Bir Devre Mührünü vuran Osmanlı İMPARATORLUGU
Anadolu(Türkiye)
Selçuklularının 1308 yılında ortadan kalkmasıyla beraber, özellikle Batı
Anadolu'daki beylikler arasında, Türk birliğini yeniden tesis etmeyi amaçlayan
mücadeleler kızışmış idi. İşte bu mücadelelerin neticesinde Anadolu'da
Osmanoğullarının yıldızı parlayacak ve altı yüz yılı aşan muhteşem bir Türk
devletine tarih tanıklık edecektir. Osmanoğullarının Menşe'i: Tarihi kaynaklara
göre Osmanlı devletini kuranlar, Oğuzların 24 boyundan biri olan Kayı boyuna
mensuptur. Oğuz an'anesine göre Kayılar, sağ kolda yer alan Boz-okların Günhan
kolunun en büyük boyudur. Dolayısıyla Oğuz teşkilât yapısında Kayılar, hakim
unsurdur. Bundan dolayı Dede Korkut'ta "hâkimiyet bir gün Kayı'ya değe; bu
dediğim Osman neslidir" denilerek Osmanoğullarının hâkimiyeti meşrulaştırılır.
Kayılar, Malazgirt Savaşı'nın hemen akabinde Anadolu'ya gelen Oğuz
boylarındandır. Dolayısıyla onların Anadolu coğrafyası içerisinde yurt tutmaya
yönelik göç hareketleri hem Anadolu'nun Türkleşmesi hem de Türkiye tarihinin
şekillenmesi bakımından oldukça önemlidir. Tarihî kaynaklara göre elli bin kadar
Tatar ve Türkmen gaza ve cihat maksadıyla önce Erzurum ve Erzincan'a, ardından
da Artuklu sahasında yer alan Güneydoğu Anadolu'ya yönelmişlerdi. Kayı boyunun
beyi Süleyman Şah, Halep'e giderken Fırat'ta boğulmuş ve "Türk Mezarı" da
denilen Caber Kalesi'nde defnedilmiştir. Beylerini kaybeden "göçer evli"lerin
bir kısmı, bugünkü Urfa-Viranşehir ve Mardin-Derik kazaları arasında bulunan
Beriyye'ye gitmiş bir kısmı ise Anadolu'ya dağılmıştır. Bu sahalar, Kayı boyuna
mensup Karakeçililer'in günümüzde de yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdir.
Babasının ölümü üzerine dört yüz kadar göçer evli ile bölgeyi terk eden Ertuğrul
Gazi önce Pasin Ovası'na, Sürmeliçukuru'na varıp bir müddet burada kalmış, sonra
Selçuklu Hükümdarı Sultan Alaaddin'in çağrısı üzerine Adıyaman ve ardından
Ankara civarına gelmiştir. Yaklaşan Moğol tehlikesi ve uçları basan Bizans'a
karşı yardımını gördüğü Ertuğrul Gazi liderliğindeki Kayıları Ankara civarındaki
Karacadağ'a konduran Sultan Alaaddin, Rumlara karşı Sultanönü (Eskişehir)'nde
kazanılan zaferde, ordusunun akıncılığını üstlenen Ertuğrul Gazi'ye Söğüt,
Domaniç ve Ermeni Beli'ni yaylak ve kışlak olarak tahsis etmiştir. Ertuğrul
Gazi'nin vefatı üzerine (1281 veya 1288), küçük oğlu Osman Bey, Kayıların başına
geçmiştir.
Kuruluş Devri
Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu;
Osman
Bey, Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla başa geçtikten sonra, siyasî ve dinî
bakımdan Anadolu'nun en itibarlı ve nüfuzlu tarikatlerinden Ahilerin mühim bir
şahsiyeti olan Şeyh Edebali'nin kızı ile evlenerek, gücünü artırmış idi. Bundan
sonra Osman Gazi, Bizans'a karşı genişleme politikasını uygulayarak, İnegöl,
Karacahisar ve Yarhisar'ı ele geçirdi ve bölgenin mühim merkezlerinden olan
Bilecik'i alarak, burayı beyliğin merkezi yaptı (1299). Bu tarih devletin
kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Selçuklu Sultanı III. Alaaddin Keykubad'ın
İlhanlı Hükümdarı Gazan Han'ın kuvvetleri tarafından tutulup, İran'a götürülmesi
üzerine Selçuklu ümerasından bazıları ve bölgedeki Türkmen beyleri Osman Bey'e
teveccüh göstermiş; Oğuz an'anesine göre onun hâkimiyetini tanımayı kabul
etmişlerdir. Nitekim Oğuz beyleri Oğuz Han töresine göre tertip edilen bir
törende Osman Bey'in önünde diz çökerek, onun verdiği kımızı içmek suretiyle
tâbiyetlerini sunmuşlardır. Ancak henüz küçük bir beylik durumundaki
Osmanoğullarının, şeklen de olsa bu dönemde, İlhanlı hâkimiyetini tanıdıkları
bilinmektedir. Osman Gazi, beyliğini ilân ettikten sonra idaresi altındaki
bölgeleri beş kısma ayırarak buraları güvendiği ve savaşlarda yararlık gösteren
kimselere tevcih etti. Oğlu Orhan'a Sultanönü, büyük kardeşi Gündüz Bey'e
Eskişehir'i, Aykut Alp'e İn-önü'yü, Hasan Alp'e Yarhisar'ı ve Turgut Alp'e de
İnegöl'ü verdi. Diğer oğlu Alaaddin'e ise şeyh Edebali'nin emin ve nazırlığında,
ailenin geçimi için, Bilecik ve havalisinin gelirleri tahsis edildi.1302'de
Bursa tekfurunun liderliğinde birleşen Rum tekfurlarının Koyunhisar (Bafeon)
savaşında ağır bir mağlûbiyet tatmaları, Osman Bey'in Bursa ve Kocaeli
taraflarına akınlar yapmasını oldukça kolaylaştırmıştı. Bir taraftan Bursa öte
taraftan İznik Türk kuşatması altında tutuluyordu. Ancak yaşlılık sebebiyle
Osman Bey, fetihler için oğlu Orhan'ı görevlendirmişti. Nitekim 1324 yılında
Osman Bey vefat etti ve oğlu Orhan Bey Osmanlı tahtına çıktı.
Orhan
Bey, 1326 yılında Bursa'yı, uzun süren kuşatmanın ardından, ele geçirince
babasının vasiyetini yerine getirerek, Osman Gazi'nin naaşını Bursa'ya nakletti
ve burayı devletin yeni merkezi yaptı. Orhan Bey'in komutanlarından Akçakoca ve
Karamürsel ise İstanbul kıyılarına kadar akınlarda bulunuyorlardı. Bu fetih ve
akınlardan telâşlanan Bizans İmparatoru Andranikos büyük bir ordunun başında
Osmanlılara karşı harekete geçtiyse de Maltepe (Palekanon) Savaşı'nda ağır bir
yenilgi aldı (1329). Bu zafer, İznik ve İzmit'in ele geçirilmesini
kolaylaştırmıştır. Rumeliye Geçiş; Karasi Beyliğinde başlayan taht
mücadelelerinden istifade eden Orhan Bey, Balıkesir ve civarını topraklarına
katarak, ileride gerçekleşecek olan Rumeli fetihleri için mühim bir mevkiye
sahip olmuştur. Nitekim Karasi Beyliğinin deniz gücü ve Hacı İl Bey, Evrenos Bey
gibi değerli komutanlar artık Osmanlıların emrine girmişlerdir. Bizans içindeki
taht kavgaları ve Bulgar-Sırp saldırıları karşısında, gittikçe güçlenen
Osmaoğullarından yardım isteyen Kantakuzen'in talebi üzerine Orhan Bey'in oğlu
Süleyman, bir orduyla Rumeli'ye geçti (1345). Edirne'yi kuşatan Bulgar-Sırp
kuvvetlerini bozan Süleyman Paşa bu zaferin karşılığında Gelibolu'daki Çimpe
Kalesi'ni Bizans'tan aldı. Böylece Osmanlılar ilk kez Rumeli yakasında bir üs
elde etmiş oluyordu (1356). Süleyman paşa Gelibolu'nun ardından Tekirdağ'a kadar
olan bölgeleri de ele geçirerek buralara Anadolu'dan getirilen Türkmenleri
yerleştirdi. Böylece Rumeli'de de Türkleşme hareketi başlamıştır. Süleyman
Paşa'nın ölümünden sonra Rumeli'deki fetihler için kardeşi Murat Bey
görevlendirildi (1359). Ancak 1362'de babası Orhan Bey'in de ölümü üzerine Murat
Bey, Bursa'ya döndü ve Osmanlıların 3. hükümdarı olarak tahta çıktı (1362).
Rumeli ve Balkanlarda Fetihler; I.Murat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia
eden kardeşlerini bertaraf etmekle işe başladı ve bu arada elden çıkan Ankara'yı
yeniden aldı. Anadolu'da birliğin sağlanmasının ardından Murat Hüdavendigar,
inkitaya uğrayan Rumeli ve Balkanların fethine yöneldi. Bu sırada Balkanlar
karşıklık içindeydi. Bir taraftan Sırp Hükümdarı Düşan'ın ölümü ile Sırplar
arasında iç mücadeleler şiddetlenmiş, öte yandan Macar Kralı Layoş, Balkanlarda
Ortadokslara olan baskıları artırmıştı. Evrenos ve Hacı İl Bey komutasındaki
kuvvetler bu durumdan da yararlanarak Keşan'dan Dimetoka'ya kadar olan yerleri
fazla bir mukavemet görmeden ele geçirmişlerdi.
Sazlıdere Zaferi ile Edirne ve Filibe, Lala Şahin Paşa tarafından fethedildi
(1363/4). Bu savaşlarda Bulgarların yanında yer alan Bizans barış yapmak zorunda
kaldı. Türk ilerleyişini durdurmak isteyen Macar, Bulgar,Sırp ve Ulahlardan
müteşekkil bir Haçlı ordusu Macar Kralı Layoş'un liderliğinde Edirne üzerine
yürüdü. Ancak Meriç sahilindeki Sırp Sındığı denilen mevkiide, kalabalık Haçlı
ordusunu hazırlıksız yakalayan 10 bin kişilik kuvvetiyle Hacı İl Bey, büyük bir
bozguna uğrattı (1364). Sırp Sındığı zaferiyle Osmanlılar, Balkanlardaki
fetihlerine hız verdiler ve bunu kolaylaştıracağı için Osmanlı başkenti
Bursa'dan Edirne'ye nakledildi. Fetihler karşısında çaresiz kalan Bulgarlar Türk
himayesini kabul etmek zorunda kaldılar (1369). Çirmen Zaferi ile (1372) Batı
Trakya ve Makedonya'nın bir kısmı Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Selanik ile
Köstendil'in de ele geçirilmesinin ardından Sırp Kralı Lazar, vergi verip,
gerektiğinde asker göndermek şartıyla Osmanlılarla barış anlaşması
imzaladı(1374). Yaklaşık on yıl süren mücadelede, Rumeli ve Balkanlarda
fethedilen bölgelere Anadolu'dan mütemadiyen Türk nüfus kaydırılarak bölgede
demografik dengeler Osmanlılar lehine değiştirilmeye başlanmıştı. Bu tarihten
sonra bir müddet Balkanlardaki fetihlere ara verilmiş ve Anadolu'da Türk
birliğini sağlamlaştırmaya yönelik düzenlemelere geçilmiştir. Bu maksatla I.
Murat, oğlu Bâyezid'i Germiyan beyinin kızı ile evlendirmiş; Tavşanlı, Emet ve
Simav gelinin çeyizi olarak Osmanlılara verilmiştir. Aynı şekilde Akşehir,
Yalvaç, Beyşehri gibi bazı şehir ve kasabalar Hamidoğulları'ndan para karşılığı
satın alınmış, Candaroğullar da Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Artık
Osmanlıların karşısında tek bir güç kalmıştı; Karamanoğulları.
Alaaddin Ali Bey, Osmanlıların yeniden Balkanlara yönelmesini de fırsat bilerek,
harekete geçmiş ancak I. Murat Konya önlerinde Karamanoğullarını yendiğinde
Karaman beyi af dilemek zorunda kalmıştır(1387)
Murat Hüdavendigar'ın yeniden Rumeli'ye yönelmesiyle birlikte Niş ve Sofya da
dahil olmak üzere bütün Bulgaristan fethedildi.(1385/88). Timurtaş Paşa'nın Sırp
kuvvetleri tarafından baskına uğratılıp, yenilmesi üzerine cesaretlenen Bulgar,
Leh, Çek ve Macar kralları da Sırpların yanında yer aldılar. Fakat Çandarlı Ali
Paşa, Bulgar Kralı Şişman'ı esir alarak Bulgarları bu ittifakın dışına attı.
Buna rağmen Haçlı ordusu ilerleyişini sürdürünce, I. Murat ordusunun başına
geçerek düşmanı Kosova'da karşıladı. I.Murat'ın oğulları Bâyezid ve Yakup'un da
yer aldığı Osmanlı birlikleri büyük bir zafer kazandı. Sırp Kralı Lazar ve oğlu
esir edilmiş, düşman kuvvetlerinin büyük bir kısmı imha olmuştu. (20 haziran
1389). Fakat I.Murat savaş meydanını gezerken bir Sırp tarafından hançerlenerek
şehit düştü. Bunun üzerine Sırp kralı da Osmanlı askerleri tarafından öldürüldü.
Osmanlılar için Balkanlarda tutunabilmek yolunda ölüm kalım savaşı olarak
görülen I.Kosova Zaferi Sırplar tarafından asla unutulmamıştır. Günümüzde dahi
masum Müslüman halka yönelik vahşetin arkasında bu mağlûbiyetin ezikliği ve
intikam hissi yatmaktadır.
Anadolu'da Türk Birliği'nin Sağlanması; I. Murat'ın şehit edilmesinin ardından
oğlu Bâyezid, devlet adamlarının ittifakıyla hükümdar ilân edildi. Babasının
ölümünü fırsat bilen Anadolu'daki beyliklerin Osmanlılar'a bıraktığı toprakları
yeniden ele geçirmek maksadıyla harekete geçtiklerini haber alan Bâyezid,
süratle Anadolu'ya döndü. 1390 yılında Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan
beylikleri ortadan kaldırıldı. Ertesi yıl Hamidoğulları Beyliği toprakları ele
geçirildi ve bu beyliklerin yer aldığı topraklarda Anadolu beylerbeyliği adıyla
idarî bir ünite oluşturuldu. Ardından Osmanlıların en önemli rakip olarak
gördüğü Karaman Beyliğine yönelen Yıldırım Bâyezid, Konya'yı kuşattı. Alaaddin
Ali Bey'in barış talebi, Beyşehir ve çevresinin Osmanlılara bırakılmasıyla kabul
edildi.(1391). Fakat Yıldırım Bâyezid'in Mora ile ilgilenmesini fırsat bilerek
Ankara Sancak Beyi Sarı Timurtaş Paşa'yı esir alması üzerine, Yıldırım Bâyezid,
Alaaddin Bey'e kesin bir darbe vurmaya karar verdi. Anadolu'ya geçen Yıldırım,
üç gün süren savaşın ardından ele geçirilen Alaaddin Bey'i ortadan kaldırdı ve
toprakları Osmanlılara ülkesine dahil edildi(1397). Karamanoğlu tehlikesinin
bertaraf edilmesiyle, Anadolu'da Osmanlılara direnebilecek en güçlü devlet
olarak Kadı Burhaneddin devleti kalmış idi. Daha 1392 yılında, Kadı
Burhaneddin'in müttefiki durumundaki Candaroğlu Süleyman anî bir baskınla
öldürülüp beyliğin Kastamonu şubesi ortadan kaldırılmıştı (1392). Ardından,
ertesi yıl Amasya ve Merzifon civarı Osmanlı hâkimiyetine alınmıştı. Kadı
Burhaneddin'in 1398'de Kara Yülük tarafından öldürülmesi üzerine, ona bağlı
Sivas, Tokat, Kayseri, Malatya gibi şehirler birer birer ele geçirildi. Böylece
Fırat'ın batısında kalan Anadolu toprakları Osmanlı sancağı altında
birleştirilmiş oluyordu.
Yıldırım Bâyezid'in İstanbul Kuşatması ve Balkanlardaki Fetihleri. Yıldırım
Bâyezid'in Karaman seferine anlaşma gereği katılan Bizans İmparatoru
V.Yuannis'in oğlu Manuel'in, babasının ölümü üzerine anlaşmayı çiğneyerek
İstanbul'a kaçması sebebiyle Yıldırım, İstanbul'u kuşatmaya karar verdi. 1391'de
başlayan ilk muhasara 1396 yılına kadar sürdürüldü. Bu maksatla İstanbul
Boğazı'nda Anadolu Hisarı inşa edildi. Şehre dış yardımların gelmesini önlemeyi
ve iaşe zorluğu altında savunmayı kırmayı hedefleyen bu muhasara Timur'un
Anadolu'ya ulaşmasına kadar fasılalarla devam ettirilmiştir. Bu kuşatma sürerken
bir yandan da Yıldırım, Bulgaristan, Arnavutluk ve Bosna taraflarında fetih
hareketlerine devam etmekteydi. Kuşatma altındaki Bizans'ın da talebi ile
Türklere karşı yeni bir Haçlı ittifakı oluşturan Macar Kralı Sigismund,
İngiltere dahil bütün Avrupa devletlerinden topladığı 120 bin kişilik bir
orduyla harekete geçti. Yıldırım Bâyezid düşmanı şaşırtan bir hızla Niğbolu
Ovası'nda düşmanı karşıladı. 50-60 bin kişilik Osmanlı ordusu, sayıca çok üstün
olan Haçlı ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Savaş meydanından kurtulabilenler,
kaçarken Tuna'da boğuldular.(1396) Haçlılardan geriye sadece muazzam bir ganimet
kalmıştı. Bu ganimetle, Edirne ve Bursa'da pek çok cami, medrese ve imaret inşa
edilmiştir. Zaferin ardından, Eflâk, Bosna, Macaristan ve Mora üzerine seferler
düzenlendi. İtibarı bu zaferle bir kat daha artan Yıldırım, Niğbolu dönüşünde
Anadolu birliğini kurmaya yönelik nihaî adımları atmaya başlayacaktır.
Ankara Savaşı ve Fetret Devri: Yıldırım Bâyezid, Fırat boylarına kadar
topraklarını genişlettiği sırada, Timur da İran, Azerbaycan ve Irak'ı ele
geçirmişti. Bazı Anadolu beyleri Timur'a sığınırken, ülkeleri istilâ edilen
Celayirli Ahmet ve Karakoyunlu Kara Yusuf da Yıldırım Bâyezid'in yanına kaçmıştı.
Böylece her iki devlet biribirine sınır komşusu olmuş, ancak bu durum iki
hükümdarın da Türk dünyasının liderliğine oynamaları sebebiyle olumsuz neticeler
doğurmuştur. Timur, Osmanlılara sığınan Celayirli Ahmet ve Kara Yusuf'un iade
edilmemesini bahane edip Sivas'ı kuşatmış ve kendisine teslim edilmesine rağmen
şehiri tahrip etmişti(1400). Bu olaydan sonra da her iki hükümdar arasında
mektuplaşmalar devam etti. Fakat Timur'un, Anadolu beyliklerine topraklarının
geri verilmesi ve bazı şehirlerin kendine bırakılması gibi talepleri Yıldırım
tarafından reddedildi. Dolayısıyla iki fatih için savaş artık kaçınılmaz hâle
gelmişti. 160 binlik Timur'un ordusunu, 70 bin kişiyle Çubuk Ovası'nda
karşılayan Yıldırım Bâyezid, savaşın başlarında üstünlüğü ele geçirdi. Ancak
Timur'un safında eski beylerini gören bazı askerlerin saf değiştirmesi ve Kara
Tatarların Osmanlı ordusunun arkasını çevirmesi savaşın talihini değiştirdi. Bir
avuç askerle direnmeye çalışan Yıldırım Bâyezid sonunda esir edildi (26 Temmuz
1402). Ankara Savaşı'nı kazanan Timur, Anadolu beyliklerini tekrar ihya etti ve
böylece Anadolu Türk birliği parçalandı. Balkanlardaki Türk ilerleyişi durduğu
gibi bir kısım topraklar da elden çıktı. Yıldırım'ın oğulları arasındaki taht
mücadeleleri Osmanlı devletinin "Fetret Devri" boyunca 12 yıl müddetle devam
etti. Şayet bu savaş gerçekleşmemiş olsaydı, hiçbir direnme gücü kalmayan
İstanbul büyük bir ihtimalle Yıldırım Bâyezid zamanında Türklerin eline
geçecekti. Dolayısıyla Ankara Savaşı Osmanlıları en az 50 yıl geriye
götürmüştür.Esir düşen Yıldırım Bâyezid, yedi ay boyunca Timur'un yanında şehir
şehir dolaştırıldıktan sonra üzüntüsünden ecele yenik düştü. Osmanlı şehzadeleri
tahtın sahibi olabilmek için kıyasıya birbirleriyle mücadele etmeye başladılar.
Bu mücadele Çelebi Mehmet'in tek başına devlet idaresine hâkim oluşuna kadar
devam etti (1413). Çelebi Mehmet kardeşleri Süleyman, İsa ve Musa Çelebi'yi
bertaraf ettikten sonra Anadolu Türk birliğini yeniden tesis etmek için çaba
sarf etti. Güçlenen Karamaoğullarının nüfuzunu kırdı, Karamanoğlu Mehmet Bey'in
eline geçen Osmanlı topraklarını geri aldı. Candaroğulları beyliğinden
Çankırı'yı ve ardından Canik (Samsun) bölgesini yeniden Osmanlı ülkesine kattı.
Fakat Şehzade Mustafa ve Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin'in isyanları ülkeyi
karıştırmaktaydı.(1419) Şehzade Murat Rumeli ve Manisa'da ortaya çıkan bu isyanı
bastırdı, Şeyh Bedreddin ve adamları yakalanarak idam edildi. Timur'un
beraberinde götürdüğü Mustafa Çelebi de Anadolu'ya döndüğünde tahtta hak iddia
etmişti. Şehzade Mustafa'nın Selânik'te başlattığı isyan bastırıldı. Asi şehzade
Bizans'a sığınmak zorunda kaldı. Çelebi Mehmet öldüğü zaman Osmanlı ülkesinde
sükûnet büyük oranda tesis edilmeye başlanmıştı (1421).
Babasının en büyük yardımcısı olan şehzade Murat tahta çıktığı zaman Bizans
tarafından karşısına çıkarılan amcası Mustafa Çelebi'nin isyanını bir kez daha
bastırdı ve Bizans'ı cezalandırmak için İstanbul'u kuşattı(1422). Bu defa küçük
kardeşi Şehzade Mustafa'nın isyan haberini alan II.Murat, kuşatmayı kaldırarak
kardeşini cezalandırmak zorunda kaldı. İsyancıların yanında yer alan Anadolu
beyliklerine karşı harekete geçen II.Murat, Candaroğlu İsfendiyar Bey'i itaat
altına aldı. İzmir Beyi Cüneyd'i ortadan kaldırıp, İzmir, Aydın ve Menteşe
civarını ele geçirdi. Germiyanoğlu Yakub Bey'in çocuğu olmadığından,
topraklarını Osmanlılara bırakmayı vasiyet etmişti. Onun ölümüyle Germiyan ili
de Osmanlılara katılmış oldu(1428). Balkanlarda da durum Osmanlılar lehine
düzelmeye başladı. Nitekim Fetret devri sırasında elden çıkan topraklar geri
alındığı gibi, 1440'a kadar Belgrat hariç bütün Sırp toprakları Osmanlı
hâkimiyetine girmişti. Fakat Erdel ve Eflâk'ta üst üste gelen bazı küçük
bozgunlar Avrupa'da büyük bir sevinçle karşılanarak, Osmanlılara karşı yeni bir
Haçlı seferinin tertip edilmesine cesaret vermişti. II. Murat, Balkanlardaki
Osmanlı varlığını tehlikeye atmamak için Macarlarla Segedin Antlaşmasını
imzaladı (1444) ve bu anlaşmadan sonra tahttan feragat etti. Küçük yaştaki oğlu
II. Mehmet'in hükümdar olmasını fırsat bilen Macarlar anlaşmayı bozdu ve yeni
bir Haçlı ittifakı oluşturuldu. II. Murat yeniden ordunun başına geçerek düşmanı
Varna Savaşı'nda karşıladı. Macar kralı öldürüldü. Haçlıların lideri durumundaki
Jan Hünyad güçlükle kaçabildi(1444). Çandarlı Halil Paşa'nın ısrarıyla ikinci
kez tahta çıkan II. Murat, Mora ve Arnavutluk'a sefer düzenledi. Varna'nın
intikamını almak isteyen Jan Hünyad yeniden harekete geçti. Fakat II. Kosova
Muharebesi'nde bir kez daha Sırplar büyük bir yenilgiye uğratıldı (1448). Varna
ve Kosova savaşlarıyla Osmanlılar Balkanlardaki durumunu iyice güçlendirmiş,
Bizans'ın batıdan yardım alma umutları ise tamamen ortadan kaldırılmıştır. II.
Murat 48 yaşında ölünce II. Mehmet yeniden Osmanlı tahtının sahibi olmuş (1451)
ve Osmanlı Devleti artık bu dönemde tam bir cihan devleti hâline gelmiştir.
Fatih ve Cihan Devleti'nin Doğuşu
İstanbul'un Fethi: II. Mehmet, babasının ölümü üzerine ikinci kez Osmanlı
tahtına oturduğunda, devletin ortasında bir şer adacığı hâlinde kalmış köhne
Bizans'ı ortadan kaldırmayı öncelikle hedef olarak belirlemişti. Böylelikle
Osmanlı devleti tam bir cihan devleti haline gelebilecekti. Hedefini
gerçekleştirmek için ilkin Sırbistan ve Eflâk ile anlaşma imzalayan Fatih,
Karamanoğlu tehlikesini de geçici de olsa bertaraf etti. Bizans'a ulaşabilecek
muhtemel yardımı önlemek için Boğaz'ın Avrupa yakasına Rumeli Hisar'ını
yaptırarak kuşatma hazırlıklarını tamamladı. Nihayet kuşatılan İstanbul'a karşı
6 Nisan 1453'te kara ve denizden saldırı başlatıldı. II. Mehmet, Edirne'de
döktürdüğü çağının en güçlü toplarıyla İstanbul surlarını karadan sarsarken 18
Nisan'da donanma bütün İstanbul adalarını ele geçiriyordu. Fakat, Haliç'in
zincirle kapatılması sebebiyle kara ve deniz birlikleri müşterek bir harekâta
geçemiyor ve bu durum da kuşatmanın başarısına gölge düşürüyordu. Nihayet 22
Nisan'da Osmanlı donanmasının karadan Haliç'e indirilmesi gibi müthiş bir plânın
gerçekleştirilmesi, kuşatmanın seyrini değiştirmeye başlamıştı. Seksen parçalık
donanmayı bir anda karşılarında gören Bizans'ın direnme gücü artık kırılmıştı.
29 Mayıs 1453'teki nihaî harekâtla İstanbul fethedildiğinde, II. Mehmet,
Peygamberimizin müjdesine mazhar oluyor ve "feth-i mübin" ile "Fatih"lik
şerefini elde ediyordu.Bizans'ın ortadan kaldırılması hem Türk tarihi hem de
dünya tarihi açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu fetihle Osmanlı Devleti,
artık tam bir cihan devleti hâline gelmiş, İslâm dünyası ve Avrupa içinde büyük
bir prestij ve güç kazanmıştır. Avrupa için bu fetih çağ açıp, çağ kapayan bir
fetihtir. Katolik Avrupa'nın, Ortadoks dünyasıyla bütünleşme çabaları,
İstanbul'un fethiyle önlenmiş, aksine Balkanları da tamamen ele geçirmek
suretiyle Fatih, kısa zamanda Ortadoksları himayesi altına almıştır. Nitekim
Papa V.Nikola'nın Türklere karşı harekete geçilmesi fikri pek taraftar bulamamış,
aksine, Ege adalarındaki halk, Balkanlardaki bazı despotluklar ve prensler
Fatih'i İstanbul'un fethinden dolayı kutlayan mektuplar yazmışlardır. Papa'nın
isteğine sadece Almanya, Napoli ve Venedik olumlu cevap vermiş fakat onlar da
kendilerinden ziyade Sırp, Macar ve Arnavutları kışkırtarak sonuç almaya
çalışmışlardır.
Fatih'in Batı Politikaları:
Sırbistan Seferleri; İstanbul'un fethinden sonra Osmanlılara bağlılığını
bildiren ve ele geçirdiği bazı kaleleri geri veren Sırplar Macarlar ile iş
birliği yaparak yeniden düşmanlıklarını göstermeye başlamışlardı. Bunun üzerine
1454-1457 arasında üç kez peşpeşe Sırbistan'a sefer düzenlendi. Belgrat
dışındaki bütün Sırp toprakları ele geçirildi. Sırp Kralı Bronkoviç'in ölümüyle
başlayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlılar, Sırpları vergiye
bağladılar. Taht kavgalarının yeniden alevlenmesi üzerine, Mora seferinde
bulunan Fatih, Sırp meselesine son verilmesini emretti. Mahmut Paşa, 1459'da
başkentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyliğini oluşturdu.
Böylece Sırbistan'da 350 yıl sürecek Osmanlı hâkimiyeti başlamış oluyordu.
Arnavutluk Seferleri; Papalık ve Napoli krallığının desteği ve kışkırtmasıyla
harekete geçen Arnavutluk hâkimi İskender Bey, vurkaç taktiği ile Osmanlı
kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere
çıkmaya karar verdi. 1465 yılında gerçekleşen I.seferde, İlbasan Kalesi'ni
yaptırıp, içine asker yerleştiren Fatih, Balaban Paşa'yı bölge için
görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diğer devletlerden aldığı
kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa'yı şehit etti ve
İlbasan kalesi'ni kuşattı. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferi'ne çıktı
(1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar oluşturuldu. Bu sırada
İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu Jean geçmişti. Arnavutlukta başlayan kargaşa
sebebiyle Fatih 3. kez Arnavutluk seferini başlattı. Arnavutların elinde kalmış
olan Kroya ve İşkodra kuşatıldı. Nihayet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanlı
vilayeti haline gelmiş oluyordu.
Mora Seferleri; İstanbul'un fethinden sonra Bizans İmparatoru XII. Konstantin'in
oğulları, rakipleri Kantakuzen ailesine karşı Mora'da, Osmanlıların yardımını
istemişlerdi. Turahanoğlu Ömer Bey, akıncıları ile duruma müdahale etti ve
muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer iki kardeş arasında mücadele
başlamıştı. Bölge ülkelerinin Mora'yı istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458'de
harekete geçti. Korent'i ele geçiren Fatih, Mora'nın bir kısmını merkeze
bağlayarak, burada bir sancak oluşturdu. Atina ve diğer bölgeler ise Osmanlı
yönetimini kabul etti. Kardeşi Dimitrios'a karşı Arnavutların desteğini alan
Tomas'ın Osmanlılarla yapılan anlaşmayı bozması üzerine 2.kez Mora'ya sefer
düzenlendi. Tomas, Papa'nın yanına kaçmak zorunda kaldı. Bölgeye çok sayıda Türk
yerleştirildi. Venedikliler bölge halkını Osmanlılara karşı ayaklandırmaya
çalışıyorlardı. Ancak bunda başarı kazanamayan Venedik, Osmanlı kuvvetleri
tarafından bozguna uğratıldı (1465).
Eflâk ve Boğdan Seferleri; Yıldırım zamanında vergiye bağlanan Eflâk
Prensliği'nin başına Fatih tarafından Vlad (Kazıklı Voyvoda) getirilmişti(1456).
Osmanlılara bağlı görünen Vlad aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu
Vlad'ın Fatih'in elçilerini kazığa oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yılında
Fatih, Eflâk'a bir sefer düzenledi. Boğdan'dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri
voyvodayı uzun süre takip etti. Neticede, sığındığı Macarların, Osmanlılarla
yaptığı anlaşma üzerine Vlad'ı esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih
voyvodalığa Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanlı eyaleti hâline geldi. 1455'ten
itibaren Osmanlı Hâkimiyetini tanıyan Boğdan Prensliği'nin Kefe'nin fethinden
sonra izlediği düşmanca siyaset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1476'da Boğdan'a
girdi. Fatih'in bizzat başında olduğu Osmanlı kuvvetleri Boğdan ordusunu büyük
bir bozguna uğrattı. Böylece Boğdan da yeniden Osmanlı hâkimiyetini tanımış
oluyordu.
Bosna-Hersek Seferleri; Osmanlılara vergi yoluyla bağlı olan Bosna Kralının,
anlaşmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fatih, Sadrazam
Mahmut Paşa ve Turahanoğlu Ömer Bey'e Bosna'nın tamamen fethedilmesi emrini
vermişti. 1463 yılındaki seferle Bosna Kralı Osmanlı hâkimiyetini yeniden tanıdı.
Ancak şeyhülislamın da fetvasıyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna
Sancakbeyliği oluşturuldu. Fakat ordunun İstanbul'a dönmesi üzerine aynı yıl,
Macar kralı Bosna'ya girdi. İkinci kez düzenlenen seferle Osmanlılar, Yayçe
dışındaki bütün kale ve şehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri
esnasında Hersek Kralı Stefan da ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara
doğrudan bağlanması şartıyla tahtında bırakılmıştı. Ancak 1483 yılında Hersek
tamamen Osmanlı toprağı hâline gelecektir.Fatih, Bosna'yı Osmanlı topraklarına
kattığı zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalılara çok iyi davranmıştı. Hem
Katolik hem de Ortadoksların kendi kiliselerine almak için baskı yaptıkları
Bogomiller bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlar ve kendilerine sağlanan
din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuşlardı. İşte bu
Müslüman Bosnalılara "Boşnak" denilmektedir.
Fatih devrinde Osmanlıların karada en güçlü komşusu ve rakibi Macarlar, denizde
ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek başlarına Osmanlılarla baş
edemeyeceklerini bildiğinden, doğrudan bir savaşı göze alamamış, Fatih de tabiî
sınır olan Tuna'yı geçmeyi düşünmemiştir. Ancak akıncılar vasıtasıyla,
Macaristan'a güvenliğin sağlanmasına yönelik yüzlerce başarılı akın
düzenlenmiştir. Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlılarla doğrudan
karşılaşmaktansa Balkanlardaki diğer devletleri kışkırtmayı yeğ tutmuştur. Güçlü
donmasıyla Mora ve Ege'deki adalara sahip olmak isteyen Venedik, Osmanlılar
karşısında istediği sonucu alamamış, aksine pek çok ada ve kıyı kaleleri
Osmanlıların eline geçmiştir.
Ege
Adalarının Fethi; İstanbul'u ele geçiren Fatih, Bizans'a ait bütün toprakları
hâkimiyeti altında birleştirmek istiyordu. Böylece Bizans'ın yeniden dirilmesini
önleyeceği gibi, iktisadî ve siyasî açıdan da nüfuz alanını genişletebilecekti.
Öncelikle Anadolu kıyısına yakın adaları hedef alan Fatih, Bizans, Venedik ve
Cenevizlilerin elindeki bu adalardan Anadolu'ya yapılan korsan akınlarının önünü
kesmiş olacaktı. İkinci olarak Orta ve Doğu Akdenizdeki adalar hedef alınmıştı
ki, bu adalar Fatih'in İtalya'ya yani eski Roma'ya geçişini kolaylaştıracaktı.(
Nitekim Gedik Ahmet Paşa komutasındaki bir Osmanlı donanması Napoli Krallığının
elindeki Otranto'yu fethetmiş ve buradan Güney İtalya'ya akınlar düzenlenmiştir.(1480)
Fakat Fatih'in ölümünden sonra başa geçen II. Bâyezid, Gedik Ahmet Paşa'yı geri
çağırınca, şehir savunmasız kalmış ve İtalyanlar kaleyi tekrar ele
geçirmişlerdir).1456 yılında öncelikle Çanakkale Boğazı'na hâkim olan adalardan
Gökçeada (İmroz), Taşoz Enez ve Semendirek adaları ele geçirildi. Aynı
tarihlerde Limni ve Midilli halkı Türk yönetimine girmek için Osmanlılara
başvurmuştu. Önce Limni, ardından, uzun süren kuşatmayı müteakip Midilli (1467)
ele geçirildi. Venedikliler 264 yıldır ellerinde tuttukları Ağrıboz Adası'ndan
Mora ve Ege adalarındaki Türk birliklerine karşı saldırılarını
yoğunlaştırmaktaydılar. Bunu önlemek maksadıyla Ağrıboz'un fethine karar veren
Osmanlılar neticede 17 gün süren kuşatmadan sonra amaçlarına ulaştılar. Epir
despotunun elindeki Zanta, Kefalonya ve Ayamavra gibi adalar da Fatih'in
saltanatının son zamanlarında Osmanlı topraklarına dahil edilmiştir. Ancak St.
Jean şovalyelerinin elindeki Rodos'a karşı girişilen birkaç muhasara neticesiz
kalmıştır.
Fatih'in Doğu Politikası: Karadeniz Politikası; Osmanlılar, Anadolu'nun büyük
bir kısmını hâkimiyetleri altına almalarına rağmen kuzeyde, Karadeniz
kıyısındaki bazı yerler Trabzon Rumları, Cenevizliler ve Candaroğullarının
elinde bulunuyordu. Anadolu Türk birliğinin sağlanması ve ticaret güvenliği
açısından bu bölgelerin ele geçirilmesi şarttı. İşte bu sebeplerle, Fatih
karadan ve denizden kuvvetlerini harekete geçirdi. 1461 yılında Cenevizlilerin
elindeki önemli bir üs olan Amasra teslim olmak zorunda kaldı. Seferin kendisine
karşı yapıldığını sanan Candaroğlu İsmail Bey, Kastamonu'yu terk ederek Sinop'a
çekildi. Bursa'ya dönerek birliklerini takviye eden Fatih, Trabzon seferine
çıkarken, Sinop da dahil Candaroğullarının topraklarını savaşmaksızın ele
geçirdi. Fatih'in asıl amacı 1204 yılında Lâtinlerin İstanbul'u işgal etmesi
üzerine Bizans hanedanına mensup Komnenlerin ayrı bir devlet oluşturdukları
Trabzon idi. Osmanlılara vergi vermeyi kabul eden Trabzon Rumları bir taraftan
Fatih'in rakibi olan Uzun Hasan ile ittifak içine girmişti. Nihayet Fatih,
karadan birliklerini Trabzon'a gönderirken, bir donanma da Sinop'tan kalkarak
bölgeye yöneldi. Bu sırada Uzun Hasan'ın Osmanlı ordusunu arkadan çevirebileceği
ihtimaline karşı Fatih, ordusunu Sivas'ın güneyinden Yassıçemen'e çevirdi. Uzun
Hasan'ın annesi Sara Hatun'un ricası üzerine Akkoyunlularla bir anlaşma yapıldı.
Anlaşmaya göre Akkoyunlular, Trabzon Rumlarına yardım etmemeyi vaat etmişlerdir.
Anlaşmanın akabinde kara ve denizden Trabzon yeniden kuşatıldı. Çaresiz kalan
Trabzon Hâkimi David Komnen şehri teslim etmeyi kabul etti (26 Ekim 1461).
Böylece 258 yıl devam eden Trabzon Rum İmparatorluğu da tarihe karışmış oldu.
Karadeniz'in Anadolu kıyılarını tamamen hâkimiyetine alan Fatih'in bundan
sonraki hedefi, önemli ticaret limanları olan Ceneviz kolonilerini ortadan
kaldırarak, Karadeniz'i tam bir Türk gölü yapmak idi.
Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma 1475 yılında Kefe, Azak ve Menkup iskele
ve kalelerini ele geçirdi. Böylece Osmanlılar, Altınorda Hanlığı'nın
zayıflamasıyla ortaya çıkan Kırım Hanlığı ile komşu oldu. Azak Kalesi'nin
düşürülmesi sonucunda bazı Cenevizliler ile birlikte Kırım hanlarından Mengli
Giray Han da esir edilmişti. Mengli Giray Han'ın İstanbul'a getirilmesiyle Kırım
Hanlığı Osmanlı hâkimiyetine girmiş oldu. (1478). Kırım hanları 350 yıl boyunca
Osmanlıların batıya karşı en güçlü müttefikleri olarak hizmet
vermişlerdir.Anadolu'da Türk Birliğinin Gerçekleşmesi; Osmanlıların kuruluş
devrinden beri en ciddî rakipleri durumundaki Karamanoğulları, Fatih'in
politikalarına karşı, Akkoyunlu ve Memlûklu devletlerinin desteğini sağladığı
gibi, Venediklilerle de bir ittifak kurmakta sakınca görmemişlerdi. Bu düşmanca
tavır üzerine Fatih 1466 yılında Karamanoğulları üzerine yürümeye karar verdi.
Beylik topraklarının büyük kısmı Osmanlıların eline geçmesine rağmen Fatih,
Larende ve Silifke yörelerine çekilen Karamanoğullarına karşı mücadeleyi,
Otlukbeli Savaşı'nın sonrasında da sürdürmüştür. Fakat Karaman Beyi Kasım'ın
ölümünden sonra (1483) beylik tamamen oradan kalkmış olacaktır. Akkoyunlu Beyi
Uzun Hasan, 1467 yılında Karakoyunlu topraklarına sahip olunca Osmanlılar
aleyhine hâkimiyetini genişletmeye başlamıştı. Anadolu birliği yönündeki bu
tehlike üzerine Fatih, 1473'te harekete geçti. Otlukbeli mevkiinde yapılan
savaşta Osmanlılar büyük bir zafer kazandılar. Artık Akkoyunlular Osmanlılar
için bir tehlike olmaktan çıkmıştı.
Yavuz Sultan Selim Devri; Henüz Trabzon'da vali iken Doğu'da Safavilerin nasıl
güçlendiğini gören ve onlarla başarılı bir mücadeleye giren Selim, tahta
çıktıktan sonra, Anadolu'daki mezhep mücadelesine bir son vermek için
Safavilerle doğrudan savaşa girmeyi kaçınılmaz görmekteydi. Nihayet ordusunun
başında Doğu seferine çıkan Yavuz Selim, Çaldıran Ovası'nda Şah İsmail'in
ordusuyla büyük bir meydan muharebesi yaptı. İki Türk hükümdarının
mücadelesinden Selim üstün çıktı (23 Ağustos 1514). Doğu Anadolu toprakları
Osmanlıların eline geçti. Yavuz, Tebriz'e kadar Şah İsmail'i takip etti.
Dulkadiroğulları beyliği Osmanlı yönetimine alındı ve sonra ilhak edildi
(1515)Babası döneminde Memlûklara karşı yapılan seferlerin çoğu kez
başarısızlıkla neticelenmesi, Osmanlıların doğu'da ve İslâm dünyasında üstünlük
kurmaları önündeki en büyük engel idi. Bu sebeple, Safavi tehlikesini bertaraf
ettikten sonra Yavuz, Memlûklara karşı büyük bir ordu hazırladı. Mısır Memlûk
Sultanı Kansu Gavri, Osmanlı ordusunu Halep'in kuzeyinde karşıladı. Ancak
Mercidabık Savaşı Osmanlıların zaferiyle son buldu (24 Ağustos 1516). Kansu
Gavri savaş sırasında öldü. Malatya'dan Sina yarımadasına kadar olan topraklar
Osmanlıların eline geçti. Kışı Şam'da geçiren Yavuz, tekrar Mısır'a yöneldi.
Yeni Memlûk Sultanı Tomanbay ile Kahire'nin kuzeyindeki Ridaniye mevkiinde
yapılan savaşı da Osmanlılar kazandı. (22 Ocak 1517). Bu savaş Memlûk
Devleti'nin sonu oldu. Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz Osmanlı hâkimiyetine
girdi. Hülagû'nun Bağdat'ı işgal etmesiyle Memlûk himayesine giren halifelik
müessesesi de böylece Osmanlılara geçmiş oluyordu. Nitekim Mekke şerifi şehrin
anahtarını Yavuz Sultan Selim'e sunarak itaatini bildirmişti. Yavuz dönemi
Osmanlıların doğu'da ve İslâm dünyası'nda en büyük güç haline geldiği bir
dönemdir.
Yükseliş Döneminin Zirvesi: Kanuni Sultan Süleyman
Yavuz Sultan Selim'in sekiz yıl süren hâkimiyet devrinden sonra Osmanlı tahtına
oğlu I.Süleyman geçti (1520). I.Süleyman'ın 46 yıllık saltanatında Osmanlı
Devleti siyasî, askerî ve iktisadî açılardan zirveye ulaşmıştır. Bu sebeple dost
düşman ona Kanuni, Muhteşem, Büyük Türk gibi lâkaplarla hitap etmiş ve tarihe de
böyle geçmiştir.
Avrupa'daki Gelişmeler; Kanuni döneminde özellikle Avrupa'da önemli dinî ve
siyasî değişiklikler söz konusudur. Güçlü Macar krallığının Osmanlı hâkimiyetine
girmesinden sonra, Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken en ciddî rakip hâline
gelmiş, onun oluşturduğu imparatorluğun uzantısı durumundaki Avusturya
Arşidükalığı Osmanlılara sınırdaş olmuştur. Bu devlet ile Avrupa'nın en güçlü
hanedanı olacak olan Habsburglar Avrupa'yı âdeta parselleyeceklerdir. Bu dönemde
güçlenmeye başlayan Protestanlık, Avrupa'da mezhep çatışmalarının
şiddetlenmesine sebep olmuştu. Doğu Avrupa'da da Lehistan ve Ortadoks Rusya
güçlenmeye başlamıştı. Kanuni, Avrupa'daki siyasî ve dinî çekişmelerden
faydalanarak, onların birleşmemesine özen göstermiş ve bunu bir devlet
politikası hâline getirmiştir. Yine bu dönemde Akdeniz'de ve Okyanuslarda güçlü
bir ticarî ve iktisadî filo oluşturan İspanyol ve Portekiz donanmaları
Venedik'in yerini almış görünüyordu.
Belgrat'ın Fethi ve Macaristan Seferi; Fatih'in Sırbistan seferinde ele
geçirilemeyen Belgrat, Avrupa içlerine yapılacak akınlar için bir sıçrama
noktası idi. Bu sebeple Kanuni, Macaristan seferine çıktığında ilkin Belgrat'ı
kuşattı ve ele geçirdi(1521). Burayı bir üs olarak kullanan Osmanlılar artık
rahatlıkla Avrupa içlerine sefer yapabilecekti. Nitekim Şarlken'e tutsak olan
Fransa Kralı Fransuva'yı, kendisinden yardım talep etmesi üzerine, kurtarmayı
amaçlayan Kanuni, 1526 yılında karşısındaki ittifakı parçalamak amacıyla yeniden
Macaristan üzerine bir sefer düzenledi. 29 Ağustos 1526'da Mohaç Meydan
Muharebesi ile Macar ordularını imha eden Kanuni, Budin'i (Budapeşte) ele
geçirdi. Macaristan'ın bir bölümü ilhak edildi ve kalan kısmı Erdel Krallığı
oluşturularak Osmanlı hâkimiyetine alındı.
Avusturya Seferleri; Macaristan'ın ele geçirilmesi üzerine, ölen Macar kralı ile
akrabalığını öne süren Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macar topraklarında hak
iddia etmiş ve Budin'i işgal etmişti. Bunun üzerine Kanuni, yeniden Macaristan'a
sefer düzenledi. Budin kurtarıldı. Ancak Kanuni'nin asıl maksadı Viyana idi.
Osmanlı ordusu şehri kuşattı ise de ele geçirmeye muvaffak olamadı(1529).
I.Viyana Kuşatması'nın sonuçsuz kalmasından cesaretlenen Ferdinand, Budin'i
tekrar işgal etti. Kanuni ünlü "Alman Seferi" ile mukabele ederek işgal edilen
yerleri geri aldı. Ferdinand ile İstanbul'da bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya
göre Ferdinand, Macaristan üzerinde hak talep etmeyecek ve Osmanlı hâkimiyetini
tanıyacak ve elinde bulundurduğu Macaristan'a ait topraklar için de Osmanlılara
vergi verecekti.(1533).
Ferdinand'ın Macar kralının ölümünü fırsat bilerek anlaşmayı bozması üzerine
Kanuni yeniden sefere çıktı. 1562'deki bu sefer sonucunda Macaristan'da Erdel
Beylerbeyliği oluşturuldu. Avusturyalılar fırsat buldukça Macar topraklarına
tecavüz etmişler ve her seferinde de Osmanlılardan gerekli cevabı almışlardır.
Nitekim Kanuni'nin son seferi de Avusturya'ya karşı olmuş ve Zigetvar Kalesi
kuşatılmıştır (1566)
Fransa ile Münasebetler ve İlk Kapitülâsyon; Avrupa birliğini sağlamak isteyen
Roma-Cermen İmparatoru Şarlken, bu maksatla Fransız Kralı Fransuva'yı esir
etmişti. Kendisinden yardım isteyen kral ile iyi ilişkiler kuran Kanuni böylece
Şarlken'e karşı bir müttefik kazanmış oluyordu. 1535 yılında iki ülke arasında
ticaret ve dostluk anlaşması imzalandı. Anlaşma ile her iki ülke serbest ticaret
hakkı elde edecek ve bu haklar iki hükümdarın yaşadığı sürece geçerli olacaktı.
Lâkin kapitülasyon adıyla tarihe geçecek olan bu ticarî imtiyazlar sürekli hâle
getirilmiş, sonraki devlet adamlarının basiretsizliği sebebiyle tek taraflı
işlemeye başlamış ve başka devletlere de imtiyazların tanınmasıyla Osmanlı
ekonomisi giderek dışa bağımlı hâle gelmiştir.
İranla Münasebetler; Şah İsmail'in yerine geçen oğlu I.Şah Tahmasp, babası gibi,
Osmanlıların düşmanı olan Venedik ve Avusturya ile ittifak kurmakta bir beis
görmüyordu.
Osmanlı ordusu, Avrupa'ya sefere çıktığında Safaviler, Doğu Anadolu topraklarına
karşı saldırıya geçiyordu. Bu sebeple, Kanuni, Irakeyn (iki Irak; Irak-ı Acem ve
Irak-ı Arap) seferi diye bilinen bir sefere çıktı (1534-35). Tebriz ve Bağdat
Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlının Avrupa ile ilgilenmesinden yararlanan
Safaviler fırsat buldukça yeniden harekete geçtiklerinde, bölgeye 1555 yılına
kadar Nahcivan ve Tebriz üzerine birkaç kez sefer düzenlenmiştir. Osmanlılar
karşısında fazla bir varlık gösteremeyen Şah Tahmasp nihayet barış anlaşması
imzalamayı kabul etmek zorunda kalmış ve Amasya Antlaşması (1555) ile Osmanlı
üstünlüğünü kabul ederek Bağdat, Tebriz ve Doğu Anadolu'nun Osmanlı
hâkimiyetinde olduğunu tasdik etmiştir.
Deniz Seferleri ve Fetihler; Kanuni devri karada olduğu gibi denizlerde de büyük
bir üstünlüğün sağlandığı bir devirdir. Fatih'in alamadığı, St.Jean
şövalyelerinin elindeki Rodos ve çevresindeki adacıklar, başarılı bir kuşatma
sonunda ele geçirilmiş(1522), II. Bâyezid zamanından beri Akdeniz'de serbestçe
faaliyet gösteren Barbaros kardeşlerin devlet hizmetine alınmasıyla deniz ve
kıyılarda pek çok yer Osmanlı hâkimiyetine dahil olmuştur. Cezayir'i ellerinde
bulunduran ve Osmanlılar adına, 1492 yılında İspanya'da soy kırıma uğrayan
Musevîleri İstanbul'a gemilerle nakleden Barbaros kardeşler haklı bir üne sahip
olmuşlardı. 1533 yılında Cezayir'i Osmanlılara bırakarak kaptan-ı deryalık
görevini kabul eden Barbaros Hayrettin Paşa (Hızır Reis), 1538 yılında Andrea
Doria komutasındaki Haçlı donanmasını Preveze'de büyük bir bozguna uğratarak,
Osmanlılardın Akdeniz'in tek hâkimi olduğunu bütün dünyaya kabul ettirdi.
Barbaros'un ölümünden sonra yerine geçen Turgut Reis de fetihlere devam
etti.Nitekim St. Jean şövalyelerinin elinde bulunan Trablusgarp onun tarafından
fethedilmiş (1551), Preveze'den sonraki en büyük deniz zaferi sayılan Cerbe
Savaşı sonunda Haçlı donanması bir kez daha hezimeti tatmıştır. Sadece
Akdeniz'de değil Kızıl Deniz ve Hint Okyanusunda da Osmanlı donanması faaliyette
bulunmuştur. Uzak denizlerde istenilen sonuçlar elde edilememişse de bu dönemde
Yemen ve Arabistan'ın güney kıyıları ile Habeşistan ele geçirilmiştir.
Kanuni'nin Ölümü ve Sonrası; Zigetvar Muhasarası esnasında hastalanan Kanuni
kalenin fethini göremeden 66 yaşında öldü (1566). Siyasî, askerî ve iktisadî
bakımlardan Osmanlıyı zirveye çıkaran bu büyük hükümdarın yerine geçen ne II.
Selim (1566-1574) ne de III. Murat (1574-1595) aynı evsafta kişiler değillerdi.
Ancak Kanuni devrinde başlayan fetih rüzgârları o derece şiddetliydi ki, bu
hükümdarlar devrinde de hızını devam ettirebildi. Şüphesiz bu başarılarda
sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'nın dirayetli siyasetinin de rolü büyüktür.
Anadolu'nun Akdeniz'e bakan kıyılarında bir çıban başı gibi duran Venedik'in
elindeki Kıbrıs bu fetih rüzgârıyla kuşatıldı. Lala Mustafa Paşa komutasındaki
Osmanlı donanması adayı ele geçirir geçirmez (1571), buraya Anadolu'nun çeşitli
sancaklarından Türkler yerleştirildi. Artık Kıbrıs da Türk olmuştu. Bu durumu
hazmedemeyen Venedik, İspanyol, Malta donanmaları papa ve diğer bazı Avrupa
devletlerinin de desteği ile harekete geçerek büyük bir savaş filosu
oluşturdular. Korent Körfezi yakınlarında, İnebahtı önlerinde yapılan deniz
savaşını Osmanlılar kaybetti (1571).
Ancak kendileri de oldukça fazla zaiyat verdiğinden, Haçlı donanması Osmanlı
kadırgalarını takip edecek durumda değildi. Sokullu kısa zamanda donanmayı
yenileyerek yeniden Akdeniz'e indirdi. Venedik bu durum karşısında yeni bir
savaşı göze alamadı ve Osmanlılara vergi vermeyi kabul etti. Kılıç Ali Paşa
komutasındaki donanma Tunus'u yeniden Osmanlı topraklarına kattı (1574). Bu
esnada II.Selim ölmüş ve yerine III. Murat geçmişti. Bu padişah devrinde, Şah
Tahmasp'ın ölümüyle çalkanan İran'a savaş açıldı (1576) Gürcistan ve
Azerbaycan'ın büyük bir kısmının ele geçirilmesiyle neticelenen ilk seferden
sonra savaş 15 yıl sürdü. Bu uzun savaş ile daha fazla yıpranmak istemeyen
Osmanlı Devleti ile İran arasında 1590'da bir barış anlaşması yapıldı. Yine bu
dönemde başlayan Türk-Macar Savaşı I.Ahmet devrine kadar devam etti. Don ve
Volga nehirlerini birleştirmeyi amaçlayan kanal projesi ile Süveyş kanalı
teşebbüsünün mimarı olan Sokullu'nun 1579'daki ölümü ile Osmanlı Devleti büyük
bir yara almıştır. Özellikle III.Murat'ın oğlu III.Mehmet'in (1595-1604),
hükümet işlerini annesine bırakıp, bir köşeye çekilmesi Osmanlı'yı XVII.
yüzyılda daha kötü yılların bekleyeceğinin âdeta habercisi idi.
Duraklama Dönemi ve Son Başarılar
III. Mehmet zamanında Avusturya'ya karşı devam ettirilen savaşlarda Eğri, Kanije
ve Haçova zaferleri elde edilmişse de I. Ahmet (1604-1617), Zitvatorok
Antlaşmasını imzalayarak (1606), Osmanlının, Avrupa'daki üstünlüğünün sona
erdiğini bir anlamda kabul ediyordu. Her ne kadar ele geçen topraklar bu
anlaşmayla Osmanlıda kalıyorsa da, artık iki devletin "eşit" sayıldığı hükme
bağlanmıştı. XVI.yüzyıl başlarından itibaren Avusturya ve İran'la girilen uzun
savaşlar, ehliyetsiz idareciler, liyakatin yerini iltimas ve rüşvetin alması,
buna bağlı olarak devletin askerî ve iktisadî düzeninin temelini oluşturan timar
sisteminin bozulmaya başlaması, devletin güç ve otoritesini, halkın huzur ve
asayişini güvenliğini sarsmıştır. XVII. yüzyıla girilirken bu olumsuz şartlar,
anarşinin artmasına sebep olmuştur. Merkez ve taşra teşkilâtında görülen
bozulmalar, pek çok isyanın çıkmasını ve dolayısıyla devlet nizamının
sarsılmasını beraberinde getirmiştir. Bu isyanları üç grupta toplamak mümkündür;
Taşrada çıkan Celalî İsyanları, Eyalet isyanları ve İstanbul merkezli kapıkulu
isyanları. Celalî isyanlarının en önemli sebepleri, yukarıda da belirttiğimiz
gibi, devletin uzayan savaşlara bağlı olarak azalan gelirlerini karşılayabilmek
için vergileri artırması, timar sistemindeki bozulmalar ve köylünün artan
vergilere karşı huzursuzlukları idi. Halkın devlete olan güveninin sarsılması,
isyancıların gücünü daha da artırıyordu. Kalenderoğlu, Karayazıcı, Deli Hasan
gibi Celâlîlerin isyanlarına, medrese öğrencisi suhteler ve başıboş leventlerin
isyanları da eklenince, devlet isyanları bastırmada oldukça zorlandı. Bu
isyanlar yüzünden özellikle Anadolu'da dirlik ve düzenlik kalmadığı gibi,
iktisadî durum da oldukça bozulmuştur. Yine bu otorite boşluğu nedeniyle Erzurum
ve Sivas gibi yerlerin valileri ile Yemen, Bağdat, Eflâk, Boğdan gibi bağlı
eyaletlerin yerli yöneticileri de isyan etmişlerdi.
İstanbul'daki yeniçerilerin ulûfelerini zamanında alamamalarını bahane ederek
çıkardıkları isyanlar doğrudan sarayı hedef almıştır. Fesat yuvası hâline gelen
Yeniçeri Ocağı'nı düzenlemek isteyen II. Osman (1618-1622) yeniçerilerin hışmına
uğramış, isyancılar sarayı basmıştır. Yeniçeriler, Genç Osman'ı tahttan
indirerek yerine, III. Mehmet'in kardeşi I.Mustafa'yı getirmişler ve bununla da
kalmayarak, Genç Osman'ı Yedikule Zindanlarında katletmişlerdir. Bu olay
yeniçerilerin bir padişahı tahttan düşürüp, katletmelerinin ilk örneği olması
açısından dikkat çekicidir.
Yeniçerilerin başa geçirdiği I.Mustafa'nın bir yıl sonra ölmesiyle, Osmanlı
tahtına IV. Murat geçer (1623-1640), genç padişah, hâkimiyetinin ilk on yılında
devlet idaresindeki inisiyatifi valide Kösem Sultan'a bırakmış ve güçlenene
kadar fesat çıkaranlara karşı tedbirli davranmıştır. Ancak saraydaki huzursuzluk
ve Anadolu'da yeniden patlak veren isyanların tehlikeli boyutlara ulaşması
üzerine 1632'de duruma müdahale eden IV. Murat, kısa zamanda otoriteyi tesis
etmiştir. Sert tedbirlerle nifak çıkaranları, şeyhülislâm ve kardeşleri de dahil,
öldürtmekten çekinmemiş, boşalan devlet hazinesini yeniden çeki düzene koymuştur.
Toparlanan Osmanlı Devleti, Bağdat'ı ele geçiren İran'a savaş açtı. IV. Murat,
ünlü seferiyle Bağdat'ı geri aldı (1638). İran ile yapılan Kasr-ı Şirin
Antlaşmasıyla (1639), bugünkü sınırlara yakın olan Türk-İran sınırı yeniden
çizildi.
1640'ta, IV. Murat'ın ölmesi üzerine yerine kardeşi I. İbrahim geçti(1640-1648).
Fakat onun sekiz yıllık saltanatında devlet her açıdan kötülemeye başlamıştı.
Sonunda 1648 yılında o da öldürüldü ve çocuk yaştaki IV. Mehmet Osmanlı tahtına
çıkarıldı (1648-1687). Harem ve Yeniçeri Ocağı devlet işlerine istedikleri gibi
müdahale eder olmuşlardı. Bu kötü gidiş 1656'da Köprülü Mehmed Paşa'nın
sadrazamlık vazifesine getirilmesine kadar devam etti.Köprülü Mehmet Paşa ve
onun ailesinden olan diğer sadrazamlar XVIII. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı
Devleti'nin idaresinde belirleyici bir rol oynamışlardır. Köprülüler Devri
olarak bilinen bu dönemde geçici de olsa bir istikrar sağlanmış ve Osmanlılar
son fetihlerini bu devirde gerçekleştirebilmişlerdir. Köprülü Mehmet Paşa,
içerde sükûneti sağladığı gibi, Venediklilerin eline geçmiş olan Bozcaada ve
Limni'yi geri alıp, Çanakkale Boğazı'nı ablukadan kurtardı. Köprülü Mehmet Paşa
öldüğünde, padişah yine geniş yetkilerle oğlu Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'yı
sadarete getirdi(1661). Erdel işlerine karışan Avusturya'ya karşı başlatılan
savaşta Fazıl Ahmet Paşa, Uyvar'ı fethetti. Avusturya yapılan anlaşmayla, Erdel
ile Uyvar ve Neograt kalelerinin Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu kabul etti. Uzun
süredir kuşatılan, Venedik'in elindeki Girit, Kandiye Kalesi'nin düşmesiyle
Osmanlı hâkimiyetine girdi(1669). Lehistan'a yapılan sefer sonucunda Podolya da
Osmanlı topraklarına katıldı (1676).
Büyük başarılara imza atan Fazıl Ahmet Paşa'nın genç yaşta ölmesi üzerine, IV.
Mehmet, Köprülü'nün damadı Kara Mustafa Paşa'yı sadrazamlığa getirdi(1676).
Kara Mustafa Paşa, Çehrin'i ele geçirdi (1678). Bu zaferden sonra, Ruslar,
Dinyeper nehrinin sağında kalan toprakları Osmanlılara bırakmak zorunda
kaldıkları ilk anlaşmayı Türklerle yapmıştır (1681). Zaferlerin devamı getirerek
Osmanlı'yı yeniden Avrupa'daki en geniş sınırlara ulaştırmak isteyen Kara
Mustafa Paşa, Orta Macaristan'da, Katolik Avusturya'ya karşı isyan eden
Protestan Macarları himayesine aldı. İmre Tököli Osmanlılar tarafından Orta
Macaristan kralı olarak tanındı. Mustafa Paşa, büyük bir orduyla Viyana'ya sefer
düzenledi. Kanuni'nin ele geçiremediği Avusturya'nın merkezi Viyana'ya karşı
başlatılan bu ikinci sefer boyunca Osmanlılar hiçbir direnmeyle karşılaşmadılar.
1683'te kuşatma başladığında, Avusturya imparatoru çoktan şehri terketmişti.
Ancak kuşatmanın uzun sürmesi, Lehistan ve Alman askerlerinin, şehrin imdadına
yetişmesiyle neticelendi. İki ateş arasında sıkışan Kara Mustafa Paşa, büyük bir
bozguna uğradı. (12 Eylül 1683). Osmanlılar Belgrat'a kadar geri çekilmek
zorunda kaldı. Viyana bozgunu, sadrazamın Belgrat'ta hayatına mal olmuştu.
Osmanlı
devletine karşı Avusturya, Lehistan, Malta, Venedik ve son olarak Rusların
katıldığı(1696) büyük bir ittifak oluşturuldu. Osmanlılar dört cephede bu
ittifaka karşı mücadele verdiği sırada, içte de huzursuzluk artmaktaydı. IV.
Mehmet tahttan indirilmesiyle yerine II. Süleyman (1687-1691) , II.Ahmet
(1691-1695) devirlerinde huzursuzluk devam etti. Bu dönemde yine bir Köprülüzade
olan Fazıl Mustafa Paşa, ordu ve maliyeyi düzene koymaya yönelik başarılı
icraatlerde bulunmuş ise de aynı aileden Hüseyin ve Nu'man Paşalar, sadaret
makamında başarı sağlayamamışlardı.
II.
Mustafa (1695-1703), Viyana bozgunu ve ardından gelen toprak kayıplarını önlemek
amacıyla üç kez Avusturya'ya sefer düzenledi, ilk iki seferde kısmen başarı
sağlandıysa da son seferde Osmanlı ordusu Zenta denilen yerde bozguna uğradı.
Bunun üzerine İngiltere'nin araya girmesiyle Osmanlılar, ittifak güçleriyle
Karlofça Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı (26 Ocak 1699). 25 yıl için
geçerli olacak bu anlaşma sonunda, Avusturya'ya Macaristan'ın büyük bir bölümü
ve Erdel, Venediklilere Dalmaçya kıyıları ve Mora, Lehistan'a ise Podolya ve
Ukrayna bırakılıyordu. Rusya ile yapılan üç yıllık ayrı bir anlaşma ile de Azak
Kalesi Ruslara terk ediliyor ve onların İstanbul'da daimî bir elçi
bulundurmaları kabul ediliyordu. Karlofça Antlaşması, Osmanlıların toprak
kaybıyla neticelen şimdiye kadar imzaladıkları en ağır anlaşma idi.
I.Edirne Vakası adı verilen bir ayaklanma ile Osmanlı tahtına III. Ahmet
geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Doğu Avrupa hem de Karadeniz
istikametinde topraklarını genişletme gayesini gütmekteydi. Poltova
yenilgisinden sonra Osmanlılara sığınan İsveç Kralı XII. Şarl, iki ülke arasında
yeniden bir savaşın başlaması için bir vesile oldu. Bu savaş ile Osmanlılar,
Karlofça'da kaybettikleri toprakları tekrar kazanma fırsatını bulacaktı. Nitekim
Prut'ta sıkıştırılan Ruslar (1711), anlaşma yaparak, Azak'ı terk etmek zorunda
kaldılar. Karadağ'da isyan çıkartan Venedik'e karşı açılan savaşlarda ise işgal
altındaki Mora kurtarıldı. (1715). Bu başarılar üzerine, sıranın kendisine
geldiğini düşünerek harekete geçen Avusturya, Osmanlıları yenilgiye uğrattılar.
Temeşvar ve Belgrat düştü. Osmanlılar Pasarofça Antlaşmasını imzalayarak (1718),
Temeşvar ve Belgrad ile birlikte Küçük Eflâk ve Kuzey Sırbistan'ı Avusturya'ya
bıraktı. Dalmaçya kıyılarındaki bazı kalelerin Venedik'e terki mukabilinde Mora
muhafaza edildi. Osmanlılardın Balkanlar ve Orta Avrupa seferleri için
staratejik bir mevkiide olan Belgrat'ın düşmesi, ağır sonuçlar doğurmuştur.
Avusturya, Belgrat'tan Balkan içlerine sarkmakta daha başarılı olacaktır.
Lâle
Devri: Pasarofça Antlaşması neticesinde ortaya çıkan barışı iyi kullanmak
isteyen Osmanlılar, artık Avrupa karşısında savunma durumunda kalacağını
anladığından, Balkanlardaki sınır kalelerini tahkim etme, bölge halkını yanında
tutmak için vergileri azaltma siyaseti uygulamaya ağırlık vermekteydi. Damat
İbrahim Paşa, Osmanlılara üstünlük kurmuş olan Avrupa'yı her yönüyle tanımak
için Avrupa başkentlerine elçiler göndertti. 1718-1730 yılları arasındaki bu
dönem, sanatta lâle motifinin işlenmesi sebebiyle "Lâle Devri" adıyla
anılmaktadır. Bu dönemde matbaa açılması, çini ve kumaş fabrikası kurulması gibi
bazı müspet yenilikler yapılmışsa da, III. Ahmet ve saray çevresinin şaşalı
eğlenceleri ve harcamaları huzursuzluğu artırmaktaydı. Damat İbrahim Paşa'nın,
İran'a karşı başlatılan savaşta (1722) kesin netice alamaması ve uzayan savaş
esnasında Tebriz'in sadrazamın gizli emriyle İran'a terk edildiği haberi,
muhalefetin harekete geçmesine yetti.
Patrona Halil Ayaklanması'nın patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu. Damat
İbrahim Paşa ve yakınlarıyla Sultan III. Ahmet asiler tarafından katledildiler
(1730)Bu olayın ardından III. Ahmet'in yeğeni I.Mustafa hükümdarlığa getirildi.
(1730-1754). Kafkaslardaki sınır olaylarını bahane eden Rusya, Kırım Tatarlarına
karşı büyük bir saldırı başlattı. Azak ve Bahçesaray Rusların eline geçti
(1739). Fransa'nın da teşvikiyle Osmanlılar, Rusya'ya karşı savaş ilân etti.
Rusya'nın yanında savaşa katılan Avusturya da, Eflâk ve Boğdan'a girmişti.
Osmanlılar iki cephede de büyük başarılar kazandılar. Prusya, Fransa ve İsveç'in
Osmanlılara yakınlaşması, Osmanlılar karşısında ummadıkları bir yenilgi tadan
Rusya ve Avusturya'yı barış yapmaya zorladı. Bu savaş sırasında tekrar
Osmanlıların eline geçen Belgrat'ta bir anlaşma imzalandı (18 Eylül 1739).
Belgrat Anlaşmasıyla, Avusturya, Pasarofça barışıyla elde ettikleri tüm
topraklardan geri çekildiler. Ruslar da Azak'ı terkederek bölgedeki kıyı ve
deniz ticaretinin Osmanlı gemileriyle yapılmasını kabul etti. Bu anlaşma geçici
de olsa Osmanlıların toparlanmasını sağlamıştır. Savaşta Türklerin tarafını
tutan Fransa'yla, Kanuni döneminde tanınan imtiyazları genişleten ve süre
tahdidi koymayan yeni bir kapitülâsyon antlaşması imzalanmıştır (1740). Damat
İbrahim Paşa zamanında başlayan İran savaşları Lâle Devri'nden sonra da devam
etmekteydi. Ruslar, çöküş dönemine giren Safavilerin elindeki Azerbaycan ve
Dağıstan'ı işgal etmişlerdi.
Şirvan halkının talebi üzerine Osmanlılar duruma müdahale etmiş, iki ülke
arasında çıkabilecek savaş Fransa'nın araya girmesiyle önlenmişti. Rusya'nın
kuzeydeki işgaline karşın Osmanlılar da Güney Azerbaycan'ı topraklarına kattılar.
Şah Tahmasp 1732'de Osmanlılar ile barış yaptı. Bu durumu kabullenemeyen Afşar
Nadir Bey, Şah Tahmasp'ı devirerek kendi hâkimiyetini ilan etti (1736).
Osmanlılar bazı toprakları Nadir Han'a bırakmaya razı oldu. Her iki taraf için
de yıpratıcı olan bu uzun savaşlar, Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla çizilen
sınırların aynen kabul edildiği 1746 anlaşmasıyla son bulmuştur.
I.Mahmut döneminde, başarılı savaşların yanı sıra, ordu içinde de yeni
düzenlemelere gidilmiştir. Aslen Fransız olup Osmanlı hizmetine girerek
beylerbeyi olan Ahmet Paşa, Humbaracı Ocağı'nı kurarak (1734), batı savaş
tekniklerini burada hayata geçirmiş idi. I.Mahmut'un üvey kardeşi III.Osman'ın
(1754-1757) yerine geçen, amcaoğlu III. Mustafa (1757-1773) zamanında da ordu
içerisinde bazı ıslahatlar devam ettirilmiştir. Nitekim onun döneminde Tophane
ıslah edilerek yeni ve güçlü toplar dökülmüş, donanma yenilenmiştir. Ancak,
Rusya ile başlayan harpler bu yeniliklerin yeterli olmadığını gösterecektir.
Gerileme Dönemi ve Gerilemeyi Durdurdurma Çabaları
1764
yılında Rusya, Osmanlıların toprak bütünlüğünü garanti ettiği Lehistan'ı işgal
etmiş ve kaçan mülteciler Osmanlı sınırını geçen Ruslar tarafından
katledilmiştir. Bu olay üzerine Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş ilân
etmiştir(1768). Ruslar, Baserabya ve Kırım'ı işgal ettikleri gibi, İngilizlerin
de yardımıyla, Baltık filosonu Akdeniz'e göndererek, Mora Rumlarını isyana
teşvik etmişler ve Çeşme'de demirli Osmanlı donanmasını gafil avlayarak,
gemileri yakmışlardır. Bu arada Mısır'da da bir isyan hareketi başlamıştır.
Ruscuk ve Silistre önlerinde Osmanlı kuvvetlerinin mevzii başarılar kazanmasının
ardından II. Katerina, Lehistan işini halletmeyi plânladığından Osmanlılarla
anlaşma yapmayı kabul etmiştir. I.Abdulhamit'in (1773-1789) başa geçmesinden
sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile (21 Temmuz 1774) Kırım Hanlığı
Osmanlıdan kopartılarak sözde bağımsız bir devlet olmuş, Baserabya, Eflâk,
Boğdan Osmanlılarda kalmış, ancak Azak ve Kabartay bölgesi Rus hâkimiyetine
geçmiştir. Ruslar bu anlaşmayla İngiltere ve Fransa'ya tanınan kapitülâsyonları
da kazanmış ve her yerde konsolosluk açma hakkını elde ederek, Osmanlının iç
işlerine karışabileceği bir ortamı kendine hazırlamıştır. Nitekim 1783'te
Kırım'ı işgal ve ilhak eden Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sıcak denizlere
inme politikasını gerçekleştirme yönünde büyük bir adım atmış, Ortadoksları
himaye bahanesiyle de Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmiştir.
Rusya'nın nihaî amacı, İstanbul'u ele geçirerek Bizans'ı yeniden diriltmek idi.
İşte bu maksatla, Osmanlı Devleti'ni taksim etmek üzere Avusturya ile gizli bir
anlaşma yapıldı. Bu anlaşmayı haber alan Osmanlı Devleti, Prusya ve
İngiltere'nin de tahrikiyle Rusya'ya karşı savaş açtı. Halkın infialine neden
olan Kırım'ı geri almak Osmanlının en büyük arzusuydu. Ancak bu savaşa Rusya'nın
müttefiki olan Avusturya'nın da katılmasıyla, Osmanlılar iki cephede birden
mücadele etmek zorunda kaldılar(1788). Avusturya'ya karşı iki kez savaş
kazanıldı. Belgrat ve Banat ele geçirildi. Ancak Rusya'ya karşı doğu cephesinde
başarı sağlanamadı. Bu tarihlerde Osmanlı tahtına III. Selim çıkmıştı
(1789-1807). III. Selim İsveç ile bir anlaşma yaparak Rusya'ya karşı bir
müttefik kazanmıştı. Ancak Rusya Bükreş ile Küçük Eflâk'ı almış, ardından da
Belgrat ve Bender düşmüştü. 1790'da Avusturya İmparatoru II.Joseph ölünce iç
ayaklanmalar baş göstermiş ve Fransız ihtilalinin etkileri bu ülkede de
hissedilmeye başlanmıştı. Bunun üzerine yeni İmparator II.Leopold, Ziştovi
anlaşmasını imzalayarak Osmanlılarla olan savaşı sona erdirdi (1791). Bu anlaşma
mevcut statükoyu muhafaza eden maddelerden ibaretti. Rusya ile de, İspanya'nın
aracılığıyla Yaş Barış Antlaşması imzalandı (1792). Rusya'nın savaş sırasında
işgal ettiği yerlerden sadece Özi, anlaşmayla verilmiş oluyordu. Hem Avusturya
hem de Rusya bu anlaşmalarla, Fransa ve Lehistan'daki gelişmelere dikkatlerini
verirken, Osmanlı Devleti de gerekli ıslahatları yapmak için bir soluklanma
zamanı bulabilecekti.
19.
y.y. Osmanlı Devleti'nde Islahat Çabaları
Nizam-ı Cedit
İyi
bir eğitim görmüş olan III. Selim bu barış döneminden faydalanarak, devlet
içinde, özellikle askerî alanda, ıslahatlar yapmak istiyordu. Bu maksatla,
Nizâm-ı Cedit adı verilen ilk ıslahat hareketiyle, yeni bir ordu kurdu(1793).
Yeniçeri Ocağı'nı kaldıramayacağını bildiğinden, öncelikle Nizâm-ı Cedid denilen
bu orduyu batılı tarzda düzenleyip, başarısını kanıtlamak gerekliydi. Ancak
bundan sonra Yeniçeri Ocağı lağvedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya
çıkan gelişmelerden endişe duyan Yeniçeriler, bazı devlet adamlarını da
yanlarına çekerek yeniliklere karşı çıktılar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada
Napolyon Bonapart, bir orduyla Mısır'ı işgale başlamıştı (1798). Osmanlılar,
Rusya, İngiltere ve Sicilya'nın da menfaatlerine dokunan Fransız işgaline karşı
harekete geçti. Ehramlar savaşıyla, Mısır'ı ele geçirip, kuzeye yönelen
Bonapart, Akka'da Osmanlı savunmasını geçemedi (1799). Kuşatmayı kaldıran
Napolyon geri dönerken, yerine bıraktığı ordu komutanları da mağlûp edildiler.
Neticede Fransızlar Mısır'ı terk etmek zorunda kaldı(1801). Fransa'yı barışa
zorlayan önemli bir sebeplerden birisi de, Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarının
iş birliği yapmaları, İngiltere'nin Fransız savaş ve ticaret gemilerini taciz
etmesiydi. Fransa'nın Akdeniz ve Orta Doğu'daki ticarî menfaatlerinin
zedelenmesi onları barışa zorlamaktaydı.
1802'de imzalanan anlaşmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi almış
ve kapitülâsyon hakkını elde etmiştir. Bu olayı bahane ederek Akdeniz'e inen Rus
donanması, Osmanlı donanmasıyla birlikte Fransa'nın elindeki bazı adaları ele
geçirmiş idi. Fakat halk, ebedî düşman olarak gördüğü Rusya ile iş birliği
yapılmasına büyük tepki göstermiş ve bunun sonunda III. Selim'e ve ıslahatlarına
karşı cephe genişlemişti. Üstelik Napolyon'un, Orta Doğu'da Araplara yönelik
propagandasının da etkisiyle bölgede bazı isyanlar çıkmıştı. Böylece Bulgaristan
ve Sırbistan'da çıkan isyanlara bir de Suriye'de ve Hicaz'da çıkan isyanlar
eklenmiş oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak, 1803-1804'te Mekke ve Medine'yi ele
geçirmişlerdi. Osmanlıların tekrar Fransa ile yakınlaşmaları, İngiliz ve Rusları
harekete geçirmiş ve sonunda Rusya Eflak ve Boğdan'ı işgal etmişti. Bu savaş
sürerken Nizâm-ı Cedit'in Rumeli''ye de kaydırılmasından memnun olmayan
isyancılar Şehzade Mustafa'nın tahrik ve teşvikiyle birleşerek İkinci Edirne
Vak'ası denilen büyük bir ayaklanma başlatmışlardı (1806). Neticede İstanbul'da
patlak veren Kabakçı Mustafa İsyanı III. Selim'in sonunu hazırladı. Saraya giren
isyancılar III. Selim'i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa'yı tahta geçirdiler
(29 Mayıs 1807). Nizâm-ı Cedid lağvedildi. Fakat III.Selim'e bağlı olan Ruscuk
bayraktarı Mustafa, yenilik taraftarlarıyla birleşerek, karşı darbede bulundu.
Amacı III. Selim'i yeniden tahta çıkarmaktı. IV. Mustafa'nın, sabık padişahı
öldürttüğünün öğrenilmesi üzerine, kardeşi II.Mahmut başa geçirildi (28 Temmuz
1808).
Alemdar Mustafa Paşa sadareti üslenerek, III. Selim'in başlattığı ıslahatları
devam ettirmeye çalıştı. Nizâm-ı Cedit'i, Sekbân-ı Cedit adı ile yeniden
canlandırdı. Ancak ulemayı ve yeniçerileri memnun edemeyen Alemdar Mustafa Paşa,
1809'da çıkan bir isyanda öldü.
II.Mahmut ve Islahat Hareketleri; II. Mahmut devri (1808-1839), hem
gerçekleştirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî isyanlarıyla
Osmanlı Devleti'nin yol ayrımına girdiği bir dönemi ifade eder. II.Mahmut,
öncelikle orduyu baştan aşağı düzenlemek ile işe başladı. Yeniliklere karşı
çıkan Yeniçeri Ocağı bir nizamname ile ortadan kaldırıldı. Vak'a-yı Hayriye
olarak adlandırılan bu köklü değişiklikle (15-16 Haziran 1826), yeni bir ordu
oluşturuldu. Ancak yeniçeriler bu düzenlemeye boyun eğmeyerek isyan ettiler.
Sadrazam'ın sarayını basan yeniçeriler sadrazamın ve ıslahatçıların başlarını
istediler. Ancak At Meydanı'nda toplanan yeniçeriler dağıtıldı, ocakları
bombalandı. Böylece Avrupa tarzında yeni bir ordunun kurulması yönündeki en
büyük engel ortadan kaldırılmış oluyordu. II. Mahmut hükûmet teşkilâtında da
değişikliklere giderek kabine ve nezaret (bakanlık) usulünü benimsedi. 1836
yılında Dahiliye ve Hariciye Nazırlıkları kuruldu. Avrupa devletleri ile A.B.D
ile ticarî anlaşmalar yapıldı. İktisadî ve adlî sistemde değişikliklere gidildi.
Avrupa tarzında eğitim veren rüştiyeler, Harbiye ve Tıbbiye okullarının açılması
vb. gibi eğitim alanında da ıslahatlar gerçekleştirildi.
Fakat,
kimi şeklî, kimi öze yönelik bu yenilikler devletin içinde bulunduğu zorlukları
aşmasına yetmediği gibi, Osmanlı coğrafyasındaki parçalanma II.Mahmut döneminde
daha da hissedilir hale geldi.
Sırp
ve Yunan İsyanları; Fransız İhtilâli'nin getirdiği milliyetçi fikirlerle
temellendirilen ancak, daha ziyade arkasında Rusya ve diğer Avrupa devletlerinin
teşvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu dönemde alevlendi. III.Selim
zamanında isyan eden Sırplar, 1812 Bükreş Antlaşması ile bazı imtiyazlar
almalarına rağmen, yeniden ayaklandılar. Yeniçeri Ocağının kaldırıldığı
tarihlerde Sırplarla kısmî bir anlaşmaya varıldı. Ancak 1830'da bir hatt-ı şerif
ile Sırbistan'ın Osmanlı hâkimiyetinde bir prenslik olarak varlığı kabul edildi.
Rusya'nın XIX. yüzyıla girerken Osmanlıya karşı sürdürdüğü savaşların altında
Balkanları ve özellikle Rumları Osmanlı Devleti'nden koparmak yatıyordu. Nitekim
Odessa'da yeniden örgütlendirilen Etnik-i Eterya adlı cemiyetin başkanlığına
Yunan İsyanı sırasında Çar I.Alexsandre'ın yaveri Prens İpsilanti getirilmişti.
Yapılan plana göre Yunanistan, Yanya ve Tuna civarında isyanlar çıkarılacaktı.
İpsilanti 1821'de Romanya'ya geçerek Ortodoksları ayaklandırmaya çalıştı fakat
başarılı olamadı. Çar, Türklere yenilerek Macaristan'a kaçacak olan İpsilanti'yi
desteklemekten vazgeçti. Bu sırada Mora'da da Patras başpiskoposu isyan etmişti
(25 Mart 1821). 1822'de Yunanlılar bağımsız olduklarını ilân ettiler, Mora'da ve
adalarda çok sayıda Türk'ü katlettiler. Rusya ve Avrupa bu isyanı gayriresmî
yollardan desteklemekteydiler.
Girit
ve Mora valiliğinin kendisine verilmesini II.Mahmut'a kabul ettiren Mehmet Ali
Paşa bu isyanı bastırmakla görevlendirildi. 1822'de Girit'e, 1824-25'te Mora'ya
girildi. Bu gelişme karşısında Rusya, Fransa ve İngiltere aralarında anlaşarak
(1827), Yunanistan'ın özerk bir prenslik olarak kabul edilmesi hususunda
Osmanlıları sıkıştırmak istediler. Türkler bu olayı iç işlerine müdahale olarak
kabul edip, teklifi reddetti. Bunun üzerine Osmanlı ve Mısır donanması
Navarin'de, bir kaza sonucu(!), yok edildi. Üç ülkeyle ilişkiler kesildi ve
1828'de Rusya, müttefiklerinin desteğiyle Osmanlı Devleti'ne savaş ilân etti.
Rus ordusu doğuda Erzurum'u ele geçirdi. Batıda ise Edirne işgal edildi. Padişah,
Prusya, Fransa ve İngiltere elçilerini araya sokarak, Londra Protokolünü kabul
edeceğini bildirdi. Böylece Edirne Antlaşması(1829) ve ardından Londra
Konferansı (1830) imzalandı. Antlaşma ile Prut iki ülke arasında sınır oluyor,
Eflâk, Boğdan ile Sırbistan'ın özerkliği kabul ediliyordu. Girit'in Osmanlılarda
kalması şartıyla Yunanistan'ın bağımsızlığı da tasdik ediliyordu.
Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır Meselesi; Mora'nın elden çıkmasıyla, oğlu
İbrahim'in Mora valisi olma ümidini kaybeden Mısır Valisi M.Ali Paşa,
II.Mahmut'tan, yardımlarına karşılık, Suriye'nin idaresini istedi. Bu isteğin
reddedilmesi üzerine M.Ali Paşa harekete geçti ve Filistin ile Suriye'ye girdi
(1831). Akka ve Şam, oğlu İbrahim tarafından ele geçirildi. İbrahim Paşa, kısa
zamanda Anadolu'ya kadar ilerledi.
Konya
yakınlarındaki savaşta Osmanlı ordusunu yenilgiye uğrattı. Her birinin ayrı
hesabı olduğu büyük devletler, telâşlanarak araya girmek istediler. Fransa ve
İngiltere'nin anlaşamaması üzerine, Rusya durumdan faydalandı. Zor durumdaki
II.Mahmut, Rus ordusunun ve donanmasının İstanbul yakınlarına gelmesine müsaade
etti. Rusya'nın kârlı çıkmasından endişelenen Fransa ve İngiltere, II.Mahmut ile
anlaşma yapması için M.Ali Paşa'ya baskı yaptılar. Neticede Kütahya Antlaşması
imzalandı (1833). Bu anlaşmayla, Mehmet Ali Paşa, Mısır ve Girit'ten başka Şam
ve oğlu İbrahim de, Cidde valiliği yanı sıra Adana'yı uhdelerine alacaklardı.
Rusya, yardımlarına karşılık II.Mahmut ile Hünkar İskelesi Antlaşması diye
bilinen bir anlaşma yaparak, İstanbul'daki durumunu kuvvetlendirmeyi başardı
(1833). Anlaşmaya göre Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün garantisi ve
gereğinde Osmanlının yardımına koşulması karşılığında Rusya, Boğazların bütün
yabancı savaş gemilerine kapatılmasını kabul ettiriyordu. II.Mahmut, Kütahya
anlaşmasından memnun değildi. Bu sebeple M.Ali Paşa'ya karşı yeniden harekete
geçti. Fakat Osmanlı ordusu Nizip'te bir kez daha yenildi (1839). Üstelik Kaptan
Paşa, Osmanlı donanmasını Mısır'a teslim etmişti. Bu arada II. Mahmut ölmüş ve
yerine I.Abdulmecit geçmişti (1839-1861). Mısır Meselesi'nin Çözümü ve Boğazlar
Meselesi; Rusya'nın Hünkar İskelesi Antlaşmasına dayanarak duruma tek başına
müdahale etmesini uygun bulmayan İngiltere ve Fransa yeniden devreye girdiler.
Avusturya ve Prusya'nın da katılmasıyla Londra'da bir konferans toplandı (1840).
Toplantıda Mehmet Ali Paşa'nın veraset yoluyla Mısır valiliğine sahip olması
karşılığında, Suriye'den ve elinde tuttuğu Osmanlı donanmasından vazgeçmesi
istendi. Konferans kararlarını M.Ali Paşa'nın tanımaması üzerine İngiltere
Suriye limanlarını donanması ile topa tuttu. Nihayet M.Ali Paşa durumu kabul
etti. I.Abdulmecit de iki ferman yayımlayarak onun valiliğini onayladı. Ardından
İngiltere kendileri aleyhine olan Hünkar İskelesi Antlaşması'nın yürürlükten
kaldırılmasını öngören uluslararası bir konferansa ev sahipliği yaptı. Londra
Antlaşması ile (Temmuz 1841), İstanbul ve Çanakkale boğazları'nın barış
zamanında savaş gemilerine kapalı tutulmasının kararlaştırıldığı bir Boğazlar
Sözleşmesi imzalandı. Böylece İngiltere, Rusya'nın elinden inisiyatifi almış
oluyordu.
Tanzimat Dönemi
Daha
önceleri gerçekleştirilmeye çalışılan Islahat Hareketleri, Osmanlı Devleti'nin
kendi iradesiyle uygulamaya çalıştığı, içte ve dıştaki başarısızlıklarını
önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi. Ancak Avrupa ve Rusya'nın
mütemadiyen iç işlerine müdahale etmesi, Osmanlı Devleti'ni, kendi inisiyatifi
dışında, yeni tedbirler almaya zorlamaktaydı. Özellikle gayrimüslim unsurları
bahane eden devletlerin müdahalelerine fırsat vermemek için idarî ve hukukî
düzenlemelere gidilmesi düşünülmekteydi. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'nın
hazırladığı düzenlemeler, I.Abdülmecit tarafından tasdik edilmişti. 3 Kasım
1839'da I.Abdülmecit "Gülhane Hatt-ı Hümayunu"nu ilan ettirdi.
Bu
fermanda, dini ve ırkı ne olursa olsun Osmanlı tebaasından olan herkesin eşit
olması, herkesin yasalara göre yargılanması, varlığı ölçüsünde vergilendirilmesi
ve askerlik süresinin 4-5 yılı geçmemesi gibi hükümler yer alıyordu. Ayrıca
Osmanlı Devleti bu dönemde Avrupa tarzına öykünen idarî düzenlemelerde de
bulundu. Bu şekilde Avrupa devletlerinin en azından bazılarının, Osmanlı
Devleti'nin toprak bütünlüğüne saygısının kazanılması hedeflenmekteydi. Fakat
gelişen siyasî olaylar, bunun o kadar kolay olmayacağını gösterecektir.
Şark
Meselesi ve Kırım Savaşı; Tanzimat döneminde nispeten sağlanan barış ortamı,
Rusya'nın müdahalesiyle tekrar bozulmaya başladı. Balkanlarda panislavist bir
politika izleyen Rusya, aynı zamanda "Kutsal yerler sorunu"nu ortaya atarak,
doğrudan doğruya Osmanlı Devletinin varlığını hedef almaktaydı. Avrupalılar
tarafından "Şark Meselesi", önceleri Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün
sağlanması şeklinde düşünülürken, daha sonra bu toprakların paylaşımı sorunu
hâline dönüştürüldü. Çünkü Osmanlı Devleti artık bir "hasta adam" idi. Ancak
R.Mantran'ın da ifade ettiği gibi, hasta, kendisini iyileştirmeyi amaçlamayan
doktorların insafına kalmıştı. Onlar, Avrupa'nın hasta adamının mirasını
paylaşma telâşındaydı.
Küçük
Kaynarca antlaşması'ndan sonra Osmanlı topraklarındaki Ortodokslar'ın haklarını
koruma rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli "kutsal yerler"in korunması ve
idaresi hususunu da gündeme getirdi. Fransızlarla imzalanan kapitülâsyonlarda,
Lâtin din adamlarına Kudüs Kilisesi üzerinde bazı haklar tanınmıştı.
1808'den itibaren Rusya'nın baskıları neticesinde onların yerini Ortodoks
papazlar almaya başladı. Fransa'nın ve Rusya'nın 1850-51'de Bab-ı Ali'ye bu
durum hakkında yaptıkları müracaatlar, kurulan komisyonlarda değerlendirildi ve
bazı kararlar alındıysa da hiçbirini memnun edemedi. Bunun üzerine Çar I.Nikola,
İngiltere'ye Osmanlı Devleti'ni aralarında paylaşmayı teklif etti ve
İngilizlerin sessizliğini koruması üzerine de askerlerini Baserebya ve
Lehistan'a çıkarttı. Rus elçisi Mençikof'un aşırı tavizler içeren teklifini
reddeden I.Abdülmecit, İngilizlere yakın olan Mustafa Reşit Paşa'yı sadrazamlığa
getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853'te, Prut'u geçerek, Eflâk ve Boğdan'ı istilâ
ettiler. Osmanlı Devleti, Fransa ve İngiltere ile ittifak anlaşması imzaladı. Bu
ittifaka Avusturya ve İtalyan birliğini kurmaya çalışan Piyemento hükûmeti de
katıldı. İttifak donanması Çanakkale'de mevzilenmişti. Durumdan endişelenen
Rusya, askerlerini geri çekmeye başladı. Müttefikler, Rusya'nın Karadeniz'deki
gücünü ortadan kaldırmak için, Kırım'a yöneldiler. Rusların en büyük üssü olan
Sivastopol, bir yıl süren bir kuşatmanın ardından ele geçirildi (1855). Bu
sırada tahta oturan II.Alexandre, barış yapmayı kabul etti. Müttefiklerin yanı
sıra Prusya'nın da katıldığı Paris Antlaşması ile (30 Mart 1856), taraflar işgal
ettikleri bölgelerden çekilecek, Osmanlıların toprak bütünlüğü ve Boğazların
statüsü, Avrupa'nın "kefilliği" altında korunacaktı. Osmanlıların Avrupa
Konseyi'ne dahil edilmesi karşılığında ise, sultan yeni bir ıslahat fermanı irat
edecekti. Bu madde ve Karadeniz'in tarafsızlığının kabulü, savaşın galibi
durumundaki Osmanlılardın aleyhine idi. Nitekim, Eflâk ve Boğdan'ın birleşmesi
ve Sırbistan'a yönelik yeni haklar da Paris Antlaşmasıyla tescil edilmişti.
Islahat Fermanı
Henüz
Kırım Savaşı sürerken, Viyana'da bir araya gelen İngiltere, Fransa ve Avusturya,
Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki farklılıkların her alanda ortadan
kaldırılmasını öngören bir fermanı sultanın yayımlamasını, barış için ön şart
koşmuşlardı. Paris Antlaşması müzakere edilirken, müttefiklerin bu istekleri
I.Abdülmecit tarafından yerine getirildi ve Islahat Fermanı ilân edildi (18
Şubat 1856). Tanzimat'la kabul edilen hususların esas alındığı bu fermanla,
Müslümanlarla Hristiyanlar arasında eşitlik sağlandığı Avrupa'ya garanti edilmiş
oluyordu. Ayrıca iç hukuk alanında ve ticaret hukukunda da yenilikler
getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü, dinî esaslardan arındırılıyordu.
Aslında Tanzimat süreciyle başlayan bu değişiklikler, idari yapılanmada da
kendisini hissettirmiştir. 1868'de Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye
kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar görevlendirilmiştir.
Islahat Fermanı ile getirilen düzenlemelerin uygulanması daha çok I.Abdülaziz'in
tahta çıkması (1861-1876) ile gerçekleşebilmiştir.
Paris
Antlaşmasına imza koyan devletler, anlaşma maddesinde de yer aldığı için Islahat
Fermanı'nı, Osmanlı Devleti'ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmışlardır.
Nitekim Fransa, Dürzilerin Katolik Marunilere saldırmasını bahane ederek
Lübnan'a asker çıkarmış ve 1871'e kadar orada kalmıştır. Karadağ'da çıkan bir
anlaşmazlık yine büyük devletlerin aracılığı ile halledilmiştir (1862). Güçlü
devletler tarafından teşvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan
toplulukları, çıkardıkları isyanlar bastırılsa dahi, Osmanlı Devleti'nden yeni
haklar elde etmeyi başaracaklardır. Örneğin Sırplar ve Bulgarlar yeni haklar
elde etmiş, Eflâk ve Boğdan'ın Romanya adı altında birleşmeleri kabul edilmiştir.
Muhtariyet hakları genişletilen Mısır'da, İngiliz-Fransız nüfuz mücadelesi
kızışmış, III. Napolyon'un teşebbüsü üzerine, Abdülaziz istemediği hâlde Süveyş
Kanalı projesini kabul etmek zorunda kalmış ve kanal 1869'da büyük bir törenle
açılmıştır.
I.Meşrutiyet Dönemi
Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nın kışkırttığı topluluklar,
bağımsızlıklarını ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit İsyanı
çıktı. Yunanistan'a bağlanmak amacıyla başlayan isyan bastırılmasına rağmen,
Avrupa devletleri araya girerek sultanın Girit'e yeni bir statü vermesini
sağladılar (1868). Rusya tarafından oluşturulan komitalar vasıtasıyla Bulgarlar
ayaklandırıldı. Onlara da geniş haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen
Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki karışıklıkların ardından yeniden ayaklandılar
(1875-76).
Bulgar isyanı sert biçimde bastırıldı. Fakat bu sırada Genç Osmanlılar,
Abdülaziz'e başlattıkları muhalefeti, mücadeleye dönüştürdüler. Nihayet Mithat
Paşa'nın öncülüğündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan indirerek yeğeni
V.Murat'ı başa geçirdiler(30 Mayıs 1876). Ancak hastalığı sebebiyle üç ay sonra
o da tahttan indirilerek, Kanun-ı Esasi'yi ilân edeceğini beyan eden kardeşi
II.Abdülhamit Osmanlı tahtına çıkarıldı.
Bu
arada Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne baskı kurmasını kendi menfaatine aykırı gören
İngiltere, Balkanlardaki bunalımı görüşmesi için İstanbul'da uluslar arası bir
konferans toplanmasını sağlamıştı. İstanbul Konferans çalışmalarını sürdürürken
II.Abdülhamit Meşrutiyet'i ilân etti (23 Aralık 1876). Kurulacak Meclis-i
Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarşi,
İstanbul Konferansı'nın toplanış sebebini tamamen ortadan kaldırmasına rağmen,
konferansa katılan devletler, Balkan topluluklarının bağımsızlıklarını
istediklerinden bir sonuca varılamadı. Osmanlı Devleti'nin çağrılmadığı
Londra'da toplanan bir başka konferansta, büyük devletler isteklerini
tekrarladılar. Rusya, Osmanlı Devleti'ne alınan kararları kabul ettirmek için
savaş ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878
Osmanlı Rus Harbi, askerî ve siyasî bakımdan önemli sonuçlar doğurmuştur.
Kanun-ı Esasi'nin kabulü ile açılan Genel Meclis, padişah tarafından seçilen
Ayan Meclisi ve halk tarafından seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra
Konferansı'ndan önce çalışmaya başlayan bu meclis, hükûmet tarafından sunulan
teklif ve kanun tasarıların karara bağlayarak ilk dönem çalışmalarını
tamamlamıştı. Ancak 93 Harbi'nin sürdüğü sıkıntılı zamanlarda meclisteki azınlık
mebusları çalışmaları sekteye uğrattığı gibi, bunalımın artmasını da
sağlıyorlardı. Nitekim Gazi Osman Paşa'nın büyük bir kahramanlık göstererek 5 ay
savunduğu Plevne'yi aşan Ruslar, Yeşilköy'e kadar ilerlemişlerdi. Doğu'da ise
ancak Erzurum önlerinde durdurulmuşlardı. Meclis savaşın gidişatından hükûmeti
ve padişahı sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit,
devletin ileri gelenleri ve bazı mebuslarla yaptığı toplantıdan bir sonuç
alamayınca, Kanun-ı Esasi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak, etnik
yapısının karışıklığı sebebiyle çalışmaları aksayan meclisi kapattı (14 Şubat
1878). Bu I.Meşrutiyet'in sonu demekti.
Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelişmeler; İstanbul önlerine kadar gelmiş olan
Rusya ile Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması imzalandı (3 Mart 1878). Bu
anlaşmayla, sözde Osmanlı'ya bağlı Dobruca, Doğu Makedonya ve Trakya'yı içine
alan Büyük Bulgaristan Prensliği kuruluyor; Romanya, Sırbistan ve Karadağ
bağımsızlıklarına kavuşuyordu. Ancak, Rusya'nın genişlemesinden rahatsızlık
duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlaşma hükümleri yürürlüğe
giremedi.
İngiltere donanmasını harekete geçirdi. Osmanlı Devleti ile yaptığı bir
anlaşmayla Kıbrıs'a yerleşti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde
bir konferansa ev sahipliği yaparak hem muhtemel bir savaşı önlemek hem de
Almanya'nın menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim Osmanlı Devleti, İngiltere,
Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya ve Rusya'nın da katıldığı Berlin Kongresi 13
Temmuz 1878'de imzalanan bir anlaşmayla son buldu. Bu anlaşma, artık Rusya'nın
yanı sıra, diğer devletlerin de parçalamaya çalıştıkları Osmanlı'dan, kendi
paylarını alma anlaşmasıydı. Berlin ve Ayestafanos antlaşmalarında öngörüldüğü
gibi, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlığı onaylandı. Bulgaristan üç
bölüme ayrıldı. Bulgaristan Prensliği haricinde müstakil bir Doğu Rumeli eyaleti
oluşturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya, Osmanlı
Devleti'nin elinde kaldı. Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldı.
Bosna-Hersek, Avusturya tarafından işgal edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a
sahip oldu. Berlin Kongresi, büyük devletlerin Osmanlı Devleti'ni paylaşma ve
ortadan kaldırma arzularının bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin
inisiyatifiyle ortaya çıkan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze
kadar ulaşan siyasî ve etnik çatışmaların piyonları olmaktan öteye gidemediler.
Nitekim Avusturya'nın ve Rusya'nın Balkanlarda nüfuzlarını artırmaları, Balkan
Savaşları ve I.Dünya Savaşı'nın çıkmasına yol açacaktır.
Berlin Kongresi'nin sonuçları kısa zamanda ortaya çıkmaya başlamıştı.
Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasına dahil ettiği
Cezayir ile Tunus arasındaki sınır problemini bahane ederek, Tunus'u işgal etti
(1881). Fransa ile İngiltere arasında çekişmeye sahne olan Mısır'da, Hidiv
İsmail Paşa'ya karşı başlatılan bir askerî ayaklanma ile ortaya çıkan durum
İstanbul'da görüşülürken, İngilizler İskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlıların
karşı çıkmalarına rağmen İngilizler Mısır'ı ele geçirdiler(1882). Bulgaristan
Prensliği, Doğu Rumeli'de çıkan isyanı değerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü
altına aldı. Osmanlı Devleti Rusya'nın baskısı sonunda, Kırcaali ve Rodop
dışındaki Doğu Rumeli Valiliği'nin Bulgar Prensliği'nin idaresine geçmesini
kabul etmek zorunda kaldı (1886). İkinci Meşrutiyet'in ilânı sırasında ise
Bulgarlar bağımsızlıklarını ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve Arnavutların
hak iddia ettiği Makedonya'da çıkan olaylar Osmanlı kuvvetleri tarafından
bastırıldı. Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanlı hâkimiyetindeki
Makedonya'da, ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasını sağladılar (1893).
Megalo İdea adını verdiği Bizans'ı diriltme çabasındaki küçük Yunanistan,
1896'da çıkan isyanı bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlılar
Dömeke Meydan Savaşı ile Yunanlıları büyük bir bozguna uğrattılar (1897). Fakat
Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile İstanbul'da toplanan bir konferans
ile Girit'te valiliğine Yunan kralının oğlunun getirildiği özerk bir yönetim
kurulması, adanın fiilen Yunanistan'a bırakılması anlamına geliyordu.
93
Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çıkarılmıştı. Osmanlı
Devleti'ne bağlılıkları sebebiyle "millet-i sadıka" olarak adlandırılan
Ermeniler, önceleri Doğu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardından
İngiltere tarafından kullanılmaya başladılar. Hınçak ve Taşnak tedhiş
örgütlerini kurarak, İstanbul ve taşrada terör yaratan bazı Ermeniler özellikle
İngilizler tarafından destekleniyorlardı. Doğu'da hiçbir zaman çoğunluk olamayan
Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Doğu'ya
sızabilecekti. İngiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu
önleyebilirdi. Her iki tarafında kullandığı Ermeniler 1889'dan itibaren tedhişe
başladılar. Van, Erzurum ve Bitlis'te çıkan olaylar bastırıldı. Ardından
başkentte Osmanlı Bankası'na kanlı bir baskın yaparak bankayı işgal ettiler.
II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast teşebbüsünde bulundular. I.Dünya Savaşı ve
İstiklal Harbi yıllarında da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam
ettirmişlerdir.
II.
Meşrutiyet Dönemi
I.Meşrutiyet'in kaldırılmasından sonra II.Abdülhamit içte ve dışta meydana gelen
olumsuz gelişmelerin de etkisiyle, katı bir yönetim sergilemeye başlamıştı.
Meşrutiyet taraftarları da buna karşılık muhalefetlerinin dozunu artırmışlardı.
Osmanlılık fikrinin temsilcisi olan Sadrazam Midhat Paşa 1881'de ölüm cezasına
çarptırılmış, sonra affedilerek, Arabistan'a sürgüne gönderilmiş ve 1883'te
öldürülmüştü.
Ali
Suavi, Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi kişiler de sultan tarafından bertaraf
edilmişlerdi. Ancak devletin içinde bulunduğu güç durum onların başlattığı
muhalefetin güçlenerek büyümesine zemin hazırlamaktaydı. Balkanlardaki
çalkantıların yanı sıra Osmanlı Devleti iktisadî açıdan da çok zor durumda idi.
Devlet iç ve dış borçlarını kapatabilmek için batılıların elindeki Osmanlı
Bankası ile malî bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı (1879 ve 1881). Buna
göre banka mali yardımları karşılığında, devletin bazı gelirlerini devralıyordu.
İngiliz ve Fransızların kontrolünde bu maksatla kurulan Düyun-ı Umumîye İdaresi
Osmanlı ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir.
Genç
Türkler veya Jön Türkler adı verilen ve yurt dışında ve içinde faaliyet gösteren
Meşrutiyet taraftarları, İstanbul'da İttihad-ı Osmani derneğini kurmuşlar ve bu
dernek 1894/95'te İttihat ve Terakki Cemiyeti adını almıştı. Selanik'te Enver ve
Niyazi Paşalar gibi subayların da katılmasıyla güçlenen İttihatçılar, Osmanlı
devletini ancak Kanun-ı Esasî'nin yeniden kabulünün kurtarabileceğini
düşünüyorlardı. Kolağası Niyazi Bey ve ona katılan Enver Bey'in Resne'de isyan
ederek dağa çıkmaları ve Rumeli'de halk tarafından büyük bir destek bulmaları
üzerine II.Abdülhamit anayasayı yürürlüğe koyarak II.Meşrutiyet'i ilân etti ((23
Temmuz 1908).
17
Aralık 1908'de meclis yeniden açıldı. Yapılan seçimlerde İttihat ve Terakki
Fırkası büyük bir başarı sağlamıştı. Ancak bu gelişmeler esnasında Bulgaristan
bağımsızlığını elde etmiş ve Girit meclisi Yunanistan'a ilhak kararı almıştı.
İşgal
altındaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafından fiilen ilhak edilmişti (5 Ekim
1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan İttihatçılar, olumsuz gelişmelerin
de etkisiyle gittikçe otoriter bir idare oluşturmaya başlamışlardı. Bundan
faydalanmak isteyen Meşrutiyet aleyhtarları, bazı Avrupa devletlerinin de
kışkırtmasıyla isyan ettiler. İstanbul'daki Avcı Taburları'nın 13 Nisan 1909'da
başlattıkları isyan sırasında pek çok İttihatçı öldürüldü. II.Abdülhamit
olayları önleyemedi. Bunun üzerine Mahmut Şevket Paşa komutasındaki ordu
Selanik'ten yola çıktı. Harekat Ordusu adı verilen bu ordunun kurmay başkanı
Mustafa Kemal idi. Harekat Ordusu, kısa sürede duruma hâkim olarak isyanı
bastırdı. İsyandan sorumlu tutulan II.Abdülhamit, şeyhülislâmdan alınan fetva
ile meclis tarafından tahttan indirildi (27 Nisan 1909) ve kardeşi V. Mehmet
Reşat yerine getirildi. V.Mehmed (1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi
İttihatçı hükûmete bırakmıştı. Yeni iktidar zamanında da felâketler birbirini
takip etti. Osmanlı Devleti hızla dağılma devrine girmekteydi.
Trablusgarp Savaşları
Osmanlıların iç işleri ve Balkanlardaki gelişmelerle uğraşmasını fırsat bilen
İtalyanlar, Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908), Arnavutların
isyanı (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek, pastadan pay alabilmek için
Trablusgarp'a asker çıkardı. (Eylül 1911). İtalyan donanması denizden,
İngilizler ise Mısır'ı ellerinde bulundurduğundan karadan, Osmanlıların bölgeye
asker göndermesini imkânsız hâle getirmişti. Bu sebeple Osmanlı hükûmeti gizlice
Türk subaylarını bölgeye göndererek mahallî bir direnişi örgütleme yolunu
seçmişti. Derne ve Tobruk'da Mustafa Kemal, Bingazi'de ise Enver Paşa
İtalyanlara karşı büyük başarılar kazandı. Savaşı kazanamayacağını anlayan
İtalya, Osmanlıları barışa zorlamak için Oniki Ada'yı işgal etti. Ancak bundan
ziyade Balkanlarda başlayan savaş Osmanlıların barışı imzalamaya zorladı. Uşi
Antlaşması ile İtalyanlar işgal ettikleri yerleri muhafaza ettiler (1912)
Balkan Savaşları
Türk-İtalyan Savaşı'nın başladığı sırada Balkan devletleri aralarındaki
anlaşmazlıkları bir tarafa bırakarak, Osmanlı Devleti'ne karşı bir ittifak
oluşturdular. Rusya'nın mimarlığında gerçekleşen Bulgar-Sırp ittifakına daha
sonra Yunanistan ve Karadağ da katıldı (1912). Karadağ ile başlayan savaşa 18
Ekimde diğer Balkan devletleri de iştirak etti. Bu sırada Osmanlı askerleri,
subayların bir kısmının politik çekişmelerle meşgul olmasından dolayı dağınık
bir hâldeydi. Bunun sonucunda Balkan devletleri, Osmanlılar karşısında
kendilerinin de beklemediği bir zafer kazandılar. Yunanlılar Ege adalarını ele
geçirdiler. Sırplar Kumanova'da üstünlük sağladılar. Sırpların denize
çıkmalarını önlemek için Avusturya'nın desteği ile Arnavutluk bağımsızlığını
ilan etti (28 Kasım 1912).
Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler. (19 Kasım
1912). 16 Aralıkta Londra'da başlayan görüşmeler bir ara iktidardan düşen
İttihatçıların yeniden iş başına gelmesi üzerine kesilmişti. Nihayet Mayıs
ayında Londra Antlaşması imzalanarak I.Balkan Savaşı sona erdi. Gelibolu
Yarımadası hariç Trakya, Bulgaristan'a verildi. Makedonya'nın büyük bir kısmı
Yunanistan ve Sırbistan arasında paylaşıldı. Özellikle Makedonya'nın paylaşımı
Bulgarları rahatsız etmekteydi. Sırbistan ve Yunanistan, Bulgarlara karşı
ittifak oluşturdu. Bu ittifaka Romanya da katıldı. Bulgaristan ile bu ittifak
savaşa girince, durumdan faydalanmak isteyen Osmanlı Devleti de Bulgar
işgalindeki toprakları geri almak için harekete geçti. Kırklareli ve Edirne
kurtarıldı. II.Balkan Savaşı, tarafların imzaladığı Bükreş Antlaşması ile sona
erdi (1913). Bulgaristan ile imzalanan İstanbul Antlaşması ile, Meriç nehri iki
ülke arasında sınır oldu. Bulgaristan'daki Türklerin hakları belirlendi (29
Eylül 1913). Yunanistan ile imzalanan Atina Antlaşması ile ise Girit'in
Yunanistan'a bırakılması kabul edildi (14 Kasım 1913). Büyük devletler bu
anlaşmalardan sonra Çanakkale Boğazı yakınlarındaki Bozcaada ve İmroz'u
Osmanlılara geri verdiler. Balkan Savaşları, Balkanlardaki Türk varlığının büyük
bir kıyıma uğramasına sebep olmuştur. Yüz binlerce Türk savaşlar sırasında ve
sonrasında aç ve yokluk içinde buradan göç etmek zorunda kalmıştır.
I.Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti'nin Yıkılışı
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile (21 Haziran 1913), İttihat ve
Terakki Fırkası, hükûmetin idaresini tamamen ellerine geçirmişti. Enver, Talat
ve Cemal Paşalar, Osmanlı Devleti'nin iç ve dış politikasını belirlemede en
etkili nazırlardı. Balkan savaşlarından sonra, ordu ve donanmayı güçlendirmek
isteyen hükûmet, Avrupa devletlerinden mühendisler ve askerî uzmanlar
getirtmekteydi. Osmanlı Devleti, dış siyasetini de, dengeleri gözeterek yeniden
belirlemek ihtiyacını hissetmekteydi. Emperyalist devletler, nüfuz alanlarını
korumak veya genişletmek maksadıyla siyasî, askeriî ve iktisadî açıdan
ittifaklar oluşturmaktaydı. İngiltere ve Fransa'ya nazaran sömürgeciliğe geç
başlayan Almanya, Afrika, Avrupa ve Orta Doğu'da nüfuz sahasını genişletmek
istiyor ve Osmanlı Devleti'ne bu maksatla yakın durmayı yeğliyordu .
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da, Balkanlarda Panislâvizmi gerçekleştirmeye
çalışan Rusya'ya karşı Almanlarla iş birliği içindeydi. İngiltere ve Fransa
tarafından pay edilmiş Kuzey Afrika'da gözü olan İtalya da bu ittifaka yakındı.
Dolayısıyla Almanya önderliğindeki Üçlü İttifak'ın (Almanya,
Avusturya-Macaristan ve İtalya) doğal rakibi, İngiltere'nin öncülüğündeki Fransa
ve Rusya'dan oluşan Üçlü İtilâf (Anlaşma) devletleri idi. Avusturya-Macaristan
Veliahtı Ferdinand'ın, Sırbistan ziyareti esnasında bir Sırp tarafından
öldürülmesi (28 Haziran 1914), bu iki cepheyi sıcak savaşa sokmaya yetti.
Daha
sonra Romanya, Japonya ve ABD İtilaf Devletleri, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti
ise İttifak devletleri safında bu savaşa girdiler.
Osmanlı Devleti savaştan önce İngiltere ve Fransa'ya yakın bir politika izlemek
istedi. Ancak hem hükûmet ve halk içerisindeki tepkiler hem de İtilaf
Devletleri'nin buna sıcak bakmaması, Osmanlıları Almanya'ya yanaştırmaktaydı.
Özellikle Enver ve Talat Paşalar, Osmanlı Devleti'nin yeniden silkinmesi ve
kaybettikleri toprakları kazanabilmesi için Almanya'nın yanında yer almayı uygun
buluyorlardı. Hükûmet başlangıçta tarafsız kalmayı tercih etmişti. Almanların
II.Abdülhamit devrinden itibaren Osmanlı Devleti'nin yenileşme çabalarına
katkıda bulunması ve bu maksatla gönderdikleri askerî ve sivil uzmanların
varlığı, İtilaf Devletleri'nin, Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalamayacağı
şüphesini artırıyordu. Bu tutum, dolayısıyla Almanya yanlılarının tezini
kuvvetlendirmekteydi. Enver ve Talat Paşa'nın öncülük ettiği bu grup, Almanların
yanında savaşa girmekle, Kafkaslar, Balkanlar ve Ege'de kaybedilen toprakların
geri alınabileceği ve Osmanlı Devleti'ni nefes alamaz hâle getiren
kapitülâsyonlar ve düyun-ı umumîden kurtulunabileceğini öne sürmekteydiler.
Nitekim Almanya'ya ait Goben ve Breslav zırhlılarının Türk bayrağı çekilerek,
Rus limanlarını bombalaması, Osmanlı Devleti'nin Almanya safında savaşa
girmesine vesile olacaktır (1 Kasım 1914).
Osmanlı Devleti I.Dünya Savaşı'nda tam yedi cephede mücadele etti; Kafkasya,
Kanal, Hicaz ve Yemen, Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya ve Çanakkale. Bütün
cephelerde Osmanlı askerleri büyük bir kahramanlık örneği gösterdiler. Ancak,
yedi cephede birden savaşı sürdürmek, zor şartlar içerisinde bulunan Osmanlı
Devleti için çok güçtü. Enver Paşa'nın kumanda ettiği Kafkas Cephesi'nde
Osmanlılar büyük zayiat verdiler. Doğu Anadolu ve Trabzon düştü. Kanal (Süveyş)
cephesinde ise Cemal Paşa, Fransız ve İngilizlere başarıyla direndi. Hicaz ve
Yemen'deki Osmanlı birlikleri, destek görmemelerine rağmen, kutsal yerleri
korumak uğruna, harbin sonuna kadar Şerif Hüseyin ve İngilizlere karşı koydular.
Basra'ya çıkan İngilizler Kuttü'l-Amare'de büyük bir bozguna uğradılar.
Komutanları General Townshend esir edildi (29 Nisan 1916) Ancak, 1918'de yeni
birliklerle saldıran İngilizler, ihanet eden Arap kabilelerinin de yardımıyla
Basra'da olduğu gibi, Suriye'de de saldırılarını artırdılar. M.Kemal, Halep'te
bir savunma hattı oluşturdu. Galiçya, Makedonya ve Romanya'da Osmanlı birlikleri,
Avusturya ve Bulgaristan'a yardımcı olmak için büyük bir özveriyle savaştılar.
Türkler, en büyük direnmeyi Çanakkale'de gösterdiler. İtilaf Devletleri 19 Şubat
1915'den itibaren muazzam bir donanma ve yüz binlerce askerle saldırıya geçtiler.
18 Mart'ta İtilaf donanmasına ait pek çok gemi batırıldı. Ardından Gelibolu
Yarımadası'ndaki Settü'l-Bahir ve Arıburnu'na asker çıkararak, karadan da
saldırıya geçtiler. Anzak ve Hint birliklerinin de katıldığı kara savaşları, tam
bir ölüm kalım savaşı oldu. M.Kemal'in de büyük bir askerî deha olarak ortaya
çıktığı bu savunma karşısında İtilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kaldı.
Bütün
dünyaya öğretilen "Çanakkale Geçilmez" sözü, 250 bin Türk evlâdının şehit
kanıyla yazılan bir büyük destan oldu. İtilaf Devletlerinin Çanakkale bozgunu,
Rusya'nın yardım alma ümitlerini suya düşürmüş ve bunun neticesinde gerçekleşen
Bolşevik İhtilâli, Çarlık Rusyası'nın sonu olmuştur. Rusya'nın savaştan
çekilmesi üzerine 7 Aralık 1917'de imzalanan anlaşmayla Doğu cephesinde Türk-Rus
Savaşı sona ermiştir.
Osmanlı Devleti, I.Dünya Savaşı'nda yedi düvele karşı muhteşem bir mücadele
sergilemiştir. Ancak 29 Eylül 1918'de Bulgaristan'ın teslim olması Osmanlılar
ile Almanya arasındaki irtibatın kesilmesine yol açmıştır. Müttefiklerinin
savaştan yenik ayrılmasıyla birlikte Osmanlılar da ateşkes anlaşmasını imzalamak
durumunda kalmışlardır. İttihat ve Terakki Fırkası'nın hükûmetten çekilmesinin
ardından kurulan Ahmet İzzet Paşa başkanlığındaki hükûmet, Bahriye Nazırı Rauf
Bey başkanlığındaki bir heyeti Limni'nin Mondros limanına göndermiş ve Mondros
Ateşkes Anlaşması'nın imzalanmasıyla (30 Ekim 1918), Osmanlılar resmen savaştan
çekilmişlerdir. Ateşkes anlaşmasıyla İtilaf Devletleri, Osmanlı ülkesini işgal
etme hakkını elde etmişlerdir. Bu durum, Osmanlı Devleti'nin fiilen paylaşılması
demekti.
Nitekim, İngiliz, Fransız, İtalyan birlikleri bu anlaşmaya dayanarak Anadolu'da işgallere başlamışlar, Asırlarca Osmanlının hâkimiyetinde yaşayan Yunanlılar da, ağabeylerinin müsaadesiyle İzmir'e asker çıkarmışlardır (15 Mayıs 1919). İşgallere karşı Anadolu Türk'ünde büyük bir infial yaratmış ve 19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasıyla, düşmana karşı "Milli Mücadele" başlamıştır. İtilaf Devletlerinin Sevr Anlaşması'nı İstanbul hükûmetine imzalatması (10 Ağustos 1920), Milli Mücadele'nin güçlenmesinden endişe eden düşmanların bir an önce Türk millî varlığını ortadan kaldırmayı amaçlamalarından başka bir şey değildi. Fakat bu anlaşma hükümleri hiçbir zaman uygulanamadı. Ankara'da açılan Milli Meclis'in iradesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının büyük ve onurlu mücadelesi bu oyunları bozdu. İstiklâl Harbi'ni kazanılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş oldu. Yeni Türk devleti "Millî Hâkimiyet" ilkesinin tabi^İ bir neticesi olarak 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırdı. Dolayısıyla bu tarih 622 yıl devam eden Osmanlı Devleti'nin de resmen sonu oluyordu.