ÖNSÖZ
Son zamanlarda anarşizme duyulan ilgi yeniden canlanıyor. Kitaplara,
broşürlere ve antolojilere konu oluyor. Bu edebi çabanın
gerçekten de pek etkili olup olmadığı şüphelidir.
Anarşizmin ana çizgilerini takip etmek zordur. Usta yazarları
görüşlerini nadiren sistemli çalışmalarda
özlü bir şekilde ifade etmişlerdir. Bazen bunu yapmaya
çalışmışlarsa da, fikirlerinin ancak dağınık kırıntılarının
görülebileceği, propaganda ve halka yayma amaçlı
broşürlerde olmuştur bu. Üstelik hem anarşizmin birçok
çeşidi, hem de her büyük liberterlerin
düşüncelerinde büyük bir çeşitlilik
bulunmaktadır.
Otoritenin reddedilmesi ve bireysel yargının önceliğine vurgu
yapılması, liberterler açısından "dogmacılık karşıtı
inancı açıkça dile getirmeyi" doğallaştırır.
Proudhon, "yeni bir dinin liderleri olmayalım" diye
yazıyordu Marks'a; "bu, mantığın ve aklın dini olsa bile".
Dolayısıyla, birbirlerine rakip kiliselerin, müminlerine birtakım
inançları dayatmaya çalıştığı otoriter sosyalistlerle[
01]
karşılaştırıldığında liberterlerin görüşleri çok daha
çeşitlidir, çok daha akışkandır ve anlaşılması daha
zordur.
Terörist Emile Henry, giyotine gönderilmesinden hemen
önce, idam edilmeyi beklerken hapishane müdürüne
yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Anarşinin, sorgulanması ve
tartışılması söz konusu bile olamayacak, dindar
Müslümanların Kuran'a yaptıkları gibi taraftarlarınca
kutsal sayılan bir dogma, bir öğreti olduğuna sakın inanmayın.
Hayır! Talep ettiğimiz mutlak özgürlük, düzenleme
ve kodlamanın çizdiği dar çerçevenin dışına
çıkardığı düşüncemizi sürekli geliştirir ve
önünde yeni ufuklar açar. Bizler 'müminler'
değiliz!" Mahkûmumuz sözlerine dönemin Fransız
Marksistlerinin savundukları "körü körüne
inanma" anlayışını reddederek devam eder: "Onlar, Guesde[
02]
inanmaları gerektiğini söylediği için bir şeye inanıyorlar;
ellerinde bir ilmihal var ve bu ilmihalin herhangi bir
hükmünü sorgulamak, kutsala saygısızlık olur".
Anarşist düşüncenin çeşitliliğine ve zenginliğine
karşın, sıklıkla yanlış soruları merkeze alan çelişkilere ve
öğretisel anlaşmazlıklara karşın, anarşizm oldukça
türdeş [
homojen] bir
fikirler bütünü sunar. Stirner'in (1806-1856)
bireyci anarşizmi ile toplumsal anarşizm arasında ilk bakışta muazzam
bir farklılık varmış gibi gözükebilir. Ancak, meseleye daha
yakından bakıldığında, eksiksiz bir özgürlüğün
taraftarları ile toplumsal örgütlenmenin taraftarları, kendi
düşündükleri kadar ya da başkalarının ilk bakışta
düşündükleri kadar birbirlerinden uzak
gözükmezler. Anarşist
sociétaire[
03] de bir bireycidir ve bireyci anaşist de, kendini açıkça ifade etmekten çekinen bir
sociéraire yaklaşımı taraftarı olabilir pekâlâ.
Toplumsal anarşizmin görece bütünlük içinde
olması, biri diğerinin çömezi ve takipçisi olan iki
usta tarafından tek bir dönemde geliştirilmiş olması
gerçeğinden kaynaklanır: Fransız Pierre-Joseph Proudhon
(1809-1865) ve Rus sürgünü Mikhail Bakunin (1814-1876).
Bakunin, anarşizmi, "adamakıllı geliştirilmiş ve nihai sonucuna
vardırılmış Proudhonculuk" diye tanımlıyordu. Bu anarşizm
türü kendisine kolektivist [
ortaklaşmacı] diyordu.
Ancak bu düşüncenin halefleri kolektivist terimini reddederek
kendilerinin komünist (elbette "liberter
komünist") olduklarını ilan ettiler. Bunlardan birisi olan
Rus sürgünü Peter Kropotkin (1842-1921), öğretiyi
daha katı ütopyacı ve iyimser bir yöne büktü, ancak "bilimsel" yaklaşımı zayıf yönlerini yine de
gizleyemedi. Öte yandan, İtalyan Errico Malatesta (1853-1932), her
ne kadar uzlaşmaz ve sıklıkla berrak polemikleriyle anarşist
düşünceyi zenginleştirse de, cüretkâr ve kimi
zaman çocuksu bir eylemciliğe [aktivizm] yöneldi. Daha
sonra, Rus Devrimi deneyimi anarşist çalışmaların en dikkat
çekicilerinden birisini ortaya çıkardı: Voline
(1882-1945).[
04]
19. yüzyılın sonunda yaşanan anarşist terörizm,
çarpıcı ve sistemli olmayan özelliklerin yanı sıra
sokaktaki insanın zevkine hitap eden bir kan kokusu taşıyordu. O
dönemde, saygı uyandıran bireysel enerji ile cesaretin uygulamaya
geçirildiği bir okuldu ve halkın dikkatini toplumsal
adaletsizlere çekmeyi başarmıştı; ancak bugün bakıldığında,
anarşizmin tarihindeki geçici ve verimsiz bir sapma gibi
gözüküyor. Modası geçmiş
görünüyor. Dikkatimizi Ravachol'un "kazan"ına[
04a] odaklamamız, sınırları
belli bir kavram olan toplumsal yeniden örgütlenmenin temel
niteliklerini göz ardı etmek ya da hafife almak olur. Bu kavramı
gerektiği gibi incelediğimizde, karşı çıkanların iddia
ettiklerinin aksine yıkıcı olmayıp son derece yapıcı bir kavram olduğu
görülür. Bu çalışmada, anarşizmin bu yapıcı
yönünü okurlara sunuyoruz. Ne hakla ve hangi temelde
diye sorulabilir. Çünkü incelenen malzeme eski bir şey
olmayıp yaşamla ilgilidir; çünkü her zamankinden daha
keskinleşmiş sorunları ortaya koymaktadır. Öyle
gözüküyor ki liberter düşünürler,
zamanımızın ihtiyaçlarını önemli ölçüde
önceden tahmin etmişlerdi.
Bu küçük kitap, bugüne kadar yayınlanan anarşist
tarih ve bibliyografya eserlerini tekrarlama amacı taşımıyor. Bu
eserlerin yazarları, esasen hiçbir ismi atlamamakla ilgilenen ve
yüzeysel benzerliklerin cazibesine kapılmış bilim insanlarıydılar;
anarşizmin öncelleri diye birçok isim ortaya attılar. Bir
dâhi ile onun önemsiz görülebilecek
takipçisine neredeyse eşit ağırlık verdiler; fikirleri
derinlemesine incelemek yerine bibliyografik ayrıntıların içine
gömüldüler. Bir sürü malumat veren hacimli
kitapları okurda dağınıklık, neredeyse tutarsızlık duygusu uyandırarak,
onları anarşizmin gerçekte ne anlama geldiği sorusuyla baş başa
bırakır. Ben biraz farklı bir yaklaşım denedim. Liberter
düşünce ustalarının yaşam hikâyelerinin bilindiğini
varsayıyorum. Her halükârda, yaşam hikâyelerini
bilmemizin, bazı yazarların tasavvur ettiğinin aksine amacımıza fazla
bir katkısı olmayacaktır. Bu ustaların çoğu bütün
yaşamları boyunca anarşist değildi ve eserlerinin hepsi göz
önüne alındığında, anarşizmle hiçbir ilgisi olmayan
kısımlara rastlanır.
Bir örnek verelim: Proudhon'un düşüncesi,
yaşamının ikinci bölümünde muhafazakâr bir yol
izlemişti. Gereksiz sözlerle dolu devasa eseri
De la Justice dans la Revolution et dans l'Eglise'de
(1858), esasen din sorunuyla ilgileniyordu ve ulaştığı sonuç
liberter olmaktan son derece uzaktı. Sonunda, tutkulu bir
dinerkçilik [dinin ve din adamlarının toplumsal yaşama
hâkim olması
–çev.]
karşıtı olmasına rağmen, kendi yorumlarına tabi olmak kaydıyla
Katolikliğin tüm kategorilerini kabul ediyor, insanların
öğretim ve ahlaki eğitim almasında Hıristiyan simgeciliğinden [
sembolizm]
yararlanılacağını ilan ediyor ve son sözlerinde neredeyse dua
okumanın eşiğindeymiş gibi gözüküyordu. Anısına
duyduğumuz saygıdan ötürü "savaşı saygıyla
selamlaması"ndan, kadınları küçük
düşürücü eleştirilerinden ya da ırkçılık
hevesinden kısaca bahsetmekle yetiniyoruz.
Bakunin için tam tersi söz konusuydu. Devrimci bir
tertipçi olarak başlayan eylemcilik yaşamının fırtınalı
geçen ilk yıllarının anarşizmle ilgisi yoktu. Kendisinin de rol
aldığı 1864 Polonya ayaklanmasının başarısız olmasından sonra liberter
fikirleri benimsedi. Bu ilk döneme ait yazılarının anarşist
antolojilerde yeri yoktur. Kropotkin'e gelince,
günümüzde SSCB'de milli coğrafya
çalışmalarında parlak bir ışık kaynağı olarak övgüyle
bahsedilen bilimsel çalışmalarının, aynen I. Dünya Savaşı
sırasında benimsediği savaş yanlısı tutumu gibi anarşizmle ilgisi
yoktur.
Tarihsel ve kronolojik bir sıralama yerine bu çalışmada sıra
dışı bir yöntem benimsedim: Okurlara sırasıyla kişileri değil,
anarşizmin ana yapıcı temalarını sunacağım. Kapitalizm eleştirisi,
ateizm, militarizm karşıtlığı, özgür aşk gibi özellikle
liberter olmayan unsurları bilerek kitaba dahil etmedim. İkinci el,
dolayısıyla kanıtlarla desteklenmeden sunulduğu için
özünden kopmuş yorumlar yerine mümkün olduğunca
doğrudan alıntılar yapmaya özen gösterdim. Böylece
okurlar, ustaların fikirlerine ilk kaleme alındıkları hâliyle,
tüm sıcaklığıyla ve canlılığıyla ulaşabilecekler.
İkinci olarak, öğreti farklı bir açıdan inceleniyor:
Olaylarla sınandığı büyük dönemlerde ele alınıyor
–1917 Rus Devrimi, 1918'den sonra İtalya, 1936 İspanya
Devrimi. Son bölüm, anarşizmin şüphesiz en
özgün yaratımını ele alıyor: Yugoslavya ile
Arnavutluk'da (kim bilir belki yakında SSCB'de de)
günümüz gerçekliğinin boyunduruğunda
geliştirildiği hâliyle işçilerin özyönetimi.
Okurlar, bu küçük kitabın başından sonuna kadar biri
otoriter diğeri liberter olan iki sosyalizm anlayışının
karşılaştırıldığını, kimi zaman birbiriyle ilişkilendirildiğini
görecekler. Çözümlememizin sonuna geldiğimizde,
okurun bunlardan hangisinin geleceğin anlayışı olacağı sorusunu
kendisine soracağını umut ediyoruz.
Dipnotlar:
1
Otoriter, liberter anarşistlerin, kendilerinden daha az liberter
olduklarını, dolayısıyla da otorite taraftarı olduklarını
düşündükleri sosyalistler için kullandıkları bir
sıfattı.
2 Jules
Guesde (1845-1922), 1879'da Fransız işçi hareketini
Marksist fikirlerle tanıştırmıştı. (Fransızcadan çevirenin notu)
3 Sociétaire
terimi, bireyciliği reddeden ve toplumla bütünleşmeyi
amaçlayan bir anarşizm biçimi tanımlamak için
kullanılır. (Fransızcadan çevirenin notu)
4 "Voline",
La Revolution Inconnue: 1917-1921 (üçüncü cildi İngilizcede
The Unknown Revolution (1955) adıyla biliniyor) adlı eserin yazarı olan V. M. Eichenbaum'un takma adıdır. Bir başka kısmı çeviri
1917: The Russian Revolution Betrayed (1954). (Fransızcadan çevirenin notu)
4a Çok
sayıda şiddetli terör eylemi gerçekleştiren ve sonunda idam
edilen Fransız teröristi Francois-Claudius Koenigstein'ın
(1859-1892) takma adı. (Fransızcadan çevirenin notu)
Çeviri: AnarşistBakış
Anarşist
Yazın Ana Sayfa --->