KISIM C.10
"SERBEST PİYASA" KAPİTALİZMİ HERKESİN, BİLHASSA DA YOKSULLARIN YARARINA MIDIR?
 
 
Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.

Murray Rothbard ve "serbest piyasa" kapitalizmin bir sürü diğer destekçisi bu iddiayı yapmaktadırlar. Yine, bunda bir doğruluk payı vardır. Kapitalizm bir "büyü ya da öl" ekonomisi olduğu için (bakınız Kısım D.4.1), ekonomi genişledikçe toplumun kullanabileceği zenginliğin miktarının herkes için artacağı açıktır. Bu nedenle yoksullar herhangi büyüyen bir ekonomide mutlak olarak daha iyi olacaklardır (en azından ekonomik anlamda). Sovyet devlet kapitalizmindeki durum da keza böyleydi: 1980'lerin en yoksul işçileri açıktır ki 1920'lerinkilerden ekonomik açıdan daha iyiydiler.

Ancak, burada önemli olan büyüyen bir ekonomide, sınıflar ve dönemler arasındaki göreli farklılıklardır. Serbest-piyasa kapitalizminin bilhassa yoksullar için faydalı olacağı varsayımı veriliyken, şunu sormalıyız: diğer sınıflar da aynı derecede iyi olabilecekler mi?

Yukarıda değinildiği üzere, ücretler üretkenliğe bağlıdır; ücretlerdeki artışlar üretkenlikteki artışları geriden takip eder. Eğer, serbest bir piyasada, yoksullar "bilhassa" faydalanıyorlarsa, işçilerin toplumsal refahtan büyüyen bir dilim almaları için ücretlerin üretkenlikten daha hızlı artması gerekecektir. Ancak, eğer durum böyle olsaydı, üst sınıflara gidecek olan kar miktarının oransal olarak düşük olması gerekirdi. Yani kapitalizm bilhassa yoksullar için faydalıysa eğer, o halde işçiler tarafından yaratılan karlarla yaşayanlar için aynı şey olmayacaktır.

Yukarıda işaret edilen mantık nedeniyle, üretkenlik ücretlerden daha hızlı artmalıdır, aksi takdirde şirketler iflas edecek ve durgunluk ortaya çıkabilecektir. Ücretlerin genellikle üretkenlik kazanımlarını geriden takip etmesinin sebebi budur. Diğer bir deyişle, işçiler daha fazla üretirler, ancak ücretlerde buna denk düşen bir artış olmaz. Bu, "bilimsel yönetim" tekniklerinde Taylor'un ilk deneyiyle gösterilmiştir.

Taylor'un kuramına göre, işçiler kendi işlerini kontrol ettikleri zaman, onlar yönetimin istediği derecede üretmeyecekleriydi. Onun getirdiği çözüm basitti. Yönetimin işi, belli bir iş vazifesini yerine getirmenin "en iyi yolunu" bulmak ve ardından da işçilerin bu (yönetimce belirlenen) çalışma pratiklerini izlemelerini sağlamaktı. Deneyinin sonucunda, ücretlerdeki % 60'lık bir artış karşılığında üretkenlikte % 360'lık bir artış oldu. Oldukça etkin. Ancak, rakamlardan uzaklaşırsak, Taylor'un deneyinin bu sonucu ortadan kaybolur. İşçi bir robota dönüştürülmüş, ve etkin olarak kalifiyesizleştirilmiştir (bakınız Kısım D.10). Bu, karlar ve ekonomi için iyiyken, sermayenin emek piyasasındaki gücünü arttırmanın yanısıra söz konusu işçileri insanlıktan çıkarma ve yabancılaştırma etkisine sahiptir. Ekonomi için iyi olan bir şeyin insanlar için iyi olmayabileceği gibi oldukça bariz bir saptamayı, ancak ekonomi biliminde cahil olanlarla anarşizm mikrobu bulaşanlar yapacaktır.

Bu bizi, "serbest piyasa" kapitalizminin herkesi "daha iyi" yapıp yapmayacağı sorusuyla ilintili olan bir başka önemli noktaya getirir. Tipik kapitalist eğilim niceliksel değerleri en önemli hususlar olarak kabul eder. Bu nedenle, modern yaşantıdaki tartışmalara hakim olan ekonomik büyüme, kar düzeyleri vb. şeylere ilgi gösterilir. Ancak, E. P. Thompson'un açıklık kazandırdığı üzere, bu insan yaşantısının önemli bir yönünü göz ardı eder:

"basit bir noktaya değinmek gerekiyor. İstatiksel ortalamalarla insan deneyimlerinin zıt yönlerde ilerlemesi oldukça olasıdır. Niceliksel etmenlerdeki kişi başına artış, insanların yaşam tarzlarında, geleneksel ilişkilerinde, ve yaptırımlarda büyük bir niceliksel rahatsızlıkla aynı anda gerçekleşebilir. İnsanlar daha fazla mal tüketebilir, ve aynı zamanda da daha az mutlu veya daha az boş zamana sahip olabilirler." (The Making of the English Working Class, s. 231)
Örneğin, ancak daha uzun [çalışma] saatleri ve daha yoğun emek [kullanımı] pahasına reel ücretler yükselebilir. Bu nedenle, "{i}statiksel anlamda, bu yukarı doğru bir eğri gösterecektir. Söz konusu aileler ise bunu yoksullaşma olarak hissedecektir." (Thompson, Op. Cit., s. 231). Ayrıca, tüketicilik, birçok ekonomistin sonucu olduğunu ima ettiği mutluluğa veya "daha iyi bir toplum"a yol açmayabilir. Tüketimcilik eğer boş bir yaşamı doldurma teşebbüsü ise, açıktır ki başarısız olmaya mahkumdur. Eğer kapitalizm yabancılaşmış, tecrit olmuş bir varoluşa neden oluyorsa, daha fazla tüketmek bunu pek de değiştirmeyecektir. Sorun bireyde ve bireylerin içinde yaşadıkları toplumda yatmaktadır. Bu nedenle, mal ve hizmetlerdeki niceliksel artışlar anlamlı bir şekilde hiçkimsenin "faydalanmasına" yol açmayabilir.

"Serbest piyasa" gurularının, kapitalizmin işleyişi nedeniyle çevremizi saran toplumun ve doğanın tahribatından yalıtılmış, "kapılı topluluklarında" [gated communities, yabancıların girmesinin yasak olduğu site vb. yerleşim yerleri] oturarak, ekonomik büyüme hakkında yaptıkları tartışmalarını dinlerken bunun akılda tutulması önemlidir (Daha fazlası için bakınız Kısım D.1 ve Kısım D.4). Diğer bir deyişle, nitelik genellikle nicelikten çok daha önemlidir. Bu, gerçek bir insani yaşam için gerekenlerin bazılarının (hatta çoğunun) --ne kadar "serbest" olursa olsun-- piyasada bulunamadığı önemli fikrine götürür bizi.

Ancak, kapitalizmin çok sevdiği "sayıların sakız edilmesi"ne geri dönersek, sistemin, işçilerin ücretleriyle geri alabileceklerinden daha fazla malı üreterek şirketler"i" için daha fazla kar üretmesine dayandığını görürüz. Eğer bu olmazsa karlar düşer ve sermaye stoğu erimesi [diseinvest, eksi yatırım] yaşanır. Pinochet yönetimi altındaki Şili örneğinden görülebileceği üzere (bakınız Kısım C.11), "serbest piyasa" kapitalizmi, ekonomik büyüme yaşanırken, zengini daha zengin ve yoksulu daha yoksul yapabilir ve yapmaktadır da. Aslında, ekonomik büyümenin faydaları çok az sayıdaki kişinin ellerinde toplanmıştır.

Basitçe ifade edilirse, bırakınız-yapsınlar kapitalizmindeki ekonomik büyüme giderek artan sömürü ve eşitsizliğe dayanmaktadır. Refah yukarıya doğru yöneticilerin ellerine akarken, aşağıya düşen ekmek kırıntıları da artacaktır (ekonominin büyümesini takiben). "Aşağıya damlama" [trickle down] ekonomisinin gerçek anlamı budur. Din gibi, bırakınız yapsınlar kapitalizmi de gelecekteki bir gün için pasta sözü verir. O zamana kadar bizler (en azından işçi sınıfı) fedakarlık yapmalı, kemerlerimizi sıkmalı ve toplum adına akıllıca yatırım yapacak ekonomik güçlere güvenmeliyizdir. Tabii ki, ABD veya Şili'nin yakın tarihinin bize gösterdiği gibi, ücretler durağanken (veya düşerken) ve eşitsizlik artarken, ekonomi daha serbest kılınabilir ve büyüyebilir.

Bu, ortalama gelirin yarısından daha düşük bir gelire sahip insanların nüfus içindeki payının 1979'daki % 9'dan 1993'de % 25'e çıktığı ve nüfusun daha yoksul olan yarısının milli refahtan aldığı payın üçte birden dörtte bire düştüğü Birleşik Krallık'taki "serbest piyasa" yanlısı hükümetin faaliyetlerinin sonuçlarından izlenebilir. Ayrıca, Birleşik Krallık'taki en yoksul yüzde onluk nüfus diliminin reel gelirinde (barınma masrafları düşüldükten sonra), 1973 ile 1992-3 arasında % 18 düşüş yaşanmıştır --en üstteki yüzde onluk dilim ise bugüne kadar benzeri görülmemiş % 61'lik bir artış yaşamıştır.Tabii ki, Birleşik Krallık "saf" bir kapitalist sistem değildir, ve bu nedenle de bu inancın savunucuları "saf" bir sistemin refahı yayacağını iddia edebilirler. Ancak, "serbest piyasa"ya yönelik hareketlerin zengini daha zenginleştirir ve yoksulu da daha da yoksullaştırır gibi gözükmesi garip gözükmektedir. Diğer bir deyişle, "fiilen varolan" kapitalizmden elde edilen kanıtlar, pazarlık gücü zayıf olduğunda (ki emek piyasasının durumu tipik olarak böyledir), "serbest" değişimin eşitlenmeye doğru değil, refah ve güç eşitsizliklerini zamanla büyütmeye eğilimli olduğu şeklindeki anarşist argümanı desteklemektedir (örnek için, bakınız Kısım F.3.1). Benzer şekilde, "daha saf" bir kapitalizme yönelik bu hareketlerin "bilhassa" yoksulların faydasına olduğu pek iddia edilemez, tam tersi.

Serbest piyasa kapitalizminin herkes için faydalı olamayacağından dolayı bu şaşırtıcı değildir; çünkü toplumsal refahtan işçi sınıfına düşen pay artarsa (yani, "bilhassa" onlara faydalı olursa), bunun anlamı yönetici sınıfın [durumunun] kötüleşeceğidir (ve bunun tam tersi [de geçerlidir]). Yani, kapitalizmin müdafilerinin çok sevdikleri mutlak rakamlara bakarken [yapılan] el çabukluklarını fark eder ve bunu reddedersek, herkesin faydalanacağı iddiası açıkça yanlıştır. Ve kanıtların gösterdiği üzere, daha saf bir kapitalizme doğru yönelim, herkes için eşit bir şekilde faydalı olmayan, (ekonomik) güce sahip olanlara daha fazla yarar sağlayan bir "serbest" değişime yol açmaktadır. Bu sonuç şaşırtıcıdır --kapitalizmdeki "serbest" değişimin içeriğğine değil resmine bakmayı tercih edenler için tabii ki.

Kısacası, serbest piyasadan herkesin faydalanacağını iddia etmek, kapitalizmin kar-güdülü bir sistem olduğu ve karların olması için de işçilerin emeklerinin tüm ürününü alamadıkları gerçeğini göz ardı eder. Spooner yüz yıl önce şuna dikkat çekmişti: "neredeyse tüm servetler, [bu serveti gerçekte yaratan] başkalarının sermayesi ve emeği üzerinden elde edilmiştir. Aslında, bir kişinin başkalarının sermaye ve emeğinden aşırmaksızın servet edinmesi nadiren olabilir." (Martin J. James'in alıntısı, Man Against the State, s. 173, dipnot)

Yani, bırakınız-yapsınlar kapitalizminin herkes için, bilhassa da yoksullar için, yararlı olacağı ancak ekonomi hacim olarak büyüdüğünde herkesin potansiyel olarak bundan faydalanabileceği anlamında söylenebilir. Fiili olarak varolan kapitalizme bakacak olursak, bırakınız-yapsınlar kapitalizminin çalışan insanlar için yararlı olup olmayacağı konusunda bir şeyler söylemeye başlayabiliriz. Birleşik Devletler, uluslararası standartlara göre küçük bir kamu sektörüne sahiptir ve birçok açıdan bırakınız-yapsınlar kapitalizmine en yakın olan, büyük bir endüstriyel ülkedir. Yine şu alanlarda bir numara olması veya bir numara olmaya oldukça yakın olması da oldukça ilgi çekicidir (Richard Du Boff, Accumulation and Power, s. 183-4):

Daha fazla bırakınız-yapsınlar sisteminin daha kötü iş güvencesine, daha az boş zamana, yüksek bir yoksulluğa ve eşitsizliğe sahip olması garip gözükmektedir --eğer bırakınız-yapsınlar bilhassa yoksullar için yararlı ise. Tabii ki, bırakınız-yapsınlar kapitalizminin savunucuları Birleşik Devletler'in bırakınız-yapsınların çok uzağında olduğuna işaret edeceklerdir, ancak ekonominin bu durumdan daha iyi koşullara hareket etmesiyle birlikte bundan bilhassa yararlanacağı iddia edilenlerin [koşullarının daha da kötüleşmesi] garip gözükmektedir.

(Bırakınız yapsınların yoksullara yararlı olacağını iddia etmenin temeli olan) ekonomik büyümeye bakacak olursak, 1960'lar itibariyle, 19uncu yüzyılın başlarından itibaren kişi başına hasılanın büyüme oranının Fransa ve Almanya'dan büyük olmadığını, Britanya'dan çok az yüksek olduğunu, İsveç ve Japonya'dan önemli ölçüde düşük olduğunu görürüz (Fransa, Almanya, Japonya ve Britanya'nın Amerika'nın aksine iki dünya savaşından büyük zararlar gördüklerini de unutmayınız). Yani, "Birleşik Devletler'deki daha iyi üretkenlik ve gelir düzeylerine, zaman içerisinde bu düzeylerde gözlenen vasat bir performans eşlik etmiştir. Bunun anlamı artık bir bilmece değildir: ABD kişi başına gelirleri dikkat çekici bir şekilde büyümemiştir, ancak Amerikalılar diğer gelişmiş ulusların yurttaşlarının sahip olduğu standartlara eşit veya daha üstünde bir yaşam standardına sahiptir, öyleyse Amerika'nın başlangıç noktasının 100-150 yıl önce yüksek olması gerekir. İç Savaş öncesi Birleşik Devletler'deki kişi başına gelirlerin o zamanın standartlarına göre yüksek olduğunu biliyoruz --1870'ler boyunca yanlızca Britanyalılar ttarafından geçilmişti ... Bu ilk baştaki avantaj büyük ölçüde doğal bir hediyeydi." (Op. Cit., s. 176)

Ampirik tetkiklerin ötesine geçecek olursak, bu argümanın ardındaki köle mentalitesine işaret etmemiz gerekir. Sonuçta, bu argüman başka ne ifade edebilir ki? Ekonomik büyüme çalışan insanların ilerlemesinin tek yoludur. Eğer çalışan insanlar sömürgen çalışma ortamlarına tahammül ederlerse, uzun vadede kapitalistler karlarının bir kısmıyla yatırım yapacaklar, ve böylece de herkes için ekonomik pastayı büyüteceklerdir. Böylece, din gibi "serbest piyasa" kapitalizmi de, uzun vadede yaşam standartlarımızda (belki) bir yükselme olması için kısa vadede fedakarlık yapmamız gerektiğini öne sürer (Joe Hill'in din hakkında söylediği gibi, "pastanızı öldüğünüzde gökyüzünde alacaksınız."). Dahası, "piyasa yasaları"nı (yani zenginlerin kararlarını) kolektif bir eylemle değiştirmeye yönelik herhangi bir girişim çalışan insanlara zarar verecektir. Sermaye korkacak ve (genellikle devlet baskısıyla sağlanan) daha "gerçekçi" ve daha "esnek" iş gücünün olduğu ülkelere kaçacaktır.

Diğer bir deyişle, kapitalist ekonomi, bağımsızlığın karşısında hizmetkarlığı, karşı çıkma karşısında boynunu bükmeyi ve egoizm karşısında özgeciliği [altruism, fedakarlık] vaaz etmektedir. Neo-klasik ekonominin "rasyonel" insanı otoriteye karşı çıkmaz, bunun yerine kendisini ona uyumlandırır. Çünkü, uzun vadede, böylesi bir kendi kendini reddetme, (iddia edildiği üzere) daha büyük ekmek kırıntılarının aşağı "damlaması"yla birlikte daha büyük bir pasta dilimi olarak geri dönecektir. Diğer bir deyişle, kısa vadede kazanımlar seçkinlere gidebilir, ancak [bu kazanımlar] ileride ilk başta onları yaratan çalışan insanlara doğru (geri) damladıkça hepimize fayda sağlayacaktır. Ancak ne yazık ki, gerçek dünyada belirsizlik bir kuraldır ve gelecek bilinemez. Kapitalizmin tarihi, durağan ücretlerin, artan yoksulluk ve işçilerle aileleri için güvencesizliğin, artan eşitsizliğin, refahın giderek daha az elde toplanmasının ekonomik büyüme ile gayet uyumlu olduğunu göstermektedir (1970'lerden 1990'lara kadarki ABD ve Şili örnekleri; Şili öne çıkmakta). Ve, tabii ki, işçiler patronları karşısında boyunlarını bükseler bile, patronlar üretimi her halükarda başka bir yere kaydırabilirler (Batı genelinde binlerce "düşük kapasite"yle [down-sized] çalışan işçinin tanıklık edebileceği üzere). ABD'deki bu sürece ilişkin ayrıntılar için Edward S. Herman'ın makalesine bakınız, "Immiserating Growth: The First World", Z Magazine, Temmuz 1994.

Anarşistlere göre, pastanın tamamını almak mümkünken daha büyük bir dilim için beklemek garip gözükmektedir. Eğer yatırımların kontrolü doğrudan etkilediklerinin (çalışan insanların) elinde olursa, o zaman [yatırımlar] zenginleri daha zengin etmek ve sınıf savaşının bir aracı olarak kullanılmak yerine, toplumsal ve ekolojik açıdan yapıcı projelere yönlendirilebilirler. "Karmaşa yaratmak" karşısındaki argümanlar kendi kendisine hizmet etmektedir (verili gelir ve mülkiyet dağılımını savunmak açıktır ki zenginlerin ve güçlülerin çıkarınadır), ve nihayetinde bunu kabullenen çalışan insanlar açısından kendi kendisini mağlup ilan etmek demektir. Sonuçta, kendi kendini en fazla ölçüde yadsıyan bir işçi sınıf bile, toplumu ekonomi açısından bir kaynak olarak görmenin olumsuz etkilerinin, büyümeye eşlik eden sermayenin yüksek hareketliliğin, ve dönemsel ekonomik ve uzun vadeli çevresel krizlerin etkilerinin acısını çekecektir. Bu olduğu zaman, önümüzde iki seçenek olacaktır --ya doğru olanı ya da size söyleneni yapmak. "Serbest piyasa" kapitalizminin tercihi ikincisidir.

Son olarak, 1820 ile 1950 arasındaki kişi başına gelirin ortalama büyüme hızı % 1.4 olmuştu. Bu 1950 ile 1970 arasındaki % 3.4'lük oranla keskin bir karşıtlık içindedir. Eğer bırakınız-yapsınlar kapitalizmi "fiilen varolan kapitalizm"den daha fazla bir şekilde "herkesin" faydasına olmuş olsaydı, bırakınız yapsınlara daha yakın olan ilk dönemde büyüme oranları daha yüksek olmalıydı. Ancak böyle olmadı.
 

Çeviri: Anarşist Bakış


Kaynak: "C.10 - Will "Free Market" Capitalism Benefit Eveeryone, Especially the Poor?", Anarşist Sıkça Sorulan Sorular.
Anarşist Yazın Ana Sayfa --->
1