı eleştirinin olması bana ilginç geliyor, belki de
geri döndürülemezlik duygusunu kendi kendisini gerçekleştiren bir şey
yapan budur. Teknolojik toplumun herhangi bir yönüne ilişkin
eleştirilere her yerde, ancak bütüne bakanlara pek az
rastlanıyor.
C: Bütünün eleştirisine ne
kadar karşı çıkılıyor! Örneğin, egemen postmodern etosun belli başlı
inançlarından birisi de bütünlüğün reddedilmesi, bizzat bütünü
kavrayabilmemizi sağlayacak düşüncenin reddedilmesidir.
Ve genel olarak, sistem böylesine muhalif, böylesine doğasına aykırı
bir düşünceyi asla tam anlamıyla ödüllendirmemiştir. İnkar kültürü çok
güçlüdür --hakim kültürel söylemde ne kadar az şeyin sorgulandığını
düşünün. Yayınlatmak, dayatılmış cehaletin tekelini kırmak çok çok güç.
Ancak yine de gerçekliğin bir yarık açılmasını dayatmaya başladığını
düşünüyorum. Resmin
bütününü, onun temel özelliğini göğüsleyen çok sayıda olmasa da bazı
sesleri duyuyoruz.
S: Teknolojinin nötr [tarafsız]
olduğu
şeklindeki bilindik iddiasıya cevabınız.
C: Teknoloji, bağlamında
koparılabilir bir gizli [discreet]
bir
alet gibi asla nötr olmamıştır. Daima
içine yerleşmiş olduğu toplumsal sistemin temel değerlerine iştirak
eder ve onları ifade eder. Teknoloji, birarada tuttuğu toplumsal
düzenlemelerin dili, dokusu,
somutlaşmasıdır. Nötr olduğu, yani toplumdan
ayrılabilir bir şey olduğu düşüncesi mevcut en büyük
yalanlardan birisidir. Yüksek-teknoloji ölüm tuzağını savunanların bizi
teknolojinin bir şekilde nötr olduğuna neden inandırmak istedikleri
açıktır.
S: Dizginleri ellerinden
bırakmayanlara karşı incinebilir olmamamız için, teknolojinin yavaş
yavaş terk edilmesinin dünya genelinde gerçekleşmesi gerekmez mi?
C: Evet, başarılı olabilmesi
için teknoloji karşıtı hareketin mümkün olduğunca çabuk küresel olması
gerekli gibi gözüküyor. Teknoloji sistemi ve sermaye, küresel ve
fazlasıyla birbirine bağlı, ve en zayıf bağlantısı kadar güçlü. Bu
gerçeğe teknoloji "vaadi"ne karşı yayılan bir inanç kaybı
eklenmelidir. Bu ikisi, bizim lehimize etkili bir bileşimdir, veya öyle
olacaktır.
S: Sözde
aydınlarımızla karşılaştırıldığında genel halkın teknoloji hakkında
daha kuşkulu olduğunu düşünüyor
musunuz?
C: Bugün herkes medyadan ve
onun
teknoloji yanlı mesajından her düzeyde fazlasıyla nasibini alıyor.
Ancak Unabomber manifestosunun "aşırı toplumsallaşmış" dediği kişiler
belki de daha çok orta sınıf aydınlar olma eğilimindedir, ve bu nedenle
belki de
teknolojinin siren şarkısına [siren,
şarkı söyleyerek denizcileri tehlikeli sulara çeken ve ölmelerine neden
olan mitolojik varlık] karşı daha az kuşkuludurlar.
S: Teknolojiyle ilgili
meselelerde anlayıştan yoksun olması nedeniyle paylamak isteyeceğiniz
düşünür(ler) veya kuramcı(lar) var mı?
C: Teknoloji sorununu çok az
anlamış gözüken pek çok kuramcı var. Postmodern "düşünürler"in çoğu,
hiçbir şeye karşı çıkmadıkları, muhalif düşünme düşüncesini bizzat
reddettikleri gibi basit bir nedenden ötürü konudan uzak durmaktadır.
Her şeyi kinik [alaycı], göreci tarzlarıyla kabul ederek, onlar (örn.
Baudrillard) hiç şüphesiz ki teknolojiyle yüzleşmezler veya ona
direnmezler.
Öte yandan, örneğin, teknolojinin --ve onun entelektüel tamamlayıcısı
postmodernizmin-- toplumsal varoluşun içini nasıl boşalttığını ve
bir anlamsızlık iklimi yarattığını gösteren Lorenzo Simpson'un Teknoloji, Zaman ve Modernite Sohbetleri'ni
öneririm.
S: ABD genelinde şehirlere
gözetleme
kameraları yerleştirilmesine karşı şaşırtıcı şekilde çok az muhalefet
oldu. Nihayetinde şiddetli bir geri tepkiyi provoke edecek bir
teknoloji
uygulamasının ne olabileceğini düşünüyorsunuz? İnsanın klonlanması mı?
Beyne yerleştilecek bir bilgisayar mı?
C: Görünüşe bakılırsa çoğu kişi
kişisel güvenlik kaygılardan ötürü video gözetimini
kabullendi. Ancak, evet, insan klonlanmasının veya biyonik beyinlerin
çoğu insanı dehşete düşüreceği düşünülebilir. Benim gibi Ludditler [19.
yy'da
makinalara karşı çıkan, bunların tahrip edilmesine yönelik eylemler
yapan işçi grupları] hiç durmaksızın kolonileştiren
teknolojinin yeni istilacı boyutlarının, insanları onun tüm izlerini ve
mantığını sorgulamaya sevk edeceğini umut ediyor.
Paul Shepard, Gary Snyder'ın çiftçiliğe olan tutkusundan bahsederken,
en basit bahçeciliğin bile genetik mühendisliğe giden yolda bir ilk
adım olacağından bahsetmeyi unutur. Bu, diğer bir deyişle,
tamamen evcilleştirme [domestication]
ile ilgili bir şeydir. Doğaya müdehale etmek ve onu kontrol etmek veya
yeniden şekillendirmek, bizi insan klonlanmasına ve geri kalan her şeye
götürecek bir yönelime teslim olmak demektir.
S: Teknolojinin değerini
sorgulayan dünya görüşü için hangi çevrelerden beklenmedik bir destek
gördünüz?
C: Geçen gün bir Latin
Amerikalı
dostum, günümüzde daha az Üçüncü Dünya halkının Birinci
Dünyanın teknolojisini şiddetle arzuladığını söyledi. Bu doğruysa,
büyük çok önemli bir kaymanın sinyallerini veriyor.
Keza, bazı gençlerin teknolojinin ayartmalarının [lure, cezbetmeye yönelik tuzak]
ötesine
bakabildiklerini görüyorum. Bu daha az şaşırtıcı. Ne kadar çocuğun
"ilkelci" bakış şekline açık olduğunu bilmiyorum, ancak en azından
belli bir ölçüde yayılıyor olması hayati bir gelişme.
S: İlk defa ne zaman
"teknolojinin ayartmaları"nın ötesini gördünüz? Her zaman kendinizi
belli bir seviyede ona karşı olarak mı gördünüz? Böylesine kapsamlı bir
eleştiri geliştirmeye sizi yönelten herhangi bir olay veya çalışma
alanı var mıydı?
C: 1970'lerde, başka şeylerin
yanısıra "devrim" kavramının bir şekilde oldukça yetersiz olduğunu
yavaş yavaş sezmeye başlamıştım. Bu, toplum ve emek tarihinde
lisansüstü çalışma yaptığım sırada içimi kemirmeye başlamıştı. Benim
için ilk "atılım" İngiltere'deki Sanayi Devrimi idi. Yani, fabrika
sisteminin büyük ölçüde toplumsal kontrolün bir parçası olarak
uygulamaya geçirildiği açıktı. Dağılmış zanaatkarlar
özerkliklerini kaybetmişler, yeteneksizleştirilmek ve disipline
edilmek üzere fabrikalarda toplanmışlardı. Bu teknolojinin hiç mi hiç
"nötr"
olmadığını gösteriyor.
Bu keşif, işbölümün temelde nasıl güçsüzleştirici ve yabancılaştırıcı
olduğunu görmeme yardımcı oldu. Teknoloji, içinde barındırdığı
toplumsal
düzenin köklü değerlerini kapsayan bir sistem olarak görülmelidir.
Bu asla basitçe bir "aletler" veya cihazlar meselesi değildir.
S: Sabırsızlıkla
bekleyebileceğimiz üzerinde çalıştığınız bazı projeleriniz nelerdir?
C: Nihilizm hakkında bir makale
üzerine çalışıyorum, ve bazı kitapları bastırmaya da uğraşıyorum.
İnsanların önünde daha fazla teknoloji karşıtı, hatta uygarlık karşıtı
eser olmasılı. AK ve Automedia gibi çoğu anarşist yayıncı bile
böyle bir düşüncenin önemini veya ilginçliğini kavramış değil.
S: Size Unabomber'a ilişkin
birkaç soru sormak istiyorum. Sanayi
Toplumu ve Geleceği ilk ortaya çıktığında, ilk başta FC'nin
görüşlerini muhtamelen etkileyen kişi olarak görüldünüz. Unabomber
çalışması hakkında bir yorumunuz var mı?
C: Sanayi Toplumu ve Geleceği'ni çok
çok önemli bir metin olarak görüyorum. Temelde, tekno-toplumun gerek
özgürlüğü gerekse mutluluğu [fulfillment,
tatmini]
nasıl imkansız hale getirdiğini gösteriyor. Çok açık ve anlaşılır bir
düzyazıyla, endüstriyelizmin çıkmaz bir yol olduğunu açıklıyor.
Jacques Ellul'in açıkça büyük bir etkisi olmuş, ancak herhangi bir
günümüz ABD etkisinin --anarşist veya başka bir türden-- olduğuna
ilişkin bir bilgim yok.
S: Sonuçta, Unabomber'in
yöntemleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
C: Unabomber'in yöntemleri
hüsrana uğramanın bir sonucuydu. Besbelli ki, ne tekno-çılgınlığa karşı
çıkmayı arzulayan başkalarını bulabilmiş, ne de Sanayi Toplumu ve Geleceği'ni
basacak bir yayıncı bulabilmişti --her iki konuda da yıllarca süren
çabalarına rağmen.
S: Kendi görüşlerinizin büyük
bir sorgulamaya konu olan birisiyle bağlantılandırılmasının imrenilecek
bir pozisyon olması gerekmez. Ted Kaczynski'nin tutuklanması öncesinde
sıradışı bir olay olmuş muydu?
C: 95 yazında, yakalanmasından
önceki yıl, evime girilmişti. İşin garibi, adres defterim ve bazı eski
spor ayakkabılarım alınmış, ancak birkaç taşınabilir ve göz önündeki
eşyaya
ise hiç dokunulmamıştı. Yine o yaz, bazı mektuplarıma postadayken
müdehale
edilmişti. En azından üç defa göndermeme rağmen mektuplarımın asla
yerine ulaşmadığını teyit ettirdim.
S: Birkaç kez Ted Kaczynski ile
karşılaştınız, ve iletişiminizi sürdürüyorsunuz. Kişisel olarak onun
hakkındaki izleniminiz nedir?
C: Ted'e yaptığım ziyaretlerde,
onu nazik, arkadaş canlısı, çok zeki, ve iyi bir espiri anlayışına
sahip birisi olarak gördüm. Kesinlikle hava atmıyor, çok sabırlı ve
öz-disiplin sahibi birisi olarak gözüküyor. Avukatı Tony Serra ve ben
aynı görüşteyiz: Ted kaçık değil.
S: Davasında, dikkat çekmek
istediğiniz herhangi bir usulsüzlük var mı?
C: Yargılama olmadı. Yargıcın
savunma avukatlarını değiştirme ve savunmasını üstlenme taleplerini
reddetmesinden sonra, (ömür boyu hapis için) davada uzlaşmaya gitmeyi
kabule zorlandı. Her zaman reddettiği "delilik" argümanı dışında hiçbir
alternatif bırakılmadı. Ortaya çıkan gerçek, yasal ve siyasi kurumların
onun mahkemeye çıkarak düşüncelerini ifade etmeyi reddetme konusunda
bir
birlik oluşturduklarıdır. Sistem, ölüm cezasının Ted'in [görüşlerini]
duyurma hakkının reddinden daha az öncelikli olduğunu göstererek bunu
ortaya koydu.
Konunun çok iyi bir işlenişi, Bill Finnegan'ın New Yorker'da 16 Mart
1998'de yayınlanan "Unabomber'ı Savunmak" [başlıklı yazısıydı].
Finnegan,
ikna edici bir şekilde bu bahsettiğim noktaları ortaya koyuyor, ve şu
ana kadar bunu yapan tek yazar.
S: Tahmin etmem gerekirse, çok
az kişinin Unabomber'in eylemlerini desteklediğini, ancak pek çok
kişinin onu bunları yapmaya sürükleyen umutsuzluk ve acizlik duygusunu
anladığını söyleyebilirim. Unabomber'a yönelik halkın algısına ilişkin
izlenimleriniz nasıl? Eğer varsa, destekçi kitlesinin çekinceleri neler?
C: Davanın, özellikle de büyük
yasal gerilimin medyada ele alınması
asla bu kadar ödlekçe ve papağanca olmamıştı. Bir kere bile savunma
avukatının sürekli olarak Ted'in "hayali" düşündüğü şeklindeki [haber]
sızdırmalarını sorgulamadılar. Esas inceleyen psikolog ise seve seve
Bill Finnegan'a Kaczynski'nin teknolojik sistemi ve bunun insanlar
üzerindeki etkisini suçlaması temelinde hayali [düşündüğünü] itiraf
ediyordu! Şaşırtıcı bir siyasi keşif, söylemeye bile gerek yok.
Konuya ilişkin hiçbir bağımsız düşünce geliştirmesine izin verilmeyen
kamuoyunun muhtamelen ona gerçekten sempati beslememesinde şaşıracak
bir şey yok. Bir diğer faktör ise avukatlarının yargılamayı isteyen
bizlere uzlaşma sağlanmasını ve geri çekilmesinin desteklenmesini
söylemeleriydi. Ted gönülsüzce onların tavsiyelerine uydu, [insanlara]
güvenen bir
insandı. (O onlara güvendi, onlar ise ona yalan söylediler, onlar
aslında yapmayacaklarını söyledikleri şeyi yaparken --yani onu bir deli
olarak resmederken-- seçenekleri tükenene kadar onu haberdar
etmediler). Tüm bunlar onun taraftarı olduğu şeylere ilişkin herhangi
bir adil yoruma açıkça karşıydı.
S: Unabomber'in serüveni
anarşistler, ilkelciler ve muhtelif eko-radikaller arasında
hafızamızdaki en derin çatlaklardan birisini meydana getirdi. Sizin bu
çatlak hakkındaki, ve belki de bunun ilerisine geçmenin yollarına
ilişkin düşünceleriniz.
C: Bunun derin bir çatlak
olduğundan emin değilim, çünkü bunun belli bir ölçüde iyileştiğine
ilişkin işaretler gördüm. Örneğin, yıllık Earth First! [Önce Dünya!]
ulusal toplantısında, '98 Round River Buluşması'nda, Ted yanlısı
dokunaklı bir duruş vardı. Ve Live
Wild or Die son sayısında (sayı 7) aktif bir şekilde onun
davasını ve savunmasını paylaşıyordu. Başından beridir bazı çocuklar
arasında yankısı olmuştu; bunun büyüdüğünü görüyorum. Ona karşı
daha az antipati olduğunu, Unabomber'ın temsil ettiğiyle birlikte
anılmaktan
daha az korku duyulduğunu düşünüyorum.
Tabii ki, çatlağın --ki eğer varsa--
daralmasının daha büyük bir nedeni, anarşist çevrenin giderek daha
teknoloji karşıtı ve ilkelci hale gelmesi --özellikle de daha genç
kimseler arasında.
S: Sol'un anarşistler
tarafından mevcut reddine karşın, Unabomber'ın sol eleştirisi gördüğüm
anarşistlerin yazdığı şeylerden çok daha keskin. Anarşistlerin
muhalefet edermiş gibi gözüken tüm otoriterlik biçimlerini
reddetmekte katetmeleri gereken epey bir yol olduğunu düşünüyor musunuz?
C: Solculuk --ki bu işçici,
üretimci bir yönelim ve "örgütleyici" mentalite demektir-- her yerde
geriliyor. '97'de İngiltere'de Class War'ın [Sınıf Savaşımı] ve '98'de
ABD'de Love & Rage'in [Aşk ve Öfke] dağılması bunun açık
işaretleri. Ortalıkta hala kalıntıları olsa da, solculuk dodonun [nesli
tükenmiş bir kuş] yolundan gidiyor. Bookchin ve Chomsky
gibi can sıkıcı yadigarlara eğilim gösteren AK Press bunun
örneklerinden
birisi.
S: Sanayi Toplumu ve Geleceği,
teknolojik tahakküme karşı çıkan yazında genelde gözlenenden daha açık
bir psikolojik yaklaşım izliyordu (örn. vekillik [surrogate] faaliyetinin, aşırı
kalabalığın etkilerinin, bireysel tatminin tartışılması, vb.)
Unabomber'ın, teknolojiyi ve sonuçlarını sorgulayan bizler için çok
gerekli, ancak küçümsenen bir yaklaşıma vurgu yaptığını
düşünüyor musunuz?
C: Evet, Sanayi Toplumu ve Geleceği'nin
esasen psikolojik olduğunu söyleyebilirim. Teknoloji hüküm sürdüğü
sürece kaçınılmaz olarak bireye neler olacağı üzerine odaklanıyor. Onun
cazibesi ve önemi de buradan kaynaklanıyor, neden okunmasının gerekli
olduğunun sebebi bu. Bunun anti-otoriter yazında dikkate alınmayan,
ancak insanların ilgilendikleri şeylerle uyumlu bir yaklaşım şekli
olduğunu düşünüyorum. Yani çöpe atılmış olmasına
rağmen, dünyada birçok dile çevirilmesi dahil olmak üzere, bir yolunu
bulup
yayılmayı sürdürüyor.
S: Unabomber olayından ortaya
çıkan hangi toplumsal etkiler var sizce, eğer varsa?
C: Unabomber olayının
"toplumsal etkileri" tek başına gözlenemez diye düşünüyorum. Diğer bir
deyişle, Unabomber daha büyük bir fenomenin, teknolojik sistemin bizler
ve gezegen için elinde tuttuğu kader hakkında bilincin ortaya
çıkmasının sadece bir parçası. Bu görkemli olay, zaten öne
çıkmaya başlamış olan hayati, temel meselelerin göz önüne getirdi.
S: Son olarak, bugün
bulunduğumuz yerden daha iyi bir dünyaya ulaşmaya ilişkin görüşleriniz.
C: Durumun biyosfer, toplum ve
birey
için kötüleşmesi --her düzeyde kriz-- eski birçok basmakalıp
varsayım ve kurum üzerine yeniden düşünülmesi için çok güçlü itki.
İşbölümü, evcilleştirme, hatta sembolik kültür ve uygarlığımızın bizzat
en temel bileşenleri, tüm bunlar şimdi soru işaretleriyle yüklü. İnkar
etme çökmeye başladığında, '60'ların hareketini fazlasıyla yumuşak ve
suni gösterecek bir meydan okumanın düzen karşısına çıkacağını pekala
görebiliriz.
Çeviri: Anarşist Bakış
Kaynak:
"Interview
- John Zerzan".
Anarşist
Yazın Ana Sayfa --->