VII.3 AHLÂK KURALLARI VE DOĞU DÜŞÜNCESİ *
Ray Billington
Aktaranın Notu: Aktaranın metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.
Metinin sonuna eklenen notlar aktaran tarafından düzenlenmiştir.

Bu konuyu belli bazı Doğu felsefelerinde ifade edilen ahlâki metinlere kısaca bakarak ele alarak noktalayacağız. Onları din olarak kabul edip etmeniz, bölüm başındaki listede01 verilmiş esaslara bağlıdır. Bu felsefelerde Tanrıcılık ve kişinin hayatına doğrudan müdahale eden kişisel, her şeye kadir bir tanrı inancı yoktur. Bunun yerine, karşımıza kamutanrıcılık02, doğal din, bilinemezcilik ve hatta ateizm çıkmaktadır. Bunlar yaşama Batı'da olduğundan o kadar farklı bir yaklaşım getirirler ki çoğu felsefe kitabı onları bütünüyle göz ardı eder (burada bile geçerken değindiğimiz bir konu olmanın ötesine geçmezler). Ama belki bu birkaç paragraf bile, Doğu'yu göz ardı eden herhangi bir felsefe çalışmasının, Çin'e değinmeden komünizm tarihini yazmaya benzeyeceğini belirtmek için yeterlidir.

Doğu ile Batı arasındaki vurgu farklılıklarını saptamak için birkaç genelleme yapmak yerinde olabililir. Daha önceki bölümlerde açığa çıkmış olacağı gibi, Batı felsefesinde mantık ve akla çok değer verilmektedir. İnsanın düşünme kapasitesi en önemli ve en asli niteliği olarak görülmektedir. Bu kitapta üzerinde durulan etik03 sorunlar (umuyorum) rasyonel bir temelde sunulmaktadır. Bir dizi ahlâki açmaz arasında yolunuzu bulmanız için akıl yürütmeniz istenmektedir sizden. İnsan kişiliğinin, duygulanım ya da irade gibi başka özelliklerinin oynadığı rol gözden kaçırılmamakla birlikte ahlâk felsefesi çalışması, temelde (size kalıcı bir zararı dokunmayacak!) bir düşünme eylemi olmak zorundadır.

Aklın müttefiki, Batı'nın faaliyet arzusudur. Tipik Batılı, yaratma ve üretme işlerinde etkin, hatta saldırgan olmak ister. ABD buna güzel bir örnek teşkil eder. Hepsi gelire göre değerlendirilen başarı merdiveninde komşusunun önüne geçmeye can atan çalışma manyağı insanlarla dolu olan bir ülkedir bu. Onların düsturu "Hiç görmemektense, sonradan görme olmak daha iyidir" olabilir ve Şükür Duası'nı onlara ve onların Avrupalı benzerlerine uyarlayarak şöyle yazmıştım:

Wall Street'teki
Banker Baba:
Hedefin dolar olsun;
Kârların gelsin;
Yan gelirlerin benim hesabıma ait olsun,
                               Wall Street'te oldukları gibi.
Ve bugünde bana günlük faizimi ver;
Ve benim bütün borçlularımı iflas ettirdiğim gibi;
Sen de hesabımda alacak olmadığında beni bağışla;
Ve beni diğerkâmlığa [başkalarını düşünme, altruizm] yöneltme,
Beni toplumsal bir vicdandan halâs et [kurtar].
Çünkü, ben avantalarımın üstünde dinlelene kadar,
Sermaye Senindir, para ve komisyon Senindir, Âmin.
(Bu sözcükleri yazdığım tükenmezkalem bile onların mesajını taşıyor. Kalemin üzerindeki iki sayı --11501 ve 42424-- ve ibare var: İKİ SAYI DA SİZİNKİNE UYUYORSA ANINDA 50.000 DOLAR KAZANDINIZ. Kâr amacıyla yazmak denen şey bu olsa gerek!)

Batı felsefesi ve onunla birlikte Tanrıcı din anlayışı, düzeni değiştirmeye göre tasarlanmıştır. Batılılar, yabancı topraklara bu ülke insanlarını, davranış tarzlarını, âdetlerini ve ahlâk kurallarını değiştirmeye ikna etmek için misyonerler göndermişlerdir. Batılılar ideolojik temelde savaşlar yürütmekte ve hem endüstriyel hem de sosyal devrimleri teşvik etmektedirler. Görünüşte hiçbir dalgalanma yaşamadan kendini Batı'ya uyduran dinin, saldırgan bir biçimde başkalarını dine kazanma gayreti içindeki Hristiyanlık olması hiç kimseyi şaşırtmaz (Müslümanlarda da benzer bir heves vardır, ama onların etki alanları farklıdır). Hristiyan Konstantin, "Haç adına fethetmeyi" düşlüyordu. Nitekim bugün, Batı kültürü ile Hristiyan kültürü arasında bir ayrım yapmak pek kolay değildir.

O halde, Doğu nedir? Akıl, hiçbir şekilde felsefi süreçlerinden dışlanmazken, insanı insan yapan çok sayıdaki özelliklerden yanlızca birisi olarak kabul edilir. Sezgi04, duygulanım, içgörü, bir görüş açısı oluşturma ya da nasıl davranacağına karar verme sürecinde, tıpkı bir tablo yaparken, bir şarkı yazarken, çiçek dolu bir vazoyu düzenlerken olduğu gibi, aklın eşit ortaklıkları olarak görülürler. Batılı etkililiğin (ya da etkinliğin) aksine onlar edilgenliği savunur. Olmak, yapmaktan ve sahip olmaktan ölçülemeyecek oranda daha önemlidir. Onlar, Batı'nın yakın zamana kadar genel olarak gözden kaçırdığı, hayatın temel bir çelişkisine vurgu yaparlar: Yang ve Yin, eril ve dişil, etkin ve edilgen, hâkim ve boyun eğmiş. Bunlar ahenk içinde olmadıkça, hayatın çarpıklaşacağına ve başarısız kalınacağına inanılır.

Zaman bir yanılsama olarak görülür. Karma'mız (Doğu felsefesinde önemli bir kavramdır) hayatın başlangıç noktasında karşı konulamaz bir biçimde bizi kurar, ama o noktadan itibaren yaptığımız seçimleri özgür olarak yaparız. Bu şimdiye sonsuz bir boyut kazandırır --hep mevcut şimdi-- ve bu aceleye, devrimci değişimlerle boğuşmaya gerek olmadığı anlamına gelir, çünkü değişim bir yanılsamadır. Batı'nın bireysel kendi-farkındalığına karşı Asya'nın filozofları, bireysel bilincin eninde sonunda (ve bazı içgörü anlarında onun halen olduğuna dair bir anlayışla) evrensel bilincin (Brahman ya da Tao) geniş seline kapılması gerektiğini ya da bilincimizi Nirvana'nın cennet durumunda kaybettiğimizi düşünmüşlerdir. Bu, arzuyu aşan bir durumdur ve Buda'ya göre, münakaşa yerine tefekkürle [düşünme, zihin yorma] , müdahale yerine çekilmeyle, başkaları üzerindeki güç ya da üstün bir Varlık'a boyun eğme yerine kendi içindeki barışla yaratılabilir.
 

BUDİZM

Nirvana kavramı, Buda'nın (MÖ 563-483) öğretilerinde merkezi bir yer tutuyordu. İsminin anlamı "aydınlanmış olan"dı, gerçek ismi Gautama Sakyamuni idi. Buda, insan deneyimini Dört Yüce Hakikat'inde özetler:

1. Yaşamak acı çekmek demektir. Bu dünyada belli bir miktarda acı kaçınılmazdır.
2. Acı çekmenin --kendin için ya da başkaları için-- kaynağı servet ya da güç gibi şeyler için can atmak ya da çabalamaktır.
3. Acı çekmenin sona ermesi, bencil amaçlardan kurtulmakla, aslında, söz dağarcığımızdan "bana" ya da "benimki" gibi sözcükleri çıkarmamızla mümkün olur.
4. Acının bu sona ermesine açılan yol, ki aydınlanmaya götürebilir bizi, Yüce Sekizli Yol ya da yanlızca orta yol olarak bilinen şeydir. Bu, kitabi anlamda, bir alev gibi "parlamak" anlamına gelen Nirvana'ya, arzu ötesi duruma açılır.
Sekiz adım, zihnin tutum ve davranış biçimlerini kapsar (örneğin, öldürmek men edilmiştir, dolayısıyla bir Budist, asker ya da kasap olamaz) ama merkezi özellik, yanlızca bu sayede barış ve neşe durumuna erişilebilen tefekkürdür. Bu tefekkür, bir kişinin zaman ve uzamdaki bütün olayların düzenleyici ilkelerin iş görmesiyle meydana geldiğini fark etmesine yol açacaktır. Ateş yanar, nilüfer açar, kaplanlar avlanır. Her eylem, yanılmaz bir biçimde, acı ya da tatlı, meyvesini zamanı gelince verir. İnsanın özgür seçimi, hangisinin olacağını belirler ("Karma", kitabi anlamda, önceki eylemin sonuçları anlamına gelen, "eylem" demektir). Can alma, şiddet, çalma, yalan söyleme gibi davranışların hepsi, insanın gerçek çıkarına karşıdır ve önkoşulu doğru bir hayat tarzı tutturmak olan Nirvana'ya ulaşmanın engelidir.

Bu kitapta tartışılan meselelerin birçoğu Buda için ya tartışma gerektirmeyecek kadar açıktır ya da yersizdir. Bütün insan özleminin amacı Nirvana olduğundan, değerlerin doğası, amaçlar ve araçlar, mutlakçılık ve görecilik gibi sorunlar çözülmüştür. Nirvana tek nihai değer, başka her şeyin tabi olması gereken amaç ve bu yüzden tek mutlaktır. Gereken duygusunun kaynağı sorusu ortaya çıkmaz. Evrenin neden seçim yapmak zorunda olunan bir biçimde var olduğu, yanıtı olmayan bir sorudur. Zehirli bir okla vurulmuş bir insan, okun neden yapıldığı ya da nereden geldiğini kestirmeye çalışmakla zaman harcamaz, hemen bir panzehir bulmaya çabalar. Dolayısıyla acılarla dolu bir dünyada, o yüce yolu tutturarak acılara son vermek yerine, olayların neden böyle geliştiği konusuna kafa yormak çılgınlıktır.
 

TAOCULUK

Yol ya da usul fikrine, özellikle taraftarlarının müslümanlar tarafından Hindistan'dan sürülmelerinin ardından Budizmin yayıldığı bir ülke olan Çin'de de rastlanır. "Tao" "yol" demektir ve M.Ö. 6. yüzyılda yaşadığı iddia edilen ve en saygın Taoist yazıların, Tao Te Ching'in yazarı olan Lao Tsu'yu çağrıştırır. İsmi "Büyük Usta" anlamına gelen Lao Tsu'nun gerçekten yaşamış biri olup olmadığı, eğer yaşamışsa bu yazıların yazarının gerçekten o olup olmadığı önemli değildir: Bu yazılar vardır ve özel bir felsefeyi ifade eder.

Tao Te Ching "Yolun ve Gücün Klasiği" anlamına gelir ki bu, temalarının mistik doğasına ilişkin bir ipucu verir. Bu mistisizm, kişinin (Yunanca Logos'a yakın bir anlamda) evrenin temelinde yatan ilkesinin yaşamın ifade edilemez kaynağının parçası olduğu bilinci yoluyla eriştiği iç huzurunda odaklanır. Hiçbir Taocu bu sözcüğü kullanmamış olmakla birlikte, bu kamutanrıcı bir felsefedir. Taocu yazılardaki ifadeler örtülüdür, kişinin yanlızca aklına değil, kişiliğinin bütünlüğüne de seslenir. Bu durumu, mantıksal ve rasyonel kanıtlama yoluyla, yanlızca Batılı tarzda ifade etmeyi öğrenmiş biri için, Tao Te Ching'in büyük bölümü anlaşılmaz olup kendi içinde çelişkilidir. Ancak, okur yavaş yavaş okuduğunda ve sözcüklerin salt rasyonel yetilerin ötesine işlemesine izin verdiğinde, "bir hayat felsefesi" hakkında bir sınav kağıdına bakıldığında söylenebilecek olandan daha fazla şey söylenebileceğini keşfeder. Şu satırlar tipiktir:

Göğün altında, ancak çirkinlik var olduğu içindir ki, güzelliği herkes görebilir.
Ancak kötü var olduğu içindir ki, iyiyi iyi olarak bilebilir herkes.
İşte bu yüzdendir ki, sahip olmak ve olmamak birlikte ortaya çıkar.
Zorluk ve kolaylık birbirini tamamlar.
Uzun ve kısa birbiriyle çelişir;
Yüksek ve alçak birbirine dayanır;
İnsan sesi ve ses birbiriyle uyuşur;
Ön ve arka birbirini izler.
(İngilizce'ye çeviren: Gia-Fu Feng ve Jane English, 1972)
Taoculuk edilgenliğe, "eşyanın oluruna bırakılmasına" büyük önem verir. Evren, insandan milyarlarca yıl önce vardı ve ahlâki seçimlerin getirdiği bütün acılar dindikten sonra da var olmayı sürdürecektir. Bu yüzden bilge kişi, böyle konuları hâlâ gelip geçici düşüncelerle boğuşanlara bırakıp (şimdi bildik bir ifadeyi kullanacak olursak) "iyinin ve kötünün ötesinde" duracaktır. Yönetimler karşısındaki tutum, anarşik olmazsa şayet, umursamaz olacaktır; servet ve ayrıcalıklara karşı ilgisizlik, sosyal normlara karşı kayıtsızlık olacaktır. Tao Te Ching'de şöyle yazar:
Dünyayı ele alıp düzeltebileceğini mi sanıyorsun?
Ben bunu yapabileceğine inanmıyorum.

Evren kutsaldır. Onu düzeltemezsiniz.
Değiştirmeye çalışırsınız onu bozarsınız.
Elinizde tutmak isterseniz, yitirirsiniz onu.

Yang yerine, Yin'e yapılan bu vurgu Taoculukta esastır.
 

HİNDUİZM: ADVAİTA VEDANTA

Hinduizm, üç bin yıllık bir geçmişe sahiptir ve birçok biçimi vardır. En gelişkin biçimlerinden biri Ortaçağ'da "usta" Shankara tarafından ifade edilmiş olanıdır. "Vedanta", "Veda" denen ilk dönem yazılarının nihai anlamı demektir. "Advaita" ise onun ana akımlarından biridir. Hinduizm üzerine çok geniş bir literatür vardır ve eğer ilgilenirseniz, kitabın sonuna eklenmiş okuma listesi size yardımcı olabilir.

Shankara, düşüncelerini Batılı bir yaklaşım izlenimini bırakan karmaşık bir mantıksal kanıtlama yoluyla geliştirmekle birlikte, Platon'un ve çoğu Batılı düşünürün aksine, fikirler ve sözcüklerden değil, bütünlüğü içinde insan deneyiminden ve değişen bilinçlilik durumlarından yola çıkar. Dört temel durum kabul edilmiştir: Düşsüz uyku, düş görme, uyanma (ya da ampirik bilinç) ve "dördüncü" --bireysel ruhun, Kierkegaard tarafından kullanılan (ve varoluşçuluğun belli ifadelerinin Asya düşüncesindeki belli unsurlarıyla arasındaki ortak öğeyi başka biçimiyle gün ışığına çıkaran) bir ifadesiyle, "kendi varlık temeli" ile özdeşliğini fark ettiği, tanımlanamaz bir nesnesiz özbilinçlilik durumu--.

Dört duruma dört hakikat düzeyi denk düşer. Uyku durumunda, nesnelerden ve öznelerden habersizlik vardır. Düşte, bu habersizlik düş görenin hem kendisinin hem de düş nesnelerinin farkında oluşuyla "yoksanmıştır" (yanlışlanmış ve bir üst düzeyde doğrulanmıştır). Deneyimin öznesini gerçekliğin sosyal dünyasından bıçak gibi ayıran düşteki bilinçlilik, uyanan bilinçlilik tarafından yoksanmıştır. Aydınlanmış olan için --ve sonsuz sayıda yeniden vücut bulduğumuzdan, herkesin eninde sonunda aydınlanmış olacağı inancına dayanan Hindu kozmolojisinin zaman tablosunda-- ikili uyanma deneyimi, ikili olmayan mistik tefekkür tarafından yoksanır.

Bu çok karışık gelebilir, ama bu felsefe belki hakikat anlayışının anahtarı olan Vedanta etiğini irdeleyerek daha anlaşılır kılınabilir. Önceki bölümlerin çoğunda irdelediğimiz Batılı gelenek, hakikati ve yalanı bir satranç oyunu gibi görür. Oyun, bütün kareleri ya siyah ya da beyaz olan bir tahtanın sınırlı yüzeyinde oynanır. Her taş, önceden belirlenmiş kurallara göre hareket eder ve oyuncunun kurala uygun hamleleleri --arasında özgürce seçim yapma şansı olsa da bazı hamleler rakibin taşlarında birinin alınması sonucunu doğuracağı için-- "iyi"dir ve iyi hamlelerin devamı, oyunun kazanılmasını sağlayabilir. Bir oyuncu, bir sonraki en iyi hamleyi bilmeyebilir, ama kurallarda hiçbir belirsizlik yoktur ve bütün oyuncular bir taşın nasıl alınacağı ve oyunun nasıl kazanılacağı konusunda fikir birliği içindedirler.

Advaita Vedanta, hem önermelerin doğru ya da yanlış olduğu yolundaki basit fikrin hem de "benim için doğru olanın dışında hakikat yoktur" diyen öznel yaklaşımın ötesine geçer. Vedanta için, nihai hakikat olan yüce bir amacın, Mutlak olanın gerçekleştirilmesi fikri vardır. Bu, bilsinler ya da bilmesinler bütün yolcuları için bağlayıcı olan dağın zirvesidir. Ne var ki amaç herkes için aynı olsa da her yolcu kendine uygun bulduğu herhangi bir yerden başlamalıdır (Heidegger'in Geworfenheit'ine benziyor bu, ama genel olarak bütün Hinduizm'de olduğu gibi, Vedanta için başlama noktası olan karma ile sabitlenmiştir). İki insan, tam olarak aynı noktada olamaz ve hedefe giderken tek bir yol yoktur. Aslında, bazıları geniş ve çok kullanılmış, diğerleri tek bir kişinin geçebileceği kadar olan, çok sayıdaki yolun dışında sanki farklı yerlere ve hatta bir süre yukarı değil aşağıya uzanan yolllar da vardır (dağlarda tuhaf değildir bu). İnsanlar her çeşit yerde olabilirler ve görünüşte farklı yönlere gitmektedirler, ama aslında hepsi aynı zirveye yönelmişlerdir. Aynı yol boyunca bile, bir konum bir kişi için doğru olabilir, çünkü o olduğu yerden daha yüksektir, farklı aynı konum farklı bir noktadan yola çıkmış biri için yanlış olabilir. Harita üzerindeki yerler kendi başlarına ne iyi ne kötü, ne doğru ne de yanlıştır; belli bir yere giden belli bir birey için onu hedefe yaklaştırıp uzaklaştıracak olmasına göre ya iyi ya da kötüdür. Önemli olan konum değil yönelimdir, nerede olunduğu değil hangi yöne gidildiğidir. Bu daha önce değindiğimiz göreciliktir.

Batı ahlâk felsefesinin terimlerine çevirildiğinde --bu terimlerin bazılarının Sanskritçe'de kaarşılığı yoktur-- ne mutlak ahlâk kuralları, ne nesnel ölçütler, ne koşulsuz buyruklar, ne de evrensel görevler vardır. Ama farklı yollar, özellikle antik felsefeler ve dinler tarafından döşenmiş yollar vardır, ama modern seküler ideolojilerin ve bireylerin de özel yolları vardır, ayrıca her okul ve ideoloji içinde kurallar ve uzlaşımlar vardır. Normal olarak birey, körü körüne kurallara uyarak değil, onların derinlerde yatan içsel özlerine girerek bu ideolojilerle uyum içinde yaşadığında doğru yönde ilerler. Bu, bazı bireylerin kendi içinde bulduğu gelenekten, belki onu yeniden düzenleyerek, yeni bir hareket başlatarak ya da tek başına kendi yolunu tutturarak kopmaları gerektiğini akla getirebilir. Söz konusu birey ve muhtemelen büyük içgörülerin bazı manevi öğretmenleri dışında kimse, kesin olarak doğru yolda olup olmadığını kestiremez.

Bütün derinliğine ve karmaşıklığına rağmen, Vedanta'nın bireylere çok açık bir mesajı vardır: Yanlızca kendi hayatını yaşayabilirsin. Nerede ve nasıl bir insan olduğun tesadüfi değildir. Yapabildiğin kadarı ile kendi yolunu izle  ya da Quaker ve pasifist george Fox'un bir askere dediği gibi, "Yapabildiğin müddetçe kılıcını kuşan". Çünkü er ya da geç, şu ya da bu biçimde seni kendine çeken bir hedef vardır. O zaman gelip çattığında, zekice düşüncelere hiç ihtiyacın olmayacak, bilinçaltı duygulanımlarını süzmen ya da emsal grubunun uzlaşımlarını izlemen gerekmeyecek. Doğru anda guru ortaya çıkar; zorunlu olarak bilge bir kişi olarak değil, belki de kritik kişisel bir olayla, bir kitap, bir sanat eseri ya da bir doğal manzarayla (guru, kelimenin kitabi anlamında, karanlıktan (gu) ışığa (ru) demektir).

Vedanta'ya göre, hedef kendi başına hiçbir biçimde ahlâki idealin bir biçimi, bir tür mükemmel kişilik değildir; hedef, günlük hayatta geçerli, sıcak ve soğuk, nefret ve aşk, haz ve acı, iyi ve kötü gibi "zıt çiftleri" aşar. Aydınlanmış kişi tamamen iyi değil (Nietzche'ninkiyle aynı, ama oldukça farklı anlamda) "iyinin ve kötünün ötesinde" olan kişidir. İyi ve kötü bir amaca bağlıdır; aydınlanmış kişi bu amaca ulaşmıştır. Bazı Doğulu vurguların bizim ruhumuza uymasının güç olduğunu düşünsek bile (örneğin, tefekkürden çok, pratik enerji kullanımını talep eden ırkçılık gibi bazı sosyal kötülüklerin olduğu görülüyor), umuyorum ki bu bölümde Doğu'dan kısa kısa yansıyan bazı ışımalar, aklı başında Batılıları Doğulu emsalleriyle diyalog olasılıklarını araştırmaya sevk eder. Bu gecikmiş bir diyalogdur. Bu konu benim Varoluşçuluğun Doğusu kitabımda enine boyuna tartışılmıştır.

NOTLAR:
01 "İşte size [din] sözcüğünün çağrıştırdığı özelliklerin bir listesi: (Bu liste W. P. Alston'un Din Felsefesi, s. 88'dedir ve John Hoppers'in Felsefi Analizine Giriş kitabının 76'ıncı sayfasındaki bir dipnotta bir alıntı olarak verilmiştir.)
1. Doğaüstü varlıklara (tanrılara) inanma,
2. Kutsal ve dünyevi nesneler arasında bir ayrım,
3. Kutsal nesnelerde odaklanan törensel etkinlikler,
4. Tanrılar tarafından kutsandığına inanılan ahlâk kuralları,
5. Daha çok kutsal nesnelerin mevcudiyetinde ve törensi pratik süresince ortaya çıkan ve tanrılarla eşleştirilen, dinsel nitelikte duygular (huşu, gizem duygusu, suçluluk duygusu, tapınma hali vb.),
6. Dua etme ve tanrılarla diğer iletişim biçimleri,
7. Bir dünya görüşü, yani bir bütün olarak dünyanın ve onun anlamının belirlenmesi de dahil, kişinin bu dünya içindeki yerinin genel bir tablosu,
8. Bir kişinin bu hayat görüşü temelinde hayatını az ya da çok bütünsel olarak örgütlemesi,
9. Önceki karakteristiklerde bir arada duran sosyal bir örgütlenme." [s. 256]
02 Kamutanrıcılık (Panteizm):"Yunanca "hep" anlamına gelen "pan" ve "Tanrı" anlamına gelen "theos" sözcüklerinden türetilmiştir. Dolayısıyla panteizm, sözcüğün kendisinden de anlaşılacağı gibi, Tanrı'nın, tanrısallığın ya da ilahi olanın, yanlızca insanlarda değil, yaşayan her şeyde, yani hayvanlarda, kuşlarda, balıklarda, böceklerde, bitkilerde ve ağaçlarda da olabileceği inancıdır." [s. 258].
03 Etik ve Ahlâk:"Etik doğru ve yanlış davranış teorisidir, ahlâk ise onun pratiği. Ahlâki değil de etik ilkelerden; etik değil de ahlâki bir davranış tarzından söz etmek daha doğrudur.Etik, bir kişinin belli bir durumda ifade etmek istediği değerlerle ilgilidir, ahlâk ise bunu hayata geçirme tarzıdır." [s. 45-46]
04 Sezgi:"Bilgi ya da başka bir şey yerine, doğrudan kavrayışla edinilen bilgi. Etikte, ahlâki doğruların özel bir ahlâki bilgi mahareti yoluyla doğrudan doğruya anlaşıldığı teorisi" [s. 451] 

"Taoizm ve Anarşizm"
"Taoculuk veya Yol", Judith A. Berling, 1982, Ezoterik Okült ve Kaynaklar sitesinden).
"Yeryüzü-Kökenli Bir Gelenek Olarak Taoculuk", John R. Mabry, 1989, Ezoterik Okült ve Kaynaklar sitesinden).

*Kaynak: Bu metin, Ray Billington'un Ayrıntı yayınları tarafından basılan "Felsefeyi Yaşamak: Ahlâk Düşüncesine Giriş" (1995) adlı kitabından alınmıştır (sayfa 271-280, çeviren: Abdullah Yılmaz, 1997).
Anarşist Yazın Ana Sayfa --->
1