MARKS
VE ANARŞİZM
RUDOLF ROCKER
(1925)
I
Birkaç yıl önce, Friedrich Engels'in ölmesinin hemen ardından,
Marksist topluluğun önde gelen üyelerinden birisi olan Bay Eduard
Bernstein dikkate değer bulgularıyla meslekdaşlarını şaşkına çevirdi.
Bernstein,
materyalist tarih yorumunun, Marksist artı değer ve sermayenin
yoğunlaşması kuramının doğruluğu hakkındaki kuşkularını kamuoyuna
açıkladı. Diyalektik yönteme saldıracak kadar ileri giderek eleştirel
bir sosyalizmden bahsetmenin imkansız olduğu sonucuna vardı. İhtiyatlı
birisi olan
Bernstein, Marksist ruhbanlığın korkusuyla Engels'in
ölümüne kadar keşiflerini kendisine sakladı, ancak ölümünden sonra
kamuoyuna açıkladı. Ancak aldığı bu tedbir bile onu kurtaramadı, her
yönden saldırıya maruz kaldı. Kautsky bu itizaline [heresy, dince kabul edilmiş
görüşlere aykırı bir görüş] karşı bir kitap yazdı, ve zavallı Eduard
Hannover
Kongresi'nde ahlakça zayıf, müzmin bir günahkar olduğunu
ve bilimsel çoğunluğun kararına boyun eğeceğini açıklamaya
mecbur bırakıldı.
Her şeye karşın, Bernstein yeni bir vahiyle ortaya
çıkmamıştı.
Marksist öğretinin temellerine karşı ortaya koyduğu mantık, marksist
kilisenin inançlı bir havarisiyken bile vardı. Söz konusu
argümanlar anarşist yazından aşırılmıştı, burada dikkate değer yegane
nokta bunları ilk defa çok
tanınan bir sosyal demokratın kullanmasıydı. Aklı başında hiç kimse
Berstein'ın eleştirisinin marksist kampta unutulmaz bir etki
bıraktığını inkar etmeyecektir: Bernstein, Karl Marks'ın metafiziksel
iktisadının en önemli temellerine darbe indirmişti, ve ortodoks
marksizmin en saygıdeğer temsilcilerinin ayağa kalkması şaşırtıcı
değildi.
Daha
önemli olan bir krizin tam ortasına denk elmeseydi, bunların hiçbirisi
o kadar ciddi olmayacaktı. Neredeyse bir
yüzyıl boyunca marksistler, Marks ve Engels'in sözde bilimsel sosyalizm
denilen şeyin kaşifleri oldukları fikrini ileri sürmekten geri
durmadılar; ütopyacı sosyalistler ile marksistlerin bilimsel sosyalizmi
arasında suni bir ayrım (yalnızca ikincilerin hayallerinde var olan bir
ayrım) icat edildi. Almanca konuşulan ülkelerde sosyalist
yazın, her sosyal demokratın Marks ve Engels'in bilimsel keşiflerinin
saf
ve son derece orijinal bir ürünü olarak kabul ettiği marksist kuramın
tekeline
sokulmuştu.
Ancak bu yanılsama da tarihe karıştı: modern tarihsel incelemeler,
bilimsel sosyalizmin eski İngiliz ve Fransız sosyalistlerinden
geldiğini, ve Marks ile Engels'in başkaların beyinlerini aşırmakta usta
olduklarını hiçbir soru işareti bırakmayacak şekilde
saptadı. 1848 devrimlerinden sonra Avrupa'da feci bir gericilik
başlamıştı: Kutsal İttifak, Fransa, Belçika, İngiltere, Almanya,
İspanya ve İtalya'da oldukça zengin bir yazın üreten sosyalist
düşünceyi boğmak niyetiyle ağlarını her ülkeye atmaya başlamıştı. Bu
yazın, bu bilgisizlik taraftarlığı [obscurantism,
bilimsel düşünceye karşı olma] döneminde neredeyse tamamen unutulmaya
yüz
tutmuştu. En önemli eserlerden birçoğu, belli bazı halk
kütüphanelerinin veya özel şahısların koleksiyonlarının sakinliğinde
sığınacak bir yer bulana değin tahrip
edildi ve geriye sadece birkaç örnek kaldı.
Bu yazın ancak ondokuzuncu yüzyılın sonu ile yirminci yüzyılın başına
doğru yeniden keşfedilebildi; ve bugünlerde, Fourier ile Saint Simon'u
takip
eden okulların eski yazılarında, veya Considerant, Demasi, Mey ve diğer
birçoklarının eserlerinde verimli fikirler bulunuyor. Tüm
bu olguların sistematik bir modeliyle ilk defa ortaya çıkan eski
arkadaşlarımızdan birisi W. Tcherkesoff oldu: o, uzun süreden
beridir Marks ile Engels'in entelektüel mirasına ait olarak görülen
kuramların
mucitlerinin onlar olmadığını gösterdi [01];
En ünlü
marksist eserlerden bazılarının --örneğin Komünist
Manifesto-- aslında
Marks ile Engels'in Fransızcadan yaptıkları serbest çeviriler
olduğunu ispatlayacak kadar ileri gitti. Ve Tcherkesoff, ortaya çıkması
Marks ve
Engels'in broşürünün yazılmasının beş yıl öncesine denk düşen Victor
Considerant'ın Demokrasi Manifestosu
ile Komünist Manifasto
arasında karşılaştırmalar yapma
fırsatı bulmasının ardından, Komünist
Manifesto'ya yönelik iddialarının İtalyan sosyal demokratlarının
merkezi yayın organı olan Avanti
tarafından kabul edilmesiyle bir zafer
kazandı [02] .
Komünist Manifesto bilimsel sosyalizmin ilk eserlerinden birisi olarak
görülür; ve içeriği, marksizmin Fourier'i ütopyacı sosyalistler içinde
sınıflandırması nedeniyle, bir "ütopyacı"nın yazılarından alınmıştı. Bu
hayal edilebilecek en zalim ironilerden birisidir, ve hiç
şüphe yok ki marksizmin bilimsel değeri için bir referans değildir.
Victor
Considerant, Marks'ın haberdar olduğu en
iyi sosyalist yazarlardan birisiydi: sosyalist olmadan önce bile
ondan söz ediyordu. 1842'de Allgemeine
Zeitung, Marks'ın baş editörlüğünü yaptığı Rheinische
Zeitung'a,
komünizm taraftarı olduğu suçlamasıyla saldırdı. Marks
buna bir baş makaleyle cevap verdi: "Leroux'un,
Considerant'ın eserleri gibi
eserler ve
herşeyden öte Proudhon'un etkileyici kitabı yüzeysel bir şekilde
eleştirilemez; eleştirilmeden önce uzun ve dikkatli
bir şekilde incelenmeleri gerekir" [03].
Marks'ın entelektüel gelişimi Fransız sosyalizminden oldukça
etkilenmişti; ancak Fransa'daki tüm sosyalist yazarlar arasında,
düşünceleri üzerinde en güçlü etkisi olan kişi P. J. Proudhon idi.
Hatta Proudhon'un Mülkiyet Nedir?
kitabının Marks'ın sosyalizmi kucaklamasına yol açtığı da gayet
açıktır.
[Bu kitaptaki] ulusal ekonomiye ve çeşitli sosyalist
eğilimlere ilişkin eleştirel gözlemler Marks'ın önünde yepyeni bir
dünya
açtı, ve Marks'ın zihni en çok
da parlak [inspired, deha]
Fransız sosyalistinin geliştirdiği artı değer kuramının etkisinde
kaldı. Marksistlerimizin çok gurur duydukları muhteşem "bilimsel keşif"
artı değer doktrininin kökenlerini Proudhon'un
yazılarında bulabiliriz. Marks'ın, daha sonra İngiliz sosyalistleri
Bray
ve
Thompson'u inceleyerek bazı değişiklikler yaptığı bu kurama aşinalığı
Proudhon sayesindeydi.
Marks hatta Proudhon'un muazzam bilimsel önemini açıkça teslim etmişti;
ve, bugün baskısı
tükenmiş özel bir kitapta Proudhon'un eseri Mülkiyet Nedir?'den "Fransız proletaryasının ilk bilimsel
manifestosu" diye bahseder. Marksizmin resmi temsilcileri akıl
hocalarının eserlerini her dilde yaymak için her türlü çabayı
gösterirken, bu eser marksistlerce ne yeniden basılmış, ne de başka
bir dile tercüme edilmiştir. Bu kitap unutulmuştur ve sebebi de şudur:
bunun
basılması, Marks'ın anarşizmin önde gelen kuramcısına
yönelik daha sonra yazdıklarının saçmalığını ve alakasızlığını tüm
dünyaya gösterecekti.
Marks yalnızca Proudhon'un ekonomiye ilişkin fikirlerinden etkilenmekle
kalmadı,
aynı zamanda büyük Fransız sosyalistinin anarşist kuramlarının etkisi
altında kalarak, devlete karşı saldırdığı dönemdeki eserlerinden
birisinde bunu Proudhon'un yaptığı tarzda yaptı.
II
Marks'ın bir sosyalist olarak evrimini ciddi bir şekilde inceleyen
herkes, onu sosyalizme yönelten şeyin Proudhon'un çalışması Mülkiyet Nedir? olduğunu kabul
etmek zorundadır. Bu evrimin ayrıntıları hakkında tam bilgisi
olmayanlar ve Marks ile
Engels'in erken dönem sosyalist eserlerini okuma fırsatı olmayanlar
için bu iddia yersiz ve olasılık dışı gözükecektir. Çünkü, Marks, daha
sonraki eserlerinde Proudhon'dan sert ve alaycı bir şekilde bahseder,
ve bu eserler sosyal demokrasinin defalarca basmayı seçtiği eserlerdir.
Bu yolla, Marks'ın başından itibaren Proudhon'un kuramsal bir karşıtı
olduğu, ve ikisi arasında hiçbir ortak zemin olmadığı şeklindeki inanç
yavaş yavaş oluşturuldu. Ve, gerçeği söylemek gerekirse, Marks'ın Komünist Manifesto'da, Felsefenin Sefaleti'nde veya
Proudhon'un ölümünün hemen ardından Berlin'de Sozialdemokrat'da
yayınlanan anma yazısında Proudhon hakkında yazdıklarına bakılırsa
aksini düşünmek imkansızdır.
Marks, Felsefenin
Sefaleti'nde,
Proudhon'un fikirlerinin değersiz olduğunu, onu ne bir sosyalist ne de
bir politik iktisat [ekonomi politik] tenkitçisi olarak saymadığını
göstermek amacıyla hiçbir şeyden
sakınmadan Proudhon'a en aşağılık
şekilde saldırır.
"Bay Proudhon Avrupa'da özellikle
yanlış anlaşılma talihsizliğine maruz kaldığını söylüyor.
Fransa'da, kötü bir iktisatçı olma hakkı vardır, çünkü iyi bir Alman
felsefecisi olarak nam salmıştır. Almanya'da, kötü bir felsefeci olma
hakkı vardır, çünkü en muktedir Fransız iktisatçılarından birisi olarak
nam salmıştır. Aynı anda hem Alman hem de iktisatçı olarak, bu çifte
hatayı
protesto etmeyi arzuluyoruz." [04]
Ve Marks daha da ileri gider: Hiçbir delil göstermeksizin Proudhon'u
İngiliz iktisatçı Bray'in fikirlerini aşırmakla [plagiarise, başkasının fikirlerini
kendi fikirleri gibi yazma, intihal] suçlar. Şöyle yazar:
"Bray'in kitabında [05] Bay
Proudhon'un tüm geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki eserlerinin
anahtarını
bulduğumuza inanıyoruz."
Başkalarının fikirlerini çok sık kullanan ve [yazdığı] Komünist Manifesto aslında Victor
Considerant'ın Demokrasi Manifestosu'nun
bir kopyası olan Marks'ın başkalarını intihalle suçlaması ilginçtir.
Ancak gelin kaldığımız yerden devam edelim. Marks, Komünist
Manifesto'da, Proudhon'u bir muhafazakar, bir burjuva karakter
olarak
resmeder [06]. Sozialdemokrat'da
(1865) yazdığı anma yazısında şunları görebiliriz:
"Politik iktisadın katı bilimsel
tarihinde, bu kitaptan (yani Mülkiyet
Nedir?) bahsedilmeye nadiren layık olacaktır. Çünkü bu gibi
sansasyonelist eserler, roman dünyasında oynadıkları rolün
aynısını bilimlerde de oynarlar."
Ve bu anma yazısında Marks, Felsefenin
Sefaleti'nde zaten dile getirdiği görüşünü, yani
Proudhon'un bir sosyalist ve iktisatçı olarak değersiz olduğu iddiasını
yineler.
Marks tarafından Proudhon'a yöneltilen bu gibi suçlamaların ancak
kendisi ile büyük Fransız yazarı arasında kesinlikle hiçbir ortak zemin
varolmadığı sanısını, daha doğrusu kanaatını yayabileceğini anlamak zor
değildir. Proudhon Almanya'da neredeyse hiç tanınmıyordu. 1840'lar
civarında basılan eserlerinin Alman baskıları tükenmişti. Almanya'da
yeniden basılan tek kitabı Mülkiyet
Nedir?
idi, ve o da az sayıda basılmıştı. Bu, Marks'ın bir sosyalist olarak
erken dönem gelişimine dair tüm izleri silebilmesini açıklar.
Başlangıçta Proudhon'a karşı tavrının nasıl olduğunu yukarıda
görmüştük, ve çıkaracağımız sonuçlar iddialarımızı doğrulayacak.
Alman demokrasisinin önde gelen gazetelerinden birisi olan Rheinische
Zeitung'un baş
editörü olarak Marks, henüz kendisini sosyalist davaya adamamış olsa da
Fransa'nın en önemli sosyalist yazarlarından haberdar olmuştu. Onun
Victor Considerant, Pierre Lerroux ve Proudhon'dan bahsettiği bir
alıntıya yukarıda yer vermiştik, ve Considerant ile Proudhon'un onu
sosyalizme cezbeden akıl hocaları [mentor]
olduğu şüphesizdir.
Hiç şüphe yok ki, Mülkiyet
Nedir? Marks'ın sosyalist olarak gelişimi üzerindeki başlıca
etki kaynağıdır; bu nedenle, bahsedilen gazetede parlak Proudhon'dan "sosyalist yazarların en
tutarlısı ve en zekisi" diye bahseder [07]. 1843'de, Prusya
sansürü Rheinische
Zeitung'u
susturur, Marks ülkeyi terk eder ve sosyalizme yönelişi de bu dönemde
olur.
Bu kayma, ünlü yazar Arnold Ruge'a yazdığı mektuplarda, ve Friedrich
Engels ile ortaklaşa yazdığı Kutsal
Aile, Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi'nde daha da fazla
belirgindir. Kitap, Alman düşünür Bruno Bauer'in başını çektiği
eğilimle tartışmak amacıyla 1845'de piyasaya çıkar [08].
Kitap, felsefi konuların
yanı sıra, aynı zamanda politik iktisat ve sosyalizmle de uğraşır, ve
bizi özellikle ilgilendirenler de bu kısımlardır.
Kutsal Aile, Marks ve Engels'in
basılan tüm eserler arasında diğer dillere
çevrilmeyen ve Alman sosyalistlerinin yeniden basmadığı tek eserdir.
Marks ve Engels'in edebi vasiyetinin uygulayıcısı olan Franz Mehring,
Alman
sosyalist partisinin desteğiyle, aktif sosyalistler olarak ilk yıllarda
diğer eserlerle birlikte Kutsal
Aile'yi de basmıştır, bu doğru; ancak, bu ilk basılmasından
altmış yıl sonra yapıldı, ve ayrıca çalışan bir insan için çok pahalı
olduğu için yayınlanmasında uzmanlar dikkate alınmıştı. Bundan başka,
Proudhon Almanya'da o kadar az biliniyordu ki, Marks'ın onun hakkında
ilk ifade ettiği görüşleriyle daha sonrakiler arasında derin bir uçurum
olduğunun ancak çok az kişi farkına vardı.
Ve yine de kitap açık bir şekilde Marks'ın sosyalizminin gelişimini ve
Proudhon'un bu gelişim üzerindeki güçlü etkisini gösterir. Marks, Kutsal Aile'de, Marksistlerin daha
sonra akıl hocalarına atfedecekleri tüm meziyetlerin Proudhon'da
olduğunu teslim ediyordu.
Buna ilişkin olarak sayfa 36'da [Marks'ın] neler söylediğine bakalım:
"Politik iktisada ilişkin tüm
bilimsel incelemeler özel mülkiyeti verili olarak kabul eder. Bu temel
öncül onlara göre daha
fazla incelemelerine gerek olmayan, su götürmez bir olgudur; aslında
Say'in naifçe kabul ettiği gibi yalnızca "ACCIDENTELLEMENT" olarak
[kaza sonucu, rastlantı eseri
ortaya çıkan] bahsedilen bir
olgudur [09]. Ancak Proudhon, ÖZEL MÜLKİYETİN politik iktisadının
temellerine ilişkin
cesur, acımasız ve
aynı zamanda bilimsel olan ilk incelemeyi yapar. Onun gerçekleştirdiği
büyük bir
bilimsel ilerlemedir, politik iktisadı devrimcileştiren ve ilk defa
gerçek politik iktisat bilimini mümkün hale getiren bir ilerlemedir.
Proudhon'un Mülkiyet Nedir?'i, Sieyes'in What
is Third Estate?'inin
modern siyaset için önemli olması kadar modern politik
iktisat için önemlidir."
Marks'ın bu sözlerini büyük anarşist kuramcı hakkında
daha sonra söyledikleriyle karşılaştırmak ilginç olacaktır. [Marks,] Kutsal Aile'de, Mülkiyet Nedir?'in özel mülkiyetin
ilk bilimsel analizi olduğunu ve milli ekonomi dışında ilk gerçek
bilimin yapılmasını mümkün kıldığını söyler; ancak aynı Marks, Sozialdemokrat'daki
iyi
bilinen anma yazısında ekonominin katı bilimsel tarihinde bu
eserden bahsedilmesine bile gerek olmadığını iddia eder.
Bu türden bir çelişkinin arkasında ne yatmaktadır? Bu, sözde bilimsel
sosyalizmin temsilcilerinin açıklığa kavuşturması gereken bir
şeydir. Gerçek anlamda tek bir cevap vardır: Marks, gözden geçirdiği
bir
kaynağı saklamak istemiştir. Bu soru üzerine çalışma yapan ve
partizanca
bağlılığın altında ezilmemiş olan herkes bu açıklamanın hayali
olmadığını kabul etmelidir.
Ancak gelin Marks'ın Proudhon'un tarihsel önemine ilişkin neler
dediğine
bir kere daha kulak verelim. Aynı eserin 52. sayfasında şunları
okuyabiliyoruz:
"Proudhon yalnızca proletarların
çıkarları doğrultusunda yazmamıştı, o aynı zamanda bir proletar, bir
ouvrier [işçi, iş yapan] idi. Eseri Fransız proletaryasının bilimsel
manifestosudur."
Burada, görebileceğimiz üzere, Marks, oldukça açık bir şekilde,
Proudhon'un
proletarya sosyalizminin taraftarı olduğunu, ve eserinin Fransız
proletaryasının bilimsel manifestosunu temsil ettiğini ifade
ediyor. Öte yandan, Komünist Manifesto'da
ise Proudhon'un muhafazakar, burjuva sosyalizminin canlı bir simgesi [incarnation] olduğu
konusunda bizi temin ediyor. Bundan daha keskin bir karşıtlık olabilir
mi? Kime inanacağız, Kutsal Aile'nin
Marks'ına mı, yoksa Komünist Manifesto'nun
yazarına mı? Ve bu farklılık [çelişme] nasıl oluyor? Kendi kendimize
bir kere daha sorduğumuz bir soru bu, ve doğaldır ki cevabı da
eskisinin
aynısı: Marks, Proudhon'a borçlu olduğu şeyleri herkesten gizlemek
istemişti, ve bu amaca hizmet edecek her araç mübahtı. Olası başka bir
açıklama yok; Marks'ın daha sonra Bakunin'le
çatışmasında kullandığı araçlar, seçiminde pek de vicdanlı
davranmadığının kanıtıdır.
"Bir yandan idarenin amacı ile iyi
niyeti arasındaki, öte yandan ise bunun araçları ve olanakları
arasındaki çelişki,
--[devlet] kendi kendini sona erdirmedikçe--- devlet tarafından sona
erdirilemez, çünkü o bu çelişkiye dayanmaktadır. Devlet, kamusal ile
özel yaşam arasındaki çelişkiye, genel çıkarlar ile özel çıkarlar
arasındaki çelişkiye dayanır. Bu nedenle, idare kendisini resmi ve
olumsuz bir faaliyetle sınırlamalıdır, çünkü sivil yaşamın ve emeğin
başladığı yerde idarenin iktidarı sona erer. Aslında, bu sivil yaşamın,
bu özel
mülkiyetin, bu ticaretin, bu sanayinin, çeşitli yurttaş çevrelerinin
bu ortaklaşa yağmasının
toplumsal ilişkileri engelleyen [unsocial] mizacından
kaynaklanan sonuçlarla karşı karşıyayken, tüm bu sonuçlarla karşı
karşıyayken, [kifayetsizlik, iyi bir şey yapmaya gücü yetmeyen
anlamında] iktidarsızlık idarenin doğal yasasıdır. Bu parçalanma, bu
şerefsizlik, sivil toplumun bu köleliği modern devletin dayandığı doğal
temeldir --aynen köleci sivil toplumunun antik toplum devletinin
dayandığı doğal temel olması gibi. Devletin varlığı ile köleliğin
varlığı birbirinden ayrılamaz. Antik devlet ve antik kölelik, bu apaçık
klasik karşıtlar; modern devlet ile modern ticari dünyanın, bu ikiyüzlü
Hristiyan karşıtların, sıkı sıkıya birbirlerine perçinlenmesi kadar
perçinlenmemişti."
Marks'ın daha sonraki öğretileri bağlamında fazlasıyla
acayip gözüken, devletin mizacına ilişkin özünde
anarşist olan bu eleştiri, onun erken dönem sosyalist evrimindeki
anarşistik köklerin açık bir delilidir. Söz konusu makale, Proudhon'un
devlet eleştirisinin --ilk olarak ünlü kitabı Mülkiyet Nedir?'de ortaya konan
eleştirisi-- kavramlarını yansıtmaktadır. Bu ölümsüz eser, [Marks'ın]
sosyalist
faaliyetinin ilk dönemlerini reddetmeye yönelik göstermiş olduğu tüm
çabaya karşın --üstelik de bunu soylu yöntemlerle yapmamıştır, Alman
komünist evrimi üzerinde belirleyici bir etki yapmıştı. Tabii ki, bu
konuda
marksistler ustalarını destekler, ve böylece de, Marks ile Proudhon
arasındaki ilk ilişkilere dair yanlış bir tarihsel görüş yavaş yavaş
inşa edilir.
Özellikle Almanya'da, çünkü Proudhon orada neredeyse tanınmamaktadır,
bu konudaki en katıksız maksatlı yanlış tanıtımlar bile ortalıkta
dolaşabiliyor. Ancak, eski sosyalist yazarların önemli eserleri
daha fazla bilinir oldukça, bilimsel sosyalizmin --marksist okulun
muazzam
"ünü"nden ve ilk dönemlere ait sosyalist yazını unutulmaya mahkum eden
diğer etkenlerden ötürü-- uzunca bir süre unutulmuşluğa terk edilen
"ütopyacılar"a ne
kadar çok şey borçlu olduğu da daha fazla anlaşılacaktır. Marks'ın en
önemli
öğretmenlerinden birisi ve onun daha sonraki gelişiminin
temellerini hazırlayan kişi, yasalcı sosyalistlerin fazlasıyla
iftira attığı ve yanlış anladığı anarşist Proudhon'dan başkası değildi.
III
Marks'ın bu dönemdeki siyasi yazıları, örneğin Paris'teki Vorwaerts'de
basılan
makalesi, onun Proudhon'un düşüncesinden ve hatta anarşist fikirlerden
ne kadar etkilenmiş olduğunu gösterir.
Vorwaerts,
Fransız
başkentinde Heinrich Bernstein'in yönetimi altında 1844'de ortaya çıkan
bir süreli yayındı. İlk başlarda yalnızca liberal bir görünüşe
sahipti. Ancak daha sonra, Anales
Germano Francaises'in ortadan kaybolmasının ardından, Bernstein,
ilk [derginin] katılımcılarıyla kendisini sosyalizm davasına kazandıran
bu sonraki [derginin katılımcıları] arasında bağlantı kurdu. Bundan
sonra da Vorwaerts
sosyalizmin resmi
sözcüsü haline geldi, ve aralarında Bakunin, Marks, Engels, Heinrich
Heine, Georg Herwegh vb. kimselerinin olduğu kişiler katkılarını A.
Ruge'nin bu son dönem yayınına yaptılar.
63. sayıda (7 Ağustos 1844) Marks, "'Prusya
Kralı ve Sosyal Reform' Makalesi Üzerine Eleştirel Notlar"
başlıklı bir polemik çalışması yayınladı. Bu yazıda, devletin mizacını
inceliyor, onun toplumsal sefaleti azaltmak ve yoksulluğu ortadan
kaldırmaktaki tam kifayetsizliğini gösteriyordu. Yazarın makalesi
boyunca belirttiği fikirler, Proudhon, Bakunin ve diğer anarşizm
kuramcılarının bu bağlamda belirttikleri düşüncelerle tamamen uyum
içinde olan anarşist fikirlerdi. Okuyucular, Marks'ın çalışmasından
yapacağımız şu alıntıdan kendileri bir yargıya varabilirler:
"Devlet ... toplumsal illetlerin kaynağını asla 'devlet ve toplumun
sistem'de görmez. Siyasi
partilerin olduğu yerde, her parti, her türden kötülüğün köklerini
kendisinde değil devletin dümenini elinde tutan karşı partide
görür. Radikal ve devrimci siyasetçiler bile kötülüğün kökünü
devletin temel mizacında değil, kendilerinin başka bir devlet biçimiyle
değiştirmek istedikleri belirli bir devlet biçiminde görür.
Siyasi bakış açısına göre, devlet ile
toplumun sistemi iki farklı şey
değildir. Devlet, toplumun sistemidir. Devlet toplumsal kusurların
varlığını kabul ettiği ölçüde, bunların sebeplerini ya hiçbir insan
erkinin kontrol edemediği doğa kanunlarında, veya devlete dayanmayan
özel yaşamda, veyahut da kendinin bağlı olmadığı idarenin uygunsuz
faaliyetinde görür. Böylece, İngiltere yoksulluğun sebebini doğa
yasasında görür, ki buna göre nüfus daima geçim araçlarının üzerinde
olmalıdır. Öte yandan, İngiltere dilenciliği yoksulların kötü
niyetleriyle açıklar, aynen Prusya Kralının bunu zenginlerin
Hristiyanlığa aykırı duygularıyla açıklaması gibi, aynen onu mülk
sahiplerinin şüphelenilen karşı-devrimci mentalitesiyle açıklayan
konvansiyon gibi. Bu nedenle, İngiltere yoksulları cezalandırır, Prusya
Kralı zenginlerin kulaklarını çeker, konvansiyon mülkiyet sahiplerinin
kellerini uçurur.
Son olarak, her devlet sebebi idarenin
tesadüfi veya kasıtlı
noksanlıklarında arar, ve bu nedenle de onun hastalıklarının çaresini
idarenin alacağı önlemlerde görür. Neden? Çünkü idare devletin
örgütleyici faaliyetidir de ondan."
IV
Karl Marks, 20 Temmuz 1870'de, Friedrich
Engels'e şunları yazıyordu:
"Fransızların
büyük bir yenilgiye [köteğe] ihtiyaçları var. Eğer Prusyalılar zafer
kazanırlarsa, devlet gücünün merkezileşmesi Alman işçi sınıfının
merkezileşmesi açısından yararlı olacaktır; dahası, Alman üstünlüğü
Batı Avrupa işçi hareketinin ağırlık merkezini Fransa'dan Almanya'ya
kaydıracaktır. Ve, Alman işçi sınıfının kuramda ve örgütlenmede
Fransızlardan üstün olduğunu görmek için hareketin 1866 ile bugünkü
[durumunun] karşılaştırmasını yapmak yeterli olacaktır. [Almanya'nın]
dünya sahnesinde Fransızlara
hakim olması
aynı zamanda bizim kuramımızın Proudhon ve benzerlerininkine hakim
olması anlamına gelecektir."
Marks haklıydı: Almanya'nın Fransa karşısındaki zaferi Avrupa işçi
hareketi tarihinde yeni bir yönelim anlamına geldi. Latin ülkelerinin
devrimci ve liberal sosyalizmi, yerini marksizmin devletçi,
anti-anarşist kuramına bırakarak, sahnenin dışına itildi. Aslında
teolojik bir ifade şekli
türlüsünden ve kaderci bir sofizmden [sophism,
bir şeyi yanlış varsayımlara dayanarak oluşturma] daha fazlası değilken
toplumsal gerçekliğin tüm bilgisine sahip olduğunu iddia eden yeni bir
demirden dogmatizm, canlı, yaratıcı sosyalizmin gelişimini kesintiye
uğrattı; onu gerçekten
sosyalist olan düşüncenin mezarlığına dönüştü.
Fikirlerle birlikte sosyalist hareketin yönetemleri de değişti.
Proganda ve --enternasyonalistlerin geleceğin toplumunun embriyosu ve
üretim ile değişim araçlarının toplumsallaştırılmasına uygun organlar
olarak değerlendirdikleri-- ekonomik mücadelenin örgütlenmesi amaçlı
devrimci
grupların yerini sosyalist partilerin, proletaryanın parlamenter
temsilinin aldığı bir çağ geldi. Yavaş yavaş işçilerin toprağı ve
atölyeleri ele geçirmeye yönlendiren eski sosyalist eğitim unutuldu; en
yüksek ülkü olarak siyasi iktidarın ele geçirilmesini hedefleyen
yeni bir parti disiplini bunun yerini aldı.
Marks'ın önemli muhalifi Bakunin, pozisyondaki bu kaymayı açık
bir
şekilde gördü, ve keder dolu kalbiyle Almanya'nın zaferi ve Komün'ün
düşmesiyle Avrupa'da yeni bir tarih sayfası açıldığını tahmin etti.
Fiziksel olarak tükenmiş ve yüzünde ölüm okunurken, 11 Kasım 1874'de şu
önemli satırları Ogarev'e yazdırdı:
"Militarizm, polis
yönetimi ve finans tekelinin Yeni Devlet adı altında tek bir sistem içinde
kaynaşmasından başka bir şey olmayan olan Bismarskçılık her yeri fethediyor. Ancak, belki on veya
onbeş yıl içerisinde
insan türünün istikrarsız evrimi bir kere daha zafer yollarını
aydınlatacak." Bu olayda Bakunin hatalıydı, dünyanın yaşadığı
feci bir kıyametin tam ortasında Birmarskçılık'ın devrileceği zamana
kadar
yarım yüzyıl geçmesi gerekeceğini hesaplayamamıştı.
V
1871'deki Almanya'nın zaferi ile Komün'ün düşmesinin eski
Enternasyonal'in
yok olmasının işaretleri olması gibi, 1914'ün Büyük Savaşı da
siyasi sosyalizmin iflasının ifşa edilmesi oldu.
Ve ardından, ancak eski sosyalist hareket hakkındaki tam bir cehaletle
açıklanabilecek olan garip ve zaman zaman gerçekten de gülünç derecede
acayip bir şey oldu.
Bolşevikler, bağımsızlar, komünistler ve benzerleri, hiç durmaksızın,
eski sosyal
demokrasinin varislerini marksizmin ilkelerinin saflığını utanç verici
bir şekilde kirletmekle suçladılar. Onları,
hem sosyalist hareketi burjuva parlamentarizminin bataklığına
saplamakla, hem de Marks ile Engels'in Devlet'e, vs. vs. şeylere
karşı tavırlarını yanlış yorumlamakla suçladılar. Bolşeviklerin ruhani
lideri Nikolay Lenin suçlamalarını sağlam bir temele oturtmaya
çalışarak, müritlerine göre marksizmin gerçek ve saf bir yorumlaması
olan ünlü kitabı Devlet ve Devrim'i
yazdı. Lenin, mükemmel bir şekilde düzenlenmiş alıntı
seçimleriyle, "bilimsel sosyalizmin kurucuları"nın her zaman
demokrasinin ve parlamenter bataklığın açık düşmanları olduklarını, ve
onların tüm çabalarının hedefinde devletin yok edilmesi olduğunu
göstermeye çalışır.
Lenin'in bunu ancak yakın bir zamanda, tüm beklentilerin aksine
partisinin Kurucu Meclis
seçimlerinde azınlıkta kalmasının ardından keşfettiği unutulmamalıdır.
O
zamana kadar, Bolşevikler de aynen diğer partiler gibi seçimlere
katılıyor, demokrasinin ilkeleriyle çatışmamaya dikkat ediyorlardı.
1917'deki son Kurucu Meclis seçimlerine, ezici bir
çoğunluk elde etmek ümidiyle tantanalı bir programla katılmışlardı.
Ancak, tüm bunlara karşın kendilerini azınlıkta bulduklarında, Lenin'in
kişisel olarak kendisini haklı çıkarmak için Devlet ve Devrim'i yazmasıyla
birlikte, demokrasiye karşı savaş açtılar ve Kurucu Meclis'i dağıttılar.
VI
Hiç şüphesiz ki, Lenin'in işi kolay değildi: bir yandan, anarşistlerin
anti-devletçi eğilimlerine karşı cüretkar tavizler vermek zorundaydı,
öte yandan ise, tavrının hiç bir şekilde anarşist olmadığını, tamamen
marksist olduğunu göstermek zorundaydı. Bunun kaçınılmaz bir sonucu
olarak, eseri sağlıklı insan düşüncesinin tüm mantığına aykırı olan
hatalarla doludur. Marks'da olduğu varsayılan anti-devletçi eğilimi
mümkün olduğunca vurgulama arzusuna ilişkin bir örnek bunu göstermeye
yeterli olacaktır; Lenin, Marks'ın asalak devleti yok etmeye başlayan
Komün'e verdiği desteği gösteren Fransa'da
İç Savaş'dan ünlü pasajı
aktarır. Ancak Lenin Marks'ın bunu söylerken, o zaman oldukça şiddetli
bir çatışma içinde olduğu Bakunin'in destekçilerine karşı tavizler
vermek zorunda kaldığını, daha önce söyledikleriyle açık bir çelişki
içinde olduğunu hatırlama zahmetine katlanmaz.
Ve belli başlı sosyalistlere sempati duyduğundan kuşku edilemeyecek
olan Franz Mehring bile son kitabı Karl
Marks'da bunun bir taviz olduğunu kabul etmek zorunda kalmış,
şöyle demişti: "Bu eserdeki
ayrıntılar
ne kadar gerçek olursa olsun, içindeki düşüncenin Marks ile Engels'in
çeyrek yüzyıl önce Komünist Manifesto'nun
[yazılmasından] beridir savundukları tüm görüşlerle çelişkili olan
şeyler içerdiğine şüphe yoktur."
Bakunin o zaman şunları söylerken haklıydı: "Silahlı isyan içindeki Komün'ün resmi
o kadar etkileyiciydi ki, Paris devriminin fikirlerini tamamen alt üst
ettiği marksistler bile Komün'ün eylemlerini saygıyla selamlamak
zorunda kalmışlardı. Bundan daha fazlasını
da yaptılar; mantığa ve bilinen kanaatlerine tamamen aykırı bir şekilde
kendilerini Komün ile ilişkilendirmek, onun ilke ve özlemlerini
kabullenmek zorunda kaldılar. Bu komik, ancak gerekli bir karnaval
oyunuydu. Çünkü Devrim öyle bir çoşkunluk yaratmıştı ki, dogmalarının
fildişi kulesine geri çekilmeye çalışmış olsaydılar her yerde
reddedilecek ve kabul görmeyeceklerdi."
VII
Lenin bir başka şeyi, bu konuda kesinlikle birincil derece önemli olan
bir şeyi daha unutmuştu. O da şuydu: eski Enternasyonal'in örgütlerini
parlamenter faaliyete yönelmeye zorlayanlar, ve böylece de
sosyalist işçi hareketinin toptan parlamenter faaliyetin batağına
saplanmasından doğrudan sorumlu olanlar bizzat Marks ile Engels idi.
Enternasyonal, her ülkedeki örgütlü işçileri, nihai hedefi işçilerin
ekonomik kurtuluşu olan büyük bir sendika içerisinde toplamaya yönelik
ilk girişimdi. Düşünce ve taktiklerinde farklılaşan çeşitli
seksiyonlar varken, birlikte çalışma koşullarının tespit edilmesi ve
çeşitli
seksiyonların her birinin tam özerkliğini ve bağımsız otoritesinin
kabul edilmesi zorunluydu. Bu yapılırken, Enternasyonal tüm ülkelerde
güçlü bir
şekilde büyüdü ve serpildi. Ancak, Marks ile Engels'in farklı ulusal
federasyonları parlamenter faaliyete doğru itelemeye başladıkları anda
durum tamamen değişti; bu ilk defa, aşağıdaki şartları içeren önergenin
onaylanmasını sağladıkları acıklı 1871 Londra konferansında gerçekleşti:
"İşçi sınıfının, mülk sahibi sınıfların bu
kollektif gücü
karşısında, kendisini
mülk sahibi sınıfların kurduğu tüm eski partilerin dışında ve onlara
karşı olan bir siyasi parti içinde birleştirmesi haricinde hareket
edemeyeceği; Toplumsal Devrim'in zaferini ve bunun nihai
amacı olan sınıfların ortadan kaldırılmasını güvence altına almak için işçi sınıfının siyasi bir parti içerisinde
yapılanmasının mutlaka zorunlu olduğu; işçi sınıfının ekonomik
mücadeleleriyle halihazırda etkilediği kuvvetlerin bileşiminin aynı
zamanda onun toprak sahipleri ile kapitalistlerin siyasi gücüne karşı
mücadelesinde bir kaldıraç olarak hizmet etmesi gerektiği düşünülürse,
Konferans Enternasyonal üyelerine şunu hatırlatır: işçi
sınıfının militan durumunda, ekonomik
hareket ile siyasi eylem ayrılmaz şekilde birbiriyle birleşiktir."
Enternasyonal'deki tek bir seksiyonun veya federasyonun böyle bir
önergeyi benimsemesi oldukça olasıydı, çünkü üyelerinin buna göre
davranması üyelerinin sorumluluğunda olacaktı; ancak Yürütme
Konseyi'nin
bunu, özellikle de Genel Kongre'ye sunulmamış bir
konuyu Enternasyonal'in
üye gruplarına dayatması açıkça Enternasyonal'in ruhuna karşı keyfi bir
hareketti ve kaçınılmaz olarak tüm bireyci ve devrimci
unsurların enerjik protestolarına neden oldu.
Utanç verici 1872 Hague kongresi, --çeşitli seksiyonları siyasi
iktidarın
ele geçirilmesi için savaşmakla yükümlü kılan madde dahil olmak üzere--
Enternasyonal'i bir seçim aygıtına dönüştürerek Marks ile Engels'in
emeklerini taçlandırdı. Bu nedenle, Marks ile Engels, emek hareketi
için
tüm
zararlı sonuçlarıyla birlikte Enternasyonal'i bölmekten suçludurlar, ve
siyasi eylem yoluyla Sosyalizmin durgunluğa girmesinden ve dejenere
olmasından sorumlu olanlar da yine onlardır.
VIII
1873'de İspanya'da devrim patlak verdiğinde, neredeyse tamamı anarşist
olan Enternasyonal üyeleri burjuva partilerinin taleplerini
dinlemeyerek, toplumsal devrimin ruhuna uygun bir şekilde toprak ve
üretim araçlarının ele geçirilmesi yolunu izlediler. Alcoy, San Lucar
de Barrameda, Seville, Cartagena ve başka yerlerde kanla boğulması
gerekecek genel grevler ve isyanlar patlak verdi. Cartagena limanı daha
uzun
bir süre dayandı, Prusya ve İngiltere savaş gemilerinin ateşi altında
düşene kadar devrimcilerin elinde kaldı. O zaman, Engels, kuvvetlerini
Cumhuriyetçilerle birleştirmek istememelerini gündeme getirerek,
Volksstaat'da
İspanyol Bakunincilerine karşı şiddetli bir saldırıya geçti. Yeterince
uzun yaşabilmiş olsaydı, acaba Engels, Rusya ve Almanya'daki
müritlerini nasıl eleştirecekti!
Meşhur 1891 Kongresi'nin ardından "Gençler" denilen liderler, Lenin'in
"oportünistler"e ve "kautskyciler"e yapacağı suçlamaların aynısıyla
Alman sosyal demokrat partisinden ihraç edilince, Berlin'de kendi
gazetesi (Der
Sozialist)
olan ayrı bir parti kurdular. Başlarda, hareket aşırı
dogmatikti ve düşüncesi bugünkü komünist partininkiyle neredeyse
aynıydı.
Örneğin eğer Teistler'in Parlamentarizm
ve İşçi Sınıfı kitabı okunursa, Lenin'in Devlet ve Devrim'indeki fikirlerin
aynılarıyla karşılaşılır. Rus Bolşevikleri ve Alman komünist partisi
üyeleri gibi,
o zamanın bağımsız sosyalistleri de demokrasi ilkelerini kabul etmiyor,
ve marksizmin reformist ilkeleri temelinde burjuva
parlamentolarda herhangi bir şekilde yer almayı reddediyordu.
Peki Engels, komünistler gibi Sosyal Demokrat Parti'nin liderlerini
marksizme ihanet etmekle suçlayan bu "Gençler" hakkında ne diyordu?
Ekim 1891'de Sorge'ye yazdığı mektupta, yaşlı Engels şu nazik
yorumlarda bulunuyordu: "Mide
bulandırıcı Berlinliler suçlayıcılar olmak yerine suçlananlar haline
geldiler; ve sefil korkaklar gibi davranmalarından ötürü bir şey yapmak
istiyorlarsa
bunu partinin dışında yapmak zorunda bırakıldılar. Hiç şüphesiz ki
insanlarımız arasında çalışmak isteyenlerin içerisinde polis domuzları
ve
gizli-anarşistler var. Onların yanısıra, birçok da ahmak, kandırılmış
öğrenci ve her türden küstah şarlatan da var. Hepsini toplasan yaklaşık
ikiyüz kişi." Engels'in, "marksist ilkelerin muhafızları"
olduklarını iddia eden günümüz "komünistler"ini hangi tutkulu
tanımlamalarla onurlandıracağını bilmek ilginç olurdu.
IX
Eski sosyal demokrasinin yöntemlerini karakterize etmek imkansızdır. Bu
konuda Lenin'in söyleyecek tek bir sözü bile yoktur, ve Alman
dostlarının ise hiç yoktur. Sosyalistlerin çoğunun, onların marksizmin
gerçek temsilcileri olduğunu söyleyen bu ayrıntıyı hatırlaması
gereklidir; tarih bilgisine sahip herhangi birisi onlarla aynı fikirde
olacaktır. İşçi sınıfına parlamenter eylemi dayatan ve Alman sosyal
demokrat Partisi tarafından takip edilen yolu saptayan marksizmdi.
Ancak bu anlaşıldığı zaman, TOPLUMSAL KURTULUŞUN YOLUNUN, MARKSİZMİN
MUHALEFETİNE RAĞMEN, BİZİ ANARŞİZMİN MUTLU TOPRAĞINA GETİRECEĞİ fark
edilecektir.
DİPNOTLAR
[01]
W. Tcherkesoff: Peges d'Histoire
socialiste; les precuseurs de l'Internationale.
[02] "Il Manifesto della Democrazia"
başlıklı makale ilk defa Avanti'de
yayınlanmıştı! (Yıl 6, sayı 1901, 1902).
[03] Rheinische
Zeitung,
sayı 289, 16 Ekim 1842.
[04]
Marks: The Poverty of Philosophy,
önsöz.
[05]
Bray: Labour's Wronszs and
Labour's Remedy, Leeds, 1839.
[06]
Marks
ve Engels: The Communist
Manifesto, s. 21.
[07] Rheinische
Zeitung,
7 Ocak 1843.
[08]
B.
Bauer, (ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısındaki) Alman özgür
düşüncesinin en önde gelen şahsiyetlerinin --tamamen ateist bir eser
olan The Essence of Christianity'nin
yazarı Feuerbach, The Ego and Its Own'un
yazarı Max Stirner gibi şahsiyetlerin-- görülebildiği Berlin
çevresinin,
"The Free" [Özgür], en gayretli üyelerinden birisiydi. Karl Marks'ın
otoriter düşüncesinin B. Bauer ve arkadaşlarının --onlar arasında
unutmamamız gereken bir isim, Der
Kritik mit Kirche und Staat [Kilise
ve Devletin Eleştirisi] adlı kitabı (ilk baskı, 1843) yetkililer
tarafından tamamen toplatılan ve yakılan E. Bauer idi. İkincisi baskısı
(Bern, 1844) daha şanslıydı. Ancak, devlet karşıtı ve kilise karşıtı
olmak nedeniyle suçlu bulunan ve hapse atılan yazarı kitap kadar şanslı
değildi-- özgür düşüncesiyle çatışması kaçınılmazdı.
[09]
J. B.
Say, tüm eserleri Max Stirner tarafından Almancaya çevrilen
dönemin iktisatçısı. Marks'ın Fransız anarşist düşüncesine (bildiğimiz
gibi Poverty of Philosophy
başlıklı eseri, Proudhon'un Philosophy
of Poverty'sinin kesintisiz bir eleştirisiydi) veya Alman
özgür-düşüncesine (hacimli kitabı Documents
of Socialism, The Ego and Its
Own'u küçük düşürmeye ve bertaraf etmeye yönelik boş, gülünesi
bir girişimdir) karşı olan fobisi, o zaman devlete karşı eleştirel olan
ve onun tiranlığından sakınmaya çalışan herkes tarafından çokça
tartışılan bu sosyologa karşı da ortaya çıktı.
{Editör'ün notu}
Çeviri: Anarşist Bakış
Kaynak: "Marx
and Anarchism", Rudolf Rocker.
Anarşist
Yazın Ana Sayfa --->