SİTUKRATİK TOPLUM MÜCADELESİ: DURUMCU BİR MANİFESTO
Yaz 1962
Modern sanayi toplumu, şimdiye kadar Yunanistan'da ve
Roma'da geliştirilen klasik çizgilerde
örgütlenmiştir. Fransız Devrimini takip eden Sanayi
dönemi boyunca, bütün farklı Yönetim
biçimlerinin denendiği devreler yaşanmıştır. Bu değerli bir
deneyim olmuştur. Platon'un aydınlar otokrasinin [
enlightened autocracy],
meşru hükümetin yerini alan az ya da çok aristokratik
nitelikteki askeri diktatörlüğün ve (halk demokrasisi
denilen en son baskısı dahil olmak üzere) çeşitli demokrasi
biçimlerinin hiçbirinin, bırakın yaşamın gelişip
serpilmesi ve zenginleşmesini mümkün kılmayı, insan
ihtiyaçlarını dahi karşılayıp tatmin edecek bir
hükümet biçimi yaratamadıkları ortaya çıkmıştır.
Bir nebze öncü romantizmin [
coşumculuk] varlığına karşın sanayi toplumuna baştan itibaren hâkim olan yeni görüngüler [
fenomen],
bizzat makine tekniklerinin kaçınılmaz sonucu olarak
bütün geçim vasıtalarının giderek
toplumsallaştırılmasıdır. Sosyalizmden toplumu, insan faaliyetinin
merkezi, anlamı ve amacı yapan kapsayıcı bir ilkeyi anlıyoruz. Bu
evrimin kimilerince ilerleme olarak kabul edilmesi, kimilerince ise
insan özgürlüğüne karşı giderek büyüyen
bir tehdit olarak yorumlanması önem taşımıyor. Her iki tutum da
aynı kapıya çıkıyor. Toplumsallaşma şu veya bu şekilde
yayılacaktır. İnsan ancak bu olguyla yüzleşirse gelecekte
çevresine hâkim olabilir. Bu bilgiyi, kurtuluş
araçlarını geliştirmek için kullanmalıyız. Kazanmak
için kendimizi kaderci zorunluluk ilkesinden kurtarıp
seçim yapma ve kendi kaderini tayin etme gücüne
yeniden kavuşmamız hayati önem taşımaktadır.
Özgürlüğün koşullarını sağlayan toplumsal yapıya
situkratik düzen adını verdik. Kalkış noktası,
Kierkegaard'ın durumlar felsefesinin Hıristiyanlıktan
arındırılmasıdır. Bu, İngiliz iktisat doktrini, Alman diyalektiği ve
Fransız toplumsal eylem programları ile birleştirilmelidir. Bu, hem
Marksist doktrinin kökten gözden geçirilmesini, hem de
büyümesi İskandinav kültür kavramından kaynaklanan
tam bir devrimi gerektirir.
Bu yeni ideolojiye ve felsefe kuramına situoloji diyoruz. Situoloji,
bütün suni ayrıcalık biçimlerini dışlaması nedeniyle
sosyal demokrasi ilkesini temel alır. Bireyin özel yeteneklerinin
yetersiz kişiler için tasarlanmış anonim bir toplumda ezilmemesini
ve beşeri yaşamın tüm kültürel çeşitliliğiyle
gelişebilmesini sağlayan yegâne mevcut güvence budur.
Sartre, herkes benim gibi davranırsa ne olacak sorusunu sürekli
sormamız gerektiğini söyler. Bizim cevabımız hepimizin can
sıkıntısından öleceği. İnsanın yaşamıyla kumar oynayabilmesini
istiyoruz. Bu ancak herkes bireysel hareket etme
özgürlüğüne sahip olursa gerçekleşebilir.
Birinci Durumcu Enternasyonal 1957'de Paris'te kuruldu.
İşlevi Situolojiyi formüle etmek ve geliştirmekti. Son beş yıl
içerisinde bazı ciddi görüş ayrılıkları ortaya
çıktı. Bu durum, İngiltere, İtalya, Hollanda, Belçika,
Norveç, Almanya, Danimarka, İsveç ve
Finlandiya'daki çok sayıda Durumcu yoldaşın arka arkaya
ihraç edilmesine yol açtı. Sürekli yaşanan bu
çalkantıların hareketi tehlikeye attığını söylemeye gerek
bile yok. Öyle gözüküyor ki, birinci Durumcu
Enternasyonal giderek avangartlar için uluslararası bir eğitim
okulu, ciddi sanatçılar için bir tür olgunlaşma
enstitüsü hâline geliyor. Durumcu hareket bu
amaçla kurulmamıştı. Çeşitli gerilimler 10 Şubat 1962
tarihinde Paris'te doruğa ulaştı. Parisliler, konsey
toplantısında Alman
Gruppe Spur (Münih) durumcularını ihraç
ettiler. Bunu tam da grubun Batı Almanya'da neo-Nazi yetkililer
tarafından yargılandığı bir sırada yaptılar: Grup yozlaşmış [
dejenere]
sanat (
entartete kunst) yapmakla suçlanıyordu. Paris
bildirisinin yoldaşlarımızı sırtlarından bıçaklamak anlamına
geldiğini tarihe bir not olarak düşmek bizim için
üzüntü verici; Alman yetkililer,
Gruppe Spur'u
mahkemede kötülemek için bu bildiriyi kullandılar.
Paris, ancak kararın açıklanmasından sonra birdenbire Alman
Durumcuları desteklediğini açıkladı. Geç kalmış anlamsız
bir jest.
Bu tür bir bocalama, durumcu eylem programının düşünsel [
entelektüel]
düzeyde kansere yakalanmış olduğunu gösteriyor. Kanserin
kökeni eski tarz, klasik ve aşırı katı örgütlenme
kalıplarına bağlı kalınmasında yatıyor.
Bu hastalığın yıkıcı etkilerinden korunmak amacıyla Danimarka temsilcisi Jaqueline de Jong,
Situationist Times
dergisindeki yazısında merkezî örgütlenmeyi feshederek
örgüt-karşıtı bir Durumcu programla yola devam edilmesini
önerdi. Artık özel formalitelere gerek olmadan isteyen herkes
özgürce Durumcu olabilecekti. Durumcu ideolojinin
gereklerini, uygun olduğuna inandığı en iyi şekilde yerine getirmek
bireyin kendisine kalmış bir şey olacaktı. Bu, kabul etme ve
ihraç etme sorunlarını tamamen ortadan kaldırıyor.
Fransız-Belçikalı Durumcular grubu,
Internationale Situationiste ve
Copenhagen Journal
dergilerinde yayınlanan makalelerinde bu öneriye kesin "Hayır" yanıtı verdiler. Drakabygget etrafındaki İskandinav
durumcular grubunun (Sekreterya: Jorgen Nash) Durumcu
Enternasyonal'den ihraç edildiği ilan edildi. Ayrıca, bir
dizi kibirli suçlamayı bize yöneltmeyi uygun
gördüler; bu suçlamaları derhal reddettik. Ne olursa
olsun Durumcu devrimdeki rolümüze sadık kalacağız.
Görevimizi yapmaya devam edeceğiz. İşte bu belge, 2. Durumcu
Enternasyonali kurduğumuzu açıkça ilan ettiğimizin
tanığıdır. Bu eylemi tarihsel zorunluluğun ışığında değerlendiriyoruz.
Böyle davranmak zorunda bırakıldık. Aynı zamanda,
bölünmenin yalnızca geçici olacağına inanıyoruz. Kendi
Durumcu evrimimiz ile Paris kökenli olanını, Doğu Avrupa Durumcu
Hareketinin izleyeceğini öngörüyoruz. Her biri kendine
has sorunlar ve tutumlar içerisinde gelişme gösterecek bu
üç grup, gün gelecek Durumcu Enternasyonalde bir araya
gelecektir.
Avrupa için en iyisi, hakiki farklılıkların ve çeşitli
yaklaşımların bastırılmaması olacaktır. Aksine, bu karakteristik
farklılıklar Situkratik bir topluluğun gelişiminde hayati bir rol
oynayacaktır.
İşin tuhafı Situkratik tarih, bölünerek önce 2. Sosyal
Demokrat Enternasyonali, ardından da Komünist Enternasyonali
ortaya çıkaran Komünist Enternasyonalin geçtiğimiz
yüzyılda izlediği yönelimi aynen takip etmiştir. Bizde
süreç daha hızlı ilerledi. Yaşadıklarımız, sosyalist hizip
hareketlerinin ortaya çıkışına yeni bir ışık tutuyor.
Süreç, geçmişte olduğu gibi insanların toplumsal
yapıdaki değişiklikleri açıklamaya çalıştıkları zaman
genellikle yaptıkları üzere bir özeleştiriyle
açıklanamaz yalnızca. Yine de, iki hareket arasında bariz bir
koşutluk bulunuyor.
Niels Bohr'un tamamlayıcı nitelikteki kuramı, bir kimsenin aynı
anda hem konumun hem de hareketin betimlemesini yapamayacağı
gözlemine dayanıyor. Bu soyut bir bilimsel gözlemden daha
öte bir şey. Aslında, konum ile hareket arasındaki bu uyuşmazlığa
benzer bir şey Bohr'un kendi bilimsel yöntem ve
prosedürlerinin de altında yatıyor. Yaşadığımız anlaşmazlıktaki
karşılıklı suçlamaları ve tacizleri bir an için unutalım.
İskandinav ve Fransız programlarının eş derece anlamlı, zekice ve doğru
olduğunu varsayalım. O zaman göreceğiz ki aramızda temel bir
varsayım farkı bulunmaktadır. Tüm önyargıları bir kenara
bırakırsak, Paris'ten Guy Debord'un bakış açına
göre sorunun tümüyle bir konum sorunu olduğunu
göreceğiz. Aynı şey, durumun bu analizi için de
geçerlidir. İskandinav bakış açısı tamamen farklıdır;
görüşü, harekete ve hareketliliğe dayanır. Bu fark
kavranır kavranmaz, iki grup arasında ayrılık olması doğal ve
kaçınılmaz gözükür. İki karşıt eğilimin kendi
iyilikleri için çalışmalarına izin vermek üzere
yolları dostça ayırmalıyız. Bu iki eğilimi aynı kalıba
dökmeye yönelik bütün girişimler gerilime ve
çatışmaların artmasına yol açacaktır. Dolayısıyla, 2.
Durumcu Enternasyonalin kurulması bir ileri ya da geri gitme meselesi
değildir. Temelden farklı olan iki varsayımın ve programın işleyişinden
kaynaklanan Durumcu ikiye bölünmenin doğal bir sonucudur.
En azından sistemli ve akılcı bir tartışmanın mümkün olacağı
zamana kadar Paris'in konumuyla ilgili sorunlardan uzak durmak
istiyoruz. Konumsal Durumculuk, projeler yaparak yola koyulur. Bu tipik
Latin modelidir; İskandinav Sosyal Demokrasisi ise planları bizzat
durumun kendisinden ortaya çıktığı için reformcu olarak
adlandırılır. Bu yöntem şu an için Fransız
düşünce tarzına oldukça yabancı
gözüktüğünden tabu olarak görülüyor. Bu farklar, Fransızlar ile İskandinavlar arasında
herhangi bir yakın işbirliği olasılığını otomatik olarak imkânsız
kılıyor. Bu argümanda taraflardan hiçbirisi doğru
fikirlerin kendi tekelinde olduğunu iddia edemez.
Yunan-Roma düşüncesi siyaset ve toplum kuramında yerleşmiş
durumda. Bu bizim düşünce tarzımızın tam tersidir,
çünkü bizler emek harcamaya değen bütün
faaliyetlerin merkezinde insan oğluyla kızının ve birey olarak insanın
durduğuna inanıyoruz.
Sartre'ın skolastik felsefesine insancıl [
hümanist]
denmişti, ancak aslında insan oğluyla kızı toplum merkezci bir
yaratıktır. Fransız ve Belçikalı Durumcular Pascal, Dekart,
Grace ve Gide ile aynı ilkeleri temel alırlar. Eylem duygudan önce
gelir. Duygu ilksel, yansıtıcı olmayan zekâdır: Tutkulu
düşünce/düşünme tutkuyu. Fransız yönteminin
yanlış olduğunu ya da başarıyla kullanılamayacağını söylemiyoruz.
Yalnızca bu iki bakış açısının birbiriyle bağdaşmadığını
söylüyoruz, ancak birbirlerini tamamlar hâle
getirilebilirler. Son olarak: Bu temel farkları gözardı etmeyi
seçen İskandinav siyasetçileri bunu kendi sonlarını
hazırlamak pahasına yapacaklardır. Boric duygusal tepkisi onlara nahoş
bir sürpriz hazırlayacak.
2. Durumcu Enternasyonal serbestçe örgütlenen bir
harekettir. Özerk çalışma gruplarından oluşan
gönüllü bir birliktir; Stockholm'de üzerinde
görüş birliğine varılan programı kısaca şöyle
açıklanabilir:
Bilime ve Düşünsel Yaşama Özgürlük.
Bilimsel bilgi bir yerde toplanmalıdır. Bilimin başarıları toplumun
tümüne aittir. Bütün insanlığın bilimsel
keşiflerden faydalanması sağlayacak dünya çapında bir
örgüt kurulmalıdır. Devletlerin ve devlet birimlerinin
bilimsel buluşlara el koymasına izin verilmemelidir. Bilim, bir baskı
veya terör aracı olarak kullanılmamalıdır.
Yeni dünya örgütü Unesco'ya benzeyecektir,
ancak hiçbir siyasal güç grubunun veya ittifakının
hâkimiyeti altında olmayacaktır. Merkezi Prag olmalıdır. Ancak,
Çekoslovakya Sovyetler Birliği'nin uydusu olmaktan
kurtarılmalıdır. Bu kesinlikle uygulanabilir bir taleptir.
Bilimsel bilginin ve teknolojik becerilerin dünya genelinde
eşitsiz dağılması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu nedenle,
bilimin küresel ölçekte toplumsallaştırılması
imkânsızdır. Ancak, bilimin başarıları herkesin kullanımına
açık olabilir ve olmalıdır.
Sanat insanlığın yararına olmalıdır. Sanat ve kültür ancak
siyasal müdahaleden uzak olduğu zaman gerektiği şekilde işlev
görebilir. İnsanlar için özerk kültürel
faaliyet merkezleri ve kolejler kurulması gereklidir. Bu kurumlar,
Prag'daki yeni Unesco'nun himayesi altında olacaktır.
Emek hareketi bir zamanlar en değerli şey olarak
görülürdü. Bugün, aklı pahasına hep daha fazla
maddi fayda elde etme çabasıyla memeleri sıkılan bir süt
ineğine benziyor. Bununla beraber, genel olarak bakıldığında maddi
standartlarımız o kadar da yükselmemiştir. Bir yandan
tüketici aklına sahip olan, öte yandan da envai
çeşitte dükkân sahipleri tarafından kontrol edilen
bir toplum manzaramız var. İş hayatında, siyasette ve
kültürel olaylarda işin başında bu insanlar var. Durumcu
hareket aklın özgürleşmesini istiyor.
Gezegenler arası MUTANT [
mutasyona uğramış]
iktisadi genişleme programının başarısı için
çalışmalıyız: Askeri niyetlerden tamamen vazgeçilmesi,
tüm atom bombalarının tahrip edilmesi. Yine de eğer insanlık
ölüme mahkûmsa, hepimizin birden yok olmasını tercih
ederiz. Bunker [
reform karşıtı aşırı sağ eğilimli] aristokrasisinin devamını destekleyen planlara karşı çıkıyoruz.
Durumcular ve İskandinav Asiler
İskandinavların kötü, hatta başkalarının planlarını
gerçekleştirmek söz konusu olduğunda daha da kötü
planlamacılar olduğunu kabul ediyoruz. Teori ile pratiği her zaman
birbirinden ayırmıyoruz. Teorilerimizi olayın ardından üretme
eğilimindeyiz. Şimdi Durumcu evrime dahil olmuş durumdayız ve
gerçekleştirilebilir hedefler için plan yapma
aşamasındayız. Fransız tarzı bunun tam tersidir. Onlar başlamadan
önce her şeyin tertipli olmasını isterler ve herkes
düzgün bir şekilde sıradaki yerini almalıdır. Onlar
için "ya sıraya gir ya da defol git" durumu söz
konusu. Strateji olarak, bedeli ne olursa olsun cepheden saldırılara
inanırlar. Zayıf cepheden saldırılar yaparak düşmanın ekmeğine yağ
sürdüklerinin ve güçlerini boşa harcadıklarının
farkında değilmiş gibi gözüküyorlar. Bu, düşmanı
böylesi saldırıları kışkırtmaya teşvik eder. Biz bu stratejiye
inanmıyoruz.
Bir başka önemli fark şudur. İskandinavlar reform için
mücadele ederken Fransızlar Devrimi amaçlıyorlar. Biz
geçmişin üzerine inşa ediyoruz ve geçmiş
deneyimlerden yeni fikirlerin doğmasına izin veriyoruz. Bu organik bir
ilke olarak tanımlanabilir, buna aşırı-muhafazakârlık da
denilebilir.
Günümüzde muhafazakârlık, ilerleme, devrim ve
gericilik gibi terimler anlamlarını kaybetmişlerdir. Liberalizmin
terminolojisi de aynı ölçüde saçmadır ve modası
geçmiştir. Esasen geleneğin yönlendirdiği Kuzeyin durumlar
felsefesi açısından bu türden ibareleri kullanmanın
hiçbir anlamı yoktur. Bizim gücümüz tam da burada
yatıyor. İdeolojimizi ve çalışma ilkelerimizi buna
dayandırıyoruz. Eğer Fransız Durumcuları
görüşümüzü kabul edemiyorlarsa, kendi
planlarını yapmalı ve bağımsız olarak yola devam etmeliler.
Durumcu mücadelenin anlamını kavrayamayacak bazı kişiler vardır.
Yaşadığımız bu çatışma onlara anlaşılmaz gelecektir. Ancak, bir
gün bu evrenin Avrupa açısından çok önemli bir olay
olarak görüleceğine gönülden inanıyoruz:
Belirleyici bir atılımın hemen öncesi. Sözlü
mücadelenin boş olduğunu düşünenleri şunu
söylüyoruz: Söz savaşı dünya savaşından daha iyidir.
İMZALAYANLAR:
Jorgen Nash (Danimarka)
Jens Jorgen Thorsen (Danimarka)
Gordon Fazakerley (Birleşik Krallık)
Hardy Strid
Staffan Larsson (İsveç)
Ansgar Elde (İsveç)
Jacqueline de Jong (Hollanda)
Patrick O'Brien (İrlanda)
(Ağustos 1962 Stockholm Konferansı üyeleri)
1962'de
Situationist Times dergisinin 2. sayısında yayımlanan bu bildiri 2. Durumcu Enternasyonal'in kuruluş bildirgesidir.
Çeviri: AnarşistBakış
Kaynak: "The Struggle of the Situcratic Society: A Situationist Manifesto".
Anarşist
Yazın Ana Sayfa --->